DUA
DUA KAVRAMININ
ANLAMI
A.
SÖZLÜK VE TERİM ANLAMI
Sözlükte; “çağırmak, seslenmek, davet
etmek, istemek ve yardım talep etmek” anlamlarına gelen dua, din
ıstılahında; Allah’ın yüceliği karşısında insanın aczini ve zafiyetini itiraf
etmesi, sevgi ve saygı ile O’nun lütuf, nimet ve yardımını, dünya ve ahirette
nimetler ve iyilikler ihsan etmesini; üzerindeki sıkıntı, dert ve belayı
gidermesini; günah, hata ve kusurlarını bağışlamasını dilemesi; yalvarıp yakarması
ve O’na hâlini arz edip niyazda bulunması demektir. (bk. Rağıb ve İbn Manzûr,
d.’a.v. maddesi)
Dua kavramı; “saygı” ve “Allah’ı anma”
(ta’zîm ve zikir) ile “çağrı” ve “istekte bulunma” (nidâ ve istiâne)
anlamlarını birlikte içerir.
Dua; sınırlı, sonlu ve
aciz olan insanın bütün benliğiyle sınırsız, sonsuz ve kudret sahibi olan yüce
Allah’a yönelip O’ndan istek ve dilekte bulunması, O’nunla arasında bir köprü
ve diyalog kurmasıdır. Dua eden insan; bütün zayıflığı, acizliği ve ihtiyaçları
içinde, Yüce Allah’ın sonsuz kudretinin ve yüceliğinin, isteklerini ancak O’nun
lütfu ve yardımıyla elde edebileceğinin bilincindedir. Bu bilinçle yapılan dua;
insanın Yaratan’ına olan inancının, güveninin ve O’na teslim oluşunun bir
göstergesidir. İşte bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.s.);
لَيْسَ شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلٰى الِّٰهل مِنَ الدُّعَاءِ
“Allah’a duadan daha değerli bir şey yoktur”
buyurmuştur. (İbn Hıbban, Ed’ıye, No: 870; Ahmed, II, 362; Tirmizi, De’avat, 1;
İbn Mace, Dua, 1)
B.
KUR’ÂN’DAKİ ANLAMI
Çok anlamlı kavramlardan biri olan “dua”; Kur’an’da yedi
farklı anlamda kullanılmıştır. (bk. Ebu’l-Ferec, s. 292-295)
1. Çağrı (nidâ)
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِهِ وَتَظُنُّونَ إِنْ لَبِثْتُمْ
إِلاَّ قَل۪يلًا
“Sizi çağırdığı gün, O’na hamd ederek davetine
uyarsınız ve (kabirlerinizde) pek az bir müddet kaldığınızı
zannedersiniz.” (İsra, 17/52; bk. Enbiya, 21/45; Fatır,
35/14; Kamer, 54/10)
2. İstiâne / Birinden yardım isteme
وَإِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا
بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا
شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ الِّٰهل إِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
“Kulumuza indirdiğimiz Kur’ân’dan şüphe ediyorsanız, siz
de onun benzeri bir sûre meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah’tan
başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın.” (Bakara,
2/23; bk. Yunus, 10/38; Mu’min, 40/26)
3. Söz (kavl)
فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا إِلاَّ أَنْ قَالُوا
إِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
“Azabımız onlara (helak ettiğimiz toplumlara) geldiğinde
sözleri, ancak ‘biz gerçekten zalimlermişiz’ demekten ibarettir.” (A’raf,
7/5; bk. Yunus, 10/10; Enbiya, 21/15)
4. İstifhâm / Bir şeyi sormak, anlamak
istemek
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَج۪يبُوا وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ
لِمَا يُحْي۪يكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ يَحُولُ بَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَأَنَّهُ
إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey inananlar! (Elci), sizi yaşatacak şeylere
çağırdığı zaman Allâh’ın ve Elçisinin çağrısına koşun ve bilin ki, Allah, kişi
ile onun kalbi arasına girer ve siz, O’nun huzuruna toplanacaksınız.” (Enfal,
8/24; bk. Bakara, 2/68; Yunus, 10/25; Kehf, 18/58; Mu’minun, 23/73; Nuh, 71/5,
8)
5. İstekte bulunmak, yalvarmak (suâl)
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ
إِذَا دَعَانِ
“Kullarım, sana benden sorarlarsa (de ki): Ben (onlara)
yakınım, dua edip yalvaran, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık
veririm…” (Bakara, 2/186; bk. A’raf, 7/134; Zuhruf, 43/49; Mu’min, 40/49,
60)
6. İbadet
Kur’an’da bir çok ayette “dua” kelimesi
ve türevleri bu anlamda kullanılmıştır. Şu ayetleri örnek olarak verebiliriz:
قُلْ أَنَدْعُو مِنْ دُونِ الِّٰهل مَا لاَ يَنْفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا
“De ki: ‘Biz hiç Allah’ı bırakıp
da bize fayda da, zarar da vermeyecek şeylere ibadet eder miyiz?...” (En’am,
6/71)
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ الِّٰهل إِلٰهًا آخَرَ
“Onlar (Rahman’ın kulları), Allah’ın yanında
başka tanrı tutup ona ibadet etmezler…” (Furkan,
25/68; bk. Mu’minun, 23/117; Cin, 72/18, 20)
7. İman
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ
“De ki: ‘İbadetiniz / imanınız
olmasa Rabbim size ne diye değer versin?’...” (Furkan,
25/77)
Bu ayetteki “dua” kelimesi ibadet anlamına gelebileceği gibi
iman anlamına da gelir. (Buhari, İman, 2) İbadet
kavramı, iman kavramını da içine alır. Bir insanın ibadet edebilmesi için her
şeyden önce iman etmesi gerekir.
C. DUA
ANLAMINA GELEN KUR’ÂN KAVRAMLARI
1. İbadet
“Dua” kavramı, ibadet anlamına geldiği
gibi “ibadet” kavramı da dua anlamına gelir. Mesela şu ayette gecen “ibadet”
kelimesi, “dua” anlamındadır:
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ
عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِي
“Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua
edin, duanızı kabul edeyim. Bana dua (ibadet) etmeğe tenezzül
etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mu’min,
40/60)
Sahabeden Nu’man ibn Beşir, Hz.
Peygamber (s.a.s.)’in minberde,
اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ
“Dua
ibadettir” dediğini, sonra sözüne delil olarak bu ayeti okuduğunu söylemiştir.
(Tirmizi, De’avat, 2; bk. İbn Mace, Dua, 1; Ebu Davut, Salat, 358)
2. Salât
Sözlükte dua anlamına gelen “salat”
kelimesi Kur’an’da; namaz anlamında kullanıldığı gibi sözlük anlamında da kullanılmıştır:
Şu ayetleri örnek olarak verebiliriz:
وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ
“Ve onlara dua et; çünkü senin
duan, onlara huzûr ve sükûn verir.” (Tevbe, 9/103)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ الٰهّلَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلّ قَدْ عَلِمَ صَ تَالَهُ وَتَسْبِيحَهُ
“Görmedin mi, göklerde ve yerde olan kimseler ile
kanatlarını çırparak uçan kuşlar Allah’ı tespih ederler? Her biri kendi duasını
ve tespihini bilmiştir…” (Nur, 24/41)
3. Nidâ
Sözlükte çağrı anlamına gelen “nida”
kavramı, Kur’an’da dua anlamında da kullanılmıştır. Şu örneği zikredebiliriz:
وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ
الرَّاحِمِينَ
“(Ey Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine,
‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye
yalvarmıştı (nada).” (Enbiya, 21/83)
4. Kavl
Lugatte söz anlamına gelen “kavl”
kelimesi, Kur’an’da dua anlamında da kullanılmıştır. Şu ayeti örnek olarak zikredebiliriz:
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ
بَعْدِي إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ
“O, Rabbim! Beni affet, bana, benden sonra hiç kimseye
nasip olmayan bir mülk (hukumdarlık) ver. Çünkü Sen, çok lütufkârsın,
dedi /diye dua etti.” (Sad, 38/35; Al-i İmran, 3/38)
5. Tazarru
Yalvarmak anlamına gelen “tazarru”
kelimesi dua ile eş anlamlıdır.
