Ticaret

ALIŞ-VERİŞ

İslam dini, insanın hem maddi, hem de manevi yönüne itina gösterip, ikisinin arasında sağlam bir denge kurmaktadır. İnsanın manevi yanı için gıda mesabesinde olan ibadetleri emrettiği gibi maddi yönü için temel teşkil eden ticaret, sanat, tarım ve benzeri şeyleri de emretmektedir. 
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de ticaret ve alışveriş hakkında şöyle buyurmaktadır: "Allah satışı mubah ribayı haram kılmıştır".
Başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Ey mü'minler, cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah'ı anmaya (namaza) koşunuz ve alışverişi bırakınız. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz".
Peygamber (s av) de ticaretle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Günahların öyleleri var ki, geçimi sağlamak için sarf edilen gayretten başka bir şey onları silemez"
Bir başka hadiste de şöyle buyrulmaktadır: "Doğru tüccar kıyamet günü sıddık ve şehitlerle birlikte haşrolunacaktır" (Tirmizi).
Görüldüğü gibi ticaret geçim kaynağı olduğu kadar büyük ve anlamlı bir ibadet biçimi olarak da Müslümanın hayatına girmektedir. Burada şunu ifade etmeden geçemeyeceğim: Namaz ve oruç gibi ibadetlerin şart, farz, sünnet ve yasakları olduğu gibi alışveriş ile ticaretin de sari adap ve yasakları vardır. 
Nasıl ki namazın şart, farz, sünnet ve yas aklarını öğrenmeden namaz kılmaya kalkışmak anlamsız ve günahsa, alışveriş ile ticaretin de farz, şart, adap ve yasaklarını öğrenmeden böyle bir işe kalkışmak da aynen böyle günah ve haramdır. Bunun için Hz. Ömer (r.a) halife iken çarşı ortasında bir çok kimseyi cezalandırıp şöyle demiştir: "Alışveriş usulünü bilmeyen kimse çarşı ve pazarlarımızda alış veriş yapmasın. Çünkü farkında olmadan faize girebilir." 
Hiç şüphesiz bu uygulama bize ticaret ile alışveriş in ş art farz ve adabını öğrenmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Şimdi sırasıyla ticaret ve alış verişin şart, farz, adap ve yasaklarını açıklamaya çalış alım.

ALIŞ VERİŞİN RÜKUN VE ŞARTLARI
Alışveriş in rükünleri altıdır.
1- Satıcı.
2- Alıcı,
3- Satılacak şey,
4- Semen -Bedel-
5- Satıcının icabı,
6- Alıcının kabulü,
İcab ve kabulün şartları vardır.
a- İcab ve kabulün birbirine arka arkaya olması, yani aralarında uzun bir fasılanın bulunmaması gerekir.
b- İcab ve kabulde tatabuk (anlaşma) olmasıdır. Yani birisi bu malı beş bin liraya sattım derken, müşteri de bunu dört bin liraya senden aldım demesi halinde satış akdi geçersizdir, yani akit sahih değildir.
c- İcab ve kabulün inşayı ifade eden mazi -geçmiş - veya hal sigası ile olması gerekmektedir.
ç- Şartlı olmamasıdır,
d- Muvakkat olması,
e- İcab ve kabul arasında yabancı bir sözün geçmemesi.
İcab ve kabul söz ile olabileceği gibi yazı ile ve dilsizin işareti ile de olabilir.
Ancak Hanefi mezhebinde sahih kavle ve Şafii mezhebinde de bazılarının görüşüne göre muatat ile de alışveriş münakit olur. Yani bir söz söylemeden müşteriye satılık şey, satıcıya da bedelinin verilmesi halinde satış tahakkuk etmiş olur. Böylesi bir akit caiz olmuş olur.
Satıcı ile alıcıda aranan şartlar ise beş kısma ayrılır:
1- Akıl sahibi olmak,
2- Baliğ olmak.
Binaenaleyh akil ve baliğ olmayan kimsenin alışverişi sahih değildir.
Yalnız Hanefi mezhebinde mümeyyiz olan bir çocuğun yaptığı alış veriş velisinin izni halinde caizdir, izin verilmemişse alışveriş in caiz olabilmesi velisinin kabulüne bağlı kılınmıştır. Eğer veli bu alışverişi kabul ederse caiz, etmezse caiz değildir.
3- Reşit olması. Şayet alıcı veya satıcı reşit değillerse alış veriş velinin kabulüne bağlıdır.
4- Malına haciz konulmamış olması. Malına haciz konulmuş birisinin malını satması veya onunla bir şey satın alması sahih değildir.
5- İstekle olmalı. Malını satmak istemediği halde, zor kullanılarak ve baskıyla malının satılması caiz değildir .Ve böylesi bir satış sahih değildir. Ancak Hanefi mezhebine göre baskıyla ve zor kullanılarak yapılan satışlar da caiz ve sahihtir. Yani böylesi bir satış batıl değildir. Ne var ki istenirse geri çevirmek hakkına sahiptir.
Bir kimsenin imkanı olduğu halde zimmetindeki borcunu vermezse hakim zorla malını satabilir, bu takdirde geri çevirme imkanına da sahip değildir. Yalnız Gabn-ı fahiş ile yapılan satış fasittir.
Üzerinde akit yapılan şeyde de beş şart aranır:
a- Tahir olması. Yani necis olmaması gerekir. Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: "Allah içki, leş, domuz ve putların satışını yasakladı." Ancak Hanefi mezhebinin uleması tezek ve bazı faydaları bulunan necis yağların satışına cevaz vermişlerdir.
b- Kendisinden istifade edilebilir bir şey olması. Dolayısıyla faydası olmayan haşarat ve yırtıcı hayvanların  satışı caiz değildir.
c- Selem müstesna satıcı ile alıcının aynını, miktarını ve vasfını bilmesi gerekir. Ancak Hanefi mezhebi aynının bilinmesini şart koşmamaktadır.
ç- Akdin mülkiyetinde bulunması veya tasarruf için kendisine izin verilmiş olması. Bunun için vakıf gibi veya başkasına ait olan malı izinsiz satmak caiz değildir.
d- Kolaylıkla teslim edilmesinin mümkün olması. Binaenaleyh denizdeki balıkları ve havadaki kuşları satmak caiz değildir.

AKDİN ICAP VE KABULLERI
İcap ve kabulün beş şartı vardır:
1- Aralarında uzun bir fasılanın bulunmaması,
2- Yabancı bir sözün araya girmemesi,
3- Her iki sözün, yani alım ve satım için aynı meblağ üzerinde mutabakata varılması,
4- İçinde talik -şart - bulunmaması,
5-Muvakkat olmaması.

ALIŞVERİŞİN ŞARTLARI
        Alışveriş in sıhhat şartları on kısma ayrılır:
1- Satılık şey ile bedelinin bilinmesi,
2- Tesliminin mümkün olması,
3- Aldanmaya yol açacak bir şartın öne sürülmemiş olması. Mesela akid anında bile gebeliğin tespit edilmesinin imkansız olduğu bir devenin gebeliğini şart koşmak gibi.
4- Akdin gerektirmediği bir şartı koşmamak. Mesela dikmek şartıyla tüccarından kumaş almak caiz değildir.
5- Tarafeynin rızasıyla olması.
6- Vadeli ise vade zamanının bilinmesi. Vade zamanı belli olmayan bir alış-veriş caiz değildir. 
7- Bedelin miktarının bilinmesi. Bedeli bilinmeyen bir şeyin satışı sahih değildir. Mesela şu kitabı, şu kalemi sattım demek, bedeli tayin edilmeyinceye kadar caiz değildir.
8- Rebeviyatta aynı cins ten birbiriyle satılan iki şeyin eşitliğinin kesin olarak bilinmesi.
9- Her ikisinin kabzedilmesi.
10- Murabaha, tevliye ve vadiada bedelin yani para miktarının bilinmesi.

TİCARET VE ALIŞVERİŞİN ADABI
1- Rifaa'dan rivayet edilmiştir: "Peygamber (s av) ile birlikte camiye gittik, alışveriş yapan bazı kimseleri görünce onlara hitaben şöyle seslendi: "Ey tüccarlar!" Tüccarlar başlarını çevirip bakışlarını kendisine yöneltince buyurdu ki; "Allah'a itaat ediniz, iyilik eden ve doğru söyleyen kimse müstesna bütün tüccarlar kıyamet günü facir ve günahkar olarak diriltileceklerdir" (Tirmizi)
2- Alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkça akdi bozmak hususunda serbesttirler. Alıcı ile satıcı -alışverişlerinde- doğrusunu söyleyip, durumu olduğu gibi açıklasalar alış verişleri bereketli olur. Yalan söyleyip satılık şey ile bedelinin durumunu gizleseler alışverişin bereketi gider." (Buhari-Müslim)
3- Satarken ve satın alırken ve haklarını is terken müsamahakar olarak davranan kimseye Allah rahmet edip ihsan etsin." (Buhari- Tirmizi)
4- Allah Teala durumu sıkışık olan kimse için süre tanıyan veya alacağından vazgeçen kimseyi kıyamet günü gölgesinden başka gölge bulunmayan Arş'ın gölgesinde bulundurur." (Tirmizi)
5- Bir kimse, bir Müslümanın bozulmasını istediği akdi bozup onu affederse Allah da onu affeder."
Yukarıda zikrettiğimiz hadislerden sırası ile şu dersleri çıkarmamız mümkündür:
1- Ticaret, İslam' a uygun olarak icra edildiğinde ibadet sayıldığından, ticaret yaparken Allah rızası göz önünde bulundurulmalıdır.
Ticaret insan hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Herkes doktor veya mühendis olmak zorunda değildir. Buna rağmen herkesin alış-veriş yapmak zorunda olduğu muhakkaktır. Çiftçi ürününü, sanatkar eserini, doktor kabiliyet ve hünerini, eczacı ilaçlarını s atmağa mecburdur. Aynı şekilde her insan evine yiyecek içecek ve giyecek gibi şeyleri almak ve zaruri ihtiyaçlarını karşılamak üzere alışveriş yapmak zorundadır. İş te bütün bu ihtiyaçların giderilmesinde tüccar büyük bir hizmeti ifa etmektedir. Güvenilir tüccarın kıyamet günü şehit ve sıddıklarla birlikte haşr olunmasındaki sır burada yatmaktadır.
2- Tüccarın doğru olanı söylemesi, haktan ayrılmaması ve yalanı bir kenara bırakması lazımdır. Satılık şeyin kalitesi düşük olduğu halde kalitesi yüksektir, demek ya da satışa arz edilen mal yerliyken onu ithal malı diye takdim etmek, yalan ve gerçek dışı beyanlarla malın gerçek mahiyetini saklamak ağır bir suç ve büyük bir günahtır. Böylesi bir davranış ağır bir cezayı gerektirmektedir. Bu ve benzeri yalan beyanlar Resülüllah'ın fasık ve facir olarak haşr olunacaklarını belirttiği tüccarlardan sudur edebilir. Ancak Allah'a itaat edip, ihsan eden ve doğru söyleyen kimseler bunun dışındadır.
3- Tüccarların hoşgörülü ve müsamahakâr olmaları gerekir. Tüccar olan kimse kendisiyle alışveriş yapan kimseye karşı yumuşak olmalı ve kaba davranışlardan sakınmalıdır. Bir şey satarken, bir ş ey s atın alırken veya hakkını isterken haşin davranmamalıdır. Doğruluk, dürüstlük, ahde vefa ancak güzel ahlak, güzel muamele ve hoşgörüyle süslenebilir.
4- Tüccar olan kimse alışveriş yaparken bir şeyler kazanmaya dikkat etmelidir. Zaten ticaret ten maksat , insanların ihtiyaçlarını karşılamanın yanında bir de kazanç sağlamaktır. Ancak bu kazanç hiç bir tüccara müşterisini yıkmak ve kandırmak hakkını vermez. Bu konuda hassasiyet göstermelidir. Çünkü bir kimse kendi nefsine arzu ettiği bir şeyi mü'min kardeş ine arzu etmedikçe tam manasıyla iman etmiş olamaz.
5- Müşteri yapılan akidden dolayı pişmansa, tüccar s öz konusu akdi bozup müşterisinin sıkıntısını gidermelidir.
6- Verecekli olan kimsenin durumu müsait değilse borcunu silmek veya bir kısmını bağışlamak ya da söz konusu borcu ertelemek suretiyle ona yardımcı olmalıdır. Çünkü sıkıntılı bir insana yardım edip sıkıntısının giderilmesi hususunda yardımcı olan birisine de Allah yardım ederek kıyamet gününde sıkıntısını giderecektir.
7- Bir şeyi vadeli olarak satın alan kimse tam zamanında borcunu ödeyip sözünü yerine getirmelidir. Borcunu zamanında ödemeyen kimse zalim sayılır ve ağır cezaya müstahak olur.