Şu ayeti örnek olarak verebiliriz:
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاءِ
وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يتَضََرعَّوُنَ
“Şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik.
Bize yalvarsınlar / dua etsinler diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp
cezalandırdık.” (En’am, 6/42)
6. Suâl
Sözlükte istemek ve sormak anlamına
gelen “sual” kelimesi, bir kısım hadislerde dua anlamında kullanılmıştır.
Şu örnekleri verebiliriz:
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدٰى وَالتُّقٰى وَالْعَفَافَ وَالْغِنٰى
“Allah’ım! Senden hidayet, takva,
iffet ve gönül zenginliği istiyorum.” (Muslim, Dua, 72; Tirmizi,
De’avat, 9)
فَإِذَا سَأَلْتُمُ الٰهّلَ فَاسْأَلُوهُ الْفِرْدَوْسَ
“Allah’tan cennet istediğiniz
zaman Firdevs cennetini isteyin.” (Tirmizi,
Sıfatu’l-Cenne, 4)
Allah’tan bir şey istemek, O’na dua etmektir.
7. İstiâne
“İstiane” yardım istemek anlamında olup
bir kısım ayet ve hadislerde dua anlamında kullanılmıştır. Şu örnekleri verebiliriz:
Yüce Allah, Fatiha suresinde bize;
وإَيِّاَك نسْتعِينُ
“Ancak Senden yardım isteriz”
(Fatiha, 1/5) şeklinde dua etmemizi öğretmektedir.
Peygamberimiz (s.a.s.) de, yaptığı
konuşmalarına;
إِنَّ الْحَمْدَ نَسْتَعِينُهُ ونَسْتَغْفِرُهُ
“Her türlü övgü Allah’a mahsustur, O’ndan yardım ister
ve O’nun bağışlamasını dileriz” (Tirmizi, Vitir, 116) dua cümlesi ile
başlamıştır.
8. İstiğâse
“İstiğâse”, yardım
istemek demektir. Kur’an’da dua etmek anlamında kullanılmıştır. Şu ayeti ornek
olarak zikredebiliriz:
إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ
بِأٰلٰفٍ مِنَ الْمَلآئِكَةِ مرُدْفِيِنَ
“Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: ‘Ben size birbiri
ardınca bin melek ile yardım edeceğim’ diye duanızı kabul buyurmuştu.” (Enfal,
8/9)
9. İstiğfâr
“İstiğfar”; Allah’tan af ve mağfiret
dilemek demektir.
Af ve mağfiret dilemek, Allah’ın
affetmesi için O’na dua etmek, yalvarmak demektir. Nuh Peygamberin, kavmine hitabını
içeren şu ayeti örnek olarak verebiliriz:
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا
“Rabbinizden mağfiret dileyin,
çünkü O çok bağışlayandır, dedim.” (Nuh, 71/10)
وَ اِنِّي لَاَ سْتَغْفِرُ الٰهّلَ فِي الْيَوْمِ مِائَةَ مَرَّةٍ
“Vallahi ben günde yüz defa Allah’tan mağfiret
diliyorum.” (Muslim, Zikir, 41)
10. İstiâze
“İstiaze”, bela, kaza, afet ve kötülüklerden
Allah’a sığınma, O’ndan kendisini korumasını isteme anlamındadır.
Şu ayet ve hadisi örnek olarak
verebiliriz:
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِه۪ عِلْمٌ
وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Nuh; ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir
şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet
etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’ diye niyazda bulundu.” (Hud,
11/47)
اَللّٰهمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْبَرَصِ وَالْجُنُونِ وَالْجُذَامِ
وَمِنْ سَيِّىءِ الْأَسْقَامِ
“Allah’ım! Alaca hastalığından, delilikten, cüzzam
hastalığından ve her türlü kötü hastalıktan sana sığınırım.” (Ebu
Davud, Salat, 367)
11. Tövbe
“Tövbe”, insanın günahına pişmanlık
duyması ve Allah’tan af dilemesi demektir. Tövbe eden insan, Allah’a dua edip
yalvarmış olur.
فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ
“O’ndan mağfiret dileyin, sonra
O’na tövbe edin! Çünkü Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.” (Hud,
11/61)
Ayette “tövbe edin” emrinden
sonra Allah’ın duaları kabul eden olduğunun bildirilmesi, tövbe etmenin de dua anlamına
geldiğini ifade eder.
“Zikir”
(Allah’ı anma), “tesbih” (Subhanellah / Allah’ı noksan
sıfatlardan tenzih ederim), “hamd” (Elhamdulillah /Allah’a hamd
olsun), “tehlil” (la ilahe illallah / Allah’tan başka ilâh yoktur),
“tekbir” (Allah-u ekber / Allah en büyüktür) “senâ” (Allah’ı
övme) ve “şükür” (Allah’ın verdiği nimetlere teşekkür etme),
“icâbet”, “istîcâb” ve “tenciye” (duayı kabul etme),
“keşf” (sıkıntıları giderme, kaldırma) kavramları “dua”
kavramının mana alanını oluşturur. (Di
Duanın Önemi
Dua,
insanda doğuştan var olan bir duygudur. Bu sebeple bütün dinlerde dua
mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan, hayatının herhangi bir anında
dua ihtiyacını hisseder. Çünkü her insan, zaman zaman üstesinden gelemeyeceği birçok
olay, üzüntü ve sıkıntı ile karşılaşır. Böyle anlarda insan, Allah’a sığınma ve
O’ndan yardım isteme ihtiyacı hisseder ve dua eder. Normal zamanlarda dua
etmeyen veya Allah’a inanmayan insanlar bile üstesinden gelemedikleri olaylar
karşısında, darda kaldıkları ve sıkıntıya düştükleri zamanlarda dua ihtiyacı
hissederler. Bu da insanın duaya muhtaç olduğunun delilidir.
Yüce
Allah, bu durumu Yûnus sûresinin 12. ayetinde şöyle açıklar: َ”İnsana bir
zarar dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder;
zararını kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarardan dolayı bize
hiç dua etmemiş gibi davranır. İşte aşırı gidenlere yaptıkları şeyler böyle
süslü gösterilmiştir.”
Aynı
şekilde, Lokman sûresinin 32. ayetinde; “(Denizde) onları kara gölgeler
gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na halis kılan gönülden
bağlılar olarak Allah’a yalvarırlar. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca,
içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi nankör
gaddarlardan başkası inkâr etmez” buyrulmaktadır.
Bu iki
ayetten anlaşılacağı gibi, dua etmek, insanın fıtrî bir özelliğidir. Yine bu
ayetlerde Yüce Allah bize, duanın sadece sıkıntılı zamanlarda değil, her zaman
yapılması gerektiğini de hatırlatmaktadır. Dua yaptıktan sonra insan, gönlünde
bir ferahlık ve rahatlık hisseder, isteğinin yerine getirileceği hususunda
ümitvâr olur. Bu yönü ile dua, ruhî bunalımlara karşı koruyucu sağlık tedbiri
konumundadır.
1.
Dua, İlâhî Bir Emirdir
Dua
etmek, ayet ve hadislerde övülmüş ve teşvik edilmiştir.
“Rabbinize
yalvararak ve gizlice dua edin.” (A’râf, 7/55; bk. En’âm, 6/63) َ
“Korkarak ve umarak O’na dua
edin.” (A’râf, 7/56)
“(Ey
Peygamberim!) De ki; duanız / ibadetiniz / imanınız olmasa Rabbim size ne diye
değer versin?” (Furkân, 25/77)
Peygamberimiz (s.a.s.);
“Ey
Allah kulları! Size dua etmenizi tavsiye ederim.” (Hâkim; I, 493;
Tirmizî,102)
“Duayı
terk etmek isyandır, günahtır.” (Heysemî, Ed’ıye, 2, No: 17194)
“Dua
etmekte aciz olmayın, çünkü dua eden hiçbir insan helâk olmaz.” (İbn
Hıbbân, Ed’ıye, No:871; Hâkim, De’avât, I, 494) َ
“Biriniz
dua edip bir şey istediği zaman çok istesin. Çünkü o, Rabbinden istiyor (O’nun
nimeti, keremi ve lütfu çok ve boldur).” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 889)
“Biriniz
dua ettiği zaman istediğini çok ve büyük istesin. Çünkü Allah’a hiçbir şey
büyük ve çok gelmez.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 896) buyurmuştur.
Dua eden
kimse, Allah ve Peygamberin emrine uymuş, ibadet etmiş, Allah’ı anmış ve
sevgisini kazanmış olur.
Nitekim
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın fazlından isteyin,
çünkü Allah kendisinden bir şey istenmesini sever. En faziletli ibadet (dua
edip) bir sıkıntının kalkmasını beklemektir.” (Tirmizî, De’avât, 116)
2.
Dua, Bir İbadettir.
Peygamberimiz
(s.a.s.); “Dua, ibadetin özüdür.” (Tirmizî, De’avât, 1),
“En faziletli ibadet, Allah’tan
sıkıntıyı kaldırmasını beklemektir.” (Heysemî, Ed’ıye, 7/ 17202),
“Dua,
mahza ibadettir” buyurmuş, sonra Mü’min sûresinin; “Rabbiniz
buyurdu ki: ‘Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeğe tenezzül
etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir’ anlamındaki 60.
ayetini okumuştur. (Tirmizî, De’avât, 1; bk. İbn Mâce, Dua, ; Ebû Davut, Salât,
358)
3.
Dua, Allah Katında Çok Değerlidir ُ
“Allah katında duadan daha şerefli bir
şey yoktur.” (Tirmizî, De’avât, 1; İbn Mâce, Dua, 1) anlamındaki hadis
bunun delilidir.
Çünkü,
dua eden kimse, Allah’ın varlığını, yüceliğini, kudretini ve kullarına yardım
eden olduğunu, acziyetini ve Allah’a muhtaç olduğunu kabul ve ikrar etmiş olur.
4.
Dua, Rahmet Kapılarını Açan Bir Anahtardır
“Dua,
rahmet (kapılarını açan) bir anahtardır” (Süyûtî, I, 486) anlamındaki
hadis, dua eden kimsenin Allah’ın merhametine mazhar olacağını ifade
etmektedir. İnsan, içinden gelerek “Rabbim! Allah’ım! Nimetlerini ihsan
eyle, affeyle, yardım eyle, musibetlerden koru” ve benzeri dilek ve
isteklerini Allah’a arz ettiği zaman, Allah, rahmet kapılarını kuluna açar, ona
yardım eder.
5.
Allah, Dua Etmeyene Kızar
“Kim
Allah’a dua etmezse, Allah ona gazap eder.” (Tirmizî, De’avât, 2; İbn
Mâce, Dua, 1) anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.
Çünkü
dua etmeyen insan; hem Allah ve Peygamberin “dua edin” emrine uymamış, hem de
büyüklenmiş, kendisini müstağnî görmüş demektir. Bu durum, “kulluk” ile
bağdaşmaz ve Allah’ın gazabını celbeder.
6.
Dua, Mü’minin Manevî Silahıdır
“Dua,
mü’minin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur.”
(Hâkim, De’avât, No: 1812; Heysemî, Ed’ıye, 5, No: 17198) anlamındaki hadis,
duanın mü’mini birtakım sıkıntı, kaza ve belalardan koruyacağını ifade
etmektedir.
Buradaki
“silah” izâfî anlamdadır. İnsan “silah” ile düşman saldırılarına karşı kendini
korur. Hadiste dua da silaha benzetilmiştir. Çünkü insan dua ederek Allah’tan
kendisini görünür görünmez kazalardan, belalardan ve âfetlerden korunmasını
ister. Eğer şartlarına uygun ve ihlâs ile dua edebilirse, Allah onu korur.
Böylece dua, mü’minin manevî silahı olur.
Dua
etmemizi emreden yüce Rabbimizin, Kur’ân’ın ilk sûresinde bize nasıl dua
edeceğimizi bildirmesi, duanın önemini ortaya koymaktadır: “Bizi sırat-ı
müstakime / doğru yola ilet.” (Fâtiha, 1/6) İnsanın hayatındaki en
değerli an, yüce Allah’a yöneldiği ve onunla baş başa kaldığı zaman dilimidir.
Allah
ile baş başa kalmanın en güzel vasıtası ise duadır. Dua eden insan, bütün varlığı
ile Allah’a yönelir ve O’ndan istek ve dilekte bulunur. Ayet ve hadislerde her
konu ile ilgili onlarca dua örneklerinin
Duanın İnsan Hayatına Tesiri
Dua; mü’minin kendini Allah’a
yaklaştırmak için yaptığı bir çaba, psikolojik bir rahatlık, huzur ve mutluluk kaynağıdır.
Dua; mü’minin Rabbi ile irtibatını
sağlar, Allah’a olan inancını ve güvenini pekiştirir, sıkıntılı ve darlık
zamanlarında bir ümit ve sığınak olur, insanı yalnızlık hissinden kurtarır.
Dua; maddî hastalıklara zemin
hazırlayan stres, sıkıntı ve dertleri yok eder, psikolojik ve ruhsal
hastalıklara ilaç olur, maddî hastalıkların iyileşmesini hızlandırır.
Dua; insanı görünür görünmez kaza, bela
ve musibetlerden korur, insanın hayır ve hasenat yapmasına vesile olur, alçak
gönüllü olmasını sağlar, insana kulluğu hatırlatır ve onu yüce Allah’ın
gazabından korur.
Dua; insanın yalnızlığını giderir,
insana dert ortağı olur. İnsan ancak gücünün yettiği işleri yapabilir ve
sıkıntıların üstesinden gelebilir, fakat gücünü aşan konularda zorlanır. Bu
zorluk insana acziyetini, kulluğunu ve Rabbini hatırlatır, O’ndan yardım
istemeye yöneltir.
Zorlukları yenme ve işlerde başarılı
olmanın yolu duadan geçer. Pek çok insanın başarısının arkasında ağzı dualı insanların
/ anne-babanın hayır duası vardır. Birçok sıkıntı ve başarısızlığın arkasında
zulüm ve mazlumun bedduası vardır.
Dünya nüfusunun yoğunluğuna rağmen birçok
insan, yalnızlıktan şikayet eder. Fertler arasındaki iletişim zayıflığı, sevgi
yetersizliği, komşuluk ve arkadaşlık bağlarının kaybolması sebebiyle insanlar,
birbirlerine yabancılaşmıştır. “Ferdîleşme” olarak adlandırılan bu olgu,
bireylerin hayata bakışlarını olumsuz etkiler. Böylece insan, kalabalıklar
içinde yalnızlık çeken bir varlık konumuna düşer.
Bu nedenlerle stres, gerilim, sıkıntı
ve yalnızlığın sonucu “depresif ” hasta sayısı her geçen gün artmaktadır.
Endişe, güvensizlik, trafik sıkışıklığı, ulaşım zorluğu, iş hayatındaki
rekabet, gelecek hakkındaki belirsizlik ve geçimsizlik gibi olgu ve kaygılar,
kişinin ruh hâlini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu tür bunalım ve çıkmaza
giren bir kısım insanlar, olumsuz eylem ve davranışlara, sakinleştirici ve uyuşturucu
maddelere yönelmektedir. İşte bu gibi durumlarda insandaki Allah ve ahiret
inancı ön plana çıkar; sabır, irade, azim, çalışma, tevekkül ve dua gibi dinî
değerler, insanları zorluklara karşı motive eder, psikolojik rahatlama sağlar,
yalnızlık hissini ortadan kaldırır, manevî güç verir.