TİCARET VE ALIŞVERİŞİN YASAKLARI
        Peygamber Efendimiz (s av) şöyle buyurmaktadır: 
1- "Temin metaın satışını sağlar, fakat bereketini giderir" (Buhari-Müslim).
2- "Alışverişte çok yemin etmekten sakınınız" (Müslim).
3- İbn 'i Ömer'den rivayet edilmiştir: "Adamın biri Resulüllah'a alış verişte çok aldatıldığını söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s av) kendisine buyurdu ki: "Alış verişte bulunduğun zaman "aldatma olmasın" diyerek karşı tarafa bildir."
4- Peygamber efendimiz (sav) buğday satan bir adama vardı ve kendisine "bunu nasıl satıyorsun", diye sordu. O da fiyatını söyledi. O sırada kendisine elini buğdayın içine sokması için vahiy geldi. Peygamber (s av) elini içine sokunca yaş olduğunu gördü. Bunun üzerine Peygamber (s av) şöyle buyurdu: "Bizi aldatan bizden değildir" (Müslim-Ebfi Davud).
5- Peygamber efendimiz (sav), köpek, zina parasından ve kahinin ücretinden nehy etmiştir. (Buhari-Müslim-Ebi Davud).
6- Cabir diyor ki: Mekke fethinde Peygamber'in şöyle söylediğini duydum: "Allah ile Resulü içkinin, leşin, domuzun ve putların satışını yasaklamıştır" (Buhari-Müs lim).
7- Peygamber (sav) Cenab-ı Hak'dan şunu nakletmiştir: "Kıyamet günü üç kişinin hasmıyım. Benim namıma söz verip de sözünü yerine getirmeyen, hür bir kimseyi satıp da parasını yiyen ve işçi çalıştırıp da ücret ini vermeyendir" (Buhari).
8- "Hiç bir kimse mü'min kardeşinin satış üzerine satış yapmasın ve mü'min kardeşinin niş anlandığı kadınla nişanlanmasın" (Buhari-Müslim).
9- Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar ellerine geçenin helal mi haram mı olduğunu düşünmeyeceklerdir" (Buhari-Nesai).
10- Cabir'den rivayet edilmiştir: "Allah'ın Resulü riba yiyene, yedirene, katibine ve şahitlerine lanet etmiştir."
11- "Fiyatının artmasını bekleyerek kırk gün bir yiyeceği ihtikar edip alıkoyan bir kimse Allah'dan beri olmuş, Allah da ondan beri olmuştur."
12- " İhtikarda bulunan kul ne aşağılık bir kuldur. Allah ucuzluk getirirse üzülür, pahalılık getirip fiyatları yükseltirse sevinir" (Beyhaki).
13- "Bir kimse Müslümanların yiyeceği şeyleri ihtikar edip hapsederse, Allah cüzzam ve iflas ile onu cezalandıracaktır."
14- Ebu Katade'den rivayet edilmiştir: "Birisi dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, bana söyler misin, sabredip mükafatımı sırf Allah'dan istediğim ve kaçmadığım halde Allah yolunda öldürülürsem günahlarım bağışlanacak mı? Peygamber (s av) cevaben: "Evet" dedi. O adam gidince Peygamber (s av): "Evet günahları bağışlanacaktır, ama borçları müstesna, Cebrail böyle söyledi, dedi." (Müslim)
15- Borçlu olan kimse borcuna karşı rehindir. Kıyamet günü yalnızlığından dolayı Allah'a şikayet edip yalvaracaktır."
16- "Bir kimse kibir, hıyanet ve borçtan arınmış olarak ölürse cennete girecektir" (Tirmizi, İbn'i Mace).
17- "Peygamber (sav) ölçü ve tartı sahiplerine dedi ki: Sizden önceki ümmetlerin helakine sebep olan iki şey sizlere verilmiştir. "
18- " İyne alış verişini yaparak sığırın kuyruğuna yapışırsanız ve ekine rıza gösterip cihadı terk ederseniz Allah sizi zillete duçar kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden kaldırmaz" (Ebu Davud).
Yukarıda zikrettiğimiz hadisler alış verişte yasak olan şeyleri dile getirmektedirler. 

Bu hadislerin altında ticaret ve alışverişte yasak ve haram olan şeyleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Alış verişte yalan olsun doğru olsun gereksiz yere sırf satış işini gerçekleştirmek için yapılmış olan yemindir. Yemin ticaretin oluşmasına ve kazancın artmasına sebep de olsa bereket in kalkmasına yol açar. Allah ismini gelişi güzel ve basit bir takım amaçlarımız için kullanmak doğru değildir. Yüce Allah'ın esma ve sıfatlarını ticari bir meta şeklinde kullanmak bir Müslümana yakışmayan hal ve hareketlerdir. Hele yemin yalan olursa cehennemde sürünmeye sebeptir.
2- Alışverişte başkasını aldatmaktır. Aldatma işi insana, hele Müslümana yakışmayan bir davranıştır. Bunun için Peygamber (s av) pazarı gezerken ve bir bakıma kont rol ederken buğdayını ıslatan satıcıyı gördüğünde; "Bizi aldatan bizden değildir", diyerek hile ve aldatma yoluna tevessül eden kişinin İslam dairesinden uzak olduğuna işaret etmiştir.
3- Serveti meşru olmayan kimselerle alışveriş yapmaktır. Mesela bir kimse içki, kumar ve zina gibi dinen yasak olan bir şey aracılığıyla servet biriktirmiş s e onu boykot edip onunla alışveriş yapmamak gerekir. Çünkü elindeki servet haramdır ve kendisine ait değildir, ammenin hakkıdır. Yani İslam kurallarına göre sahibi belli olmayan mal kamulaştırılır. Peygamber (s av) buna işarette bulunarak zani ile kahinin parasını yasaklayıp, ona yaklaşılmamasını emretmiştir.
Peygamber (s av) aynı zamanda içki, leş , domuz ve putların satışını da yasaklamıştır.
4- Alışverişte hiyanet edip verilen sözü yerine getirmemektir. Herhangi bir hususta verilen söz her ne pahasına olursa olsun yerine getirilmeye çalışılmalıdır. Müslüman yerine getirebileceği şeyin sözünü vererek şahsiyetini ortaya koymak mecburiyetindedir. Ahde vefa ticaret ve alış-veriş hayatımızda daha büyük bir önem taşımaktadır. Sözünü yerine getiremeyen bir tüccar veya müşteri karşılıklı olarak büyük zararlara uğramakta, böylelikle hem maddi ve hem de büyük ve telafisi mümkün olmayan manevi kayıplarla karşı karşıya gelinmektedir.
Hulfül vaad'de bulunmak yani sözü yerine getirmemek, nifakın alameti olduğu gibi Allah'a düşman olmağa sebeptir.
5- Alış veriş yapan kimse kendi işine itina gösterdiği gibi başkasının işine de itina göstermemektir. Kendi çıkarı için başkasının zararına sebebiyet vermektir. Başkasının zararı üzerine kurulan ve elde edilen kazanç ve karın hiç bir hayrı ve bereketi yoktur.
Mesela, iki veya üç güne kadar muhayyer olduğuna göre, geri çevir sana aynı malı daha ucuza vereyim, ya da satın aldığın şey güzel değildir, geri çevir sana daha güzelini vereyim, diyerek satıcının işini bozmak gibi davranışlar İslam'ın hoş karşılamadığı davranışlardır. Ancak müşteri kendisiyle istişarede bulunup ve gerçekten ortada bir mağduriyet varsa akdi bozmak hususunda kendisine nasihatta bulunmasında bir sakınca yoktur.
6- Riba muamelesinde bulunmaktır. Ribanın haram oluşu Kur'an-ı Kerim, Sünnet ve İcma-ı Ümmet 'le sabit olmuş tur.
Riba iki çeşittir:
a- Borçtan doğan riba: Bu tip riba cahiliyette Araplar arasında çok yaygındı ve Kur'an-ı Kerim bu tür ribayı kesin olarak yasaklamış bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim bununla muamelede bulunan kimseyi Allah'a ve Resülü'ne karşı savaş ilan etmiş saymaktadır.
Peygamber (sav) Veda Hutbesinde konu üzerinde durarak şöyle buyurmuştur: "Her çeşit riba kaldırılmıştır ve ilk kaldırdığım riba Abdülmuttalip oğlu Abbas'ın ribasıdır." 
Bu ribaya, yani cahiliyet döneminde yaygın olan ve borçtan mütevellid ribaya Riba En-Nesle denirdi. Uygulaması da şöyle idi: Herhangi bir kimse belli bir süre için borç alır, süre bitiminde borcunu ödemezse, alacaklı olan kendisine şu teklifte bulunurdu: Ya borcunu öde veya şu kadar faiz vermek şartıyla borcunu şu tarihe kadar ertelerim." 
Herhangi bir kimse menfaat sağlamak için birisine ödünç verirse bu kabil ribanın şumulüne girer. Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Menfaat celp eden her ödünç ribadır." 
b- Alış veriş ten doğan riba:
Hanefi mezhebine göre bu tip riba üç kısma ayrılmaktadır:
1- Riba El-Fadl. Bu riba ölçü tartıya tabi tutulan şeylerde meydana gelir. Yani cinsleri bir olup ölçü ve tartıya tabi tutulan iki şeyin biri diğerinden fazla olduğu halde mübadele ederek yapılan akittir.
2- Riba En-Nesie. Cinsleri bir olsun, olmasın ölçüye ve tartıya tabi olan iki şeyden birisini vadeli olmak üzere birbiriyle mübadele ederek akidde bulunmaktır.
3- Fasit muamelede bulunmaktan doğan ribadır. Yani İslam hukukuna göre icra edilmeyen herhangi bir akit ribadır.
Şafii mezhebine göre ise riba Hanefi mezhebinde olduğu gibi Riba El-Fadl, Riba En-Nesie ve Riba El-Yed olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu mezhebe göre ödünçten doğan riba hariç, ribanın illeti ölçü ve tartı değil, nakdiyat -altın ve gümüş- ve ta'miyat -yiyecek- cinsinden olmaktır. Altın, gümüş ve yiyeceklerden başka şeylerde riba yoktur.
Riba El-Fadl demek, altın ve gümüş veya buğday ve arpa gibi yiyecek maddelerinden birisini -cinsleri bir olduğu halde- diğerine fazla bir meblağda satmaktır. Mesela, kalitesi iyi olan bir ölçek buğdayı, kalitesi iyi olmayan bir buçuk ölçek buğday ile veya antika bir altını üç reşad altın ile satmak gibi.
  Bunun için gümüş, altın ve yiyecek maddelerinin alım ve s atımında günaha girmemek için İslam'ın gösterdiği yolu izlemek gerekmektedir. Şöyle ki; altın, gümüş veya yiyeceklerden cinsleri bir olan iki şey birbirleriyle satılırsa, şu üç şartın göz önünde bulundurulması gerekir:
a- Birbiriyle müsavi olması,
b- Her ikisinin de peş in olması,
c- Her ikisinin de aynı anda kabzedilmesi.
Aynı cins ten olmayan iki şeyin birbirleri karşılığında satılmaları halinde, buğdayın arpayla satılması gibi, şu iki ş artın dikkate alınması gerekir.
1- Her ikisinin peşin olması,
2- Her ikisinin de aynı anda kabzedilmesi.
Böylesi bir satış durumunda müsavat -eşitlik- şart koşulmamaktadır. Buğday, arpa, gümüş , altın ile satılır ve biri diğerinden fazla olursa s akınca teşkil etmez.
7- İhtikar etmek. İhtikar, ihtiyaç olduğu bir zamanda gıda maddelerini satın alıp kıymeti daha da artsın diye hapsetmektir. Böylesi bir davranış ve ticaret haramdır. Bunu ancak İslam terbiyesi almamış ruhu kirli kimseler yapabilirler. Bu kimseler ahiret te büyük cezalara çarptırılacakları gibi, dünyada da cezasız bırakılmayacaklardır. Bu kimselerin evlerinde ve ticaretlerinde bereket kalmayacağı gibi iflas da edecek ve neticede cüzzam gibi hastalıklarla karşı karşıya geleceklerdir. Kısacası farkında olsunlar olmasınlar dünyada da bu yaptıklarının karşılığını görecek, yevmi kıyamette de cezalarının karşılığını göreceklerdir.
8-İyne alış verişi yapmak.
İyne demek varlıklı bir kimsenin doğrudan doğruya ribaya girmemek için muhtaç olan bir kimseye vade ile ve yüksek bir fiyat ile bir şey satarak, bilahare peşin fakat bu defa düşük bir fiyatla aynı malı geri almasıdır.
Peygamber (s av) bu tür alışverişi yasaklamıştır. Resulüllah bu konuda şöyle buyurmaktadırlar: "İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, satış adı altında faizi mubah sayacaklardır." Muhammed bin Has an Eş -Şeybani, İyne ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Faizcilerin icad ettikleri bu alışveriş, gönlüme dağlar kadar ağır gelmektedir."
Muhammed bin Abdullah, Enes 'den şunu rivayet etmektedir: Kendisine İyne'nin durumu sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Allah aldatılamaz. Allah ve Resulü haram kıldıkları şeylerden beridirler."
9- Boğa, aygır ve koç gibi hayvanların suyunu satmak, yani para karşılığında erkeği dişi hayvana çektirmek. Peygamber (s av) böylesi bir muameleyi yasaklamıştır.
10- Neceş muamelesinde bulunmak. Neceş , alıcı olmayan kimsenin bir başkasını aldatmak gayesiyle satılık şeyin fiyatını kasten arttırması hadisesidir; peygamber (s av) bu tür bir davranışı yasaklamıştır,
11-Ölçü ve tartıda başkasını aldatıp eksik vermek. Kur'an-ı Kerim bu tür bir davranışta bulunan kimseleri ağır bir dille tehdit edip, cezalarının korkunç olacağını söylemektedir. "Mutaffifin" süresi bu konuya ayrılmış bulunmaktadır.
12- İmkan olduğu halde baş kasının hakkını zamanında vermeyip, işini aksatmaya çalışmak. Bir kaç kuruş kazanmak gayesiyle zimmetindeki bir parayı sahibine vermeyip borcu kasten ertelemek zulümdür ve haramdır. Allah katında böylesi bir muamelenin karşılığı cehennem ateşiyle cezalandırılmaktır.
Zengin ve imkan sahibi olan birisinin başkasının hakkını alıkoyması zulümdür. Resülüllah (s av) efendimiz şöyle buyurmaktadırlar: "İmkan olduğu halde zamanında borcunu ödemeden ölen bir kimse borcunun esiri olacaktır."
13- Müşteriyi mağdur ederek, kendisine fahiş bir fiyatla bir şey satmak.
Ticaretle uğraşan kimsenin kendisini mağdur edecek ve ticaretine mani olacak ölçüde elindeki malına gerektiğinden fazla ucuza, ne de müşterisini mağdur edip kendisine haksız bir kazanç temin edecek biçimde fahiş bir fiyatla satmamalıdır. Tüccar, kendi lehine olan kar ile müşterinin aleyhine olan zarardan kaçınmalı, bu ikisinin arasında bir fiyat takdir ederek ticaretini yapmalıdır. Bir malı en uygun fiyatla satmak, o malın sağladığı karı satıcı ve alıcı arasında paylaşmak anlamındadır. Peygamber (s av) şöyle buyurmaktadır: "Sizden biriniz kendi nefsine arzu ettiği şeyi başkasına da arzu etmedikçe tam manasıyla iman etmiş sayılmaz."
14- Şehir dışında köylü ve yabancıları karşılayıp piyasanın durumunu öğrenmelerine fırsat vermeden mallarını ucuza alarak onları aldatmak. Böylesi bir yola tevessül ederek kar ve kazanç teminine çalışmak fırsatçılıkla acemi kimseleri aldatmak dinen caiz değildir. Bu tür bir davranışı ve ticaret tarzını kendilerine yakıştıranların aldatmalarına engel olmak için gerekli tedbirlerin alınması İslam'ın yüklediği bir mesuliyettir.