Dua; mü’minler için manevî bir
sığınaktır, yardım, moral ve güç tazeleme kapısıdır. Bu itibarla dua, Müslümanın
hayatının ayrılmaz bir parçasıdır, gecesinde ve gündüzünde, evinde ve iş
yerinde gönlü ve dili hep duadadır müslümanın. Duası kabul olan kullar arasına
girebilirse insan, dünya ve ahiret mutluluğuna ermiş demektir.
Hz. Enes’in bildirdiğine göre; “Dua
eden mü’minin en az üç kazanımı olur: İstediği hemen verilir veya günahı
bağışlanır veya sevabı ahirete bırakılır.” (Abdürrazzâk, Dua, No: 19649)
Peygamberimiz (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur: “Dua eden bir mü’minin;
günah olan bir şeyi istemedikçe veya akrabalık ilişkisini kesmek için dua
etmedikçe, Allah ya onun duasını kabul eder veya ondan duası nispetinde bir
kötülüğü uzaklaştırır veya onun duası kadar günahlarını siler.” (Abdürrazzâk,
Dua, 18650
DUANIN USUL VE ADABI
Dua basit bir iş değil, yüce Allah’a
ibadet etme, O’nu anma ve O’na iman etmenin gereğidir. Bu sebeple duanın makbul
olabilmesi için, bir kısım usul, âdâp ve kurallara riayet edilmesi gerekir. Bu
usul, adap ve kuralları şöyle sıralayabiliriz:
1.
Duaya Eûzü Besmele, Allah’a Hamd ve Peygambere Salât İle Başlanmalı
Dua
öncesinde Müslüman, rûhen ve bedenen duaya hazır hâle gelmeli, mümkünse abdest
alıp kıbleye dönülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Her hayırlı işte olduğu gibi duaya
da eûzü ve besmele çekerek iki rekat namaz kıldıktan sonra başlanmalıdır. Ayet
ve hadislerde hayvanın Allah’ın adı anılarak kesilmesi (En’âm, 6/18), besmele
ile yenilip içilmesi (Ebû Davud, Et’ıme, 15), Allah’ın adı ile (Alâk, 96/1) ve
eûzü çekerek Kur’ân okunması (Nahl, 16/98) emredilmektedir.
Dua da
bir ibadet olduğuna göre, duaya da eûzü ve besmele çekerek başlanmalı, sonra
Allah’a hamd ve Peygamberimize salât ve selâm getirilmelidir.
Peygamberimiz
(s.a.s.) duaya, َ “Yücelerin yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi, bütün
noksanlıklardan tenzih ederim” diyerek başlamış (Ahmed, IV, 54; Hâkim,
Dua, I, 498) ve “Biriniz dua ettiği zaman, Allah’a hamd ve övgü ile
başlasın, sonra Peygambere salât etsin, sonra dilediği duayı yapsın”
buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 66; Ebû Davud, Salât, 358)
Peygamberimiz (s.a.s.); sahabeden Enes
bin Malik’e, herhangi bir yeri ağrıdığı zaman, şikayet ettiği yerin üzerine
elini koyup besmele ile şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir “Bismillah,
şu çektiğim acının şerrinden Allah’ın gücü ve kudretine sığınırım. Sonra elini
kaldır, sonra bu duayı üç beş defa tekrar et.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve
Dua, No: 1126)
2.
Duadan Önce Tövbe ve İstiğfar Edilmeli
Günah
işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye lâyık
değildir.
Peygamberimizin
şu hadisi çok dikkat çekicidir. “Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı
tozlanmış bir adam, ellerini semaya kaldırarak, ‘Ya Rabbi’ ‘Ya Rabbi’ diye
yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır.
Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?” (Müslim, Zekât, 19)
Bu itibarla mü’min duaya başlamadan
önce günahlarını itiraf edip ihlâs ile Allah’a tövbe etmeli ve affını dilemeli,
sonra dua yapmalıdır.
3.
Kıbleye Dönerek Eller Semaya Açılmalı ve Dua Sonunda Yüze Sürülmeli
Peygamber
Efendimiz (s.a.s.), dua ettiği zaman koltuk altları görünecek kadar ellerini
semaya kaldırmıştır.
Sahabeden
Ebû Mûsâ el-Eş’arî, “Hz. Peygamber, dua etti ve ellerini kaldırdı. Ben
koltuk altlarının beyazlığını gördüm” demiştir. (Buhârî, De’avât, 22)
Yine sahabeden Enes (r.a.); “Hz. Peygamber, duada ellerini (semaya)
koltuk altlarının beyazı görününceye kadar kaldırırdı” demiştir. (İbn
Hıbbân, Ed’ıye, No: 877)
Sahabeden
Abdullah ibn Abbâs, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu bildir-miştir: “Allah’tan
bir şey istediğiniz zaman avuçlarınızın içi ile isteyin, ellerinizin tersi ile
istemeyin ve ellerinizi (dua sonunda) yüzünüze sürün.” (Hâkim, De’avât,
I, 536)
Sahabeden
Sehl b. Sa’d; “Hz. Peygamber (s.a.s.), parmaklarını omuz hizasına kadar
kaldırır ve öyle dua ederdi” demiştir. (Hâkim, De’avât, I, 536)
Hz.
Ömer; “Hz. Peygamber, duada ellerini semaya kaldırdığı zaman yüzlerine
sürmeden indirmezdi” demiştir. (Tirmizî, De’avât, 11)
Çünkü Câbir b. Abdullah, Hz. Peygamber'in
kıbleye yöneldiğini rivayet ederek şöyle buyurmaktadır: “Hz. Peygamber
(s.a) Arefe günü vakfe yerine geldi. Kıbleye yönelip güneş batıncaya kadar dua
etti.” Müslim ve Nesâî, (Usâme b. Zeyd'den)
Peygamberimiz, “Birtakım kimseler
namaz kılarken ve dua ederken gözlerini semaya kaldırmalarından ya vazgeçerler
ya da gözleri kör olur” (Müslim, Salât, 118) buyurmuştur.
4.
Esmâ-i Hüsnâ İle Dua Edilmeli
Yüce Allah, Kur’ân’da; “En güzel
isimler Allâh’ındır. O hâlde O’na o güzel isimler ile dua edin” (A’râf,
7/180) anlamındaki ayeti ile kendisine, esmâ-i hüsnâ ile dua edilmesini
emretmekte ve; “De ki: İster Allah diye dua edin, ister Rahmân diye dua
edin, hangisiyle dua ederseniz (edin) en güzel isimler O’nundur” (İsrâ,
17/110) anlamındaki ayet ile “Allah” ismi veya “Rahmân” ismi ya da diğer
isimlerinden biri ile dua edilebileceğini bildirmektedir. Hem Kur’ân’da hem de
hadislerdeki dua örneklerinde bunu görmekteyiz.
5.
Mübarek Gün ve Geceler Tercih Edilmeli
Dua, her
zaman ve her yerde yapılabilir. Bununla birlikte Arefe günü ve geceleri, Ramazan
ayları, Cuma ve bayram gün ve geceleri, seher vakitleri, gecenin üçte ikisi,
sabah ve akşam vakitleri, ezan ile kamet arasında, secdede ve namaz akabinde
yapılan duaların kabul edileceği ile ilgili hadisler vardır (bk. kabul olan
dualar bölümü).
Meselâ Kur’ân’da akşam ve sabah dua
edilmesine işaret edilmektedir: “Rab’le-rinin rızasını isteyerek sabah
akşam ona dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok,
senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan
zalimlerden olursun!” (En’âm, 6/52; bk. Kehf, 18/28) Muttakîler,
Kur’ân’da, “Seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerlerdi”
(Zâriyât, 51/18) diye övülmektedir.
6.