HiYAR -MUHAYYER- OLMAK
Hiyar, üç kısma ayrılmaktadır:
a- Hiyar El-Meclis : Yani mecliste devam ettikleri müddetçe, alış veriş akdini bozma hakkına sahip olması. Alıcı ile satıcının akid yaptıktan sonra bir arada kaldıkları müddetçe yaptıkları alışverişi bozmak hususunda serbesttirler. Bu, Şafiı mezhebine göredir.
Hanefi mezhebine göre Hiyar E-Meclis yoktur. Ancak akidde şart koşulursa, yani akid yapılırken; "Bu meclis te kaldığımız sürece, akdi bozmağa yetkimiz vardır" şeklinde bir şart koşulursa Hiyar El-Meclis vardır.
b- Hiyar EI-Şart: Yani riba ile selem hariç diğer alışverişlerde İmam-ı Şafii ve İmam-ı Azam'a göre üç günden fazla olmamak şartıyla muayyen bir süre içinde alıcı ile satıcıdan birisi veya her ikisi için yapılan akdi feshetme yetkisini şart koşmaktır. İmameyn' e göre muayyen olmak ş artıyla üç günden fazla, mesela bir ay, iki ay gibi bir süre şart koşulursa caizdir.
c- Hiyar El-Ayb: Aldığı bir şeyin kusurunun ortaya çıkması halinde birisi daha önce aldığı bir şeyi geri iade edebilir. Kusurdan maksat, kusurlu şeyin değerini veya kendisini eksilten bir kusurdur. Ancak bu kusur müşterinin tesliminden sonra meydana gelmiş olmaması halinde geçerlidir. (Halil Günenç-Fetvalar-425)
Hem para, hem de s atılan ş ey vadeli olmak üzere alış veriş yapmak caiz midir?
Alışveriş akdi dört kısımdır:
1-Hem para hem de satılan şey peşin olmak üzere yapılan akittir.
2- Para peşin, satılan şey ise vadeli olmak üzere yapılan akittir. Buna Selem akdi denilir. Mesela; Hasan Efendi, Halit Efendiye diyor ki: "Şu vasıflarda bulunan on teneke buğdayı falan yerde ve tarihte bana teslim edilmek üzere şu onbin lira karşılığında senden satın aldım." Halit Efendi'nin de onun sözüne uygun olarak: "Ben de sattım" demesinde olduğu gibi.
3- Satılan şey peşin, para ise vadeli olmak üzere yapılan akittir. Birisinin belli bir kitabı vadeli olmak üzere bir başkasına satması gibi.
4- Hem para hem de s atılan ş ey vadeli olmak üzere yapılan akittir.

Akdin ilk üç çeşidi şartları yerinde olduğu takdirde caizdir. Dördüncü kısım ise caiz değildir. Peygamber (s av) böyle bir alışverişi men etmiştir. 
Yalnız, akit yapmadan iki, üç ay evvel ileride satıcı ve alıcı vasfını kazanacak kimseler, satış akdini yapmak üzere birbirine söz verseler ve zamanı gelince de akit yapsalar caizdir. Çünkü va'd ve akit ayrı ayrı ş eylerdir. (Halil Günenç-Fetvalar-435)
-Enflasyon karşısında paranın değer kaybını, faiz hadlerini uygulayarak karşılamak caiz midir?
Düşük de olsa faizli bir muameleye girmek caiz değildir. Şimdilik muamele faiz s yıldığına ve istikbaldeki durumu meçhul olup her an değişmesi mümkün olduğuna göre hüküm değişmez. 
Yalnız borcu kapatmak hususunda Ebu Yusuf'a göre durum değişir. Mesela bir kimse bir milyon liralık parayı bir seneliğine faizle birbuçuk milyona verirse faizli olduğundan haramdır. Yalnız bir sene sonra daha önce verilen bir milyon para enflasyon sebebiyle ödeme anında birbuçuk milyona tekabül ederse onu, yani başlangıçta verdiği bir milyon mukabilinde birbuçuk milyon alması  caizdir. Çünkü bu para altın ve gümüş olmadığı ve değer itibarı olduğu için kendisine itibar edilen değere göre muamele görür. (Halil Günenç-Fetvalar-435)

İslam'a göre karaborsanın hükmü nedir?
İslam hukukuna göre piyasayı serbest bırakıp ona müdahale etmemek gerekir. O, arz ve talebe göre kendi kendini ayarlayacaktır. Bunun için Peygamber (sav)'in zamanında piyasa oynayıp fiyatlar anormal bir şekilde yükselince, Peygamber (sav)'in duruma müdahale etmesi istendi ise de müdahaleyi uygun görmeyerek şöyle buyurdu: "Fiyatları tespit eden, darlığı ve bolluğu veren ve rızıklandıran Allah'tır". Ancak suni pahalılık yaparak fiyatlarla oynayan olduğu ve amme maslahatı işe müdahale etmeyi gerektirirse, o zaman müdahale etmek narh koymak caizdir. Buna muhalefet etmek de caiz değildir. Bun un için karaborsa muameleleri ammeye zarar verdiğinden tasvip edilemez. (Halil Günenç-Fetvalar-441)

         Alış verişte iki fiyat söylemek caiz midir?
İki fiyat akid esnasında mesela şu kitabı peşin olarak bin liraya, vadeli olarak binbeşyüze sana satarım denilse; önceki sualin cevabında beyan ettiğimiz gibi caiz değildir. Çünkü bedel meçhuldür, bin mi, binbeşyüz mü belli değildir. Amma akitten evvel iki fiyat söylense, sonra belli bir fiyat üzerine anlaşma yapılır ve satış akdi icra edilse beis yoktur.