İhlâs İle ve Bilinçli Olarak Yapılmalı
Dil ile
dua cümlelerini söylerken, zihin başka düşüncelere dalmamalı; insan, bütün
varlığı ile Allah’a yönelmeli, bilerek ve isteyerek, ihlâs ve samimiyetle dua
etmelidir. “O diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde dini
sadece Allah’a özgü kılarak ihlâsla O’na dua edin / ibadet edin. Her türlü övgü,
âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Mü’min, 40/65; bk. A’râf, 7/29;
Mü’min, 40/14) ْ
“Kâfirlerin
hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua edin”
(Mü’min, 40/14) anlamındaki ayetler ile (bk. Yunus, 10/22; Ankebût, 29/65;
Lokman, 31/32)
“Biliniz ki, Allah gafil bir
kalpten gelen duayı kabul etmez” (Tirmizî, De’avât, 66) anlamındaki
hadis, duanın ihlâslı ve şuurlu yapılması gerektiğini ifade etmektedir.
7.
Kabul Olacağına İnanılarak Dua Edilmeli
Yüce
Allah’ın güzel isimlerinden biri “semî’u’d-dua (duaları işiten / kabul
eden)”dir. (Âl-i İmrân, 3/38) Bu itibarla mü’min dualarını Allah’ın kabul
edeceğine inanarak yapmalıdır.
Nitekim
Peygamberimiz (s.a.s.); “Kabul edileceğine kesin bir şekilde inanarak Allah’a
dua edin” (Tirmizî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, I, 493) tavsiyesinde
bulunmuş ve; “Dua ettiğiniz zaman,
isteğinizi kesin olarak isteyin. ‘Allah’ım! Dilersen bana ver’ demeyiniz. Çünkü
Allah’ı zorlayacak herhangi bir güç yoktur.” (Buharî, De’avât, 21;
Müslim, Zikir, 7; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 977)
“Biriniz,
‘Allah’ım! Dilersen beni bağışla’, ‘Allah’ım! Dilersen bana merhamet et’ diye
dua etmesin. İsteğini kesin olarak istesin. Çünkü O’na engel olacak hiç kimse
yoktur.” (Ebû Davud, Salât, 358) buyurmuştur.
Bu hadisler, duanın kabul olacağına
inanarak yapılması gerektiğini ifade et-mektedir.
8.
Kısık Bir Sesle ve Yalvararak Dua Edilmeli
Bağırıp
çağırarak, yüksek ses ve riya ile değil yalvararak ve kısık bir sesle dua
edilmesi, Allah ve peygamberin emridir:
“Rabbinize
yalvararak ve içten dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf,
7/55)
“Rabbini,
içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an,
gâfillerden olma.” (A’râf, 7/205)
“Duanda
pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut.” (İsrâ, 17/110)
Hz. Âişe
validemiz, bu ayetin, dua hakkında indiğini söylemiştir. (Buhârî, De’avât, 16)
Sahabeden Ebû Musa el-Eş’arî der ki: Allah Resûlü ile birlikte
bulunduğumuz bir seferde, tepelere çıktıkça, derelere indikçe yüksek sesle
tekbir tehlîl getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Ey İnsanlar!
Kendinizi yormayınız. Çünkü sizler sağır ve uzaktaki birine değil, her an
sizinle olan, her şeyi duyan Allah’a dua ediyorsunuz” buyurarak bizi uyardı.
(Buhârî, Cihâd,131; Müslim, Zikir, 44, Dua, 44)
Yüksek
sesle bağırarak dua etmek adaba da uygun değildir. Çünkü, “Nerede
olursanız olun Allah sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4; bk. Mücâdele,
58/7; Şu’arâ, 26/62) anlamındaki ayet ile; “Beni zikrettiği ve
dudaklarını benim için hareket ettirdiği zaman ben kulumla beraberim.”
(Hâkim, De’avât, I, 496) َِ
“Bana
dua ettiği zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) anlamın-daki
kutsî hadislerde beyan edildiği gibi biz nerede olursak olalım Allah bizimle
beraberdir.
Yüce
Allah, Zekeriya peygamberin, “Hani o, Rabbine gizli bir sesle
yalvar-mıştı” (Meryem, 19/3) şeklinde dua ettiğini bildirerek bize nasıl
dua edeceğimizi haber vermektedir.
Bu
itibarla, duada bağırıp çağırmak, süslü olsun ve beğenilsin diye yapmacık
hareketlerde bulunmak doğru değildir. Duayı sessizce ve yalvararak yapmak,
ihlasın gereğidir. Yüksek sesle yapılan duaya, riya karışabilir. Bu sebeple
Hanefî bilginler, namazda Fatiha sonunda “âmin” kelimesini sessiz söylemenin
daha fazîletli olduğu içtihadında bulunmuşlardır. Dualar, ibadet şuuruyla, dinî
vakar ve ölçülere uygun olarak yapılmalıdır. Gösterişe düşkün, dinî şuurdan
mahrum birtakım kişileri memnun etmek için, mana yavanlığı taşıyan, tumturaklı
ifadelerle hüner göstermeye girişmek, duanın amacına ve ruhuna aykırıdır.
Kur’ân ve Sünnet’te yer alan dualar, kapsamlı
ve veciz sözler tercih edilmeli, tekellüf, kafiye ve seci yapmaktan
kaçınılmalıdır: “Allah’ın Resûlü (s.a.s.), dualarda veciz ve kapsamlı
sözler ile dua etmeyi tercih eder, bunların dışındakileri terk ederdi.”
(Ebû Davud, Salât, 358)
Hz. Âişe validemiz; “Secili /
kafiyeli sözlerle dua etmekten sakın” demiş, ashap ve peygamberin bunu kerih
gördüğünü bildirmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 979; bk. Buhârî, Dua,
19)
9.
Israrla Dua Edilmeli
Mü’min,
yüce Allah’tan isteğinde ısrarlı olmalı, isteğim yerine gelmedi diye duadan
vazgeçmemelidir.
Sahabeden
Abdullah ibn Mes’ûd, Peygamberimiz (s.a.s.)’in; “Dua ettiği zaman üç
sefer tekrar eder ve bir şey istediği zaman yine üç sefer tekrar ederdi.”
demiştir. (Müslim, Cihâd, 107)
Peygamberimiz,
“Şüphesiz ki Allah, ısrarla dua edenleri sever” (Beyhakî,
Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1108) anlamındaki sözleri ile ısrarla dua
edeni Allah’ın sevdiğini bildirmiştir.
Peygamberimiz
(s.a.s.); “Rabbime dua ettim de kabul edilmedi, diyerek acele etmediğiniz
sürece Allah dualarınızı kabul eder.” (Buhârî, De’avât,22; Müslim,
Zikir, 92) anlamındaki hadisi ile ısrarla dua edilmesini tavsiye etmiş ve; “Koltuk
altları gözükecek kadar ellerini kaldırıp dua eden hiçbir kul yoktur ki acele
etmediği sürece Allah ona istediğini vermiş olmasın” buyurmuş, ashabın, “Ey
Allah’ın elçisi! Duanın acelesi nasıl olur?” şeklindeki sorusuna, “İstedim,
istedim de Allah hiçbir şey vermedi demektir” diye cevap vermiştir.
(Tirmizî, De’avât, 133)
Sahabeden
Ebû’d-Derdâ; “Kim çok dua ederse, onun duası daha çok kabul olur”
(Abdürrazzak, Dua, No: 19644) demiştir.
Dua ettikten sonra sonucu Allah’a
havale etmek gerekir. Allah, kulunun istediğini hemen verebileceği gibi, daha
sonra da verebilir veya kulun isteği, kendisi için hayırlı değildir, ona daha
hayırlı olanı verir veya mükâfatını ahirete bırakır. (Tirmizî, De’avât, 133)
10.
Ümit ve Korku İçinde Dua Edilmeli
İnsan,
dua ederken, Allah’a karşı saygı ve azabından korku içinde bulunmalı, aynı
zamanda istekli ve ümitli olmalıdır. Yüce Allah; “Korkarak ve umarak O’na
dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, sözünü ve işini en iyi bir şekilde
yapan mü’minlere yakındır” (A’râf, 7/56) buyurmakta, ümit ve korku
içinde dua edenleri övmektedir; “Onlar (mü’minler); yanları yataklardan
uzaklaşırlar (gece kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.” (Secde, 32/16)
Bu ayette, kendilerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı zaman derhal boyun
eğen, secdeye kapanan, Allah’a hamd eden, O’nu noksan sıfatlarından tenzih eden
ve asla kibirlenmeyen mü’minlerin, gece kalkıp korku ve ümit ile dua ettikleri
(Secde, 32/15) bildirilerek övülmektedir. َ “Onlar (Zekeriya ve Yahya
peygamberler); gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve
(azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan
kimselerdi.” (Enbiyâ, 21/90)
Bu
ayette iki seçkin peygamberin, Allah’ın rahmetini umarak ve azabından da
korkarak dua etmeleri övülmektedir. Mü’minlerin bu şekilde dua etmelerine de
işaret edilmektedir. Zikrettiğimiz üç ayette dua ederken insanın içinde
bulunması gereken tavrı ifade eden dört kavram dikkati çekmektedir: “Havf ”,
“tama’ “, “rağab” ve “raheb”.
“Havf”,
“bilinen veya hissedilen bir işaretten dolayı irkilmek, bir tehlike kar-şısında
ne olacağı endişesi içinde olmak”
“Tama’”;
Allah’ın lütfu, ihsanı ve merhametinin çokluğu sebebiyle duanın kabul
edileceğini ummak, istediğinin verileceğinden ümitvâr olmaktır.
“Rağab”;
yaptığı duanın kabul edileceğini, isteğinin verileceğini kuvvetle ümit etmek ve
Allah’a yönelmek demektir. (Beydâvî, IV, 277)
“Raheb”;
günahları sebebiyle ilâhî azaptan ve duasının reddedilmesinden kork-mak
demektir. (Beydâvî, IV, 277)
Bu dört
kavram; her iş ve görevde olduğu gibi dua ederken de mü’minin korku ile ümit
arasında bulunması (beyne’l-havfi ve’recâ) gerektiğini ifade etmektedir. Mü’min, ilâhî azaptan korku içinde bulunmakla
birlikte yaptığı duayı Allah’ın kabul edeceği inancı ve düşüncesini
taşımalıdır.
Çünkü
yüce Allah, Kur’ân’da, “Rahmetim
her şeyi kaplamıştır” (A’râf, 7/156), bir kutsî hadiste ise, َ“Rahmetim
gazabımı geçmiştir” buyurmuştur. (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ
Minallah, No: 1037)
Peygamberimiz
(s.a.s.), mü’minlerin Allah hakkında iyi zanda bulunmalarını tavsiye etmiştir: “Ey
insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında iyi zanda bulunun, çünkü Rab, kulunun zannı
üzeredir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1012)
Bir
kutsi hadiste yüce Allah; “Ben, kulumun bana olan zannı üzereyim ve beni
andığı zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) buyurmaktadır.
Çünkü Peygamberimizin beyanı ile; “İyi
zanda bulunmak, ibadetin güzelliğin-dendir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-İmân,
er-Ricâ Minallah, No: 1018) Bu itibarla mü’min dua ettiği zaman, Allah’ın
duasını kabul edeceğini ve isteğini yerine getireceğini düşünmeli ve
inanmalıdır.
11.
Meşru Şeyler İstenmeli, Ölçülü Olunmalı, Aşırı Gidilmemeli
İşlenmesi ve istenmesi dinimizce günah
sayılan konularda dua edilmemelidir. Çünkü bu tür dualar kabule şayan olmaz.
Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle
buyurmuştur: “Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını
istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.” (Müslim,
Zikir, 25; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, No:881, 976)
Dinin haram kıldığı ve yapılması günah
olan şeylerin elde edilmesini istemek, Allah’a saygısızlıktır. Allah’ın bizden
yapılmamasını istediği şeyi Allah’tan istemek edep dışına çıkmak, haddi
aşmaktır. Allah, aşırı gidenleri ve haddi aşanları sevmez (Bakara, 2/190).
Resûlullah (s.a.s.), buyurmuştur ki: “Bazı
toplumlar duada aşırı gidecekler / sınırı aşacaklardır, siz onlardan olmaktan
sakının.” (Ebû Davud, Salât, 358)
Duada haddi aşmak; duanın usul
ve adabına uymamak, istenmeyecek şeyleri istemek, dînen haram ve yasak olan
şeyleri istemek, haram konusunda meselâ oynayacağı kumarda, yapacağı
hırsızlıkta, işleyeceği cinayette veya herhangi bir kötülükte Allah’ın yardım
etmesini istemek, yüksek sesle, bağıra bağıra dua etmek veya tekellüfte bulunmak
şeklinde sözde olur veya insanlara zarar vermeyi ve kıtlık olmasını istemek
gibi meşru olmayan şeyler için dua etmek veya sebeplere yapışmadan zafer
kazanmayı veya çalışmadan zengin olmayı istemek veya günah işlemeye ısrarla
devam ettiği hâlde Allah’tan isteklerde bulunmak gibi duanın içeriğinde olur.
Hem söz hem de içerikte haddi aşmak dua adabına uygun değildir, duanın kabul
edilmemesinin sebebidir.
12.
Sadece Sıkıntılı Zamanlarda Değil, Her Zaman Dua Edilmeli
Her
insan bir derde, bir sıkıntıya, bir belaya uğradığı zaman Allah’a sığınır, O’na
dua eder. Böyle sıkıntılı zamanlarda gönüller bütünüyle Allah’a açılır,
samimiyetle ve candan dua edilir. Allah da bu duaları kabul eder.
Nitekim
bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s); “İki dua reddedilmez veya reddedilmesi
çok nadir olur: (Bunlar) ezan okunduğu esnada ve sıkıntı zamanlarında yapılan
duadır” (Ebû Davûd, Edeb, 41) buyurmuştur. Ancak sadece darlıkta,
sıkıntıda veya bir korku, kaza ve felâketle karşı karşıya gelindiği zaman değil
varlıklı ve sağlıklı zamanlarda, huzur ve rahatlığın hüküm sürdüğü anlarda da
dua edilmelidir. Kişi sıkıntıya, darlığa ve zorluğa karşı sabır ve dua ile
ayakta kalmaya çalıştığı gibi, nimetlere kavuşması durumunda da şükredip dua
etmelidir. Peygamberimiz
(s.a.s.); “Sıkıntılı ve musibete uğradığı zamanlarda Allah’ın duasını
kabul etmesini isteyen kimse, rahat zamanlarında çok dua etsin.”
(Tirmizî, De’avât, 9)
“Rahatlık zamanlarında Allah’a yönel, O’nu
tanı ve O’na dua et ki sıkıntılı zamanlarda da Allah sana yönelsin, seni
tanısın ve sana yardım etsin” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân,
er-Ricâ Minallah, No:1139)
Sadece
sıkıntılı zamanlarda dua etmek doğru olmadığı gibi dua edip sıkıntı geçtiğinde
ettiği duayı ve sıkıntılarını unutmak, iman ve ibadetten yüz çevirmek de doğru
değildir. Bu hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir: “İnsana
bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra
(Rabbi) ona kendisinden bir nimet verdi mi; önceden O’na yaptığı duayı unutur
da, O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya başlar…”
(Zümer, 39/8)
“İnsana
bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra, kendisine tarafı-mızdan bir
nimet verdiğimiz vakit; ‘Bu, (benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi, der.
Hayır, o bir imtihandır, fakat çokları bilmiyorlar.” (Zümer, 39/49) َ
“İnsana
bir zarar dokunduğu zaman, yanı üzere yatarken, yahut otururken ya da ayakta
iken bize dua eder; ama biz onun darlığını açıp kaldırınca sanki kendisine
dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç dua etmemiş gibi hareket eder. İşte aşırı
gidenlere, yaptıkları iş böyle süslü gösterilmiştir.” (Yûnus, 10/12) َ
“Gemiye
bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua ederler. Fakat
(Allâh) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar.”