RESÛLÜLLAH'IN TİCARETTE NEHY ETTİĞİ HUSUSLAR
        Resûlüllah (a.s.v.)'in yasak ettiği şeylerden bir kısmını aşağıya alıyoruz.
       1) İhtikâr. Şiddetli ihtiyaç olduğu bir zamanda, gıda maddesini satın alıp kıymeti daha fazla artsın diye hapis etmektir. Şer'an haramdır.
       Allah'ın Resûlü (a.s.v.) buyuruyor: "Kırk gece kadar insanların yiyeceğini hapis edip ihtikâr yapan kimse, Allah'dan uzaktır. Allah da ondan beridir. Bir mahalle halkı içinde aç bir kimse bulunsa, Allah'ın zimmeti o mahalleden beri olur." (El-Hakim)
       Başka bir hadiste buyuruyor: "Müslümanların gıda maddelerini hapseden kimseyi, Allah cüzzam ve iflâs ile cezalandırır."
       İmam Gazali’ye göre ihtikâr, gıda maddesinde cari olduğu gibi meyvede de caridir. Hatta bazı ulema, giyecekte de caridir, demişlerdir.
       2) Şehirde eşyalarını satmak için köy ve çölden gelenleri şehre girmeden karşılamak. Şehirde satmak üzere köylerden gelen şeylerin serbest satılmasına meydan vermeyip şehir haricinde karşılayıp satın almak caiz değildir. Mağdur olmuşlar ise sattıkları şeyleri geri çevirebilirler.
       3) İhtiyaç olduğu bir zamanda, şimdiki fiyatla satmak üzere köylerden gelen yiyecekleri, komisyoncunun mal sahibini ikna etmek sûretiyle başka bir zamana erteleyerek üstün bir fiyatla satışını yapmaktır.
       Yalnız şunu bilmemiz gerekir ki, bir kimse kendi mahsûlünü hapsedip, başka bir zamanda satarsa muhtekir sayılmaz. Ama şiddetli ihtiyaç olursa gerektiğinde ihtiyacını karşılayacak kadar kendisine bırakmak şartıyla zorla ondan alınabilir.
       4) İyne alış verişi yapmak. İyne alış verişini yapmak doğru olmayıp Müslümana yakışmayan ticari bir muameledir.
        İyne, ribadan kaçmak gayesiyle bir varlıklının bir muhtaca vâde ile fakat yüksek bir fiyatla bir şey satması, ondan sonra hazır fakat çok düşük bir fiyatla fakirden geri alması demektir. Allah'ın Resûlü buyuruyor: "İnsanlar, öyle bir zaman gelecek ki, satış adı altında faizi mübah sayacaklardır."
       Muhammed bin Abdullah, Enes’ten rivayet etmiştir: İyne hakkında kendisine sual sorulunca buyurdu ki: "Allah aldatılamaz. Bu, Allah ile onun Resûlü’nün haram kıldıkları şeylerdendir."
       İmam Muhammed; "Bu alış veriş, "iyne"(vadeli alışveriş) dağlar kadar benim gönlüme ağır gelen, çirkin bir şeydir. Faizciler onu icad etmişler" demektedir. Durum böyle olmakla beraber şafii mezhebine göre iyne (vadeli) alış verişi haram olarak kabul edilmemiştir.
       5) Boğa, aygır, koç ve benzeri hayvanların suyunu satmak. Yani para mukabilinde boğa gibi hayvanları dişi hayvanlara çektirmek haram olup caiz değildir.
       6) Alıcı olmayan kimsenin, başkasını aldatmak gayesiyle mezatta (tellal pazarında) bulunan satılık malının fiyatını arttırmak.
       Alış-veriş yapmak üzere anlaşmaya varan kimselerin satışlarına engel olmak caiz değildir. Meselâ Zeyd, Amr'a bin liraya bir kitap satmak üzere anlaşmaya varıyorlar. Bekir gelip yüz lira arttırarak kitabı bin yüz liraya satın almaktadır. Peygamber (a.s.v.) böyle bir alış-verişi yasaklamıştır. Yalnız anlaşmaya varmadan evvel satılık şeyin parasını arttırmakta beis yoktur. Bu gün ve her zaman da mezatlarda olduğu gibi. (Tirmizi rivayet ediyor; Ensar’dan birisi Peygamber (a.s.v.)'e giderek yardım istedi, bunun üzerine Peygamber (a.s.v.) kendisine:
       "- Senin evinde bir şey yok mudur?
       - Evet bir sergi vardır, bir kısmını altımıza serer, kalanıyla da örtünürüz. Ayrıca kendisiyle su içtiğimiz bir su kabımız vardır.
       - Onları getir, dedi.
       O adam da onları getirdi. Bunun üzerine Peygamber (a.s.v.) onları aldı: Kim bunları satın alır, dedi. Adamın biri: ben bir dirhem ile satın alırım dedi. Peygamber (a.s.v.) iki veya üç kere, kim arttırır dedi. Bunun üzerine birisi: Ben iki dirheme satın alırım dedi, bunun üzerine Peygamber (a.s.v.) kendisine verdi."
       7) Akit kesinleşmeden evvel alıcıyı veya satıcıyı kandırarak yapılan akdi bozdurup, alıcıya o cinsten bir şey satmak veya satıcıdan satılan şeyi satın almak.
       8) Bir hayvan ile sütten kesilmemiş yavrusunu, boğazlamaktan başka herhangi bir suretle biri birinden ayırmak caiz değildir.
       Zina, içki ve kumar gibi meşru olmayan bir yolla mal kazanmış bir kimse ile alış veriş yapmak haramdır. Avam tabakası arasında vâde farkı hakkında çeşitli sözler dolaşmaktadır. Haramdır, diyenler olduğu gibi helâldir, diyen de vardır. Bunun için bunu kısaca açıklamak isterim, şöyle ki: Alış veriş peşin olursa normal olarak kâr etmek tabiî olduğu gibi, vâdeli olursa da insaf dairesinde kâr etmek yine tabiîdir. Her tarihte bu tip alış veriş olmuştur.
       Neylûl Evtar’ın kaydettiğine göre Cumhur-u ulema bu görüştedir. Peygamber (a.s.v.)'in bir satış içinde iki satışı men etmesi meselesine gelince, onun manâsı şudur: Bir kimse birisine şunu peşin olarak bine, vâdeli olarak iki bine sana sattım, derse, müşteri de kabul ederse, bu akit caiz değildir. Çünkü bedel belli değildir. Yani bedel bin mi ikibin mi, bilinmiyor. Ama satıcı ile alıcı hem binden hem iki binden, hem peşin hem vâdeliden söz ederler, sonra mesele iki bin ve vâdeli satış üzerine anlaşma yapıp akitte bulunsalar caizdir.
       Halkı Müslüman veya ehli kitap olan bir beldede kesilen hayvanın durumu belli olmazsa; yani Müslüman ve ehli kitap tarafından mı yoksa başkası tarafından mı kesilmiş diye şüphe edilirse asıl olan, helal olduğundan onu yemekte beis yoktur.
       Peygamber (a.s.v.) şartlı satışı yasaklamıştır. Yalnız bu satış mutlak olarak yasak değildir. Bu tip satış üç türlüdür:
       1 - Alıcıya veya satıcıya zarar verecek şekilde satış için bir şart ileri sürmek, yani: "vakfetmek veya başkasına hibe etmek şartıyla şu binayı sana sattım" gibi şartlı satış, batıldır.
       2 - "Şunu tutup alman veya ondan faydalanman şartıyla sana sattım." gibi aklın gereği olan bir şartı ileri sürmesi halinde akit sahih ve fakat şart batıldır.
       3 - Alıcıya ve satıcıya zarar vermeyen ve akdın muktezası olmayan, fakat her iki tarafa veya birisine fayda veren bir şart ileri sürmek. "Şu binayı bu para ile üç gün muhayyer kalmak şartıyla sana sattım" gibi. Böyle bir satış sahih olduğu gibi, şart da sahihtir.

-*- RİBA -*- 
(FAİZ)
        Riba, akit yapıldığı zaman şeriat ölçüsüne göre eşit olmayan veya eşitlikleri bilinmeyen veya ivazlardan birisi veya her ikisi hazır olmayan faizli şeylerin üzerine yapılan akittir.
        Riba'nın haram olduğu, hem Kur'an-ı Kerim, hem hadislerle sabit olmuştur. 
Cenabi Hak şöyle buyuruyor: "Allah, satışı mübah, ribayı yasak kılmıştır."
       Allah'ın Resûlü de şöyle buyuruyor: "Allah'ın Resûlü, riba yiyeni, yedireni, kâtibini ve şahidini lanetlemiştir."
       Şafii mezhebine göre alış-veriş yapmak suretiyle riba ancak yiyecek ile nakdeynde, yani altın ve gümüşte cari olur. Başka şeylerde cari olmaz. Bunun için yiyecek ile nakdeynin alış verişlerinde ribadan kurtulmak gayesiyle İslâm’ın gösterdiği yolu izlemek gerekir. Şöyle ki; yiyecek ile nakdeyn birbiriyle satılırsa, şayet birbiriyle satılan iki şeyin cinsleri bir ise, mesela; buğday buğdayla satılırsa helâl olabilmesi için üç şartın bulunması gerekir:
1 - Birbiriyle müsavi olması.
2 - Her ikisinin peşin olması.
3 - Her ikisinin aynı anda kabzedilmesi. 
       Ama cinsleri ayrı ayrı olursa, mesela buğday arpa ile satılırsa iki şartın bulunması gerekmektedir;
1 - Her ikisinin peşin olması.
2 - Her ikisinin aynı anda kabzedilmesi.
        Riba üç çeşittir.
        A) Riba El-Fazl; altın ve gümüş gibi tartılan veya buğday, arpa gibi ölçülen bir cinsi, kendi cinsi mukabilinde peşin olarak ziyadesiyle satmaktır. Gümüş, altın, buğday ve arpa gibi bir şeyin kendi cinsiyle satılabilmesi için üç şart vardır:
a) Temasül (miktarları müsavi olmak)
b) Hulûl (her ikisi peşin olmak)
c) Takabuz (her ikisi aynı anda kabz olunmak)
       Bir ölçek buğday, bir ölçek buğday mukabilinde veya yirmi gram altın, yirmi gram altın mukabilinde bu üç şart ile satılabilir.
Mesela, güzel tohumluktur diye on kilo buğdayın başka bir buğday mukabilinde on bir kilosu ile satılması caiz olmadığı gibi güzel işlenmiş veya âsari âtikadır diye yirmi gram altın otuz gram altın mukabilinde satılamaz. Ama bir cins başka bir cins ile, meselâ gümüşün, altınla, buğdayın arpa ile satılabilmesi için iki şart vardır.
       1) Peşin olmak.
       2) Her ikisinin aynı anda teslim olunması. Fakat müsavi olmaları şart değildir. Bunun için bir yiyecek, yiyecek olmayan bir şey ile satılırsa, peşin olsun, vâdeli olsun satılmasında bir sakınca yoktur. Şöyle ki: buğday demirle satılırsa buğday her ne kadar rebevî ise demir rebevî olmadığı için bu satışa hiçbir şekline haramdır denilmez. Kezalik bir hayvan iki hayvan ile satılırsa, hayvanlar ölçülen ve tartılan şeylerden olmadıklarından onlarda eşitlik aranmaz, dolayısıyla bu alış-veriş caizdir.
       Bir kimse buğday gibi bir yiyeceği vâde ile satıp zamanı geldiğinde alacağı para yerine bir yiyecek alırsa caizdir. Çünkü bu misalde yiyecek, yiyecek ile satılmamıştır ki, Riba En-nesie cari olsun. Belki para yiyecek ile değiştirilmiştir.
       Saman, mat'umât-yiyecek-ile nukud-altın ve gümüş- nevinden olmadığından, içinde buğday veya arpa taneleri bulunsa da eşit olmaksızın birbiriyle satılabilir. Çünkü içinde bulunan habbeler kast edilmez. Bir kimse birisine, bağımda veya evimde ne varsa senin için helaldir, derse, istediği kadar ondan yiyebilir. Ama ondan bir şey satamaz, başkasına hibe edemez.
       B) Riba-El Yed'dir. Derhal teslim ve tesellüm olmadığı halde ribevi şeyleri birbiri mukabilinde satmaktır.
        C) Riba El-Nesie'dir. Rebevî şeyleri veresiye olarak birbiri mukabilinde satmaktır. Meselâ, on dirhem gümüşü on dirhem gümüş ile veresiye olarak veya bir ölçek buğdayı bilahare harman zamanında verilecek bir ölçek buğdaya satmaktır. Ancak karz-ı hasen olarak muhtaç olan bir kimseye bilahare mislini almak üzere vermek sünnet olup, büyük bir fazilettir.
Riba'nın bütün çeşitleri haram olup en büyük günahlardandır.

*      FAİZ, ÇEŞİTLERİ VE HÜKÜMLERİ
Faiz, borç verenin, borçlusundan mühlet mukabili aldığı fazlalıktır. Bu çeşit faize şeriat dilinde “Riba-en-nesi’e” yani “erteleme faizi” denilmektedir. İşte bu çeşit faizi Kur’an-ı Kerim ayetleri ile yasaklamış, yasaklılığını da eski ve öncü ilk Müslümanlar, müçtehitler top yekün kabul ederek birbirini takip eden yüzyıllar sonunda bugüne dek hiç itiraza ve şüpheye uğramadan gelmiştir.
İslam’ın teşri metotlarından biri de eğer bir şeyi yasaklarsa, yasaklanan bu şeye giden bütün yolları kapatır, sebep olarak her şeyi ortadan kaldırır ki insanlar onun yokluğunu hissedip erişmek için en az bir çaba dahi göstermesinler. 
Peygamberimiz (s.a.v.) verdiği bir örnekle bunu şöyle açıklamaktadır: “Haram da bellidir helal de bellidir. Aralarına benzerlik taşıyan şüpheliler de vardır. Ki insanların çoğu onları bilmemektedir. Bu şüphelilerden sakınanlar ırz ve dinlerini korumuşturlar. Bu şüphelilerin içine düşenler ise koyunlarını bir kir koruluk etrafında güden çobana benzerler. Koyunların her an koruluğa girmeleri muhtemeldir. Her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah’ın yeryüzündeki korulukları ise yasaklarıdır.”
İslam şeriatının şari’i Allah-u Teala’nın hikmeti işte böyledir. Her haram olan şeyi nefret örgüsü ile düzenlemiştir. Yasak ve kabahat olan şeylere götüren yolları da yakınlıklarına ve uzaklıklarına göre kuvvetli veya hafif bağlarla donatmıştır.
İslamiyet ilk önceleri yalnız faizli borçları yasaklamıştı. Usame İbn-i Zeyd’in rivayet ettği bir hadiste Peygamberimiz: “Faiz ancak erteleme mukabili ziyade ödemelerde faizdir.” Diğer bir rivayette ise “Ertelemeli işlemlerden başkasında faiz yoktur.” demiştir. Fakat Peygamberimiz bundan sonra durumun icabına göre Allah-u Teala’nın yasaklarına insanların yaklaşmamaları için bunları bir takım bağlarla düzenlemiş ve içine girilmesini önlemiştir. Bu konuda Cabir İbn-i Abdullah (Allah ondan razı olsun) Peygamberimizin, Faiz yiyeni de, yedireni de bunlara şahitlik edip yazışmalarını yapanı da lanetlediğini rivayet etmiştir... Aynı hadisi Müslim, Ahmed, Ebu Davud, Et-Tirmizi de nakletmişlerdir.
Peygamberimizin yasakladığı faizlerden biri de “Fadl” yani “Fark” faizidir.

FARK FAİZİ
Kişinin bir şeyi yine aynı cins şey ile, değiş-tokuş ederken başkasından alacağı farka “Fark” faizi denir.
İnsanlar diğer faiz yolunu açıp benzer tarafları ile onlarda faizin meşru olabileceği kanısı uyandıracağını bildiğinden Peygamberimiz bu türlü işlemi de yasaklamıştır. Peygamberimiz durumu şu hadisi ile açıklamaktadır: “Bir dirhemi iki dirheme satmayınız. Sizler için faizden (tekrar gelmesinden) endişe ederim.”
FARK FAİZİNİN HÜKÜMLERİ
1) Ubade İbn-es-Samit: Peygamberimiz (s.a.v.) dedi ki: “Altını altın ile gümüşü gümüş ile; buğdayı buğday ile; arpayı arpa ile; hurmayı hurma ile, tuzu tuz ile, eşiti eşitine, tıpa tıpına denk olmak üzere elden ele (alan ile veren arasında vasıta ve zaman olmadan) değişiniz. Eğer bu cinsler muhtelif (ayrı cinsler) iseler elden ele olmak üzere istediğiniz gibi satabilirsiniz.” demiştir. 
Bu hadisi Ahmed ve Müslim’de aynen rivayet etmişlerdir. Aynı hadisi Nesai, İbn-i Mace ve Ebu Davud sonunda: “Buğdayı arpa ile, arpayı da buğday ile elden ele almak üzere istediğimiz gibi satmamızı emretti” ilavesiyle rivayet etmişlerdir.
2) Ebu Said-El-Hudri: Peygamberimiz (s.a.v.):“Altını altın ile gümüşü gümüş ile, buğdayı buğday ile, arpayı arpa ile, hurmayı hurma ile, tuzu tuz ile, eşiti eşitine, tıpa tıpına denk olmak üzere elden ele değişiniz: Kim fazla verir veya fazla alırsa faiz yapmış olur. (günahta) alıcı da, verici de eşittir.” dedi, demiştir. 
Aynı hadisi Buhari, Ahmed ve Müslim rivayet etmişlerdir: “Tartısı tartısına, eşiti eşitine, tıpa tıp denk olmadıkça, altını altın ile, gümüşü gümüş ile (sikkeyi sikke ile) satmayınız” ilavesi vardır.
3) Yine Ebu Said-El-Hudri: Peygamberimiz (s.a.v.): “Tıpa tıp denk olmadıkça, altını altın ile satmayınız. Birini diğerinden fazla kılmayınız. Tıpa tıp denk olmadıkça sikkeyi sikke ile (Madeni para) satmayınız. Birini diğerinden fazla kılmayınız. Gaip olanını da hazır olanına satmayınız” dedi demiştir. Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.
4) Ebu Hureyre’nin naklettiği bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v.): “Hurmayı hurma ile, arpayı arpa ile, çavdarı çavdar ile, tuzu tuz ile, tıpatıpına denk olmak üzere elde ele değişiniz. Kim fazla alır veya fala verirse faiz yapmış olur. Ancak değişik çeşitte olanlar hariçtir.” demiştir. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
5) Saad İbn-i Ebu Vakkas: “Peygamberimize (s.a.v.) taze hurma ile kuru hurmanın satın alınmasının (değiştirilmesinin sorulduğunu işittim. Peygamberimiz de: “Taze hurma kuruyunca eksilir mi?” diye sordu. Evet deyince adamı o işten menetti” demiştir. Malik, et-Tirmizi, Ebu Davud, en-Nisai ve İbn-i Mace tarafından rivayet olunmuştur.
6) Ebu Said, naklettiği bir hadiste: “Çeşitli hurmaların karışımından azıklanırdık. Bunun da iki kilesini bir kileye (karışık olmayan hurmaya) satardık, bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) “İki kileye bir kile, iki dirheme bir dirhem olmaz dedi.” demiştir. Buhari’den rivayet olunmuştur.
7) Yine Ebu Said’ten ve Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v.) bir kişiyi Hayber’de vazifelendirmişti. Bu adam beraberinde Peygamberimize değişik cinsten (CENİB) hurma getirdiğinde Peygamberimiz: “Hayber’in hurmalarının hepsi böyle midir?” diye sordu. Bunun üzerine: Hayır ya Rasulallah bunun bir kilesini iki kileye, iki kilesini üç kileye alırız. Cevabını alınca Peygamberimiz (s.a.v.): “Hayır öyle yapma. Karışık hurmayı para ile sat, parasıyla da arı (CENİB) hurmayı satın al, Terazide (değişimde) ikisi de eşittir” demiştir.
8) Naklettiği bir hadiste Ebu Said: Bilal Peygamberimize biraz “Berni” hurma getirmişti. Peygamberimiz ona: “Bunu nereden aldın?” diye sordu. Bilal de, Elimizde iyi olmayan hurma vardı, iki kilesini bunun bir kilesine karşılık sattım. Diye cevap verince, Peygamberimiz: “Eyvah, faizin ta kendisi... Faizin ta kendisi! Sakın (bir daha yapma). Eğer satın almak istersen hurmayı başka bir şeyle sat. Sonra onunla satın al” dedi, demiştir.
9) Fudalata İbn-i Ubeyd: Hayber günü on iki dinara bir kolye satın aldım. Bunu dağıttığım zaman (Bozdurduğum zaman) on iki dinardan fazla etti. Durumu Peygamberimize anlatınca, Peygamberimiz: “Dağıtılmadan satılamaz” dedi, demiştir.
10) Naklettiği bir rivayette, Ebu Bekreh: “Peygamber (s.a.v.), eşiti eşitine, denk olmadıkça altını altın ile, gümüşü gümüş ile değişmekten menetti. Altın ile gümüşü, istediğimiz gibi, gümüş ile altını da istediğimiz gibi almamızı emretti.” demiştir.
HADİSLERDE ZİKREDİLEN HÜKÜMLERİN PRENSİPLERİ
Mezkur hadisleri anlamlarını, hangi şartlar altında peygamberimizden rivayet olunduklarını takip edecek olursak, sonuç olarak şu delil ve prensipleri elde ederiz:
1) İnsanların, aynı cinsten olma iki şeylerini değiş-tokuş etme lüzumunu, çeşit bakımından aynı olan iki cins, kalite bakımından ayrı ve farklı olmadıkça hissetmedikleri aşikardır. Yüksek kaliteli buğday ile, şeylerde görüldüğü gibi, cinsleri aynı kaliteleri farklı düşük kaliteli buğdayda, tuzda, altında ve benzeri olduğundan bunları az çok bir fark ile birbiriyle değiş-tokuş etme işinin, değişiminde her ne kadar borsa revacı göz önünde tutulmuş olursa olsun, değişimi yapan insanlarda, faiz yapmaya, haram yemeye sürükleyecek zihniyeti uyandırma ihtimali vardır. Bu yüzden şeriat, iki aynı cinsi değiştirme ihtiyacında olan insanlara yalnız iki yol bırakmıştır: Ya bu iki aynı cins şeyi aralarındaki kalite farkına değer vermeden tıpatıp değiştirirler. Ya da, herkes kendi malını nakit para ile satar, sonra arkadaşının ki satış fiyatı üzerinden alır.
2) Daha önce de belirttiğimiz gibi, eskiden tedavülde olan paraların hepsi, som altından ve katıksız gümüşten idi. Hakikatte bu paraların nakdi değerleri altınlarının ve gümüşlerinin değeriydi.
İnsanlar, dirhemi dirhem ile, dinarı dinar ile, değiştirme ihtiyacını, ancak, bir kimseye Irak Dirhemi yerine Rum Dirhemi, Rum Dinarı yerine İran Dinarı, lazım olursa, hissederlerdi. Bugün ecnebi paraları değiştirmede veya, yüzlük, ellilik, onluk gibi banknotları bozdurmada ücret alındığı gibi o zamanın faizci Yahudileri ve haram yiyici bazı kişiler böyle durumları kollarlar, gayrı meşru kazançları için fırsat bilir, istismar ederlerdi. Bu durumunda faizcilik zihniyetini uyandıracağından Peygamberimiz (s.a.v.) altını altın ile, gümüşü gümüş ile farklı satıştan yasaklamıştır.
3) Cinsleri aynı olan şeyleri değiş-tokuş etmenin şekillerinden biri de: Bir insanda, herhangi bir türün hammaddesi diğer bir insanda da bu hammaddeden yapılmış başka bir şey bulunur ve bunlar birini diğeri ile değiştirmek isterler. Bu durumda iyi bilinmesi gereken husus: Hammadde üzerinde yapılan değişiklik ve onarma onu başlı başına başka bir şey yapacak şekilde özelliğini ve mahiyetini değiştirerek hammaddelikten çıkarmış mıdır? Yoksa basit değişikliklere rağmen hala hammaddelik özelliğini taşımakta mıdır, hususudur.
Birinci durumda olduğu gibi hammaddenin özelliği değişmiş ise o zaman birbiriyle istenilen farkla değiştirilmesi mümkündür. Fakat ikinci durumda olduğu gibi hammadde bütün değişikliklere rağmen hala hammadde özelliğini taşıyorsa o zaman farklı değişim yapılamaz. Ancak tıpatıp değişim olur. Ki insan ahlakında çoğa erişme hırsı gelişmemelidir. Mesela pamuk dokunduğu zaman büyük değişikliklere uğramaktadır. Demir de aynı şekilde tren veya tramvay yapıldığı zaman değişmektedir. Fakat altından yapılan bilezikte veya yüzükte olan değişiklikler pek azdır. Bu yüzden fazla miktarda bir pamukla az bir kumaş parçasını veya çok miktarda demir ile daha hafif ağırlıkta olan tramvay, tren değişimi yapmakta mahzur yoktur. Fakat aynı ağırlıkta ve eşitlikte olmadıkça külçe altın ile, yapılmış yüzük veya bileziği değişmek doğru değildir. Külçe altın çarşıda satılmalı, parasıyla istenilen bilezik alınmalıdır.
4) Satıcının elinden, alıcının eline olmak üzere (elden ele) değişik cinsten olan şeyleri istenilen farkla değiş-tokuş etmek caizdir. Çünkü elden ele biten bütün alış-veriş işlemleri muhakkak o günün borsa fiyatları üzerinden olacağı için bu şart koşulmuştur.
Altın alıp yerine gümüş veren insan, gümüşü altın yerine bugünün nakit para ölçüsü ile borsa fiyatı üzerinden, gümüş ile altın arasındaki fark kadar bir fark verir. Fakat, böyle, türleri aynı olan şeylerin değişimi, borç olarak yapılırsa, faiz korkusundan hali olmaz. Çünkü bugün, bir ay sonraki, iki gram altına mukabil anlaştıkları 80 gram gümüşü veren bir insan, bir ay sonra 40 gram gümüşün 1 gram altına eşit olacağını nereden bilebilir. Veresiye altın ile değişim yapan insanın aradaki nisbeti kestirmesi kumarcı ve faizci zihniyetten başka bir şey değildir. Aynı şekilde, 80 gram gümüş alıp yerine bir ay sonra iki gram altın vermeyi kabul eden insan da kumar kapısından girmiş sayılır.
Çünkü o da kendi arasında bir ay sonra altın ile gümüş nisbetinin 1: 40 1: 35 yerine olacağını kat’i addetmiştir.
Şeriatın Şari’i, bu yüzden ayrı ayrı cinslerin değişiminin elden ele (veresiyesiz) olmadıkça yapılmasına hükmetmiştir. Muhakkak veresiyeli olması gerekirse, şu iki yoldan biriyle yapılmalıdır:
Ya aldığı şeyin aynısı, yanı 1 gram altın yerine 100 gram gümüş değil de yeni 1 gram altın ödemelidir. Ya da alış-veriş, cinslerin değişimi şeklinde değil de nakit para şeklinde olmalıdır. 
Mesela: Ahmet, birisinden 80 liralık pirinç almıştır. Aldığı adama: “Sana bir ay sonra ya 80 liranı ödeyeceğim, ya da 80 liralık arpa vereceğim” demesi caizdir. 
Bu usulü Peygamberimiz şu hadisi ile açıklamaktadır: “Gümüş fazla olmak üzere altın karşılığında satılmasında; arpa fazla olmak üzere buğday karşılığında satılmasında bir mahzur yoktur. Fakat erteleme (veresiye) işi asla olmaz.” demiştir. Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.
Şüphesiz ki peygamberimizin bu hükümleri toplu ve muhtasar olup bazı cüz’i kısımları ihtiva etmemektedir. Bazı cüz’i kısımlar vardır ki bunların faiz olup olmadıkları hususunda şüpheye düşülür. 
Ömer İbn-i El-Hattap (Allah ondan razı olsun): “Faiz ayetleri Kur’an’ın en son inen ayetleridir. Peygamberimiz, (s.a.v.) de bu ayetleri açıklamadan önce vefat etmiştir. Bu yüzden faizi ve kuşkuyu bırakınız” sözleriyle bu cüz’iyata işaret etmiştir.

FAİZ HUSUSUNDA ALİMLER ARASINDAKİ İHTİLAF
İşte bu ahkamın toplu ve muhtasar oluşu bazı türlerin faiz sayılıp sayılmayacağı hususundaki ihtilafın menşeidir.
Bir kısım bilginlerin dediğine göre; Faiz, hadislerde adı geçen, buğday, arpa, altın, gümüş, hurma ve tuz olmak üzere altı cinse münhasırdır. Bunların dışında kalan diğer türlerde faiz mevzubahis değildir, istenilen şekilde, istenildiği gibi değişim yapılabilir. Zahiriye Mezhebinden olanlar, Katade, Tavus, Osman El-Betiyy, İbn-i Akil El-Hanbeli bu kanaâte varmışlardır.
İkinci bir kısmın dediğine göre: Ölçek ve tartı ile satılan her cinse faiz girer. Ammar, Ebu Hanife, Ahmed İbn-i Hanbel. (Bir rivayete göre). Bu kanaate varmışlardır.
Üçünü bir kısmın dediğine göre: Faiz, altına, gümüşe ve bütün tartıya giren yiyeceklere girer. Said İbn-i El-Müseyyeb, Şafi Mezhebinden olanlar, bir rivayete göre de Ahmed, bu kanaâte varmışlardır.
Dördüncü bir kısmın da dediğine göre: Fark faizinin yasaklanmasının sebebi ikidir:
Birincisi yiyeceklerin ana gıda maddeleri olması, yani insanların çoğunlukla yedikleri ve bünyelerinin muhtaç olduğu gıda maddeleri olması.
İkincisi de depo edilmeye elverişli olmalarıdır. İmam-ı Malik İbn-i Enes’in varmış olduğu kanaat budur.
Ebu Hanife ve Ahmed, dirhem ve dinar ile ilgili (değişimde) faizin yasaklanmasının sebebini “tartı”ya bağlamışlardır. Şafii ve Malik, -bir rivayette de, Ahmed- bu sebebin “değer” olduğunu söylemişlerdir.
Bu şekilde mezheplerin ve anlayışların değişmesi ile faiz hükümlerinin cüz’i muamelata uygulanması çeşitli şekiller aldı. Bazı şeyler bir mezhebe göre faiz çeşitleri arasında sayılırken, diğer bir mezhebe göre sayılmamaktadır. Bir mezhebe göre faizin yasaklılığı bir sebebe dayanırken diğer mezhebe göre başka sebeplere dayanmaktadır. Bu yüzden bazı mezhebe göre faiz addedilen şeyler diğer bir mezhepte addedilmemektedir. Ancak bu çeşit ihtilaflar Kur’an-ı Kerim’in ve kesinleşmiş sünnetin belirttiği faiz çeşitlerine cari değil, bunların dışında kalan cüz’i ve haram ile helal arasında müphem olan kısımlarda vakidir.
Bu şüpheli vaziyetlere dayanarak, bir kişi çıkar da, ayet ve hadislerle haram olduğu sabit olan faiz hükümlerini dahi karışık ve müphem olmakla itham ederek hileli yollarla, benzerlik ve mukayese ile kapitalizme fırsat verir, müsaade ederse, Allah’ın kitabına ve Peygamberin sünnetine aykırı gidip şüpheli ve yanlış yolları takip ettiğinden özü ne kadar doğru olursa olsun dinin doğru yolundan sapmış demektir.

EKONOMİ KANUNLARININ VE PRENSİPLERİNİN YENİDEN DÜZENLENMESİ
İtirazsız kabul ettiğimiz şeylerden biri de zamanımızın şartlarından tamamen değişerek, sosyal ve ekonomik dünyada büyük inkılapların ve değişmelerin husule gelmesiyle, ticaretin ve maliyetin eski zamanlardaki durumunu kaybetmiş olmalarıdır. 
Artık, Fıkıhçı ilim adamlarının eskiden düzenledikleri, Hicaz’da, Irak’da, Şam’da, Mısır’da kendi çevrelerinde durumlarda göre İslam’ın ilk zamanlarında hazırladıkları kanunlar, birçok değişiklere uğramış olan zamanımızın getirdiği yeniliklere ve insanların bugünkü ihtiyaçlarına, cevap veremez hale gelmiştir. Bu din bilginlerinin (Allah onlara çalışmalarının şükranını versin) İslam ahkamını açıklamaları ve düzenlemeleri, çevrelerindeki İslam ülkelerinin, ekonomik durumlarına ve problemlerine cevap verecek şekilde, olmuştur. 
Fakat bugün o eski sorunlar ve durumlar insanların ihtiyacı dışına çıkarak yerlerine eski devirlerde bilinmeyen bir sürü yeni durumlara ve sorunlara bırakmıştır. Şimdi kütüphanelerimizde bulunan eski fıkıh kitaplarının alım -satım, mali -işler ve ekonomi kurallarının çoğuna günümüz insanlarının ihtiyacı kalmamıştır. 
Bu bakımdan bugün şiddetle ihtiyacında olduğumuz ve eksikliğinden yakındığımız kanunlar, yönetmelikler bu eski kitaplarda mevcut değildir. Bunun için anlaşamadığımız taraf İslam’ın ekonomi kanunlarını, maliye işlerini yeniden düzenlemenin gerekli olup olmadığı hususunda değildir. Anlaşamadığımız taraf bu düzenlemenin yapılacağı yoldadır.

YENİLİKTEN ÖNCE, DÜŞÜNME İHTİYACI
İslam ahkamının ihtiyaçlarımıza göre düzenlenmesinde bizim, sözde -yenilikçilerimizin icad ettikleri yolu seçecek olursak, yapacağımız her yenilik İslamiyet’i tahrip etmekten, prensiplerini yıkıp tek anlamı iktisadi hayatımızda İslam’dan irtidad (geri çıkma) etmektir. Çünkü bu sözde yenilikçilerin bize öncülüğünü ettikleri yol İslam ilkeleri ve esasları ile çatışmakta dinimizin gayesine aykırı gitmektedir. Helal veya haram, bunların tek maksatları ve esas gayeleri para kazanmaktır. Halbuki İslam, helal yemeyi, her şeyden önce, amaç edinmiştir. bunların nazarında ideal gaye, meşru veya gayrimeşru yoldan kazanılmış olmasından sarfınazar edilerek kişinin milyonlara, 100 milyonlara sahip olmasıdır. Halbuki İslamiyet kimsenin meşru yollardan başka bir yolla para kazanmasına ve bu kazancına başkalarının hakkını sindirmesine asla müsaade etmez. Ama bu yolla kişiler milyonlara sahip olurmuş veya olamazmış, İslam’ın nazarında fark etmez. 
Bunların nazarında, çok büyük servetlere sahip olan, en geniş iktisadi gelir kaynaklarını tasarrufu altında bulunduran, muazzam servetiyle, izzet, şeref, refah, kudret, nüfuz ve kuvvet sandalyesine oturan insan mesut ve başarılı sayılmaktadır. Hatta bu uğurda ve böyle bir servete sahip olabilmek; kendilerine böyle bir servete sahip olabilmek; kendilerine böyle bir ortamı yaratabilmek için; bencilliğin, egoizmin bütün şekillerini tatbik etseler; yalancılık, zulüm sahtekarlık yapsalar; hem cinslerinin haklarını heder etseler, çiğneseler; beşeriyeti ahlaki çöküntülere, fesada, fuhuşa sürükleseler; bütün bir insaniyeti maddeten ve manen helak edip, bozguna uğratsalar; yine de mesut ve başarılı insan; başkalarının maslahatını ve hukukunu gözeten; iffet, doğruluk ve emanetle çalışan, bu prensiplere sadık kalarak hayatını kazanmaya uğraşan insandır. Şayet bu insan böyle, temiz, nezih, çalışmasıyla milyonlara sahip olursa bunu Allah’tan kendisine ihsan edilmiş bir nimet, gayret ve emeğine karşılık bir şükran bilir. Fakat bu insan hayatı boyunca ölmeyecek kadar yiyeceğe, çıplak kalmayacak kadar giyeceğe, sığınabilecek kadar meskene ancak sahip olabilirse yine de doğru dürüst çalışmaktan şaşmaz.
İşte, bu adamlar, İslam görüşü ve anlayışı ile muhalefette olan, çelişen, görüşleri ve anlayışları yüzünden İslam’ın yoluna aykırı olan istikamet tutmaya katıksız kapitalizm ile bağdaşmaya mecbur olmaktadırlar. Ama çizdikleri yeni yolu takip edebilmeleri için gerekli olan fırsatları, oyunları muhtaç oldukları kolaylıkları, elbette İslam’da bulamazlar. İslam’ı ne kadar tahrif ederlerse etsinler; ne kadar uydururlarsa uydursunlar; prensiplerini ve ahkamını ne kadar değiştirip genişletirlerse genişletsinler; yine de erişmek istedikleri gayelerine onları eriştirecek olan kaide ve prensipleri bu dinde bulamayacaklardır. Doğrusu ise bu yolu tutmak isteyenler önce ellerini ve dillerini kendilerine İslam’ı iddia ederek insanları ve hatta kendilerini kandırmaktan geri çeksinler. Ve muhakkak kapitalizmi istiyorlarsa, İslam ahkamı ve ilkeleri yerine bugün, Avrupa’da, Amerika’da yürütülen ekonomi kurallarını, maliye yönetmeliğini ve prensiplerini izlemek mecburiyetinde olduklarını unutmasınlar. 
Ama gerçekten Müslüman olanlar ve Müslümanlıklarını devam ettirmek isteyenler, Kur’an-ı Kerim’e ve Hz Muhammed’in (a.s.) sünnetine inananlar, iş hayatlarında da bunları değiştirmek istemeyenler; kapitalizmin kurduğu müesseselerden yararlanmak veya kendilerini milyoner, fabrikatör edecek, ticaret yollarına İslam şer’iatından ruhsat çıkarmak için ahkamda yenilikler ve düzeltmeler yapmaya muhtaç değildirler. Bunların yapmaya muhtaç oldukları yenilikler ve düzeltmeler ancak; zamanımızın yenilenmiş mali, ticari, ekonomik durumları çerçevesinde, hayat şartlarını ve kurallarını İslam’ın doğru ve temiz ilkelerine uyacak şekilde döndürebilme imkanını bulmak; alışveriş işlerinde, ticaretlerinde Alla-hu Teâlâ’nın rızası dışında kalan yollardan kaçınmak; ecnebi milletlerle giriştikleri işlerde, karşılaştıkları hakiki zorlukların çözümünde İslam şeriatı çerçevesinden çıkarılması imkan dahilinde olan ruhsatlardan istifade etmek; içindir. Şüphesiz ki İslam kanunlarını yeniden düzenlemek, bu gayelerin tahakkuku için kaçınılmaz bir zaruret ve ihtiyaçtır. Bu bakımdan, gayeyi tahakkuk ettirmek, ihtiyacı gidermek için bütün İslam bilginlerinin çalışmaları gerekli olmuş, ödevleri haline gelmiştir.

ŞERİAT AHKAMINI HAFİFLETMENİN GENEL USULLERİ
Durum ve ihtiyaçlara göre ahkamın şiddetini biraz hafifletmeye İslam kanunlarında her zaman için kafi derecede yer ve iman verilmiştir. Mesela Fıkh’ın (İslam Ceza Kanunları) kurallarından biri de: “Zaruri durumlarda yasaklar mubah olur ve meşakkat, muhakkak, kolaylık celb eder.” Kuralıdır. 
Bu kurala Kur’an-ı Kerim’in birkaç yerinde ve Peygamberimizin hadislerinde işaret edilmiştir. 
Allah-u Teala: “Allah sizler için kolaylık olsun ister, zorluk olsun istemez.”
Yine Allah-u Teala: “Allah, kişinin, ancak takatı kadar, olmayan şeyle teklifte bulunmaz.”
Yine Allah-u Teala: “Allah dinde size bir zorluk bırakmamıştır.” buyurmuştur.
Hadislerde de Peygamberimiz (s.a.v.): “Allah-u Teala’nın en çok sevdiği din kolay ve dürüst olan dindir.”
Yine peygamberimiz (s.a.v.): “İslam’da ne zarar vermek vardır, ne de zarara uğramak” demiştir.
İslam’da, İslam’a inanmış Müslümanlar için zaruret ve zorluk karşısında bazı hükümlerini hafifletme hakkı tanınmıştır. Fakat bunun manası her başı sıkışan Müslümanın ahkamı bir kıyıya atma yetkisi var demek değildir. Çünkü bu zorluk ve zaruretler, vehim ve irade zayıflığından, acizlikten dolayı ileri gelmiş olabilir. Bunu anlamak için pek çok usul ve prensipler vardır. Şeriatın hafifletme metotlarına bakarak bunları anlamak zor değildir.
1) Her şeyden önce meşakkatin şiddet derecesini iyi dikkat etmek lazımdır. Her meşakkat karşısında şeriat hükümleri kaldırılamaz. Eğer kaldırılacak olursa, İslam kanunları insanların elinde oyuncak olur. Kışın abdest almanın zorluğu; yazın oruç tutmanın zorluğu; Hacca ve cihada gitmenin zorluğu elbette tarif edilen zorluklar arasındadır. Fakat şeri ahkam bu gibi zorluklar için ıskat edilemez. Ancak sonunda bir zarar getirecek veya sebep olacak zorluklarda ahkam hafifletilebilir. Mesela, yolculuk; hastalık; düşman korkusu; zalim icbarı; şiddetli fakirlik; olağanüstü bir felaket; yaygın bir afet veya aza eksikliği; gibi zorluklar bunlar arasındadır. Bu zorluklar için hafifletme yapılması gereklidir. Şeriat de bu durumlarda pek çok hükümlerinde hafifletme yapmıştır. Diğer durumları da bunlarla mukayese yapmak mümkündür.
2) Yapılacak olan hafifletme işlemi, zorluğun ve meşakkatin şiddeti ile denk ve eşit olmalıdır. Oturarak namaz kılması imkan dahilinde olan bir insanın, yatarak kılması caiz değildir. Hastalığı yüzünden sadece on gün oruç tutmakla yetinebilen hastanın bütün bir ayı tutması da doğru değildir. İki yudum alkol veya iki lokma hınzır eti ile hayatı kurtulabilecek insanın lüzumundan daha fazla içip veya yemesi caiz değildir. Doktorun da kadının vücudunda tedavi için muhakkak görmesi icab eden yer kadarından fazlasını görmesi gerekmez. İşte bu kurallara göre her meşakkat için yapılacak olan hafifletmenin miktarına meşakkatin şiddetine göre tayin etmek lazımdır.
3) Bir zararı defetmek için daha büyük zararı olan bir şeyi tedbir almak caiz değildir. Ancak bir zararı, daha az zararı olan bir şeyle karşılamak kabildir. Bu hususta diğer bir kural da: Bir kötülükten kurtulabilmek için daha büyük yahut aynı eşitlikte başka bir kötülüğe düşmek doğru değildir. Fakat, insan iki kötülük arasında kalırsa, az kötü olanını, çok kötü olanına tercih ederek çok kötüyü defetmeye mecburdur.
4) Kötülükleri defetmek, iyilik celb etmekten daha önde gelir. Şeriat nazarında kötülükleri, yasaklardan kaçınmak, bozgunculuğu önlemek, maslahat celb etmekten, vacipleri yerine getirmekten, iyilikleri yapmaktan daha çok önemlidir. Bu yüzden meşakkatler karşısında İslam şeriatının buyruklarında görülen kolaylık yasaklarında görülmemektedir. Yolculuk ve hastalık zamanları, namaz, oruç gibi ibadetlere İslam şeriatında verilmiş olan kolaylıklar, yasaklanmış olan necis (şer’an ve fiilen pis) eşyaları kullanma için verilmemiştir.
5) Yapılmış olan hafifletme meşakkatin sona ermesiyle hükümsüz sayılır. Kendi kendine yürürlükten düşer. Mesela hastalık kalkınca -iyi olunca- teyemmüm etmek caiz değildir.

ŞERİATIN FAİZ MESELESİNDE GÖSTERDİĞİ KOLAYLIK NEDİR
Bu kuralları anlayıp iyice idrak ettiyseniz, faiz konusunda şeriat, ahkamının şiddetini hafifletmesinin ne kadar doğru olabileceğini düşününüz;
1) Faiz almak veya faiz vermek, mahiyetleri bakımından denk ve eşit değildirler.
İnsan bazı durumlarda faiz ödemeye mecbur kalabilir. Fakat faiz alması ve yemesi için hakikatte insanı zorlayan hiçbir sebep yoktur. Çünkü faiz alan insan muhakkak zengin insandır. Zengin olan bu insanı, Allah haram kıldığı şeye el uzatmasına zorlayacak sebebin varlığı düşünülebilir mi?
2) Her zaruret faizli borç almaya mecbur edecek nitelikte değildir. 
Nişan merasimlerinde, düğünlerde; sevinç ve yas (matem) günlerinde tertiplenen törenlerde yapılan masraflar gerçek zaruretlerden sayılmaz. 
Ev yaptırmak, otomobil almak da hakiki zaruretlerden değildir. 
Lüks eşyalara sahip olmak, ticareti daha geniş sermaye ile döndürmek de bu gibi gerçek olmayan zaruretler arasındadır. 
Böyle işler için “Zaruret” ve “Mecburiyet” adı altında binlerce lira faizli borç alan faizcilerin şeriat nazarındaki hiçbir mazeretleri olmadığı gibi mazeretlerinin değer ve kıymeti de yoktur. Bu amaçlar için faiz ödeyenler günahkardırlar. 
Şayet şeriat bir insanın zaruret durumunda faiz ödemesine müsaade edecek olursa, bu durum, haramı helal ettirecek kadar çetin bir durum olmalıdır. ‘Canın, ırzın, tahammül edilmeyecek kadar büyük bir tehlikeye maruz kalması’ gibi durumlar muhakkak insanın faizli borç almasını gerçekten korkunç bir felaketin vukuu ihtimali olması gerektiren olağanüstü durumlardandır. İşte bu durumlarda, madem ki başka türlü borç bulma ihtimali kalmamıştır, bir Müslümanın faizli borç alması caizdir. 
Yalnız bu halde diğer varidatlı bütün Müslümanlar, zor duruma düşmüş olan zavallı din kardeşlerinin elinden tutmayıp onu faizli borç para almaya mecbur ettikleri için günahkardırlar. Hatta daha ileri giderek diyebilirim ki bütün bir millet bu günahın sorumluluğunu taşıyacaktır.
Çünkü millet, zekat mallarını, sadakaları ve vakıf işlerini tanzim etmeyi unutmuş veya savsamıştır. Netice olarak da toplumun fertleri kimseye güvenemez hale gelmiş ve sıkışık durumlarında faizcilere başvurmaktan başka çareleri kalmamıştır.
3) Mecburiyet halinde dahi, ihtiyaçtan fazla faizli borç almak caiz değildir. 
İmkan bulur bulmaz bu borçtan kurtulması kişinin vazifesidir. Çünkü işi bittikten ve ihtiyacı giderildikten sonra bir kuruş faiz ödemesi kat’i surette haramdır. Ancak; faizli borç almayı gerektirecek şiddetli bir ihtiyaç var mıdır? Varsa şiddet derecesi ve önemi nedir? Ve ne zaman bu ihtiyaç giderilmiştir? Bu sorular müşkül ve zor duruma düşen insanın aklı ve ahiret mesuliyetine ait olan dini inançlarının kuvvetine bağlı sorulardır. Bu inancının kuvvetine bağlı olarak her insan Allah’tan korktuğu ve ahiret gününe inandığı kadar, ihtiyatlı, dikkatli olmayı elden bırakmaz.
4- Ticari mecburiyet karşısında veya ülkesindeki siyasi karışıklık ve huzursuzluk yüzünden, servetini ve istikbalini emniyet altına almak maksadıyla parasını bankalara yatıran, emniyet sandıklarına veren, herhangi bir kural altında ihtiyat para bulunduran herkes kendisini sadece ana parasının sahibi olarak kabul etsin, bu paranın da yılda % 2,5 üzerinde zekatını vermekten kaçınmasın. Yoksa bunun dışında, topladığı servetin şer’an necis (pis) sayılacağı muhakkaktır. Bir de bu servete karşı olan bağlılığı ona taparcasına değil de içerisinde Allah korkusu ile olmalıdır.
5- Kapitalistlerin faiz gelirini artırmaya yarayan parayı Müslümanların bankalarda, emniyet sandıklarında tutmaları doğru değildir. 
Çünkü bu paralar bozguncu kapitalistlerin kuvvetlenmesine yardım eder. Bu bakımdan paraların bankalardan alınıp haramın kendilerine helal olacağı kadar düşkün ve zor durumda olan Müslümanların arasında dağıtılması en doğru yol olur.
6) Ticari faaliyetlerden ve alış-verişlerden husule gelecek olan menfaatlere faiz karışıyorsa o menfaatten sarfı nazar edip imkan olduğu kadar sakınmak lazımdır. 
Eğer sarfı nazar etmek ve sakınmak mümkün olmayacak kadar durum çetinse beşinci maddede belirttiğimiz yol takip edilmeli, Müslümanın gözü bu durumda iyilik celb etmek yerine kötülük defetmekte olmalıdır. Müslüman için, şayet Allah’a ve ahirete inanıyorsa, menfaat sağlamak; ticaretini genişletip ilerletmek; haramdan sakınmaktan Allah’ın sorgusundan çekinmekten daha değerli ve ön planda olmamalıdır. * (Ebu'l Ala Mevdudi’nin Faiz Kitabından)

-*- HİBE -*-
       Hibe, karşılıksız olarak bir şeyi başkasına vermektir. Hibe, bir çok ayet ve hadiselerle sabit olmuştur. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰى "İyilik ve Takva üzerine yardımlaşınız." (Elmaide: 2)
        Resûlüllah (a.s.v.)'ta şöyle buyuruyor:  تَهَادُوا تَحَابُّوا "Birbirinize hediye veriniz. Sevişmenize vesile olur."
Hibenin dört rüknü vardır:
       1 - Hibe edenle kendisine hibe edilen kimseler. Bunların şartları alıcı ile satıcının şartları gibidir. Yani, akil, baliğ ve kısıtlı (engelli) olmaması gerekir. Binaenaleyh çocuk, deli ve kısıtlı (engelli) olan kimse malından kimseye bir şey hibe edemez. Çocuğa veya deliye bir şey hibe edildiğinde velisi kim ise o, onun yerine kabul edecektir. Hibe eden bizzat veli ise kendisi hem icap, hem kabul edecektir.
       2 - Sigadır. Yani, hibe edenin icabı ile kendisine hibe edilenin kabulüdür.
       3 - Hibe edilen şeydir. Satılması caiz olan her şeyin hibe edilmesi de caizdir. Satılması caiz olmayan şeyin hibe edilmesi de caiz değildir.
       4 - Hibe edilen şeyin teslim alınmasıdır. Yani, menkul olduğu takdirde mutlaka teslim alınması gerekir. Gayr-ı menkul olursa bulunduğu yere yetişecek kadar bir zamanın geçmesi ve tahliye edilmesi gerekir.
       Hibe, iki çeşittir:
       1) Sevaba nail olmak gayesiyle muhtaç olan kimseye bir şey takdim etmektir ki, bunun adı sadakadır.
        Mâverdi: yapılan ihsan (yardımların) yedi çeşidi hibe şümulüne girer demektedir.
1 - Akrabaya verilen şey: Çünkü bundan maksat, sıla-i rahimdir.
2 - Düşmana verilen şey: Çünkü bundan maksat, düşmanlığı ortadan kaldırmaktır.
3 - Zenginin fakire verdiği şey: Zira bundan maksat, fakire yardım sağlamaktır.
4 - Ulemâ ile sulahâ'ya verilen şey: Zira bundan maksat, fakire yardım sağlamaktır.
5 - Çocuk ile deliye verilen şey.
6 - Dostlara verilen şey.
7 - İyilik yapan kimseye iyilik edip mukabelede bulunarak verilen şey.
2) Sevaba nail olmak gayesiyle değil, başkasına ikram olsun diye kendisine götürülen şeydir ki, bunun adı hediyedir. Hediyede icab ve kabul, yani, verdim aldım, demek gerekmez.
Satılması caiz olan şeyin hibe edilmesi de caizdir. Satılması caiz olmayan şeyin hibe edilmesi caiz değildir.
       Alacaklı olan bir kimse borçlusuna, "alacağımı sana hibe ettim" derse onu ibra etmiş olur.
       Hibede icab, (sana verdim) lazım geldiği gibi, tutup almak için de izin vermek lazımdır.
       Bir peder, çocuklarına bir şey vermek isterse adil davranması sünnettir. Resûlüllah (a.s.v.) buyuruyor: اِتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْدِلُوا بَيْنَ اَوْلَادِكُمْ "Allah'dan korkunuz. Çocuklarınız arasında adaletli davranınız." (Buhari)
       Bir peder oğluna veya kızına bir şey hibe ederse, elinde kaldığı müddetçe geri alabilir. Ama oğul onu birisine satmış veya hibe etmiş, bilahare satınalmış ise, el değiştirdiğinden peder onu geri alamaz.

-*- LUKATA -*- 
(Buluntu Mal)

        Lukata, herhangi bir kimseye ait olmayan bir yerde bulunup, sahibinin kim olduğu bilinmeyen ve kendi kendini muhafaza edemeyen maldır.
       Kendine güvenip hiyanet etmeyeceğini bilen kimsenin, böyle yitik bir şeyi bulduğu takdirde, muhafaza etmek gayesiyle alıp bir seneye kadar tarif etmesi sünnettir. Yoksa kendi kendine güvenemeyen bir kimsenin böyle bir yitiği alması mekrûhtur. Fasık, mürted ve kâfir, bir şey bulsalar kendilerinden alınıp bir âdile teslim edilecektir. Ve bir seneye kadar tarif edilecektir. Sahibi çıkmazsa onu bulan fasık veya kâfir ise kendisine verilecektir.
        Zeyd bin Halid El Cüheni'den (R.A.) rivayet olunmaktadır: "Resûlüllah (a.s.v.)'a altın ve gümüşün yitiğinden soruldu. Dedi ki: Cüzdan ve kesesini bir seneye kadar tanıt. Bilinmezse (sahibi) onu harca ve senin yanında emanet olarak kalsın. Bir gün sahibi gelirse kendisine ver, yoksa senindir. Suali soran kimse bu defa deve yitiğini ona sordu. Bunun üzerine buyurdu ki: Ondan ne istiyorsun, onu bırak, onun ayakkabısı ve su tuluğu onunla birliktedir. Suya gider ve ağaç yer, sahibi onu buluncaya kadar. Davarı sorduğunda dedi ki: Onu al, o ya senin, ya kardeşinin veya kurdundur." (Buhari, Müslim)
        Lukatanın üç rüknü vardır:
1) Almak.
2) Alınan.
3) Alan.
       Remli'ye göre, bir şey görüldüğü yerde bırakıldığı takdirde zayi olma ihtimali kuvvetli olursa kendine güvenen kimsenin, alıp bir seneye kadar tarif etmesi vaciptir.
       Hadisten de anlaşıldığı gibi deve, ceylan, güvercin gibi kendini yırtıcı hayvanlardan koruyabilen ehli hayvanları gören kimsenin muhafaza etmek gayesiyle de olsa alması caiz değildir. Ancak tehlikeli bir durumları olursa caizdir. Fakat keçi, koyun, buzağı gibi kendini muhafaza edemeyen hayvanları iltikat etmek caizdir.
        Lukatanın (buluntu mal) belli başlı şartları:
1 - Elden düşmek veya gaflet sebebiyle kaybolmuş olması. Şayet rüzgar birisinin evine bir şey sürüklemiş veya birisi kaçarken bir başkasının evinde bir şey düşürmüş ise, söz konusu kayıp mal bir yıl tarif edilse de temellük edilemez. O, daima emanettir.
2 - Ölü bir arazide veya bir camide veya umumi bir caddede bulunması. Şayet herhangi bir kimsenin tarlasında bulunsa temellük gayesiyle alınamaz, o arazi kimin elinde ise ona verilecektir.
3 - İslâm diyarında veya içinde Müslüman bulunan Dar-ı Harb'te bulunması, aksi takdirde ganimettir, beşte biri humusa müstehak olan kimselere verilmek üzere, Beytülmala, kalanı ise bulana verilecektir.
        Lukata üzerine terettüp eden hükümler dörttür:
       1 - Onu korumak için alınmış ise emanettir. Sahibi bulunmadığı takdirde bir sene sonra temellük etmek gayesiyle alınmış ise bir seneye kadar emanettir. Emanetin ahkamı üzerine terettüp eder. Hiyanet için alınmış ise gasıp sayılır. Bu takdirde ancak hakime teslim etmekle yakasını kurtarabilir.
       2 - Onu tanımak ve bir seneye kadar tanıtmak. Tanıtma çarşılarda, halkın toplandığı yerde ve camilerin kapıları önünde olacaktır. Ancak caminin içinde lukatanın tanıtımı yapılamaz. Lukatayı tanıtan kimsenin akıllı ve güvenilir bir kimse olması gerekir, yoksa tanıtımı müteber değildir. Lukata bir iki tane üzüm olup mal sayılmayacak bir şey olursa tanıtmak gerekmez. Onu yemek caizdir. Ama mal olmakla beraber çok sayılmıyorsa sahibi ondan vaz geçmiştir zannedilinceye kadar tanıtılır. Değerli bir mal ise bir seneye kadar tanıtılır.
       3 - Bir sene sonra sahibi çıkmazsa istense temellük edilecektir.
       4 - Temellük ettikten sonra sahibi çıkarsa kendisine verilecektir.
        Lukatayı (buluntu mal) alan kimse, münasib bir sûrette ilân eder. Değeri olan bir şeyi günde bir iki sefer, sonra haftada bir iki sefer, sonra ayda bir iki sefer ilân eder. Bu, bir sene tamam oluncaya kadar devam eder. Sonra isterse onu temellük eder, isterse de yanında emanet olarak muhafaza eder. Fakat pek değerli bir şey değilse, onun sahibinin tahminen ondan vaz geçtiği bir zamana kadar ilân edilir. Sonra temlik edilir.
        İlânda, cinsi, yani gümüş mü, altın mı, vasfı, (meselâ elbise yerli mi, Suriye malı mı, Avrupa malı mı gibi) ve zarfı beyan edilir. Fakat miktar beyan edilmez.
       Onu mal edinmek gayesiyle almış ise, ilân ücreti kendisine aittir. Yoksa mal sahibine aittir. Onu temlik ettikten sonra veya temellük edip harcadıktan sonra sahibi çıkarsa, hala duruyorsa onu yoksa onun bedelini vermeğe mecburdur.
        Mekke Hareminde görülen şey, sadece muhafaza edilmek için alınır.
       Sahipsiz bir çocuğu bir yerde bulunan kimse, mutlaka onu almağa mecburdur. Birkaç kişi onu görmüşler ise onu almak farz-ı kifayedir. Onu gördüğüne dair şahit tutması lazımdır.
       Ekin tarlalarında veya bağ ve bahçelerde ekin veya meyveler olgunlaşıp toplandıktan sonra, başaklarının ve meyvelerinin toplanmalarına müsaade edilirse, toplanmaları caizdir.

-*- EMANET -*-
       Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Allah, emaneti ehline vermenizi emr ediyor."
        Resûlüllah (a.s.v.) de şöyle buyuruyor: "Sana emaneti bırakana emaneti eda et. Sana hiyanet edene, hiyanet etme."
Emanetin dört rüknü vardır:
1) Emanet. (Emanet edilen şey)
2) Akit sigası.
3) Emanet sahibi.
4) Emanetçi.
       Emanet sahibi ile emanetçinin baliğ ve akıllı olmaları şarttır. Binaenaleyh bir kimse bir deliden veya bir çocuktan bir emanet alırsa, hangi sûretle olursa olsun telef olduğu takdirde zâmin olur. Mislini veya beledini vermeğe mecburdur. Fakat bir mümeyyiz çocuğa emanet bırakılır ve telef olursa çocuk zâmin olmaz. Ama kendisi bizzat itlaf ederse zâmin olur.
       Bir çocuk bir çocuğa bir şey emanet olarak bırakırsa, telef veya itlaf edildiği takdirde zâmin olur.
       Emanetin (müteneccis de olsa) muhterem olması şarttır. Muhterem olmayan, çalgı aleti gibi haram olan bir şey emanet edilemez. Telef olursa emanetçi zâmin olmaz.
       Akit siğası; emanet sahibinin "bunu sana emanet ediyorum" gibi bir söz söylemesi, emanetçinin de red etmemesi şarttır.
       Emanetçi; emaneti muhafaza edemeyeceğini bilirse kabûl etmesi haramdır. Yoksa kabul etmesi sünnettir. Ondan başka kimse yoksa ve kabûl etmediği takdirde zayî olacaksa kabullenmesi vaciptir.
       Emanet sahibi ile emanetçilerden birisi vefat eder veya delirir veya bayılır veya emanet sahibi iadesini talep eder veya emanetçi red ederse, emanetin hükmü yürürlükten kalkar.
       Emanetçi, münasip bir şekilde emaneti uygun bir yerde muhafaza ettiği halde kayıp olur veya çalınırsa zâmin olmaz. Fakat emanete uygun olmayan bir yerde bırakır veya izin almadan başka bir yere nakl ederse zâmin olur.
       Emanetçi, sefere çıkar veya tehlikeli bir hastalığa maruz olursa emaneti sahibinie iade etmelidir. Bu mümkün olmazsa güvenilir bir kimseye iki şahit huzurunda teslim eder. Böyle yapmadığı takdirde mal sahibi "ben teslim almadım" diye iddia ederse zâmin olur.
       Bir emanetçinin, emaneti korumak için gerekeni yapması lâzımdır. Meselâ, emanet yün ve elbise gibi bir şey olursa onu havalandırmak, ilaçlandırmak, hayvan olursa ona yem vermek lâzımdır. Bunları yapmadığı takdirde zâmin olur.
       Emanet sahibi kendisine yem gibi lüzumlu şeyleri vermiş ise ne âla, yoksa kendisine müracaat eder. Ya lüzumlu şeyleri tedarik edecek veya emaneti kendisine iade edecektir.
       Bir kimse, evde muhafaza etmek üzere birisine para verir, sonra üzerinde bırakır ve yanında telef olursa zâmin olur.
       Emanetçi, emanetin bilinen umumi bir yangın gibi bir sebepten dolayı telef olduğunu iddia ederse yemin ettirmeden sözü kabul edilir. Böyle bir sebep bilinmiyorsa sebebin mevcut olduğuna dair iki şahit istenir kendisinden. Sonra bu sebeple telef olduğuna dair yemin eder.
        Hz. Ömer (R.A.) şöyle buyuruyor: "Kişinin yakışıklı olması, sizin hoşunuza gitmesin; emâneti sahibine geri veren ve halkın ırzından yüz çeviren kimse mükemmel insandır."
       Bir kimse hamama girip soyunma odasında soyunur ve eşyasını hamamcıya teslim etmeden yıkanma yerine girip yıkanır ve bu sırada eşyası çalınsa hamamcı sorumlu tutulmaz. Ancak hiyaneti sabit olursa durum değişir.
       Emanetçi olan kimsenin yolculuk yapmak istediğinde yanında bulunan emaneti sahibine geri vermesi lazımdır. Aksi takdirde telef olursa zâmin olur.
       Emanetçi, emanet sahibinin izni olmadan emaneti bir yerden başka bir yere götüremez, yalnız memlekette anarşi gibi anormallik bulunur ve emaneti sahibine iade etmek mümkün olmazsa gideceği yere beraber götürebilir.
       Bir kimse birisine emanet olarak bir sandık bırakır ve üzerine oturmamasını tavsiye ettiği halde emanetçi oturur ve içindeki eşya kırılırsa zâmin olur.
       Bir kimse bir emanet alır ve evde muhafaza etmesi icap ettiği ve imkan olduğu halde evde muhafaza etmez, üzerinde bulundurur ve bu sebeple kaybolursa zâmin olur.
        Müteğallibe olan bir kimse emanetçide bulunan bir emaneti zor ile alıp götürürse emanetçi mesul değildir. Fakat müteğallibe onu zorlar o da emaneti kendisine teslim ederse, emanet sahibi isterse hakkını ondan talep edebilir.

Bu çalışma hazırlanırken;
1- İnternette bulunan ve mobil uygulamalarda online yayımlanan Rahmetli Ali ARSLAN Hoca Efendi tarafından tercüme edilmiş olan “Büyük Şafii Fıkhı” (Müellifler: Dr. Mustafa el-Hin, Dr. Mustafa el-Buğa, Ali el-Şerbeci) kitabından,
2- (http://risaleoku.com:8080/oku/safii/1) web sitesinde online yayımlanmış olan ve Müellifi Halil GÜNENÇ Hoca Efendi olan Büyük Şafiî İlmihali’nden,
3- https://ehliislam.com/dort-mezhep-fikih.pdf  web sitesinde online yayımlanmış ve Abdurrahman Cezîrî başkanlığında hazırlanmış olan ‘Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı’ kitabından,
4- Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. H. Yunus Apaydın tarafından hazırlanmış olan ve 1998 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca yayımlanmış olan ve https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/5255 adresinde de online erişime açık olan “İlmihal” kitabından,
5- TDV tarafından basılan ve (https://islamansiklopedisi.org.tr), adresinde online da yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nden,
 6- Müellifi Vehbe Zuhayli olan ‘İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nden,
7- İmam-ı Gazali’ye ait olan İhya-u Ulumiddin’den,

            Başta olmak üzere birçok kitaptan yararlanılmıştır. İlmihal hazırlanırken yararlanılmış ve söz konusu alıntılar (*) ile işaretlenmiş ve sonuna da kaynak ve (varsa) internet adresi linkleri ilgili bölümde belirtilmiştir.