(Ankebût, 29/65)
“İnsanlara
bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra (Rableri),
onlara kendinden bir rahmet tattırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine
ortak koşarlar.” (Rûm, 30/33)
“(Denizde)
onları, gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman, dini yalnız kendisine has kılarak
Allah’a dua ederler. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir
kısmı iktisâd eder (Allah’a yönelmeyi kısar, gevşetir); zaten bizim
ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.” (Lokmân,
31/32)
“İnsan
hayır istemekten usanmaz (dâima malının artmasını diler). Ama kendi-sine bir şer
dokundu mu hemen üzülür, ümitsiz olur.” (Fussilet, 41/49)
“İnsana bir nimet verdik mi yüz çevirir; yan
çizer. Ona bir şer dokundu mu yalvarıp durur.” (Fussilet, 41/51)
“Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu)
dokunduğu zaman O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolur (artık o zaman,
Allah’tan başka kimseden yardım istemezsiniz. Çünkü O’ndan başka sizi
kurtaracak kimse yoktur.) Fakat (O) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine
(Allâh’ı bir tanımaktan) yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür.”
(İsrâ, 17/67)
Bu
ayetler, insanların genel psikolojisini ve insanın fıtratında olan din
duygu-sunu, Allah inancını, duaya olan ihtiyacını, hayır dua etmekten
usanmadığını, darlık zamanlarında herkesin dua ettiğini, duanın ayakta, otururken
ve yatarken yapılabileceğini, nimete kavuşunca bir kısım insanın nankörlük
ettiğini, bir musibete uğrayınca dua edip durduğunu ve ümitsizliğe kapıldığını,
nimete kavuşunca yüz çevirdiğini, ilâhî iradeye uygun olmayan davranışlar
sergilediğini, hatta bir kısmının Allah’a ortaklar koştuğunu, küfre
saplandığını ifade etmektedir. Bu tür insanlar; kınanmakta, darlıkta ve
bollukta, rahatlık ve sıkıntılı her zaman Allah’a dua edilmesi, dua kabul
edilip maksada erdikten sonra duanın terk edilmemesi gerektiğine işaret
edilmektedir.
13.
Sadece Allah’a Dua Edilmeli
Dua,
sadece Allah’a yapılmalı, araya başka aracılar sokulmamalıdır. Her na-mazda
okuduğumuz Fatiha sûresinde, “Sadece Sana ibadet eder, sadece Senden
yardım dileriz” diyerek bunu dile getiriyoruz.
Yüce
Allah, bize şah damarımızdan daha yakındır. (Kâf, 50/16) Bu sebeple ne
istersek, aracısız O’ndan istemeliyiz. Bakara sûresinin 186. ayetinde yüce
Allah, şöyle buyurmaktadır: “Kullarım sana beni sorarlarsa, gerçekten Ben
onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim.”
Kur’ân’da
duanın sadece Allah’a yapılması önemle vurgulanmıştır. Allah’tan başkasına,
putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua
ve ibadet edilmesi Kur’ân’da kesinlikle yasaklanmıştır. Konuyla ilgili
ayetlerin bazısı şöyledir: “Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka
yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın
diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap
verirler.” (Ra’d, 13/14) Bu ayette, Allah’tan başka varlıklara dua
edenler kınanmakta ve Allah’tan başka varlıklara, putlara, türbelere, ölülere
yapılacak duaların, onlardan isteklerin boşa gideceği bildirilmektedir.
“Öyle
ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğrayanlardan
olursun.” (Şu’arâ, 26/213) Bu ayette sadece Allah’a dua edilmesi
istenmekte ve Allah’tan başkasına dua eden kimselerin haddi aşmış olacakları
bildirilmektedir. (bk. En’âm, 6/40-41; Yunus, 10/106; Kasas, 28/88)
İnsan her isteğini sadece Allah’tan
istemelidir. Peygamberimiz (s.a.s.); “Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste,
bir yardım talebinde bulunduğun zaman Allah’tan yardım talep et” buyurmuştur.
(Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1075) “Allah, kuluna kâfi
değil mi?” (Zümer, 39/36) Allah’ı bırakıp da zararı ve faydası
dokunmayan, hatta zararı faydasından çok olan varlıklara dua edenler
(putlardan, türbelerden, ölülerden yardım isteyenler, medet umanlar) şu
ayetlerde kınanmaktadır: “Allah’ı bırakıp da kendine ne zarar, ne menfaat
veremeyecek şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur.” (Hac, 22/12)
“Zararı, faydasından daha yakın olana
yalvarır. (O), ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır!” (Hac, 22/13)
"Allah’ı
bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şey-lere yalvarandan
daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından
habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5) Bu ayetler; hem sadece Allah’a dua edilmesi
gerektiğini, hem de Allah’tan başkasına yapılacak duaların günah
olduğunu ve boşa gideceğini ifade etmektedir.
14.
Esmâ-i Hüsnâ, Salih Amel ve Hayırlı İşler Vesile Edilmeli
Mü’min,
duanın kabul olması için Allah’ın güzel isimlerini, işlediği sâlih ve hayırlı
amelleri vesile etmelidir. Bunun örnekleri hadislerde vardır.
Meselâ
Peygamberimiz (s.a.s.), kızı Fatıma’ya akşam ve sabah şu duayı yapmasını
tavsiye etmiştir: “Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı
ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan,
varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım! Rahmetin
sebebiyle senden yardım istiyorum. İşlerimin hepsini ıslah eyle, göz açıp
kapayıncaya kadar beni nefsime bırakma.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No:
914)
Bu
hadiste, Allah’a iki güzel ismi ile hitaptan sonra “rahmeti” vesile edilmiştir.
Geçmiş ümmetlerden üç kişi yaya olarak yolculuğa çıkarlar. Yolda şiddetli bir
yağmura yakalanırlar. Yağmurdan korunmak için dağdaki bir mağaraya sığınırlar.
Dağdan bir taş yuvarlanır ve gelip mağaranın girişini tamamen kapatır.
Birbirlerine; çıkışımızı taş kapattı, izimiz kayboldu, burada olduğumuzu
Allah’tan başka hiç kimse bilmiyor, kurtuluşumuz ancak dua ile olur, bu sebeple
en güvendiğiniz sâlih bir amelinizi vesile ederek dua edin, belki Allah bir
kurtuluş yolu var eder, derler.
Biri
şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi benim yaşlı bir annem-babam vardı.
Bir de eşim ve küçük çocuklarım. Her gün çocuklarımdan önce anne-babama süt
içirirdim. Bir gün biraz geç kaldım, süt içirmek için anne-babamın yanına
geldiğimde, onlar uyuyorlardı. Onları uyarmaya kıyamadım, uyanmalarını
bekledim. Bu arada çocuklarım ayaklarıma dolanıyor, karınlarının acıktığını
söylüyorlardı. Ben önce âdetim üzere sütü anne-babama içirmek istiyordum.
Sabaha kadar başlarında bekledim, nihayet uyandılar ve onlara sütlerini içirdim.
Allah’ım! Bildiğin gibi bunu ben sırf Senin rahmetini ve rızanı elde etmek için
ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar.” Bu dua üzerine
mağaranın girişindeki kaya bulunduğu yerden biraz hareket eder, ışık görünür ve
gökyüzünü görürler.
İkinci
kişi şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi amcamın bir kızı vardı, ben
onu çok seviyordum, ona âşık olmuştum. Onunla birlikte olmak, ondan murat almak
istedim, kabul etmedi. Muradıma erebilmek için yüz dinar para verdim. Bu parayı
elde etmek için çok çalışmış, çok yorulmuştum. Tam ilişkide bulunacağım bir
anda bana, ‘Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, nikâhsız Allah’ın mührünü açma
(kızlığımı bozma)’ dedi. Ben de vazgeçtim. Allah’ım! Biliyorsun ki bunu ben
sırf Senin rahmetin ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için
yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar, bize semayı göster.” Bu dua üzerine mağaranın
girişindeki kaya biraz daha bulunduğu yerden hareket eder, ışık iyice görünür.
Üçüncü kişi de
şöyle dua eder: “Allah’ım! Ben bir ölçek pirinç karşılığında bir işçi
çalıştırmıştım, iş bitince ücretini vermek istemiştim ancak ücretini almamıştı.
Ben de bu pirinci ektim, ürününü biriktirdim, nihayet ürünleri satıp parası ile
sığır ve koyun aldım. Bir zaman sonra işçi geldi ve bana ‘ey Allah’ın kulu!
Allah’tan kork, bana zulmetme, ücretimi ver’ dedi. Ben de, ‘Bu sığırları ve
davarları çobanlarıyla birlikte al, bunlar senin ücretin’ dedim. Bana,
‘Allah’tan kork ve benimle alay etme’ dedi. Ben de ‘Alay etmiyorum, bütün bu
mallar senin’ dedim. İsteseydim, sadece bir ölçek pirincini verirdim. Allah’ım!
Sen de biliyorsun ki ben bunu rahmetini elde etmek için ve azabından korktuğum
için yaptım. Şu mağaranın kapısını bütünüyle bize açıver.”
Bu
duanın üzerine taş mağaranın ağzından tamamen uzaklaşır ve mağaradan
kurtulurlar. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No; 897, 971; Müslim, Zikir ve Dua, 100;
Buhârî, Muzâraa,11)
Hâkim’in
Müstedrek adlı eserinde Peygamberimizin duada vesile edilebileceği ile ilgili
şöyle bir rivayet vardır: Görme özürlü biri gelip Peygamberimizden iyileşmesi
için kendisine dua etmesini ister. Peygamberimiz, bu kimseye güzelce bir abdest
almasını ve iki rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini emreder: “Allah’ım!
Senden (bana şifa vermeni) istiyorum, rahmet peygamberi olan elçin Muhammed
(s.a.s.)’i vesile ederek Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben, şu ihtiyacımı
gidermesi için seninle Rabbine yöneliyorum. Allah’ım! O’nu (peygam 97 berini)
bana şefaatçi kıl ve ihtiyacım konusunda onu bana şefaatçi eyle.”
(Hâkim, De’avât, No: 1909, 1929-1930, I, 519, 526)
Bu hadiste, Peygamberden bir şey
istenmiyor, istekler doğrudan Allah’a arz ediliyor, sadece Allah’ın en sevgili
kulu ve son peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s.), duanın kabulü için vesile
ediliyor. Konu ile ilgili üç rivayetten ikisinde, Peygamberimizden bu duayı
öğrenen kişinin dua ettiği ve iyileştiği bildirilmektedir. (Hâkim, De’avât, No:
1929-1930, I, 526)
15.
Dua Sonunda “Âmin”, “Duamı Kabul Et” Denilmeli
Hz.
Peygambere Salât ü Selâm Getirilmeli ve Fâtiha Sûresi Okunmalı Dua bitiminde
“âmin” ve “Ya Rabbi! Duamı kabul et” (İbrâhim, 14/40) denilmeli, Peygamberimize
salât ve selâm getirilmeli ve Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fâtiha sûresi
okunmalıdır.
“Biriniz
‘âmin’ dediği zaman gökteki bir melek de ‘âmin’ der. İkisinden biri diğerinin
‘âmin’ demesine denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır” (Sahîfetü
Hemmâm, No: 10) anlamındaki hadis, dua sonunda “âmin” demenin önemini ortaya
koymaktadır.
Fâtiha sûresinin ilk ayetlerinde yüce Allah’ın
nitelikleri bildirildikten sonra dua ayetleri gelmektedir: “Rahmân ve Rahîm
olan Allah’ın adıyla” “Hamd (her türlü övgü), âlemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur.”, “O, rahmândır ve rahîmdir.”, “Din (cezâ ve mükâfât) gününün sâhibidir.”, “(Yâ
Rabbi!) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz!”, “Bizi doğru yola
ilet.”, “Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş olanların
ve sapmışların yoluna değil.” Fâtiha sûresi, sevap bakımından en büyük sûredir.
(Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1, V, 146)
Fâtiha’yı
okuyan kimsenin duası kabul olur. Bir kutsî hadiste yüce Allah, şöyle
buyurmuştur: “Fâtiha’yı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm: Yarısı
benim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır, kendisine
verilecektir.” Hadisin devamında Peygamberimiz şöyle demiştir: “Bir
kul, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ dediği zaman yüce Allah; ‘Kulum bana
hamdetti’ der. Kul; “er-Rahmâni’r-Rahîm” dediğinde yüce Allah, ‘Kulum beni
övdü’ der. Kul, ‘Mâliki yevmi’d-dîn” dediğinde, Allah, ‘Kulum beni yüceltti,
bana saygı gösterdi’ der. Kul, “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în” dediği zaman
Allah, ‘Bu benim ile kulum arasındadır (ibadet eden kuluma, yardım etmek bana
aittir). Kulumun istediği verilecektir’ der. Kul, “İhdina’s-Sırâta’l-müstekîm,
sırâta’l-lezîne en ’amte aleyhim ğayri’l-meğdûbi aleyhim ve la’d-dâllîn” dediği
zaman Allah, ‘Bu dilek kula aittir, istediği verilecektir’ buyurur.”
(Müslim, Salât, 38)
Sonuç
olarak; dua yaparken mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, abdest
alıp kıbleye dönülmeli, eller semaya kaldırılmalı, eûzü ve besmele çekilmeli,
Allah’a hamd ve Peygambere salât-ü selâm getirilmeli ve günahlara tövbe ederek
duaya başlanmalıdır. Dua eden kişi, konumuna uygun bir edep içinde olmalıdır.
Sadece Allah’a dua edilmeli, duada meşru sınırlar aşılmamalı, meşru isteklerde
bulunulmalı, kabulü için acele edilmemeli, duanın kabul edileceği inancı
taşınmalı, ihlâs ile ve yürekten, kısık bir sesle ve yalvararak dua
edilmelidir. Duada anlamlı ve veciz sözler seçilmeli, yapmacık sözlerden
kaçınılmalıdır. Dua sonunda Hz. Peygambere salât ve selâm getirilmeli ve eller
yüzlere sürülmelidir. (İbn Mâce, Dua,13)
Dua her
zaman ve mekânda; her hâl ve şartta söz gelimi; yürürken, otururken ve
yatarken yapılabilir. (Yûnus, 10/12).
Nitekim
bir ayette şöyle buyurulmuştur: “Onlar
ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve
yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni
eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i
İmrân, 3/191)
Usul ve adabına uygun bir dua; sadece dil ve dudaklarla
yapılmaktan ibaret olmamalı, kalp ve rûh da duaya katılmalıdır. Eller, dil ve
gönül hep birlikte Allah’a yönelmelidir. Dua esnasında korku ve ümit birlikte
bulunmalı, candan ve yalvararak, ihlâs ve samimiyetle istenmelidir.
Dua
gönülden, gizlice ve alçak sesle, günahlara pişmanlık duyularak, kıbleye
yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak yapılmalı, dua esnasında dinî şuur
yoğunlaştırılmalı, kabulü için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine
inanılarak ısrarla duaya devam edilmelidir.
Ayrıca isteğini Allah’a arz etmeden
önce Allah’a hamd-ü senâ, Peygamberimize de salât-ü selâm getirmelidir. Abdest alınmalı
(Tirmizî, De’avât, 125), mümkünse kıbleye dönülmeli, dua cümleleri üç defa
tekrar edilmelidir.
Dua ile ilgili diğer konulara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz
*Kabul
Olan Dualar: http://webdosya.diyanet.gov.tr/Dua/UserFiles/DuaRehberi/kabul_olan_dualar.pdf
*Kabul Olmayan Dualar: http://webdosya.diyanet.gov.tr/Dua/UserFiles/DuaRehberi/k-olmayan_dualar.pdf
Sünnet olan Dua ve Zikirlere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz