Namaz


*** ŞAFİİ MEZHEBİNE GÖRE NAMAZ ***

Salât lugatta hayır dua'da bulunma anlamını ifade eder. Onlar için salât (dua) et. "Şüphesiz senin salâtın (duan) onlara huzur verir." (Tevbe/103) Yani 'Onların affedilmeleri için Allah'a dua et!'
Namaz, Kelime-i Tevhid'den sonra İslâm’ın en mühim esasıdır. 
Cenab-ı Allah buyuruyor:
اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
"Şüphesiz namaz, mü'minlere muayyen vakitlerde farz kılınmıştır."Nisa: 103 
         Allah'ın Resûlü buyuruyor:
خَمْسُ صَلَوَاتٍ كَتَبَهُنَّ اللّٰهُ عَلَى الْعِبَادِ فَمَنْ جَآءَ بِهِنَّ وَلَمْ يُضَيِّعْ مِنْهُنَّ شَيْئًا اِسْتِخْفَافًا بِحَقِّهِنَّ كَانَ لَهُ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْدٌ اَنْ يُدْخِلَهُ الْجَنَّةَ
"Allah beş vakit namazı kullara farz kılmıştır. Onları eda edip haklarını küçümsemek gayesiyle onlardan bir şey kaybetmeyen kimse için haktır ki, Allah onu cennete götürsün." 
Fakihlerin ıstılahında ise, tahrim (iftitah) tekbiriyle başlayıp selâmla sona eren ve kendine mahsus şartları bulunan söz ve fiillere salât denir. Bu söz ve fiillerin tümüne, içinde dua olduğu için salât denilmiştir. Çünkü dua, bunların en önemli kısmını teşkil etmektedir. Böylece kül! (bütün), parçasının ismini almıştır.

* İki çeşit namaz vardır;
1. Rükû, sücûd ve kıraat gibi bölümleri içeren namazlar; bunlar da kendi aralarında ikiye ayrılır:
a. Beş vakit farz namazlar,
b. Nafile namazlar.
2. Rükû ve sücûdsuz olup da tahrim (iftitah)  tekbiri ve selâmı bulunan namazlar: 
Cenaze namazı gibi.
Hanefilerin ileri sürdükleri vâcib namazlar ile Mâlikîlerin ileri sürdükleri rağibe namazları Şafii mezhebinde mevcut değildir. Şâfiiler, Hanbelî ve Mâlikîlerin yaptıkları gibi tilâvet secdesini namaz olarak adlandırmazlar. * (Abdurrahman Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)

        Namazın Hikmetleri
Namazın birçok hikmet ve sırları vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
1- İnsan, namaz vasıtasıyla gerçek şahsiyetini bulur. Bu da Allah'ın kulu olduğunu idrak etmesidir. Dünya zevkleri ve insanlarla meşgul olması, insana bu gerçeği unutturduğu zaman, namaz bu gerçeği tekrar hatırlatır.
2- Namaz sayesinde insan nefsine, Allah'tan başka hakikî nimet verenin ve yardım edenin olmadığı gerçeği yerleşir. Her ne kadar birtakım sebepler insana yardım ediyor, nimet veriyor görünseler de gerçekte veren Allah'tır. Çünkü o sebepleri insana müsahhar (itaat ettirme, hizmete kılma) kılan Allah Teâlâ'dır. İnsan zahirî ve dünyevî sebeplerle meşgul olup gaflete daldığında, namaz gerçek sebebin, yardımcının, nimet, zarar ve fayda verenin, diriltenin ve öldürenin Allah olduğunu insana hatırlatır.
3- İnsan, namaz sayesinde işlediği günahlardan tevbe etmek için bir fırsat ve uygun bir zaman bulur, zira insan gece ve gündüz birçok günahla karşı karşıyadır. Bazen bunların farkına varır, bazen de varmaz. İşte tekrar tekrar gelen namaz vakitleri, insanı günahlardan temizleyecek olan fırsatlardır. 
Hz. Muhammed (a.s.v.) bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Beş vakit namazın meseli, sizden birinizin kapısı önünde bol bol akan ve içinde günde beş defa yıkandığı bir nehir gibidir.” (Müslim/668, (Cabir b. Abdullah'tan)
Ravi, Hasan'ın şöyle dediğini de ekliyor: 'Nehir, o kişinin vücudunda kirden bir şey bırakır mı?'
' Yine Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: 
اَرَاَيْتُمْ لَوْ اَنَّ نَهْرًا بِبَابِ اَحَدِكُمْ يَغْتَسِلُ فِيهِ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسَ مَرَّاتٍ هَلْ يَبْقَى مِنْ دَرَنِهِ شَىْءٌ قَالُوا لَا يَبْقَى مِنْ دَرَانهِ شَىْءٌ قَالَ فَكَذَالِكَ مَثَلُ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ يَمْحُو بِهِنَّ الْخَطَايَا
       “Söyleyin, birinizin kapısının önünden bir nehir aksa, (ev sahibi de) günde beş defa o nehirde yıkansa ne dersiniz; vücudunda kirden, pastan eser kalır mı? Sahabe 'Hayır, hiçbir şey kalmaz' dediler). Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle devam etti: Beş vakit namaz da işte bunun gibidir. Allah Teâlâ onlarla günahları yıkar, siler.” (Müslim/667, (Ebu Hüreyre'den)
4- Namaz, insanın kalbindeki Allah'a iman akidesinin gıdasıdır; zira dünyanın zevkleri ve şeytanın vesveseleri insana o akideyi unutturabilirler. O akîde insanın kalbine yerleşmiş olsa bile unutulması mümkündür. Heva (yasaklanmış şeylere yönelmek) ve hevese (arzuya), yanıltıcı dostlara uyup bu unutkanlığa devam ederse, insan tıpkı suyu kesilen ağaç gibi sonunda inkâra düşer. Suyu kesilen ağaç önce kurur, bir süre böyle kalır, sonra da yıkılır gider. Fakat Müslüman namaza devam ederse, namaz onun imanı için gıda olur. Dünya ve dünyanın zevkleri artık o kişinin İmanını zayıflatmaya veya yok etmeye güç yetiremez. 

Namazın Farz Kılınma Tarihi
Namaz, bilinen en eski ibadetlerdendir. Allah Teâlâ, Hz. İsmail hakkında şöyle buyurmuştur: “Halkına namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbinin katında kendisinden razı olunmuş bir kimseydi.” (Meryem/55)
Namaz, Hz. İbrahim'in dini olan Din-i Hanif’te de vardı. Hz. Musa'nın tabileri de namazı bilmekteydiler. Allah Teâlâ, Hz. İsa'nın dilinden şöyle buyurmaktadır:
Rabbim) hayatta olduğum sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem/31)
Hz. Muhammed (s.a) peygamber olarak gönderildiği zaman sabah ve akşam ikişer rekât namaz kılıyordu. Bazı âlimler, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e hitab eden  şu  ayetle,  sabah  ve  akşam  kılınan  bu  namazların kastedildiğini söylerler. “Rabbini hamd ile akşam-sabah (bi'l-aşiyyi vel-ibkâr) tesbih et!” (Mü'min/55)

Namazın Meşruiyetinin Delilleri
Namazın meşruiyeti birçok ayet ve hadîsle sabit olmuştur. Bu husustaki ayetlerden bazıları şunlardır:
“O halde akşama girdiğinizde de sabaha çıktığınızda da Allah'ı teşbih ve tenzih edin (namaz kılın). Göklerde ve yerde (bulunan tüm varlıkların) hamd(i) Allah'a mahsustur. Gündüzün sonunda da, öğle vakti geldiğinde de (Allah'ı teşbih edin ve ikindi ile öğle namazını kılın!)” (Rum/17-18)
İbn Abbas'a göre 'akşama girdiğinizde' sözünden maksat, akşam ve yatsı namazlarıdır. 'Sabaha çıktığınızda’ sözünden maksat da sabah namazıdır. Aşiyyen kelimesinden maksat, ikindi namazıdır.  'Öğle vakti geldiğinde' ibaresinden maksat da öğle namazıdır.
اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
"Şüphesiz namaz, mü'minlere muayyen vakitlerde farz kılınmıştır." (Nisa/103)
Ayrıca: 
Kur'ân-ı Kerîm'de daha önceki ümmetlerde de namaz ibadeti bulunduğu, meselâ Yahudilere namazın emredildiği (Bakara/43,177; Nisa/77,162; Maide/12); Hz. İbrahim'in kıldığı namazın kabulü için dua ettiği (En'am/162); Hz. Lokman'ın oğluna namaz kılmayı öğütlediği (Lokman/17); Hz. Adem, Hz. Nuh ve Hz. İbrahim'den sonra namazı terk eden nesil geldiği (Meryem/59); Hz. Musa'ya namaz kılmanın emredildiği (Tâhâ/14); Hz. Zekeriya'nın namaz kıldığı (Âl-i İmrân/39); Hz. İsa'nın beşikte konuşurken, namaz kılmasının emredildiğini söylediği (Meryem/31); Hz. İsmail'in ehline namaz kılmayı emrettiği (Meryem/55); Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. İshak ve Hz. Ya'kub'un salih birer kul olduğu belir¬tildikten sonra namaz kılmalarının kendilerine vahyedildiği (Enbiya/73) ifade edilir. (Muharref Yahudilik ve Hristiyanlık ile Hinduizm'de namaz konusunda bkz. Nedvî, Dört Rükün, s. 79-94)

İslâm'da Namaz: 
Hz. Peygamber'in ilk namazı, “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir.” (Müdessir1-3) âyetlerinin ışığında, tahminen kırküç yaşındayken Cebrail'in (a.s.) tarifiyle abdest alıp, önce kendisi, sonra Hz. Hatice ile birlikte kıldığı ifade edilir. Hatta el-Cassas, ilk namazı Cebrail'in imam olarak ve fecr-i sâdığın doğuşuna yakın zamanda kıldırdığını nakleder (Ahkâmu'l-Kur'ân, II/268). Bundan sonra, İslâm'ın yayılmasıyla birlikte, önceleri gizli, hatta böyle bir yer bulunmayınca şehir dışındaki izbe yerlerde namaz kılındı. (Vecdi Akyüz-Mukayeseli İbadetler İlmihali)
Hadîsten delili ise, yukarıda geçen İsra Hadîsinden başka şu hadîslerdir: Hz. Muhammed (a.s.v.), Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken şöyle buyurmuştur: “ Onları, önce Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmeye çağır. Eğer onlar buna itaat ederlerse onlara şunu bildir: Allah onların üzerine her gün ve gecede beş vakit namazı farz kılmıştır” (Buharî/1331; Müslim/19)
Bir bedevi, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e namaz hususunda sorduğunda, Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Bir gün, bir gecede beş vakit namaz farzdır' dedi. 'Üzerime bundan başkası da olacak mı?' dediğinde, Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Hayır, meğer ki kendiliğinden kılasın' buyurdu. (Buharî/46; Müslim/11)

Namazın Dindeki Yeri
Namaz, bedenî ibadetlerin en üstünüdür, bir kişi Hz. Muhammed (a.s.v.)'e, ibadetlerin en üstününün hangisi olduğunu sorunca, Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle dedi: “İbadetlerin en üstünü namazdır.
- Sonra hangisi?
- Namaz.
- Sonra hangisi?
- Namaz.” (İbn Hibban/258)
Bir Müslüman iki vakit namazı, güzel bir şekilde eda ederse, o, iki namaz arasındaki günahlara kefaret olur. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ beş vakit namaz vasıtasıyla hataları siler.” (Buharî/505) 
“Allah'ın emrettiği gibi abdesti tam alıp da şu beş vakit namazı kılan hiçbir Müslüman yoktur ki bu namazlar, aralarındaki günahlar için birer kefaret olmasın.” (Müslim/231, (Hz. Osman'dan)
Nitekim, tembellik nedeniyle namaz hususunda gevşeklik gösteren bir kimsenin, böyle devam ettiği takdirde küfre girmesi söz konusu olduğu gibi -daha önce söylediğimiz gibi- namaza devam etmesi de imanını besler. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Namazı kasten terk etmeyin. Çünkü namazı kasten terk eden bir kimsenin üzerinden Allah ve Rasûlü'nün zimmeti beri olur.” (İmam Ahmed, VI/421, V/338)
* Şunu bilmemiz lazımdır ki, Namaz kılmaktan maksat kalbin, Allah'ın azamet ve yüceliğini bilip, onu her zaman hatırlamak. Ve dolayısıyla verdiği emir ve nehiylerin yanında durmaktır.
Kur'an-ı Kerim buna işaret edip buyuruyor:
 اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَآءِ وَالْمُنْكَرِ 
"Şüphesiz namaz, fuhuş ve münkeri önler." (Ankebut/45)
Gaflet ile kılınan namaz, sahibine fayda vermediği gibi Allah'ü Azimüşşan da onu kabul etmez. 

NAMAZIN VACİP OLMA ŞARTLARI: 
Namazın vûcub şartları altıdır:
       1- Müslüman olmak. Müslüman olmayan kimseye namaz farz değildir. Çünkü namaz, imana dayanan bir farizedir. Bunun için bir kâfir Müslüman olursa küfür hayatında kılmadığı namazları kaza etmekle mükellef değildir. 
Cenab-ı Hak buyuruyor:
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوٓا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَ
   "Sen kâfirlere de ki: Onlar küfürden vaz geçseler, geçmiş günahları afv olunacaktır." (Enfal/38)
         Yalnız mürted olan kimseye namaz farz olduğu gibi, İslâm'a döndükten sonra, riddet zamanında kılmadığı namazları kaza etmesi lâzımdır. Bir kimse mürted olduktan sonra delirirse kendine geldiği takdirde delilik müddetinde geçen namazları kaza edecektir.
          2- Bâliğ olmak. Çocuk olup, haddi bûluğa varmamış olan kimseye namaz farz değildir.
Büluğ, ya onbeş seneyi tamamlamak veya ihtilam olmak veya âdet görmekle olur. Ancak yedi yaşını tamamlayıp temyiz çağına eren erkek ve kız çocukları, alışmaları için namaz kılmakla emredilirler. On yaşına geldikten sonra namaza devam etmezlerse hafifçe dövmek sûretiyle ikaz edilirler. Oruç ve İslâm'ın sair âdapları namaz gibidirler. 
             Resûlullah (a.s.v.) buyuruyor:
مُرُو الصَّبِىَّ بِالصَّلَاةِ اِذَا بَلَغَ سَبْعَ سِنِينَ وَاِذَا بَلَغَ عَشْرَ سِنِينَ فَاضْرِبُوهُ عَلَيْهَا
      "Yedi yaşına gelen çocuğa namaz kılmayı emrediniz. On yaşını tamamlayınca (namaz kılmazsa) onu döğünüz."
         3- Akıllı olmak. Baygın, deli ve cebren kendisine içki içirilip sarhoş olmuş kimseye namaz farz değildir.
      4- Tâhir olmak. Ay başında veya nifasta bulunan kadına namaz farz değildir. Bir kadın ilaç kullanmakla hayızlı olur veya doğum zamanı gelmeden evvel çocuğunu aldırırsa hayız ve nifas müddetinde geçen namazları kaza etmez. Yine bir ilaç ile hayzını erteletirse normal olarak namaz ve tavafını eda edecektir.
      5- Göz, kulak ve dil gibi uzuvların sâlim olması. Bir kimse âma, sağır ve dilsiz olarak halk edilirse, namaz gibi ibadetlerle mükellef değildir.
         6- İslam davetini duymuş olmak. İslam’dan haberi olmayan kimseye namaz farz değildir.
      Namaz, vaktinin çıkışına bir an kalmış ve yukarıda zikrettiğimiz maniler de zail olmuşlarsa namaz vacip olur. Ayrıca öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını "cem'i takdim ve te'hir" olarak kılmak caiz olduğundan, ikindi vakti öğle için, yatsı vakti akşam için vakit sayıldığından, ikindi veya yatsı namazının vaktinin çıkışına bir an kalmış ve o maniler zail olmuşsa, ikindi ile beraber öğle, yatsı ile beraber akşam namazları vacip olur.
      Namazda iken veya namazı kıldıktan hemen sonra baliğ olan kimse namazını iade etmeden tamamlar. Vakit girdikten sonra, namaz kılacak kadar zaman bulduğu halde namaz kılmadan deliren kimse veya kendisine âdet gelen kadın, mâni zail olunca o namazı kaza etmeye mecburdur. * (Büyük Şafii İlmihali - Halil GÜNENÇ)
Soru -Dilsiz ve sağır olan Müslümana namaz ve oruç farz mıdır?
Cevap: Dilsiz ve sağır olan Müslüman, akıllı ve buluğ çağına girmiş ise, mükellef olmanın şartlarını taşıdığı için, diğer ibadetler gibi, namaz ve oruçla da mükelleftir. Ancak dilsizler,  namaza kalben niyyet ederek başlarlar. Namazın içindeki farzlardan olan kıraat yani Kur'an okumak ise bu halleri özür olduğu için onlara farz değildir. (Halil Günenç- Fetvalar-152)

        Namazı Terk etmenin Hükmü
Resûlullah (a.s.v.) namazı terk eden kimsenin hakkında şöyle buyuruyor:
لَا سَهْمَ فِى اْلاِسْلَامِ لِمَنْ لَا صَلَاةَ لَهُ
"Namazı olmayan kimsenin İslâm’da payı yoktur." (Heysemî/I.295; İbn-i Sa’d/III,35; Muvatta, Tahâret/51)
Namazı terk eden bir kimse ya tembelliğinden, ya inkâr ettiğinden veya hafife aldığından ötürü terk eder. Namazı, farziyetini inkâr ederek veya hafife alarak terk eden bir kimse kâfir olur. Hâkimin onu tevbeye davet etmesi farzdır. Eğer tevbe edip namazı kılarsa bir mesele kalmaz, ancak tevbe etmezse; mürted (dinden çıkan) olduğundan ötürü öldürülür. İrtidat (dinden dönem) nedeniyle öldürülen kişinin yıkanması, kefenlenmesi, namazının kılınması ve Müslüman mezarlığına defnedilmesi caiz değildir. Çünkü o kişi artık Müslümanlardan kabul edilmemektedir.
Namazın farziyetine inandığı halde, tembellik nedeniyle namazı terk eden kimseyi hâkimin, namazlarını kaza etmeye ve terk ettiğinden ötürü tevbeye davet etmesi gerekir. Eğer namazlarını kaza etmeye yanaşmazsa öldürülmesi gerekir. Onu öldürmek, asi Müslümanları öldürmek için meşru kılman cezaların kapsamına girer. Ayrıca bu, terk edilmesi nedeniyle savaş açılan bir farzı terk etmenin cezasıdır. Fakat bu nedenle öldürülen bir kimse Müslüman kabul edilerek kendisine teçhiz, tekfin, defin ve miras hususunda Müslüman muamelesi yapılır. 
   . Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: 
اُمِرْتُ اَنْ اُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا اَنْ لَآ اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ فَاِذَا فَعَلُوا ذٰلِكَ عَصِمُوا مِنِّى دِمَاءَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ اِلَّا بِحَقِّ اْلاِسْلَامِ وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللّٰهِ
"Şehadet edip namaz kılana ve zekât verene kadar, insanlarla savaş etmeğe emrolundum. Bunları yaptıklarında, İslâm’ın hakkı müstesna, kan ve mallarını benden korumuş olacaklardır. Hesapları ise Allah'a aittir." (Buhari-Müslim)
“Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet edinceye ve namazı kılıp zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı hariçtir ve hesapları da Allah'a aittir.” (Buharî/25; Müsim/22, (İbn Ömer'den)
Bu hadîs Lâilahe İllallah Muhammed'ur-rasûlullah dediği halde namaz kılmayan kimselerle savaşılması gerektiğine delâlet eder. Ancak böyle kimseler kâfir sayılmazlar. 
Bunun delili şu hadîstir: “Kim Allah'ın kulları üzerine farz kıldığı beş vakit namazı, hakkına riayet ederek kılarsa, Allah onu cennet'e koymaya söz vermiştir. Kim de onları kılmazsa, Allah katında onun hiçbir ahdi yoktur; dilerse azap eder, dilerse cennet'e sokar.” (Ebu Dâvud/1420 ve başka muhaddisler, (Ubade b. Samit'ten)
Bu hadîs, namazı terk eden bir kimsenin kâfir olmadığına delâlet eder. Zira namazı terk etmekle kâfir olunsaydı Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Allah dilerse azap eder, dilerse cennet'e sokar' demezdi. Çünkü kâfir asla cennet'e giremez. O halde buradaki namazı terk etme, tembellik nedeniyle terk etmeye hamledilir. Böylece deliller arasında da tenakuz söz konusu olmaz. 
Yine Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kişi ile küfür ve şirk arasında namazın terki vardır.” (Müslim /82 ve başka muhaddisler (Cabirden)
Buradaki terk, namazın farziyetini inkâr ederek veya namazı hafife alarak terk etmedir.

* Farz Namazlar
Mükellef olan her Müslümana farz olan namazlar sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır. Bu namazlar, Hz. Muhammed (a.s.v.)’in Beyt’ül-Makdis’e, oradan da semaya çıkarıldığı gecede farz kılınmıştır. Allah Teâlâ, peygamberine ve diğer Müslümanlara bir gün bir gecede elli vakit namaz farz kıldı. Sonra beş vakte düşünceye kadar tahfif etti. Beş vakit namaz kılınır, fakat elli vakit namaz ecri verilir.
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Ben Mekke’de iken evimin tavanı ayrıldı, Cebrail indi, sonra elimden tutarak beni en yakın semaya götürdü. Allah Teâlâ ümmetime 50 vakit namazı farz kıldı. Bunun üzerine tekrar Allah’a müracaat ettim. Allah ‘Onlar beş vakittir ve yine onlar elli vakittir. Benim nezdimde söz değişmez’ buyurdu.” (Buharî/342; Müslim/163)
Sahih görüşe göre İsra hâdisesi, Hz. Muhammed (a.s.v.) Mekke’den Medine’ye hicret etmeden 18 ay önce olmuştur. Durum böyle olunca beş vakit namaz, Hz. Muhammed (a.s.v.)’ın daha önce sabahları ve akşamları kıldığı iki vakit namazı nesh (ortadan kaldırma) etmiş oluyor.

        Farz Namazların Rekât Sayısı
Allah Teâlâ namazı Müslümanlara farz kıldığında Cebrail -daha önce de zikredildiği gibi- Hz. Muhammed (a.s.v.)’e gelerek namaz vakitlerinin başlangıcını, sonunu ve rekât sayılarını öğretti.
Bunlar şöyledir:
Sabah Namazı; İki rekâttır, iki kıyam ve bir teşehhüd ile kılınır.
Öğle Namazı; Dört rekâttır, iki teşehhüd ile kılınır. İlk teşehhüd ikinci rekâtın, ikinci teşehhüd ise namazın sonundadır.
İkindi Namazı; Dört rekâttır, öğle namazı gibi kılınır
Akşam namazı; Üç rekâttır ve iki teşehhüd’le kılınır. İlk teşehhüd ikinci rekâtın sonunda, ikinci teşehhüd ise üçüncü rekâtın sonundadır.
Yatsı Namazı; Dört rekâttır. Öğle ve ikindi namazları gibi kılınır.
Açıklama: 2 rekatlık Cuma namazı da farz kılınmıştır. Cuma namazı ileride ayrıntılı olarak ele alınacaktır. 

        Farz Namazların Vakitleri
Beş vakit namazın her birinin belli vakitleri, o vakitlerin de bir başlangıcı, bir de sonu vardır. Vaktin girişinden önce ve vakit çıktıktan sonra namaz kılmak caiz olmaz. 
“Şüphesiz ki namaz, mü’minlerin üzerine vakit(leri bel)li bir farzdır.” (Nisa/103)
Namaz, özel vakitlerle sınırlandırılmış bir farzdır. Sahih hadîslerde bildirildiğine göre beş vakit namaz farz kılındıktan sonra Cebrail gelerek namaz vakitlerini Hz. Muhammed (a.s.v.)’e öğretmiştir. (Ebu Dâvud/393; Tirmizî/149) Hz. Muhammed (a.s.v.) de hem söz, hem de fiiliyle namaz vakitlerini Müslümanlara öğretmiştir.
Ebu Musa el-Eş’arî şöyle rivayet ediyor: “Bir kişi Hz. Muhammed (a.s.v.)’e namaz vakitlerini sordu. Hz. Muhammed (a.s.v.) ona bir cevap vermedi. Sonra şafak söker sökmez sabah namazını kıldırdı. Neredeyse insanların birbirlerini tanıyamayacakları kadar karanlıktı. Sonra güneş tam tepeden batıya meylettiği zaman müezzine emretti ve öğle namazını kıldırdı. Öyle ki iyi bilen bir kişi ‘Gündüz yan olmuştur.” Derdi. Sonra güneş yüksekteyken ikindi namazını kıldırdı. Sonra güneş battığı zaman akşam namazını kıldırdı. Sonra şafak kaybolduğu zaman yatsı namazını kıldırdı. Ertesi gün sabah namazını o kadar geciktirdi ki namazdan çıkan biri ‘Güneş muhakkak doğmuştur’ yahut ‘hemen hemen doğmak üzeredir.’ Diyebilirdi. Sonra öğle namazını dünkü ikindi vaktine yakın bir zamana kadar tehir etti. Sonra ikindiyi o kadar geciktirdi ki namazdan çıkan bir kimse ‘güneş kıpkırmızı oldu’ derdi. Sonra şafağın kaybolma zamanı yaklaşıncaya kadar akşam namazını geri bıraktı. Sonra yatsı namazını gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar geciktirdi. Sonra sabah olunca soru soran kişiyi çağırdı ve ona ‘Namazların vakti şu iki vakit arasıdır’ dedi”. (Müslim/6l4 ve başka muhaddisler)
Burada mücmel kalan bazı noktaları açıklayan veya fazlalık getiren hadîsler de vardır. Bunları, aşağıda namazların vakitlerini tafsilatlı olarak anlatırken göreceğiz.
        a. Sabah Namazı
Sabah namazının vakti, fecr-i sadık'ın doğuşu ile başlar, güneşin doğuşuna kadar devam eder.              Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Sabah namazının vakti, fecrin doğuşundan başlar, güneşin çıkış zamanına kadar devam eder.” (Müslim/612)
        b. Öğle Namazı
Öğle namazının vakti, güneşin tam tepeden batıya doğru kaymaya başladığı zaman başlar. Bu vakte zeval vakti denir. Çünkü o vakitte doğuya doğru uzanan küçük gölgeler görünür. Ona zeval gölgesi denir. Öğle namazının vakti, her şeyin gölgesinin kendi boyuna ulaştığı zamana kadar devam eder. Zeval gölgesi de bu gölgeye dahildir. Çünkü o, öğle namazı vaktinin ilk belirtisidir.
      Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Öğle namazının vakti, güneşin batıya doğru kaymasıyla başlar. O zaman kişinin gölgesi boyu kadardır. İkindi girinceye kadar devam eder.” (Müslim/612) 
        c. İkindi Namazı
İkindi namazının başlama vakti, öğlenin sona erdiği zaman başlar. Güneş batıncaya kadar devam der. 
Şu hadîs buna delâlet eder: “Güneş batmadan önce ikindi namazının bir rekâtına yetişen kimse ikindi namazına yetişmiş demektir.” (Buharî/554; Müslim/608)
Fakat namazı, her şeyin gölgesinin iki misline ulaştığı zamana kadar ertelememek en güzelidir, zira hadîsten bu anlaşılmaktadır. 
Bir de Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu sözü vardır: “İkindi namazının vakti, güneş sapsarı oluncaya kadardır.” (Müslim/6l2) Bu hadîs, muhtar olan vakte hamledilir.
        d. Akşam Namazı
Akşam namazının vakti, güneşin batmasıyla başlar, kırmızı şafak kaybolup batı tarafında eseri kalmayıncaya kadar devam eder. Kırmızı şafak, güneş ışınlarından kalan noktalardır, güneş battığında doğu tarafında görülür. Sonra karanlık onu batıya doğru kaydırır. Karanlık yeryüzünü kaplayıp batı ufkuna uzandığında, kırmızı şafağın eseri ortadan kalktığında akşam namazının vakti sona ermiş, yatsı namazının vakti girmiş demektir. Vakitleri bildiren hadîs buna delâlet eder. 
Zira Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle demiştir: “Akşam namazının vakti, kızıllık düşünceye kadardır.” (Müslim/612)
         Resûlullah (a.s.v.) buyuruyor:  وَقْتُ الْمَغْرِبِ مَا لَمْ يَغِبِ الشَّفَقُ
"Akşam namazının vakti, şafağın batmadığı zamandır." Sarı veya beyaz şafağın zamanı akşam namazının zamanından sayılmaz. Bir kimse namaz vaktinde namaza başlar, vakit çıkıncaya kadar devam ederse namazı sahih olup, eda etmiş sayılır. 
        e. Yatsı Namazı
Yatsı namazının vakti, akşamın sona ermesiyle başlar, fecr-i sadık'ın doğuşuna kadar (imsak vaktine kadar) devam eder. Fakat en muhtar görüşe göre, gecenin üçte birinden daha fazla ertelenmemelidir. Fecr-i sadıktan maksat, doğu ufkuna yayılan bir ışıktır; bu ışık güneşin aksetmesiyle meydana gelir. Sonra yavaş yavaş göğe doğru yükselip güneşin doğusuyla tamamlanır.         Yatsı namazının başlama, sona erme ve muhtar olan vaktinin delili, vakitleri bildiren hadîsle birlikte bir de şu hadîstir: “Dikkat edin! Şu muhakkak ki uyku ile namaz kaçırmakta bir tefrit yoktur. Tefrit ancak diğer bir namaz vakti girinceye kadar namazını kılmayan kimse içindir.” (Müslim/681)
Bu hadîs, bir namaz vaktinin diğer namaz vakti girdiğinde sona erdiğine delâlet eder. Fakat sabah namazı bundan hariçtir. Zira sabah namazının vakti, öğle namazı vaktinin girmesiyle değil, güneşin doğmasıyla sona erer.
İşte bunlar, beş vakit namazın vakitleridir. Fakat namazları kasten vaktin sonuna bırakıp da vaktin genişliğini mazeret olarak ileri sürmemek gerekir. Çünkü böyle yapmak, namaz vaktinin çıkmasına sebep olabilir. Hatta bu gevşeklik namazı terk etmeye bile sebep olabilir. Sünnet olan, namazları vaktin başlangıcında kılmaktır.
Hz. Muhammed (a.s.v.)'e 'Amellerin en efdali hangisidir?' diye sorulduğunda 'Vaktinde kılınan namaz' diye cevap vermiştir. (Buharî/504; Müslim/85)
Namazın bir kısmı vakti içinde, bir kısmı da vakti dışında kılınırsa, o namaz, vakti içinde kılınmış sayılır. Aksi takdirde kaza edilmiş bir namaz sayılır. 
       Bunun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu hadîsleridir: 
مَنْ اَدْرَكَ رَكْعَةً مِنَ الصُّبْحِ قَبْلَ اَنْ تَطْلُعَ الشَّمْسُ فَقَدْ اَدْرَكَ الصُّبْحَ وَمَنْ اَدْرَكَ رَكْعَةً مِنَ الْعَصْرِ قَبْلَ اَنْ تَغْرُبَ الشَّمْسُ فَقَدْ اَدْرَكَ الْعَصْرَ
“Kim güneş doğmadan sabah namazının bir rekâtına yetişirse, o, sabah namazına yetişmiştir. Kim güneş batmadan Önce ikindi namazının bir rekâtına yetişirse ikindi namazına yetişmiştir.” (Buharî/554; Müslim/608)
“Bir namazın bir rekâtına yetişen kimse, o namaza yetişmiştir.” (Buharî/555; Müslim/607)

        Kutuplara yakın yerlerde yaşayan Müslümanlar İçin Namaz Vakitleri Nasıl tespit edilir? 
Bu işi görüşmek için 1980 yılında Belçika'da İslam ülkelerinden alimlerin katıldığı bir toplantı akdedildi. Türkiye'den giden heyette ben de vardım. Müzakere neticesinde konferansa katılanlar özetle aşağıdaki karara varmışlardır: Toplantıya katılanlar; gece boyunca hiç şafağın batmadığı veya çok uzadığı 45 enlem dairesinden sonra bölgelerde yaşayan Müslümanların durumu ve içinde bulundukları ağır şartları tetkik ederek incelediler. Yatsı namazını eda etmek için her sene aylarca geceleyin uzun zaman beklemek sağlıklarına büyük zarar vereceği gibi işlerine de zarar verecektir. Halbuki İslam dini kolaylık dinidir. İbadet ve taatta meşekkat olduğu zaman kolaylaştırıcı hükümler getirir. Bunun için hasta ve benzeri kimselerin durumunu nazar-ı itibara alarak onlar için cem'i takdim ve te'hir ile (Şafii, Hanbeli ve Maliki mezhebin de olduğu gibi) namaz kılmalarına müsaade etti. Bu ülkelerde yaşayanların şafak meselesi hususundaki durumları, hasta ve misafir gibi kimselerin durumundan az ağır değildir. Konferansa katılan zevat da buna kıyas ederek bu bölgelerde yaşayan Müslümanların cem'i takdim ile namaz kılmalarının caiz olduğuna kanaat getirdiler. Ancak, yatsı namazını cemaat ile eda etmek kastıyla ve "normal olmayan memleketlerde, normal memleketlerin namaz vakitleri ölçü olarak alınacak" diyen zevata uyarak bu bölgeler için yatsı namazı hususun da İslam'ın merkezi ve mutedil oluşu dolayısıyla Mekke'yi kıstas olarak kabul ettiler… Yalnız şafak battığı takdirde imkan varsa onun batışını bekleyip yatsı namazını kılmak daha efdaldir.  (Halil Günenç-Fetvalar) 

        Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler
Namaz kılmanın tahrimen mekruh olduğu vakitler şunlardır:
1- Cuma günü hariç, güneş tam tepedeyken ve sabah namazından sonra güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılmak tahrimen mekruhtur.
2- İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmak da tahrimen mekruhtur.
Bu vakitlerde namaz kılmanın tahrimen mekruh olduğunun delili şu hadîstir: 
           Ukbe b. Âmir el-Cühenî şöyle demektedir: 
ثَلَاثُ سَاعَاتٍ كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَانَا اَنْ نُصَلِّيَ فِيهِنَّ وَاَنْ نَقْبُرَ فِيهِنَّ مَوْتَانَا حِينَ تَطْلُعُ الشَّمْسُ بَازِغَةً حَتَّى تَرْتَفِعَ وَحِينَ يَقُومُ قَائِمَةُ الظَّهِيرَةِ حَتَّى تَمِيلَ الشَّمْسُ وَحِينَ تُضِيفُ لِلْغُرُوبِ
"Resulullah (a.s.v.) üç vakitte bizi namaz kılmaktan ve ölülerimizi gömmekten nehyetti: Güneş doğmaya başladığından bir mızrak boyu yükselinceye kadar, güneş tam tepeden biraz batıya meyledinceye kadar, güneş batmaya meyledip batıncaya kadar..." (Müslim/831)
Bu kerahat, sebepsiz kılınan namaz ve kasten gömülen ölü için söz konusudur. Fakat kendiliğinden o vakitlere rastlayan cenaze için, kaza namazı, mescit namazı gibi namazlar için kerahat söz konusu değildir. (Ayrıca, kaza namazları ile vakit namazları arasındaki tertibi gözetmek şart değildir, yalnızca iki durumda sünnet olur: Vaktin elverişliliği ve kaza namazını hatırlamak.)
Bunları, bu sebeplerden ötürü o vakitlerde kılmanın mekruh olmadığının delili şu hadîstir: “Kim bir namazı (kılmayı) unutursa, onu, hatırladığında kılsın. Onun bundan başka kefareti yoktur.”; 'Beni hatırlamak için namaz kıl!' (Tâhâ/14) (Buharî/572; Müslim 684, (Enes'ten)
Hz. Muhammed (a.s.v.)'in 'Onu hatırladığında kılsın' sözü, hatırladığı zamanın o namazın meşru vakti olduğuna delâlet eder. Bazen kazaya kalan namaz, mekruh olan vakitlerde hatırlanabilir. Bu nedenle kazaya kalan namazın bu vakitlerde kılınmasının bu yasaktan istisna edildiğine delâlet eder.
Ümmü Seleme şöyle diyor: Hz. Muhammed (a.s.v.) ikindi namazından sonra iki rekât namaz kıldı. Onun ne namazı olduğunu sordum. Bana 'Ey Ebu Umeyye'nin kızı! İkindi namazından sonra kıldığım iki rekâttan sual etmiştin, bunun sebebi şudur: Bana Abdulkays kabilesinden bazı kimseler (İslâm'a girmek için) gelmişlerdi. Bunlar, şu öğle namazından sonraki iki rekât (nafile) namazdan beni meşgul edip alıkoymuşlardı. Bu kıldığım iki rekât namaz, öğlenin o iki rekât son sünnetidir' dedi.” (Buharî/1176; Müslim/834)
Hanefî, Şafiî ve Mâliki mezhebine göre, ikindi namazından sonra nafile namaz kılmak mekruhtur. İkindi vaktinden sonra namaz kılmanın mekruh olduğunu, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in ikindiden sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmayı yasaklamasından anlıyoruz. (Buharî/56l; Müslim/827) 
Sebepleri olan diğer namazlar da kazaya kalmış namaza kıyas edilmiştir. Bu mutlak nehiyden Mekke haremi hariçtir; Mekke hareminde her vakitte her türlü namaz kılınabilir. Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey Abdimenaf oğulları! Şu Kabe'yi ziyaret eden hiç kimseyi, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde tavaf etmekten ve namaz kılmaktan menetmeyin.” (Tirmizî/868; Ebu Dâvud/1894) 

* Şafiiler dediler ki: Namazın vakitleri sekiz kısma ayrılır:
1. Fazilet vakti: Bu, vaktin başlangıcından itibaren kırkbeş dakika sonrasına kadar devam eder. Bu süre içinde kişi, namazın sebepleri olan taharetini tamamlayabilir. Buna fazîlet vakti denmesinin sebebi, bu süre içinde kılman namazın bilâhare kılınacak olan namazlara nisbetle daha faziletli olmasından ötürüdür. Bu süre, bütün namaz vakitlerinde mevcuttur.
2. İhtiyarî vakit: Bu da vaktin girişinden başlayıp, vaktin sonundan, namaz kılacak kadarlık bir süre öncesine dek devam eder. Bu süre içinde kılman namazlar, daha sonra kılınan namazlardan daha faziletli olurlar. Ancak daha önce kılman namazlara nisbetle daha az faziletlidir. İhtiyarî vakit denmesinin sebebi, kendisinden sonraki vakte nisbetle tercih edilmesinden ötürüdür. Bu vakit öğle namazında, ikindi vaktinden önce öğle namazı kılınabilecek bir vakte dek devam eder. Yine bu vakit, ikindide, her şeyin gölgesinin iki misline varmasına kadar devam eder. Akşam namazında da fazîlet vaktinin sona ermesine kadar devam eder. Yatsı namazında da gecenin ilk üçte birinin sona ermesine kadar devam eder. Sabah namazında ortalığın aydınlanmasına kadar devam eder.
3. Kerâhetsiz olarak caiz olma vakti: Bu da ihtiyarî vakte eşit bir vakit olması nedeniyle onun hükmüne tâbidir. Ancak bu vakit ikindide, güneşin sararmasına kadar devam eder. Yatsıda fecr-i kâzibin doğmasına kadar devam eder. Sabah namazında da gün doğuşundan önceki kızıllığa kadar devam eder.
4. Haram vakit: Bu, namaz vaktinin sonunda, namaz kılacak kadar bir sürenin kalmadığı vakittir. Ki bu daha Önce de anlatılmıştır.
5. Zaruret vakti: Bu, kendisinden hayız, nifas, delirme, bayılma ve benzeri hallerin kalktığı kişi için muteber olan vaktin sonudur. Bu süre, kişinin iftitah tekbirine yetecek kadar olan bir süredir. Bu durumda vaktin çıkmasıyla da namaz, kişinin zimmetinde kalır ve kaza etmesi vâcib olur. Sözünü ettiğimiz bu özürler, vaktin sonunda kişinin üzerinden kalkar da iftitah tekbirini alacak kadar bir süre kalırsa bu kişinin o namazı ve onunla birlikte cem-i tehir yapmış olduğu namazı kaza etmesi vâcib olur. 
Meselâ öğle namazım özür nedeniyle kılamamış, ikindinin de son vaktinde iftitah tekbirini alacak kadar bir zaman kalmaması anında özür gitmişse bu durumda hem öğle, hem ikindi namazlarını kaza etmesi vâcib olur. Yine aynı şekilde akşam ve yatsı namazları için de bu hüküm söz konusudur. Yalnız cem-i tehir yapılan bu iki namazın bir arada kaza edilmeleri için ikinci vaktin sonunda abdest alıp iki namazı kılacak kadar bir sürenin mevcut olması şarttır. Diyelim ki: Hayız hali ikindi vaktinin sonunda ortadan kalkmışsa bu kadının öğlen ve ikindi namazını, akşam namazı vaktinde kılması vâcib olur.
Tabiî bu hayzın kesilmesi hem öğle, hem ikindi ve hem de akşam namazını kılmak için gerekli temizliği yapıp ve bu namazları kılmaya yetecek bir zamanın olması da gerekir.
6. İdrâk vakti: Bu da vaktin başlangıcıyla maninin meydana gelmesi arasında mahsur kalan vakittir.
Örneğin bir kadın, namaz vaktinin girmesinden itibaren abdest alıp namaz kılacak kadar bir süre geçer de abdest alıp namaz kılmazsa ve hayız kanaması da başlarsa temizlendikten sonra bu namazı kaza etmesi vâcib olur.
7. Özür vakti: Bu da sözgelimi sefer hâlinde öğle ile ikindi veya akşamla yatsı namazları arasında cem-i takdîm veya cem-i te'hîr etme vaktidir.
8. Kerahetle beraber caiz olma vakti: Bu vakit, öğle namazı için söz konusu olmaz. İkindi namazında bu vaktin başlangıcı, güneşin sararmasından itibaren başlar. Vaktin sonunda namaz kılacak kadar bir sürenin kalmamasına dek devam eder. Akşam namazında ise bunun başlangıcı, vaktin girişinden kırkbeş dakika sonra başlar. Yatsıdan önce, akşam namazını kılacak kadar bir sürenin kalmasına dek devam eder. Yatsı namazındaysa bu vaktin başlangıcı, fecr-i kâzibin doğmasından itibaren başlayıp fecr-i sâdıktan önce yatsı namazını kılabilecek kadar bir sürenin kalmasına dek devam eder. Sabah namazındaysa bu vakit, güneşin doğuşundan önceki kızıllığın görünmesinden itibaren başlar. Güneşin doğuşundan önce sabah namazını kılabilecek kadar bir sürenin kalmasına dek devam eder. 

Fazîlet vaktinde namaz kılmanın müstehab oluşundan bazı hususlar istisna edilmiştir. Şöyle ki:
a. Sıcak mıntıkalarda öğle namazını fazîlet vaktinde 
kılmayıp, duvarların gölgelerinin yere vurmasına kadar tehir etmek mendub olur. Cemaatle mescitte namaz kılmak isteyen kişi bunu yapabilir. Yine aynı şekilde mescid, çok uzak olduğu; oraya gidildiği takdirde insandaki huşûun mükemmelliğinin erimesinden korkarak namazını tek başına kılmak isteyen kişi de öğle namazını serin vakte kadar erteleyebilir.
b. Cemaati bekleyen kişinin de namazı fazîlet vaktinde kılmayıp tehir etmesi mendub olur.
c. Vaktin başlangıcında abdest almak için su bulamamış olan kişinin abdest nedeniyle namazı geciktirmesi de böyledir.
d. Haccın fevtinden veya ölünün dağılıp parçalan-masından korkulduğu takdirde veya boğulmakta olan birini kurtarmak gibi amaçlarla namazı tamamen vaktinden çıkarmak bazen vâcib bile olmaktadır.* (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I)
Farz Namazı İade (Kaza) Etmek
Küçük çocuklara ve delilere namaz farz değildir. Çünkü çocuklar ve deliler mükellef değildir. Hayızlı ve nifaslı kadınlara da namaz farz değildir. Çünkü bu durumda iken namaz kılmaları sahih olmaz; onlarda namaza mâni olan abdestsizlik hali mevcuttur.
Kâfir, Müslüman olduğu zaman küfürdeyken geçen namazları kaza etmekle mükellef değildir. Şeriat bunu, dine teşvik etmek amacıyla böyle bir hükme bağlamıştır.
Kâfirlere de ki: 'Eğer (küfürden) vazgeçerlerse geçmiş (günah)ları bağışlanır” (Enfal/38)
Ancak mürted olan bundan müstesnadır. Onun, tekrar İslâm'a döndükten sonra, irtidat zamanında geçirdiği namazları ceza olarak kaza etmesi farzdır. 
Şâfii'ye göre, namaz vaktin başında, yani namaz kılabilecek kadar bir süre geçtikten sonra farz olduğu için, bu süreden sonra âdet görmeye başlayan kadın söz konusu vakit namazını kaza eder. Adeti biten kadın, güneşin batmasına bir rekat kılacak -ikinci görüşüne göre tekbir alacak- kadarlık bir zaman kalırsa hem öğleyi, hem de ikindiyi kılmak gerekir.
Kadınların hayızh ve nifaslı iken geçirdikleri namazları kaza etmeleri farz değildir. Çünkü bu namazları kaza etmeyi farz kılmak, kadınlara meşakkat olur. 
Delinin de delilik zamanında kılmadığı namazları kaza etmesi vacip değildir. Baygın olan kimsenin de durumu aynıdır. 
Bunun delili şu hadîstir: “Kalem (mesuliyet) üç kişiden kaldırılmıştır: Baliğ oluncaya kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, akıllanıncaya kadar deliden.” (Ebu Dâvud/4403 ve başka muhaddisler)
Hadîs, deli hakkında varid olmuştur. Aklı, herhangi bir sebepten ötürü zayi olanlar da deliye kıyas edilmiştir. Uykuda olduğu için namazı kaçıran bir kimseye, namazı kaza etmesinin vacip olduğu daha önce geçen şu hadîsten anlaşılmaktadır: “Kim bir namazı, unutarak veya uyuduğu için kaçırırsa, hatırladığı zaman onu kılsın.” Çocuk yedi yaşını doldurduktan sonra, ona, alışkanlık kazanması için namaz kılmayı emretmek vaciptir. On yaşında iken namazı terk ederse dövülmelidir.  
şöyle buyurmuştur:
مُرُو الصَّبِىَّ بِالصَّلَاةِ اِذَا بَلَغَ سَبْعَ سِنِينَ وَاِذَا بَلَغَ عَشْرَ سِنِينَ فَاضْرِبُوهُ عَلَيْهَا
Çocuk yedi yaşına geldiğinde ona namaz kılmasını emredin. On yaşına geldiğinde namazı terk ederse onu dövün.” (Ebu Dâvud/494; Tirmizî/407. (Tİrmizi sahih-hasen demiştir)

NAMAZIN FARZ OLMA ŞARTLARI
* Namazla ilgili olarak bazı sıhhat şartları vardır ki; bunlar olmaksızın namaz sahîh olmaz., Namazla ilgili bazı şartları da vardır ki; bunlar olmayınca namaz kişiye farz olmaz. Şafii Mezhebinde namazın şartları vücûb (farz olması için gereken şartlar) ve sıhhat yönünden sahih olma şartları olmak üzere iki kısma ayrılır.
a. Namazın farz olması için gereken (vacip) şartlar altıdır:
1. Peygamber (s.a.v.)in çağrısının yükümlüye ulaşmış olması.
2. İslâmiyet. Kâfirin namaz kılması vâcib değildir. Bununla beraber kâfirlik azabına ek olarak namazdan ötürü de azap çekecektir. Kâfirler namaz kılmaları hâlinde bu namazları geçersiz olur. Çünkü İslâmiyet aynı zamanda namaz için bir sıhhat şartı olarak kabul edilmektedir. 
Yine bunun gibi İslâmiyet'ten irtidat edip küfre giren kişi de namaz vecîbesiyle yükümlüdür. Çünkü o, ilk durumu itibarıyla Müslümandır.
3. Akıllı olmak.
4. Baliğ olmak. Buluğ zamanı, erkeğin ihtilam olmasıyla bilinir.
5. Hayız ve nifastan uzak bulunmak. * (Abdurrahman Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)
b. Namazın Sıhhat Yönünden Sahih Olmasının Şartları
Bir şeyin şartı, onun varlığına temel teşkil eden şeydir. Ancak o şart, hiçbir zaman meşrutun bir parçası değildir. Buna misal olarak bitkileri ele alabiliriz. Bitkinin yeryüzünde var olabilmesi için yağmur şarttır. Fakat yağmur, bitkinin bir parçası değildir. O halde yağmur, bitkinin varlığı için şarttır. İmam Şafii'ye göre namazın sahih olmasının şartları şu dört şeyde toplanır.

1. Taharet
Daha önce Taharet bahsinde taharetin anlamını belirtmiştik. Taharetin birçok çeşidi vardır. Namazın sahih olması için onların tamamının olması şarttır. Bunlar aşağıda zikredilmiştir:
a. Beden, hadesten temiz olmalıdır. Öyleyse abdesti olmayanın namazı sahih olmaz. Bu abdestsizlik, ister küçük hades'ten (abdestsizlikten), ister büyük hades'ten (cünüplükten) olsun hüküm aynıdır. 
Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Taharetsiz hiçbir namaz kabul edilmez.” (Müslim/224)
b. Beden, necasetten temiz olmalıdır. Necasetin ne olduğunu ve çeşitlerini Taharet bahsinde anlatmıştık. Bunun delili Hz. Muhammed (a.s.v.)'in, kabirlerinde azap gören iki kişi hakkındaki şu hadîsidir: “Onlardan biri de sidikten sakınmazdı.” (Buharî/215; Müslim/292)
Diğer necasetler de sidik gibidir. Hz. Muhammed (a.s.v.), Fatıma binti Ebî Hubeyş'e şöyle demiştir: “Hayız gördüğünde namazı bırak. Hayız kesildikten sonra yıkan ve namazını kıl.” (Buharî/266; Müslim/333)
c. Elbiselerin necasetten temiz olması Sadece bedenin necasetten temiz olması yeterli değildir. Bedende bulunan elbiselerin de bütün necasetlerden temiz olması gerekir. Bunun delili de 'Elbiseni temizle’ (Müddessir/4) ayetidir. 
Ebu Hüreyre şöyle rivayet ediyor: “Havle binti Yesar, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e gelerek şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Benim bir tane elbisem var, o sırtımda iken hayız görüyorum, ne yapayım?
- Hayızdan kesildiğin zaman elbiseni yıka ve namazını kıl.
- Yıkamakla kan çıkmazsa, o zaman ne yapayım?
- Kanı yıkaman yeterli, izinin kalması zarar vermez.” (Ebu Dâvud/365)

Soru-Ayakkabı ile namaz kılmak caiz midir?
  Cevap: Ayakkabı temiz olursa onunla namaz kılmak caizdir. Ve bilfiil bugün Türkiye'nin her tarafında cenaze namazı ayakkabıyla kılınıyor. Çünkü cenaze namazıyla diğer namazlar arasında fark yoktur. Ebu Mesleme şöyle diyor: Enes bin Malik'e (ra) Peygamber (s av) ayakkabıyla namaz kılar mıydı? Diye sordum. Enes : "Evet" dedi (Tirmizi).
Yine Şeddad bin Evs dedi ki: Peygamber (s av) şöyle buyurdu: Yahudilere benzemeyiniz, onlar ayakkabı ve mestleriyle namaz kılmazlar (Ebu Davud). Ancak ayakkabı temiz olmazsa; ne vakit namazı, ne de cenaze namazı onunla kılınmaz. (Halil Günenç-Fetvalar-179)
d. Mekân, necasetten temiz olmalıdır.
Mekândan maksat, musallinin namaz kıldığı yerdir. Mekâna, ayakların bastığı ve secde edilen yer de dahildir. Buraların da namaz esnasında necasetten temiz olması gerekir. Bedene dokunmadığı müddetçe necasetin varlığı zarar vermez. Bunun delili, bedevinin mescide bevlettiği zaman Hz. Muhammed (a.s.v.)'in 'Onun üzerine su dökün' (Buharî/217) demesidir. Ayrıca mekânı, elbiseye de kıyas ediyoruz. Çünkü mekân da elbise gibi, namaz kılanın bedenine temas etmektedir.

2. Vaktin Girdiğini Bilmek
Daha önce her farz namazın belli bir vakti olduğunu ve namazın o vakitte kılınmasının farz olduğunu söylemiştik. Ancak namazın vaktinde kılınması da yeterli değildir. Namaz kılan kişinin namaza başlamadan önce vaktin girdiğini de bilmesi gerekir. Bu bakımdan vaktin girdiğini bilmeyen kimsenin namazı -vaktinde kılsa dahi- sahih olmaz.
Vaktin Bilinmesinin Keyfiyeti
Namaz vaktinin girdiği şu üç şeyle bilinir: 
a. Kesin ilim, 
b. İctihad (Gölge gibi birtakım zannî delillere dayanarak vaktin girdiğini takdir etmek.) 
c. Taklid, Namaz vaktini ve vaktin girdiğini gösteren delilleri, kesin ilim veya ictihad ile bilmeyen kimsenin, namaz vaktini kesin ilim veya ictihat ile bilen kimseyi taklit etmesidir.
Vaktin Dışında Kılınan Namazın Hükmü
Namaz kılan kişi namazı vaktinden önce kıldığını anlarsa, namaz sahih olmaz; tekrar kılınması farzdır. İster ilme, ister içtihada, isterse de tahmine dayansın hüküm değişmez.

3. Setr-i Avret (Avret bölgesinin örtülmesi)
Setr-i avret, namazın sahih olma şartlarının üçüncüsüdür. 
a. Avret; Şer'an örtülmesi vacip olan veya bakılması haram olan bedenin kısımlarına avret denir.
b. Namazda setr-i avretin sınırı
Erkek için avret'in sınırı, göbekle diz kapakları arasıdır. (Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine, göre göbekle dizkapağı arası avrettir. Bu ikisiyse avret sayılmaz; ancak bunların da örtülmesi zarurîdir. Hanefî Mezhebine göre ise dizkapağı da avret sayılır.) Bu nedenle namazda göbekle diz kapaklarının arası kapatılmalıdır. 
Kadın için avret'in sınırı ise, eller ve yüz hariç bütün bedendir. Dolayısıyla namazda bütün bedenin örtülmesi vaciptir. 
“Ey Ademoğulları! Her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiselerinizi (üzerinize) alın.” (A'raf/31)
İbn Abbas ayette geçen süsten (Zîynet) maksadın, namazdaki elbiseler olduğunu söylemiştir. (Muğnî, 1/184)
Hz. Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: 'Hayız gören ve bâliğa olan bir kadının namazı, ancak başını örtmesiyle sahih ve makbul olur'. (Tirmizî/277 (Tirmizî hasen demiştir) Madem ki başın örtülmesi farzdır, bedenin diğer yerlerinin örtülmesi haydi haydi farz olur.
* İmam Şafiî, el-Ümm'de (1/77) derki; 'Hanımların namazda, yüzü, iki eli, ve ayaklarının üzeri hariç bütün vücudu avrettir/kapanması gerekir'. Tirmîzî, İmam Şafiî'nin şöyle dediğini nakleder; '...her ne kadar ayaklarının üzeri açık olsa da namazı caizdir, denilmiştir'. el-Fetâvâ'da, Ebû Hanife'nin de bu görüşte olduğu belirtilir (Fetâva,22/123). İmam-ı Şafiî der ki; 'hanımların ayaklarına kadar uzanan gömlek ve başörtüsüyle kıldıkları namazın caiz olduğunda ittifak edilmiştir. Örtünün fazla olması ise, daha hayırlı ve daha koru-malıdır. Çünkü elbisenin üzerinde cilbâb/pardösü olması, rükû ve secde halinde, kalça ve avret bölgesinin açığa çıkmasını ve elbisenin vücudunu vasfetmesini önler. (El-Muğnî,1/602;el-Mühezzeb,3/172;Câmiu Ahkamı'n-Nisâ,1/335)
Ümmü Seleme (r.anhâ) Peygamber (a.s.v.)'a; 'kadın yalnız başörtüsü ve gömleğiyle, eteksiz olarak namaz kılabilir mi? diye sordum; 'Gömlek ayaklarının üstünü örtecek şekilde uzun olursa namaz kılabilir' buyurdu. (Ebû Dâvûd, 640; Beyhakî, 2/232; Mevkuf ve merfu olarak riyavet edilmiştir, 'zayıf hadistir'.) * (Fıkh’us Sünne- Ebu Malik el-Mısri)
c. Avret'in namaz dışındaki sınırı
Erkek için namaz dışındaki avret'in sınırı, erkeklere ve mahrem olan kadınlara karşı göbek ile diz kapakları arasıdır. Mahrem olmayan kadınlar için erkeğin elleri ve yüzü hariç bütün bedeni avret'tir. (Bunun delili Ummü Seleme'nin rivayet ettiği şu hadîstir: "Ben ve Meymûne Hz. Muhammed (a.s.v.)'in yanında bulunuyorduk. İbn Ürami Mektum çıkageldi. Bu olay biz örtünmekle emrolunduktan sonra olmuştu. Hz. Muhammed (a.s.v.) bize 'Örtünüzü alın' dedi. Biz 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu zat âma değil mi? Bizi görmüyor ve tanımıyor' dedik. Hz. Muhammed (a.s.v.) 'O âma ise siz de mi âmâsınız? Siz onu görmüyor musunuz' dedi". Ebu Dâvud/4112; Tİrmizî/2778. (Tirmizî hadîsin hasen-sahih olduğunu söylemiştir.)
* Şafiiler, ergenlik çağına gelmiş bir erkeğin mahremi olan dişinin göbek ile diz kapağı arasına bakmayı haram kabul etmişler, göbek ile ile diz kapağı arasındaki bölge dışında kalan yerlere, şehvetsiz olarak bakmasını mübah kabul etmişlerdir. Bizzat göbeğe ve diz kapağına bakmak da caizdir; çünkü bunlar mahremin görebileceği yerler için avret değildir.* (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/365)
Yabancı kadının, yabancı erkeğin elleri ve yüzü hariç bedeninin diğer yerlerine bakması caiz değildir. Eğer şehvetle olursa erkeğin yüzüne bakması da haram olur.
"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar." (Nûr/31)
Kadın'ın avret sınırı ise, Müslüman kadınların arasında olduğunda göbek ile diz kapakları arasıdır. Kâfir kadınların yanında ise, zaruret sebebiyle açılan yerler hariç bütün bedeni avrettir ve örtülmesi gerekir. Mahrem olan erkeklerin yanında kadının avret sınırı ise, göbek ile diz kapakları arasıdır. Bu bakımdan kadın, mahremi olan erkeklerin yanında fitneden emin olmak şartıyla diğer yerlerini örtmeyebilir.
“Zîynetlerini kimseye göstermesinler, ancak kocalarına veya babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının (başka kadından olan) oğullarına veya kendi erkek kardeşlerine veya erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına veya Müslüman kadınlara gösterebilirler.” (Nur/31)
Bu ayetteki Zîynet, Zîynetin takıldığı göbeğin üst tarafı ile diz kapakların altıyla tefsir edilmiştir.
Kadının, yabancı erkekler yanında bütün bedeni avret'tir. Bu nedenle yabancıların yanında bedeninden herhangi bir yeri ancak mazeret sebebiyle açabilir. Yabancı erkeklerin de kadının herhangi bir yerine bakmaları haramdır.
“Mü'min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle”. (Nur/30)
Hz. Aişe şöyle rivayet ediyor: "Hz. Muhammed (a.s.v.) sabah namazını kıldırırken kadınlar da bulunurdu. Namaz kılındıktan sonra kadınlar elbiselerine bürünerek evlerine dönerlerdi. Onları hiç kimse tanımazdı". (Buharî/365)
* Bakılması haram olan birisini kasıt olmayarak görecek olursa yüzünü çevirmesi vaciptir. Kasıt olmayan ilk bakışta kişiye günah yoktur. Müslim, Cerir b. Ab­dullah el-Beceli'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Hz. Peygamber (a.s.)'e aniden bakışın hükmünü sordum da bana gözümü çevirmemi emretti." 
Ebu Davud ise Bureyde'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Resulullah ( a.s.) Hz. Ali'ye şöyle dedi: "Ya Ali, bakışını peş peşe sürdürme, çünkü birincisinde bakabilirsin, ama ikincisine hakkın yoktur."
Erkeklik gücü yerinde, baliğ, akıllı ve irade sahibi bir kişinin, isterse pir-i fani olsun, cima yapmaktan aciz yahut da muhannes (kendisini kadınlara benzeten kişi) olsun, yabancı kadına bakması haramdır. Aynı şekilde kişinin kendisinde göreceği hale göre, ister şehvetsiz olarak fitneden emin olsun, isterse de fitneden korksun kadının yüzüne ve ellerine bakması da -sahih olan görüşe göre- haramdır. Çünkü bakmaktan dolayı fitneye düşme ve şehvetin harekete gelme ihtimali vardır. 
        Yüce Allah ise şöyle buyurmuştur: "Mü'minlere de ki: Gözlerini haramdan sakınsınlar." (Nur/31)
             Peygamber (a.s.) ise şöyle buyurmuştur: "Kadın avrettir, dışarıya çıktığı zaman şeytan onun özellikle görülmesini sağlamak ister.” (Tirmizi)
Hanbeliler de sebepsiz yere yabancı kadının her tarafına bakmayı erkeklere haram kılmışlardır. Buna göre hür kadının bedeni, Şafii ve Hanbelilere göre tamamıyla avrettir, Hanefi ve Malikı1ere göre ise, yüz ve eller avret değildir. Ebu Hanife'den ayakların da avret olmadığına dair rivayet gelmiştir. Bazı Hanbeliler ise, kerahetle birlikte yüz ve ellere bakmayı -fitneden emin olması ve şehvet kastı ile olmaması halinde- mübah görmüşlerdir. * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/366)

Kadın'ın Avret Yerlerine Bakmayı Caiz Kılan Hususlar
a. Nikâh. Evlenmek için bir kıza talip olunduğunda kızın ellerine ve yüzüne bakılabilir. Bu husus Nikâh bahsinde incelenecektir.
b. Şahitlik. Şahitlik esnasında kadının yüzüne bakmak gerekiyorsa bakılabilir.
c. Tedavi. Doktorun, hastalığı teşhis ve tedavi etmek amacıyla kadının avret yerlerini -gerektiği kadarıyla- açması ve bakması caizdir.
Cabir b. Abdullah'ın rivayet ettiğine göre, Ümmü Seleme Hz. Muhammed (a.s.v.)' den kendisine hacamat yaptırmak için izin istemiş ve Hz. Muhammed (a.s.v.) de Ebu Taybe'ye ona hacamat yapması için emir vermiştir. (Müslim/2206)
Bir kadın doktor bulunamadığı takdirde, teşhis ve tedavi esnasında kadının yanında kocasının veya mahremlerinden birinin bulunması şarttır. Kadın veya erkek Müslüman doktor bulunduğu takdirde de başka doktorlara gidilemez.

4. İstikbâl-i Kıble (Kıbleye Yönelmek)
Bu şart, namazın sahih olmasının dördüncü şartıdır. Kıbleden maksat, Kabe'dir. Bu bakımdan yüzü Kabe'ye döndürmek şarttır. Kabe'ye yönelmenin vacip olduğunun delili şu ayettir: “Yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür. Nerede olursanız olun yüzünüzü o tarafa çevirin.” (Bakara/150) 
Hz. Muhammed (a.s.v.) de namaz kılmayı öğrettiği kişiye şöyle demiştir: “Namaza kalktığın zaman abdestini tam aldıktan sonra kıble'ye yönel ve tekbir al.” (Buhari/5897; Müslim/397)
Yukarıda geçen ayetteki Mescid-i Haram'dan ve hadîsteki kıbleden maksat Kabe'dir.
İstikbâl-i Kıble'nin Farz Kılınışı
Berâ b. Âzib şöyle demektedir: Hz. Muhammed (a.s.v.) ile beraber 16 ay Beyt'ul-Makdis'e doğru namaz kıldım. Nihayet Allah Teâlâ şu ayeti indirdi: 
قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِى السَّمَآءِ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰيهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ
"Ey Resûlüm, Biz senin çok kere yüzünün semaya çevrildiğini görüyoruz. Kesinlikle seni razı olacağın bir kıble'ye (Kabe'ye) döndüreceğiz. O halde yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir!” (Bakara/144) (Buharî/390; Müslim/525)
Bunun üzerine Hz. Muhammed (a.s.v.) Kabe'ye doğru yöneldi. Kabe'ye yönelmenin farz kılınması, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in Medine'ye hicret edişinin ilk dönemlerine rastlar.
        Kıble'ye Yönelmenin Keyfiyeti
Namaz kılan kimse ya Kabe'yi görecek kadar yakın olur veya göremeyecek kadar uzak olur. 
Kabe'ye yakın olan kimsenin, bizzat Kabe'ye yönelmesi farzdır. 
Kabe'den uzak olan kimsenin ise, kesin delillerle Kabe'ye yönelmesi farzdır. Kabe'den uzak olan kimsenin, kesin delillerle Kabe'ye yönelme imkânı yoksa, zannî delillerle Kabe'ye yönelmeye gayret etmesi farzdır.
* Şafiîler dediler ki: Kabe'nin yakınında olsun uzağında olsun, namaz kılacak kişinin bizzat Kabe'nin yapısına veya yukarıda da açıkladığımız gibi Kabe'nin bitişik hizasındaki havaya yönelmesi vâcibtir. Kabe'ye yakın olan kişinin Kabe'nin yapısına veya havasına görerek, ya da dokunarak yakın ifade eder bir şekilde yönelmesi vâcibtir. Kabe'den uzakta olan kişinin mûtemed görüşe göre Kabe yönüne değil de bizzat yapısına zanla yönelmesi gerekir. Ayrıca namaz kılan kişi ister ayakta, ister oturmakta olsun göğsü kıbleden azıcık saparsa namazı bozulur. Buna göre bir kişinin namazdayken göğsü kıbleden saparsa namazı bozulur. Ama sadece yüzü saparsa bozulmaz. Zorunluluk nedeniyle uzanarak namaz kılmakta plan kişinin göğsü veya yüzü kıbleden saparsa namazı bozulur. Sırtüstü namaz kılmakta olan kişinin ayak tabanları kıbleden saparsa namazı yine bozulur. Hatîm ile şadırvan Kabe'den sayılmazlar. Hatîm ile şadırvan, Mekke'lilerce bilinmektedir. Ki hac bölümünde bunları inşâallah açıklayacağız. Mekke'de bulunan bir kişi, hatîm'e veya şadırvana yönelirse bu durumda kıldığı namaz, Hanbelîler dışındaki üç mezhep İmamına göre sahîh olmaz. 
Kıble Tespit Edilme Yolları:
1. Kişinin kendiliğinden kıbleyi bilmesidir. Bir kişi, kıbleyi kendiliğinden bilme imkânına sahip ise bu durumda kıbleyi kendi imkânlarıyla bilip öğrenmesi ve başkalarına da sormaması gerekir. Meselâ mescidin içindeki bir âmâ, mescidin duvarına dokunup el yordamıyla kıbleyi öğrenmek imkânına sahipse başkalarına sormadan kıbleyi tespit etmesi gerekir.
2. Kıble yönünü bilmeyen kişi, kıbleyi bilen güvenilir bir kimseye sormalıdır. Soruyu cevaplandıran kişinin, kıble yönünü iyice bilmesi gerekir. Tabiî kişi, kendiliğinden kıbleyi bilip öğrenme imkânına sahip değilse güvendiği kimselerden bunu sorması normaldir. Aksi takdirde soramaz. Pusula ve benzeri âletler, kıbleyi tespit etme bakımından güvenilir kimseler hükmündedirler. Kutup yıldızı, güneş, ay ve Müslümanların yaşadığı büyük şehirlerdeki mihrablar da güvenilir kimseler hükmündedirler.
Müslümanların yaşadıkları küçük şehirlerdeki mihrablar, eğer Müslümanların yönelerek namaz kıldıkları mihrablarsa bunlar da güvenilir kimseler hükmüne tâbi olurlar. Özetleyecek olursak kıbleyle ilgili ikinci mertebe; güvenilir kimselerden soru sorulmasını, pusulaya, kutup yıldızına veya mihraba baş vurulması hususunu kapsamaktadır. Sözünü ettiğimiz bu mihrablar da ister sahabe ve tabiîlerin yapmış oldukları eskiden kalma mihrablar olsun veya çoktan beri kendisine güvenilerek namaz kılınan mihrablar olsun aynı hükme tabidirler. Ama halkın bazı yol kenarlarında veya mezralarda kullanmakta oldukları küçük namazgahlardaki mihrablar da muteber sayılmazlar.
3. Kişi, güvenilir bir kimseden sorarak veya bir mihrabı bularak veya başka bir şeyle kıbleyi tespit edemezse, kıbleyi öğrenme hususunda, ictihad eden birini taklid edebilir. Onun yöneldiği tarafa yönelerek onun gibi namaz kılabilir. 
Kıble tespiti hususunda araştırma yapıp da bir yönü diğerine tercih edemeyen kişi, üç mezhep İmamının da dedikleri gibi, dilediği tarafa yönelerek namaz kılabilir. Ancak bu kişinin, namazını bilâhare iade etmesi gerekir. 
Kıble tespiti araştırması yapıp belli bir tarafa yönelerek namaz kılan kişinin namazdayken, tespitte hata ettiği yakînen anlaşılırsa namazı bozulur. Şâfiîler bununla, namazdayken doğru olduğu belirlenen kıble tarafına dönmenin mümkün olduğunu söyleyen Hanefî ve Hanbelîlere de muhalefet etmiş olmaktadırlar.* (.A Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)

NAMAZIN RÜKÛNLARI
Rükün, bir şeyin esas olan parçalarından biri demektir. Tıpkı duvarın, odanın bir rüknü (parçası) olduğu gibi, namazın rükû, secde gibi parçaları da namazın rükûnlarıdır. Namazın varlığı ve sahih olması, bütün rükûnların Cebrail'in Hz. Muhammed (a.s.v.)'e öğrettiği şekil ve tertipte, o namaz içinde olmasıyla mümkündür. Namazın onüç tane rüknü vardır. Bunları aşağıda ayrı ayrı izah edeceğiz:
1. Niyet
Niyet bir şey yapılmaya başlandığında niyetle beraber o şeyi kast etmektir. Niyetin yeri kalptir. Bunun delili Hz. Muhammed (a.s.v.)'in 'Ameller niyetle muteberdir.’ (Buharî/l; Müslim/1907) hadîsidir. 
Niyetin sahih olması için tahrim (iftitah) tekbiri ile beraber olması gerekir. Öyle ki kişi tahrim (iftitah) tekbirini telaffuz ettiği esnada namaza da niyet etmeli, onun farziyetini hatırlamalıdır. Bu niyet için dilin kıpırdatılması şart değildir.
*Farz Namazlar için örnek niyet: “Niyet ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının farzını edâ etmeye, Allah-u Ekber”
*Nafile Namazlar için örnek niyet: “Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının önceki 2 rekat sünnetini kılmaya, Allah-u Ekber”
Şafii

hanefi


2. Güç yettiği takdirde farz namazı ayakta kılmak
Bu rüknün delili, İmran b. Husayn'ın rivayet ettiği şu hadîstir: "Benim basurum vardı. Hz. Muhammed (a.s.v.)'e nasıl namaz kılacağımı sorduğumda 'Ayakta kıl. Eğer buna gücün yetmiyorsa oturarak kıl, buna da gücün yetmiyorsa bir tarafına uzanarak kıl' dedi". (Buharî/1066)
Kişi ancak vücudunu tamamen dik tuttuğu zaman kâmi sayılır. Mazereti olmadığı halde ellerinin ayası diz kapaklarına değecek şekilde eğilirse namazı fasid (yanlış) olur. Çünkü namazın rükûnlarından biri de ayakta dimdik durmaktır. Eğer buna riayet edilmez de eğilirse namazın bir rüknü (parçası) eksik olur. Namaz kılan kimsenin bir rahatsızlığı varsa, mümkün olduğu kadar ayakta durmalı, diğer kısmında oturmalıdır.
Farz namazlar kaydı, nafile namazları bu hükümden hariç tutar. Çünkü nafile namazları, hastalık olsa da olmasa da ayakta kılmak mendubtur. Kişi, ayakta kılmaya gücü yetse de nafile namazları oturarak kılabilir. 
*     Kıyamda bir şeye dayanarak ayakta durmak namaza zarar vermez. Ancak gerek yok iken onu yapmak doğru değildir, namazın adabına ters düşer. Farz namazı kılan kimsenin gücü yeterse ayakta durması farzdır.
Ayakta durmaktan aciz ise yapabildiği keyfiyet üzere namazını kılar. Kayık, gemi ve otobüs gibi bir vasıtaya binen bir kimse, ayakta kıldığı takdirde boğulma tehlikesi olur veya kendini tutamaz veya başı dönerse, bilahare iade etmemek üzere oturarak namazını kılar. "Selisül bevl" (İdrarını tutamayan kimse) ayakta namazı kıldığı takdirde idrarının akacağını, otursa duracağını bilirse oturarak namaz kılar.
Gözünden ameliyat olmuş veya gözünde bir hastalık bulunan bir kimse tedavisi ancak sırt üstü yatmak suretiyle mümkün ise, ayakta namaz kılmayı terk eder.
Düşman gözetleyen veya muharip olan kimse ayakta namaz kıldığında düşman tarafından görülecek ve bundan zarar doğacaksa oturarak namaz kılar. Fakat "Muğnil Muhtaç"ın kaydettiğine göre bu halet çok nadir olduğundan namazı iade etmesi icap eder.
Hasta olan kimse münferiden kıldığından namazı uzatmayacağından, ayakta namazı eda edebileceğini, cemaat halinde kılarsa dayanamayıp bir kısmını oturarak kılmaya mecbur kalacağını bilirse, münferiden namaz kılması daha efdaldir.
Kıyamın şartı belini doğrultmaktır. Ayakta sayılmayacak şekilde öne veya arkaya doğru eksik durursa namazı sahih değildir. Yalnız başı eğmekte bir beis yoktur.
Şayet beli rükuya varmışçasına bükülmüş ise, olduğu gibi duracak, yalnız, gücü yeterse rükû için daha fazla eğilecektir.
Bir kimse ayakta durabilir, fakat rükû ve secde yapamazsa gücü yettiği kadar yapar. Şayet ayakta namaz kılamazsa oturarak namazını kılar. İftiraş, -yani namazda normal olarak oturuş keyfiyeti- bağdaş kurmaktan daha efdaldir. Oturarak namaz kılan kimse, rûkû için en az, alnı dizlerinin önü hizasına gelecek kadar eğilmesi gerekir. Fakat en faziletlisi secde yerinin hizasına gelecek kadar eğilmesidir. Şayet oturarak namaz kılamazsa yüzü ve vücudunun ön kısmının kıbleye doğru olması şartıyla sağ tarafına dayanarak namaz kılar. Öyle de namaz kılamazsa sırt üstü yatar ve namaz kılar. Bir kimse bir tek ayak üzerinde durup namaz kılarsa bu namaz sahihtir. Ancak mazeret olmadan böyle bir namaz kılmak mekruhtur. Namazda ciddi olmak gerekir, başı sağa veya sola eğmek ve bir ayağa dayanarak ayakta durmak mekruhtur. Kıyamda ayakları birbirine yapıştırmakta mekruhtur.* (Büyük Şafii İlmihali - Halil GÜNENÇ)
* Ayak aralarındaki açıklık bir karış kadar olmalıdır. Bundan fazla veya noksan tutmak mekruhtur. Ayaklardan birini öne, diğerini geriye koymak da mekruhtur. Kadınlarda ise iki ayak arası dört parmak kadar olmalı* (Abdurrahman Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)
* Hasta olan bir kimse, farz namazlarını ayakta kılacak bir güçte değilse oturarak, oturarak namaz kılamıyorsa, sağına veya soluna yaslanarak, buna da gücü yetmezse sırt üstü yatarak, buna da gücü yetmezse işaretle namaz kılar. Namazın terki için müsaade yoktur. İmran bin Husayn demiş ki "Bende basur vardı. Rahatsız olduğum için namazın durumunu Peygambere (a.s.v.) sordum. 
Bana dedi ki:
صَلَّ قَائِمًا فَاِنْ لَمْ تَسْتَطِعْ فَقَاعِدًا فَاِنْ لَمْ تَسْتَطِعْ فَصَلِّ عَلَى جَنْبِكَ فَاِنْ لَمْ تَسْتَطِعْ فَمُسْتَلْقِيًا
"Ayakta namaz kıl, gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yaslanarak (sağına veya soluna) buna da yetmezse sırt üstü uzanarak namaz kıl." buyurdu. * (Büyük Şafii İlmihali - Halil GÜNENÇ)
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim namazı ayakta kılarsa bu daha efdaldir. Kim de oturarak kılarsa ayakta kılanın ecrinin yarısını elde eder. Uzanarak kılanın ecri, oturarak kılanın ecrinin yarısı kadardır.” (Buharî/1065)

3. İhram (Tahrim) Tekbiri (İftitah tekbiri) 
İhram tekbirinin delili Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu hadîsidir: “Namazın anahtarı temizlik, tahrimi (dışarı ile ilgiyi kesen kısmı) tekbir, tahlil'i (dışarı ile ilgilenmeyi helâl kılan kısmı) selâm'dır.” (Tirmizî/3; Ebu Dâvud/6l)
Tahrim (İftitah) Tekbiri'nin Keyfiyeti
Allah-u Ekber lafzını söylemek gerekir. İsme mâni olmayacak Allah-u el-ekber, Allahu el-celil el-ekber gibi fazlalıklar zarar vermez. Eğer Allah'ın sıfatlarından olmayan Allahu huve'l-ekber gibi veya ekberullahu gibi sigayı bozacak bir şey söylenirse tekbir sahih olmaz, tekbir sahih olmayınca namaz da sahih olmaz. Bunun delili de Hz. Muhammed (a.s.v.)'in fiiline uymanın zorunlu olmasıdır; zira Hz. Muhammed (a.s.v.) tahrim (iftitah) tekbiri olarak Allah-u ekber lafzını kullanıyordu.
Tahrim (İftitah) Tekbiri'nin Şartları
Tahrim tekbirinin sahih olması için aşağıdaki şartlara riayet edilmesi şarttır:
a. “Allah-u ekber” lafzı ayakta dimdik durup söylenilmelidir. Namaza kalkıldığında tekbir alınırsa bu sahih olmaz. Önce ayağa kalkıp dimdik durmalı, sonra tekbir almalıdır.
b. Kişi kıbleye yöneldiği zaman tekbir alınmalıdır.
  c. Tekbir lafzı Arapça olarak söylenmelidir. Ancak tekbir lafzını Arapça olarak söyleyemeyen ve öğrenme imkânı da olmayan kimse tekbir lafzını tercümesini bildiği lisanda söylemelidir; daha sonra Arapça olarak söylemeyi öğrenme imkânı olursa öğrenmesi vaciptir.
d. Kişi sağır değilse tekbir'in bütün harflerini duyacak şekilde söylemelidir.
e. Tekbir ile niyet aynı anda olmalıdır. Daha önce de söylediğimiz gibi niyet bitirilir bitirilmez tekbir alınmalıdır. 

4. Fatiha okumak
Fatiha farz ya da nafile namazın her rekâtında rükündür. 
        Bunun delili şu hadîstir:  لَا صَلَاةَ لِمَنْ لَمْ يَقْرَاْ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ
“Namazda Fatihatu'l-Kitab'ı okumayanın namazı yoktur.” (Buharî/723; Müslim/394 İbn Huzeyme (sahih isnadla)
Başka bir hadiste buyuruyor:
لَا تَجْزِىُٔ صَلَاةٌ لَا يُقْرَاُ فِيهَا بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ
"İçinde Fatiha-i Şerife okunmayan namaz yeterli değildir." buyurulmuştur.
Bu 'Kur'an'ın açılış sûresi olan Fatiha sûresini okumayan kişinin namazı sahih olmaz' demektir.
Besmele (Bismillahirrahmanirahiym), Fatiha suresinden bir ayettir. Namaz kılan kişi besmele çekmeden Fatiha'ya başlarsa, namazı sahih olmaz. Çünkü Ümmü Seleme'nin rivayet ettiğine göre Hz. Muhammed (a.s.v.) besmeleyi Fatiha'dan bir ayet saymıştır. 
Fatiha'nın Sahih Olmasının Şartları
Fatiha sûresi okunurken aşağıdaki şartlara riayet edilmesi gerekir: 
a. Kulakları normal ise, en az duyacağı kadar açıktan okumalıdır.
b. Varid olan tertib gibi, kıraati müretteb olarak devam ettirmelidir. Harflerin mahreç ve şeddelerine dikkat ederek okumalıdır.
*Kıraatte tertibe riayet etmek. Yani Fatiha-i Şerife'yi malum olan nazm-ı celile riayet ederek okumak. Bir kimse Fatiha-i Şerife'nin yarısından başlar, sonuna kadar okur, sonra başa döner yarısına kadar okursa, kıraatı sahih değildir.
Fatiha-i Şerife'nin yarısını okuduktan sonra, besmeleyi getirip getirmediğine şüphe ederse tekrar baştan alması gerekir. Şayet şüphe devam ettiği halde Fatiha’yı tamamlar, ondan sonra besmeleyi getirdiğini hatırlarsa, şüpheye düştükten sonra okuduğu ayetleri iade etmesi lâzımdır.
Fatiha’nın bütün harflerini okuması. Bir harfini veya Fatiha'nın on dört şeddelerinden birisini bırakırsa kıraatı fesada gider. Hatta Savi diyor ki: "İyyake" deki şeddeyi bilerek mânasını anladığı halde terk eden kimse kâfir olur. Çünkü şeddesiz olursa güneş ışığının ismidir. O zaman mânası şöyle olur. Yalnız senin güneş ışığına ibadet ederiz. Ama unutarak veya bilmeyerek okursa söylenmesi gereken ne ise onu söylemek lâzım olduğu gibi secde-i sehiv yapmak da lâzımdır.
Bir harfi başka bir harf ile değiştirmemesi. Meselâ bir kimse "dad" harfini "za" harfine çevirerek okursa kıraatı sahih değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in hem nazmını, hem manasını değiştirmiş olur; "dâllin" kelimesi, delâlete sapanlar mânasını ifade ediyorsa "zâllîn" kelimesi devam edenler mânasını ifade ediyor. Fakat "ka" ile "ke" arasında bir üslûp ile okursa (Arapların nutkettikleri gibi) Fatiha'ya halel vermez.
Mânayı değiştirecek bir hareke hatası yapmamak. Meselâ (En'amte) deki "ta" harfini zamme veya kesre ile bilerek okuyan kimse kâfir olur. Bilmeyerek veya unutarak okursa doğrusunu okuması gerektiği gibi, secde-i sehiv de yapılacaktır. Fakat mânasını değiştirmeyecek bir hareke hatâsını yaparsa meselâ "Na'budu" deki (Ba) harfini fetha veya kesre ile okursa, kıraat fesada gitmez. Fakat bu şekilde okumak haramdır. * (Halil Günenç-Büyük Şafii İlmihali)
c. Mânâyı bozacak şekilde lahn (nağme, ezgi) yapılmamalıdır. Mânâya zarar vermeyecek şekilde lahn yapılırsa namaz fasid (yanlış) olmaz.
d. Fatiha Arapça okunmalıdır. Fatiha'nın tercümesini okumak sahih olmaz. Çünkü Fatiha'nın tercümesi Kur'an olmaz.
e. Namaz kılan kimse Fatiha'yı ayakta iken tamamlamalıdır. Eğer Fatiha tamamlanmadan rükuya gidilirse kıraat fasid (yanlış) olur. Bu durumda tekrar kıyama dönmeli ve Fatiha'yı yeniden okumalıdır. Namaz kılan kişi Arap olmadığından ötürü Fatiha'yı okumaktan aciz ise, onun yerine ezbere bildiği yedi ayet okumalıdır. Eğer Kur'an'dan hiçbir şey bilmiyorsa, Fatiha'nın okunduğu müddet kadar ayakta Allah'ı zikredip sonra rükûya gitmelidir.
Cehri (sesli okunan) namazlar: Sabah, cuma, akşam, yatsı namazı, her iki bayram, yağmur namazı ve ay tutulması namazıdır, diğer namazlar sırridir (gizlidir). Gündüz nafileleri sırrıdır,  gece nafilesi ise sırri ile cehri namazlar arasındadır. Namazın dışında ve içinde  اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ ayetini okuyan kimsenin; "Bela ve ene ala zalike mineşşahidine", فَبِاَىِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ okuyan kimsenin: "Amentü billah" فَمَنْ يَاْت۪يكُمْ بِمَآءٍ مَع۪ينٍ okuyan kimsenin de: "Allahu rabbulalemin" demesi sünnettir. 

5. Rükû
Şer'an rükû, namaz kılan kimsenin mümkün olduğunca -ellerinin ayasının diz kapaklarına yetişecek kadar- eğilmesidir. Bu, rükû için yapılması en az olan harekettir. En mükemmeli ise sırtın tamamen düz olup kuyruk sokumu ile başın aynı hizaya gelmesidir. 
Rükû'nun farz olduğunun delili şu ayettir: “Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin (namaz kılın). (Hac/77) 
Bir başka ayette Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
  وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِع۪ينَ "Rükûya varanlarla beraber rükû'a varınız." (Bakara/43) 
Hz. Muhammed (a.s.v.) de namazı öğrettiği kişiye şöyle demiştir: “Sonra rükûya varıp mutmain oluncaya (bütün azaların yatışıncaya) kadar dur!” (Buharî/72'i; Müslim/397)
Hz. Muhammed (a.s.v.)'in rükû'yu böyle yaptığı sayılmayacak kadar sahih hadîsle sabit olmuştur. 
Rükû'nun Şartları
Rükû'nun sahih olması için namaz kılan kişinin aşağıdaki hususlara riayet etmesi gerekir:
a. Avuçlar diz kapaklarına değecek kadar eğilmelidir. Ebu Humeydî es-Saidî 'Hz. Muhammed (a.s.v.) rükûya vardığı zaman avuçlarıyla dizlerini tutardı.” demiştir. (Buhari/794)
b. Rükû niyetiyle eğilmelidir. Eğer kişi başka bir nedenden dolayı eğilip de bunu rükû sayarsa, bu, rükû olmaz. Ayakta dimdik dururken rükûya gitmeyi kast ederek eğilmelidir.
c. Rükûya gittikten sonra bütün bedeni
سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظِيمِ “subhane rabbiye'laziym” diyecek kadar mutmain (sakin, yatışmış) olmalıdır.
Münferiden namaz kılarsa şunu da ilâve etmesi sünnettir:
اَللَّهُمَّ لَكَ رَكَعْتُ وَبِكَ اٰمَنْتُ وَلَكَ اَسْلَمْتُ خَشَعَ لَكَ سَمْعِى وَبَصَرِى وَعَظْمِى وَعَصَبِى وَمَا اسْتَقَلَّتْ بِهِ قَدَمِى
Bu rükû'nun en azıdır. Bunun delili daha önce geçen hadîste Hz. Muhammed (a.s.v.)'in 'Rükûya gittiğinde bütün bedenin mutmain olmalıdır' demesidir. Yine Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “En kötü hırsız namazından çalandır.” Sahabe 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kişi namazından nasıl çalar?' diye sorduklarında, Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Rükû ve secdesini tam yapmaz' buyurdu. (İmam Ahmed, Taberanî)
Huzeyfe şöyle demektedir: Hz. Muhammed (a.s.v.) rükû ve secdesini tam yapmayan bir kişi görünce şöyle dedi: 'Sen namaz kılmadın. Eğer bu durumda ölürsen Allah'ın Muhammed'i üzerinde yarattığı fıtrat üzerinde ölmemiş olursun'. (Buharî/758)
Bu hadîsin anlamı 'Senden istenen namazı eda etmemiş, Muhammed'in yolunda ölmemiş olursun' demektir. Yoksa bu 'Sen kâfir olarak ölmüş olursun' anlamına gelmez. 
Rükû'nun en mükemmel şekli ise; sırt ve ense aynı hizada dümdüz, dizler dimdik, eller de diz kapaklarını tutmuş vaziyette olduğu halde üç defa subhane rabbiye'l-azim diyecek kadar sakin bir şekilde durmaktır.
Huzeyfe şöyle diyor: "Bir gece Hz. Muhammed (a.s.v.) ile beraber namaz kıldım. Bakara sûresini okumaya başladı. Sonra rükûya varıp subhane rabbiye'l-azim dedi. Sonra semiallahu limen hamideh سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ dedi. Sonra rükû'una yakın derecede ayakta durdu. Sonra secde edip “subhane rab-biye'l aziym” dedi. Secdesi de kıyamına yakındı". (Müslim/772)
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz rükûya varınca rükûda üç defa subhane rabbiye'l azim derse rükûu tamam olur ve bu en azıdır.” (Tirmizi/261; Ebu Dâvud/886 ve başka muhaddisler, (İbn Mes'ud'dan)
Ebu Humeydî'nin rivayet ettiği daha önce geçen hadîste şu ibare vardır: “Sonra sırtını meyl ettirip yere doğru eğildi. "                                              

         6. Rükûdan sonra itidal
İtidal rükû ile secde arasını ayıran bir sakinliktir. İtidâlin delili, Hz. Aişe'nin şu rivayetidir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) başını rükûdan kaldırdığında dümdüz dikilmedikçe secdeye gitmezdi.” (Müslim/498)
Namazın erkanına riayet etmeyen bir kişiye Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle demiştir: “Sonra başını rükûdan kaldır ve dimdik ayakta duruncaya kadar secdeye gitme.” (Buhari/724; Müslim/397) 
İtidâl'in Şartları
 sahih olması için aşağıdaki hususlara riayet edilmesi şarttır:
a. Rükûdan doğrulduğunda ibadetten başka bir şey kast etmemelidir.
b. İtidâl'i fazla uzatmamalıdır.
İtidal müddeti, Fatiha'yı okuyacak kadar bir zamanı geçmemelidir. Çünkü itidal uzun değil, kısa bir rükûndur. Onu fazla uzatmak caiz olmaz.

7. Her rekât'ta iki defa secde etmek
Secde'nin şer'î anlamı, namaz kılan kimsenin alnının secde yerine değmesidir. Secdenin delili ‘(Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin' (Hac/77) ayetidir.
       Hz. Muhammed (a.s.v.), namazın erkânına riayet etmeden namaz kılan bir kişiye şöyle demiştir;  “Sonra secdeye git ve azaların yatışıncaya kadar bekle, sonra başını kaldır azaların yatışıncaya kadar otur. Sonra yine secdeye git ve azaların yatışıncaya kadar bekle...”
Secdenin Şartları
a. Secdenin sahih olması için aşağıdaki şartlara riayet edilmesi gerekir. Secde esnasında alın açık olmalıdır.
b. Secde yedi âza üzerine yapılmalıdır. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle demiştir: “Alın (alnını gösterirken eliyle burnu üzerine işaret etti), eller, dizler ve ayak uçları olmak üzere yedi kemik (yedi âza) üzerine secde etmekle emrolundum.” (Buharî/779; Müslim/490)
Bu azalardan sadece alnın açık olması şarttır. Diğer azaların açık olması gerekmez. Bu bakımdan eldivenli olarak namaz kılınabilir.
c. Mümkün olduğu kadar secdede kuyruk sokumu, baştan yüksek tutulmalıdır. Bunun delili Hz. Muhammed (a.s.v.)'in böyle yapmış olmasıdır.
d. Kişinin kıpırdaması ile kıpırdayan elbise ve benzeri şeylerin üzerine secde edilmemelidir.
e. Secdeye, secdeden başka, korku ve benzeri sebeplerle gidilmemelidir.
f. Karın ile yer arasında bir açıklık kalmalıdır.
g. Secdede, en az subhane rabbiye'l-a'lâ diyecek kadar kalmalıdır. 
Secdenin en mükemmel şekli şöyledir: Kişi secdeye giderken tekbir getirip önce dizlerini, sonra ellerini, sonra alnını, sonra burnunu yere koymalıdır. Elleri omuzlan hizasında ve parmaklan bitişik olarak kıbleye doğru olmalıdır. Yanlar, uyluk ve karına dokunmamalı, dirsekler yerden yüksek olup iki yandan da uzak tutulmalı ve üç defa subhane rabbiye'l-a'lâ demelidir. 
Ebu Hüreyre şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) secdeye gitmek istediği zaman Allah-u Ekber derdi'. (Buharî/770; Müslim/292)
Hz. Muhammed (a.s.v.) de şöyle buyurmuştur: “Secdeye gittiğin zaman avuçlarını yere koy ve dirseklerini kaldır. (Müslim/494, (Bera'dan) Abdullah b. Mâlik b. Buhayne şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) namaz kılarken koltuklarının beyazlığı görünecek kadar pazularını açardı'. (Buharî/383; Müslim/495)
Ebu Humeydî şöyle diyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) ellerini yanlarından uzaklaştırıp avuçlarını omuzlarının hizasına koydu'. (Ebu Dâvud/734; Tirmizî/270)
Yine Ebu Humeydî şöyle demektedir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) secde ettiği zaman karnını uyluklarından hiçbir şey üzerine yüklemeden uyluklarının arasını açardı'. (Ebu Dâvud/735)
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz secde ettiğinde, secdelerinde üç defa subhane rabbiye'l-a'lâ derse secdeleri tamam olur ve bu en azıdır.” (Tirmizî/26l; Ebu Dâvud/886)
Kadın ise, secde halinde azalarını birbirine bitiştirmelidir. Hz. Muhammed (a.s.v.) namaz kılan iki kadının yanından geçerken şöyle demiştir: “Secdeye gittiğinizde vücudunuzu yere yapıştırın. Çünkü kadın bu hususta erkek gibi değildir.” (Beyhakî, 11/223)                        
Soru -Hasta olan kimse secde için başını yere koyamazsa nasıl namazını kılacaktır?
Cevap: Hasta olan kimse secde için başını yere koyamazsa İmam-ı Harameyn ve Gazali'ye göre yastık ve masa gibi yüksekçe bir şeyin üzerine başını koyup secde eder. Rafi'i gibi başka ulemaya göre ise imkan nisbetinde başını eğerek secdesini eda eder. Otobüs gibi vasıtalarda vasıtanın durakta durmaması sebebiyle namaz kılma mecburiyeti hasıl olursa aynı ihtilaf mevcuttur. Hanefi mezhebine göre is e oturarak ima ile namazını kılacaktır. (Halil Günenç-Fetvalar-143)


8. İki secde arasında oturmak
Her rekât'ta bulunan iki secde arasında oturmak farzdır, bunun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in daha önce geçen hadîsinde 'Sonra başını kaldır mutmain oluncaya kadar otur' sözüdür.
İki secde arasındaki oturmanın sahih olması için aşağıdaki hususlara dikkat edilmesi gerekir: 
        a. Korku ve başka nedenlerden ötürü değil, ibadet kastıyla oturulmalıdır.
       b. İki secde arasındaki oturmayı fazla uzatmamalıdır. Bu oturma teşehhüd miktarından daha fazla olmamalıdır.
c. En az subhane rabbiye’l-a'lâ diyecek kadar oturulmalıdır.

9. Son oturuş
Son oturuştan maksat, namazın sonundaki, arkasından selâm gelen oturuştur. 

10. Son oturuşta teşehhüd okumak
Abdullah b. Mes'ud şöyle diyor: Hz. Muhammed (a.s.v.) ile beraber namaz kılarken namaz (oturuşun)da 'es-Selâmu alellâhi, es-selâmu alâ fulânin' derdik. Günün birinde Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle dedi: "Selâm, Allah'ın kendisidir. Biriniz namazda oturduğunda 'Ettehiyyatu lillâhi' desin". (Buharî/5806; Müslim/402 ve başka muhaddisler) “Teşehhüd bize farz kılınmadan önce 'es-Selâmu alellâhi kable'l ibadihi' derdik.” (Beyhakî 11/138; Dârekutnî, 1/350)
“Selam Allah’ın kendisidir” sözünden maksat, selâm, Allah'ın İsimlerinden biridir demektir. Bazı âlimler selâmın mânâsı hakkında şöyle demişlerdir: 'Selâm, insanların müptela olduğu ayıp ve kötülüklerden berî olmaktır'. (İbn Esir, en-Nihaye)
Tahiyyat (teşehhüd) lafzının en azı şöyledir:
اَلتَّحِيَّاتُ الْمُبَارَكَاتُ الصَّلَوَاتُ الطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَيَّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِحِينَ اَشْهَدُ اَنْ لَآ اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ
Teşehhüd lafızları hakkında birçok sahih rivayet vardır. İmam Şafii'ye göre teşehhüd'ün en mükemmel ve en üstün şekli İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu lafızdır: “Hz. Muhammed (a.s.v.) bize Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretirdi. Hz. Muhammed (a.s.v.), teşehhüd'ü şu lafızlarla söylerdi: “Bütün tahiyyeler, bereketler, salâvatlar ve güzel şeyler Allah'ındır. Ey Nebî! Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Bize ve Allah'ın salih kullarına selâm olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed, Allah'ın rasûlüdür.(Müslim/403)
* Şafiilere göre teşehhütte oturan kişi sağ elini sağ uyluğu üzerine kor ve elin küçük parmağı ile onun yanındakini ve orta parmağını yumar. Sonra işaret parmağı ile işaret ederek "illallah" sözünde parmağı kaldırır, fakat sağa sola hareket ettirmez. Hz. Peygamber (a.s.) böyle yapmıştır. Devamlı olarak da yukarıda İbni Zübeyr'in rivayetinde geçtiği üzere parmağına bakar. 
Abdullah b. Zübeyr'in rivayet ettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber (a .s.) dua ettiği zaman parmağı ile işaret eder ve parmağım hareket ettirmezdi."(Ahmed, Ebu Davud, Nesei ve İbni Mace)
Şafiilere göre, teşehhüdün sonunda Hz. Peygamber (a.s.)'e salavatı ilave ederek şöyle demek sünnettir: "Ey Allahım, ümmi bir nebi olan kulun ve Resulün Muhammed’e salat eyle!"* (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/40)
Teşehhüd Okunurken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar:
a. Kendi duyabilecek şekilde okumalıdır.
b. İbareler peş peşe okunmalıdır. Okumaya ara verip sonra devam edilirse veya araya başka bir zikir sokulursa teşehhüd fasit olur; yeni baştan okunması gerekir. 
c. Kelimeler, rivayetlerdeki tertibe riayet ederek okunmalıdır.
Şafii 


 Hanefi 

11. Son teşehhüdden sonra Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salât-u selâm getirmek
Teşehhüdü yukarıda anlatıldığı gibi tamamladıktan sonra ve selâm vermeden önce Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salât ve selâm getirmelidir. [Şafii ve Hanbelilere göre son teşehhütte Hz. Peygamber (a.s.)'e salavat getirmek vacip; Hz. Peygamber'in aline salavat getirmek ise Şafiilere göre sünnettir. Hz. Peygamber (a.s.)'e ve aline salavat getirmenin asgari ölçüsü ''Allahumme salli ala Muhammedin ve alihi" ifadesidir. "Mecid"e kadarki ilaveler ise sünnettir.* (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/41.42)
Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salât etmenin farz olduğunun delili şu ayettir:
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ 
  “Allah ve melekleri peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler! (Sizde) ona salât edin...”(Ahzab/56) 
Âlimler, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salâvat getirmenin namazdan başka bir yerde farz olmadığında ittifak etmişlerdir. Bu bakımdan farz olan salât, namazdaki salât'tır.
Sahabe, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e; 'Ey Allah'ın Rasûlü! Namazda sana salât etmek istediğimizde nasıl yapalım?' dediler. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle deyin dedi: 'Allahumme salli alâ Muhammedin” (İbn Hibban/515; Hâkim, 1/268)
Bu hadîs, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salât etmenin sadece namazda farz olduğuna delâlet eder. Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salât etmeye en uygun yer son teşehhüttür. 
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Biriniz namaz kıldığı vakit, aziz ve celil olan Allah'ı ululamak ve övmekle başlasın, sonra peygambere salât-u selâm etsin. Bundan sonra dilediği şekilde duâ etsin.” (Tirmizî/3475; Ebu Dâvud/1481 ve başka muhaddisler)
Hz. Muhammed (a.s.v.)'e getirilen salât selâm'ın en azı şöyledir; 
         اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ Allahumme salli alâ Muhammed!
* Muhammed (a.s.) Lafzının Başında "Seyyidina" İfadesini Kullanmak: Hanbeli ve Şafiilere göre (ed-Dürrü'l-Muhtar), İbrahim’i salavatların okunduğu namazlarda Muhammed lafzından önce "seyyidina" lafzını kullanmak menduptur. Bunu yapmak yapmamaktan daha faziletlidir. "Beni namazda seyyidlik ile vasıflandırmayın" tarzında rivayet edilen hadis ise uydurmadır-( Esne’l-metalib, 253) * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/43)
Buna göre, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e ve aline salavat getirmenin en güzel şekli şöyledir:
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى اٰلِسيدنا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِسيدنا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى اٰلِسيدنا اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى اٰلِسيدنا اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
         Allahumme sahi alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed. Kema sal-leyte âlâ İbrahim'e ve alâ âl-i İbrahim; ve barik alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed. Kemabarekte alâ İbrahime ve alâ âl-i seyyidina İbrahim-fi'î-âlemîne inneke hamîdu'n-mecîd.
“Ey Allahım! Efendimiz (büyüğümüz) Muhammed'e ve âline, Efendimiz İbrahim ve âline salât ettiğin gibi salât et! Efendimiz Muhammed’e ve âline, Efendimiz İbrahim ve âline bereket verdiğin gibi bereket ver. Âlemler içinde şüphesiz sen kendisine çok hamd edilen ve çok medh edilensin.”
* Şafiiler, Hz. Peygamber (a.s.)'e salavat getirmenin vacip olduğuna Kur'an'ın emrini delil getirmektedirler. Bu emir de: "Ey iman edenler! Hz. Peygamber'e salavat getirip selam verin” (Ahzab/56) ayeti ile, Buhari, Müslim ve başka muhaddislerin rivayet ettikleri birçok sahih hadîsle sabit olmuştur. Rivayetlerin bazılarında fazlalık, bazılarında da eksiklik vardır. (Buharî/1390; Müslim/406) * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/43)
Hz. Muhammed (a.s.v.)'e Getirilen Salât-u Selâm'ın Şartları
Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salât u selâm getirirken aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir:
a. Sesini duyabileceği kadar yükseltmelidir.
b. Muhammed, rasûl, veya nebî kelimesi kullanılmalıdır. Eğer Allahumme sallı alâ Ahmed derse yeterli olmaz.
c. Salât-u selâm, Arapça olarak getirilmelidir. Eğer Arapçasını bilmiyorsa, bildiği dilde tercümesini okumalıdır. Mümkünse hemen Arapçasını öğrenmek vaciptir.
d. Salât ederken tertibe riayet edilmelidir.  Salât ile teşehhüd arasındaki tertibe de dikkat edilmelidir. Çünkü salât u selâmı, teşehhütten önce getirmek sahih olmaz.

12. Birinci Selâm
Bu selâm, namaz kılanın sağ tarafa dönüp اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ es-selâmu aleykum ve rahmetullahi demesidir. ( en azı اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ dır. Birinci selâmın farz (rükün) olduğunun delili, daha önce geçen Hz. Muhammed (a.s.v.)'in 'Namazın tahrimi tekbirdir, tahlili selâmdır' sözüdür. Selâm lafzının en azı bir defa es-selâmu aleykum demektir. En efdali ise hem sağa, hem sola dönerek iki defa es-selâmu aleykum ve rahmetullahi demektir.
Sa'd şöyle diyor: “Ben Hz. Muhammed (a.s.v.)’i sağ ve sol tarafına selâm verirken gördüm. Hatta (bu sırada) yanağının beyazlığını da gördüm” (Müslim/582). 
      İbn Mes'ud şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) sağ ve soluna es-selâmu aleykum ve rahmetullahi, es-selâmu aleykum ve rahmetullahi اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ diye, yanağının beyazı (arkadan) görünecek şekilde selâm verirdi.” (Ebu Dâvud/996; Tirmizî/295 ve başka muhaddisler. (Tirmizî hasen-sahih olduğunu söylemiştir)

13. Sayılan rükûnların tertibine -varid olduğu şekilde- riayet etmek.
Bu tertip şöyledir: Önce niyet, sonra Tahrim (İftitah) tekbiri, sonra Fatiha, sonra rükû, sonra itidal, sonra secde ve diğerleri yapılmalıdır. Eğer bu rükûnların bir kısmının yeri bilerek değiştirilirse o namaz fasid (yanlış) olur. Rükûnların yeri bilerek değiştirilmemişse, tertibi bozulan rüknün başlangıcından itibaren namaz fasid (yanlış) olur. Bu bakımdan o noktadan İtibaren yapılanların tümünün yeniden yapılması gerekir. Eğer namaza devam edilirse sahih olan rekât, fasid (yanlış) olan rekâtın yerine geçer. Bu durumda namazı bir rekât artırmak vacip olur.

NAMAZIN SÜNNETLERİ
Fıkıh'ta sünnet, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in vacip olmayarak yapmış olduğu şeyleri ifade eder. Namazın sahih olması için birtakım şart ve rükûnların olduğunu söylemiştik. Bir de namaz kılan kişiden istenen, namazın birtakım sünnetleri vardır. Fakat bunlar farz gibi zorunlu olarak istenmez.
Bu sünnetlere riayet eden sevap alır, riayet etmeyen ise günahkâr olmaz.
Bu sünnetler namazdan önce, namaz içinde ve namazdan sonra olmak üzere üç kışıma ayrılır:

A. Namazdan Önceki Sünnetler
Namazdan önceki sünnetler;
1. Ezan.
Ezanın tarifi, delilleri, şartlarının beyanı ve bununla ilgili meseleler daha önce geçmişti.
Ezan vakti geldiğinde Allah Rasûlü (s.a.v.): "Ey Bilâl! Bizi rahatlat!" derdi. (Darekutnî, Ebu Dâvûd)
2. İkâmet (Kamet)
Kâmet'in tarifi, şartlarının beyanı, ezan ile kamet arasındaki farklar daha önce zikredilmişti.
3. Sütre
Kişinin namaz kılarken önüne -duvar, direk, baston gibi- bir sütre alarak önünden geçenlerle kendi arasında bir perde yapması, hiçbir şey yoksa önüne bir çizgi çekmesi sünnettir.
Abdullah b. Ömer şöyle rivayet ediyor: "Hz. Muhammed (a.s.v.) bayram günü (namaza) çıktığında (hizmetçisine) bir harbe taşımasını emrederdi. (O harbe namazda) karşısına dikilir, kendisi de ona doğru namaz kılar, halk da arkasında namaza dururdu. Bunu seferde de yapardı". (Buharî/472-, Müslim/501)
En efdal olanı, sütrenin secde yerine yakın olmasıdır; zira Sehl b. Sa'd şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.)'in musallası (namaz kıldığı yer) ile (kıble cihetindeki) duvar arasında bir davar geçebilecek kadar yer vardı.’ (Buhari/474; Müslim/508)
* Sütre koymak mendupbtur. Namaz kılan kişinin bu sayılan sütrelerden birini önüne koyması, mezheplerin ittifakıyla mendubtur. Bilindiği gibi Şâfiîlerle Hanbelîler, mendubla sünnet arasında anlam bakımından sünnetten daha aşağı bir mertebede olduğunu söylerler. Bunlar derler ki: Bir kişi, insanların gelip geçmekte oldukları bir yolda sütresiz olarak namaz kılar ve bu esnada da bir kişi önünden geçerse, kendisi yolda namaz kıldığından ve bu hususta tedbir de almadığından ötürü günahkâr olur. Şâfiîlerle Hanbelîlerse insanların gelip geçmekte oldukları bir yolda sütresiz olarak namaz kılar ve bu esnada da bir kişi önünden geçerse, kendisi yolda namaz kıldığından ve bu hususta tedbir de almayanın mekruh bir davranışta bulunduğunu söylerler. Sütre edinmemenin günâh olmayacağı hususunda görüş birliği etmişlerdir. İmam ve tek başına namaz kılan kişinin sütre edinmesi mendubtur. İmama uyarak namaz kılmakta olan kişinin sütre edinmesi mendub değildir. Zira imamın sütresi, İmama uyan kişi için de yeterli olur. * (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
4. Namaza kalkacağı zaman, dişleri misvaklamak. Çünkü daha önce geçen hadiste şöyle denmişti;  "Ümmetime zorluk vermesem, her namazda misvak kullanmalarını onlara emrederdim." 
5. Namaza şevk ile ve dünya meşguliyetlerinden arınmış olarak başlamak. Bunun sebebi, aksi durumda namaza k alkanlara muhalefet etmektir. Çünkü Allah Teala münafıkları kötülerken şöyle buyuruyor: "Onlar namaza kalktıkları zaman tembel olarak kalkarlar. " (Nisa, 4142) Tembelliğin zıddı şevkli ve gayretli olmaktır. Kalbin arınmış olması huşuyu daha çok sağlar. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/64)
6. Namazda İnsan yüzüne, veya ateşe, resme, veya namaz kılmakta olan bir kadına doğru yönelmemek. Kişinin önünde dikili bulunan bir surete doğru namaz kılmak mekruhtur. Çünkü suretler ve heykeller de Allah'tan başka tapınılan şeylerdir. Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. 'Bizim bir elbisemiz vardı ki, üzerinde resimler bulunuyordu. Bu elbiseyi namaz kılmakta olan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in önüne koydum. Beni bundan nehyetti veya bunu hoş karşılamadı." (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/74)

B. Namaz İçindeki Sünnetler
Namaz içindeki sünnetler ikiye ayrılır: 
a. Eb'az, b. Heyet
Eb'az, namazda terk edildiği takdirde sehiv secdesiyle telafi edilmesinin sünnet olduğu şeylerdir. Bu sayılan sünnetlere eb'az denmesinin sebebi, bunların namazın rükünlerine benzemelerinden ötürüdür. Yani bu sünnetler, namazın bir nevi “bazı”sı sayılmaktadırlar. Bunlardan birini dalgınlık sonucu terk eden kişi, yeniden tekrarlar ve bu eksikliği sehiv secdesiyle telâfi eder.
Heyet, terk edildiği takdirde sehiv secdesiyle telafi edilmesinin sünnet olmadığı şeylerdir.

a- Eb'âzlar 
Yani sehiv secdesi ile telafi edilmesi gereken sünnetler;
1. Birinci teşehhüd için oturmak.
2. Birinci Teşehhüd
Birinci teşehhüd, arkasından selâm gelmeyen teşehhüd'tür. Bu da öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarında ikinci rekattaki oturuştur. Bu oturuşta teşehhüd okumak sünnettir. 
Çünkü namazını güzel kılmayan bir kişiye Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle demiştir: “Namazın ortasında oturduğun zaman önce istikrar bul, sonra sol ayağını yay, sonra teşehhüd oku.” (Ebu Dâvud/860)
Bu teşehhüd'ün sünnet olduğunun delili, Abdullah b. Buhayne'nin rivayet ettiği şu hadîstir: 
'Hz. Muhammed (a.s.v.) bir namazda bize iki rekât kıldırdı. Sonra (birinci teşehhüd için) oturmadan kalktı. Cemaat (ona uyarak) ayağa kalktı. Namazını tamamladığı zaman biz selâm vermesini beklerken selâm vermeden önce tekbir aldı ve oturduğu halde (yanılmaktan dolayı) iki secde yaptı, sonra selâm verdi'. (Buharî/1173; Müslim/570)
Eğer bu teşehhüd rükün olsaydı, Hz. Muhammed (a.s.v.) onu yerine getirir, sehiv secdesiyle telafi etmezdi.
3. Teşehhüd'ten sonra Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salâvat getirmek. Salâvat terk edildiği zaman sehiv secdesi yapmak onu telafi eder.
Böylece birinci teşehhüd'te, oturmak, teşehhüd okumak ve Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salât etmek olmak üzere üç tane sünnet olduğu anlaşılmaktadır.
4. Rükün olan son teşehhüd'ten sonra Hz. Muhammed (a.s.v.)'in âline salât etmek.
Son oturuşta rükün olan teşehhüd'ü okuduktan ve Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salâvat getirdikten sonra Hz. Muhammed (a.s.v.)'in âline de salât etmek sünnet'tir. Çünkü salât'ın lafzında âli kelimesi de geçmektedir.
Şâfiîlerin müteahhirîn ulemâsı, salata “seyyid” kelimesini de eklemişlerdir. Yani salât okuyan kişi, “Seyyidinâ Muhammedin” ve “Seyyidinâ İbrâhîm” demelidir.
5. Sabah namazında ikinci rekâtın itidaline kalkıldığında, Ramazan'ın ikinci yarısında, vitir'in son rekâtında ve hangi namazda olursa olsun son rekâttaki itidâl'de felaketler için kunut okumak sünnettir.
Kunut duası:
اَللَّهُمَّ اهْدِن۪ى ف۪يمَنْ هَدَيْتَ وَعَافِن۪ى ف۪يمَنْ عَافَيْتَ وَتَوَلَّن۪ى ف۪يمَنْ تَوَلَّيْتَ وَبَارِكْ ل۪ى ف۪يمَا اَعْطَيْتَ وَقِن۪ى شَرَّ مَا قَضَيْتَ فَاِنَّكَ تَقْض۪ى وَلَا يُقْضٰى عَلَيْكَ وَاِنَّهُ لَا يَذِلُّ مَنْ وَالَيْتَ وَلَا يَعِزُّ مَنْ عَادَيْتَ تَبَارَكْتَ رَبَّنَا وَتَعَالَيْتَ فَلَكَ الْحَمْدُ عَلٰى مَا قَضَيْتَ اَسْتَغْفِرُكَ اللّٰهُمَّ وَاَتُوبُ اِلَيْكَ وَصَلَّى اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمَ
Ey Allahım! Verdiğin hidayetinde beni daim kıl! Verdiğin afiyetlerle beni afiyette kıl. Emanına aldığın yerde beni de emanına al! Bana verdiğini mübarek kıl! Kaza ettiğin şeyin şerrinden beni koru! Sen hükmedersin, fakat kimse sana hükmedemez. Senin dost edindiğin zelil kılınamaz. Senin düşman olduğun aziz olamaz. Sen yücesin, ey Allahım sen  büyüksün. Hükmettiğine karşılık hamd sana mahsustur. Ey Rabbimiz! Senden mağfiretini diler ve sana yöneliriz. Efendimiz Muhammed'e, âline ve ashabına salât u selâm eyle!”
Enes b. Mâlik şöyle rivayet ediyor: “Hz. Muhammed (a.s.v.) dünyadan ayrılıncaya kadar sabah namazında kunut yaptı.” (İmam Ahmed ve başka muhaddisler)
Enes b. Mâlik'e, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in sabah namazında kunut yapıp yapmadığı sorulduğunda, şöyle demiştir:
- Evet, kunut yaptı.
- Rükûdan önce mi sonra mı?
- Rükûdan sonra az bir müddet. (Buharî/956; Müslim/677)
Namaz kılan kişi hangi lafızla olursa olsun Allah'a övgü ve duada bulunursa kunut sünnetini yerine getirmiş olur. Meselâ “Allahummeğfirli yâ ğafuru” derse yeterlidir. Kunut'un en mükemmel şekli ise, Hz. Muhammed (a.s.v.)'den rivayet edilen kunut duasını okumakla yerine getirilmiş olur.
Hasan b. Ali şöyle demiştir: Hz. Muhammed (a.s.v.) bana birkaç kelime öğretti, vitir'de onları okuyordum:
“Ey Allahım! Verdiğin hidayetinde beni daim kıl! Verdiğin afiyetlerle beni afiyette kıl. Emanına aldığın yerde beni de emanına al! Bana verdiğini mübarek kıl! Kaza ettiğin şeyin şerrinden beni koru! Sen hükmedersin, fakat kimse sana hükmedemez. Senin dost edindiğin zelil kılınamaz. Senin düşman olduğun aziz olamaz. Sen yücesin, ey Allahım sen büyüksün.” (Ebu Dâvud/1425. Tirmizî 'Bu hadîs hasen'dir ve Hz. Muhammed (a.s.v.)'den vitir ve kunut hakkında başka ahsen bir rivayetin varid olduğunu bilmiyoruz' demiştir. (Tirmizî/424).)
İmam'ın; ihdini (bana hidayet et) yerine ihdine (bize hidayet et), afini yerine afine, tevelhnî yerine tevellena şeklinde (yani çoğul) okuması gerekir.
Hişam'ın, Muhammed b. Sirin'in ashabından rivayet ettiğine göre Ubey b. Ka'b (Ramazan'da) onlara imamlık yapıp Ramazan'ın son yansında kunut yapmıştır. (Ebu Dâvud/1428)
Ebu Hüreyre şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) sabah namazının ikinci rekâtında başını rükûdan kaldırdığı zaman ellerini kaldırıp kunut duası okurdu'. (Hâkim)
Âlimler şu ibarenin eklenmesinin de müstehab olduğunu söylemişlerdir; “Hükmettiğine karşılık hamd sana mahsustur. Ey Rabbimiz! Senden mağfiretini diler ve sana yöneliriz. Efendimiz Hz. Muhammed'e, âline ve ashabına salât u selâm eyle!”
Nitekim bu hususta dua ve zikirden sonra Hz. Muhammed (a.s.v.)'e getirilen salâvat hakkında sahih hadîsler vardır. (Mağnî, I/166-167)
Kunut okurken elleri kaldırmak sünnettir. Ellerin iç kısımları göğe doğru olmalıdır.
* Hanbelî Mezhebi ve eş-Şafîî'ye göre, vitir ve sabah namazlarında Kunût okumak sünnettir. eş- Şafii'ye göre, diğer namazlar için de mubahtır, dilenirse yapılabilir. eş-Şafiî, Umm (İhtilâfu'l-Hadîs)* (Vecdi Akyüz-Mukayeseli İbadetler İlmihali)

b- Heyetler
Namazın diğer sünnetleri olup, terk edilmesi halinde sehiv secdesiyle telafi edilmesi sünnet olmayan sünnetlerdir. 
Namazdaki heyetleri şöyle sıralayabiliriz:
1. İftitah tekbiri alırken, rükûya giderken ve rükûdan kalkarken ellerin kaldırılması sünnettir.
Bu sünneti yerine getirmenin keyfiyeti şöyledir: Ellerin ayaları kıble'ye doğru açılıp parmaklar yayılmalıdır. Baş parmaklar kulak memeleri hizasında olup ellerin ayaları açık olmalıdır.
İbn Ömer şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) namaza durduğu zaman ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır, sonra tekbir alırdı. Rükû'a gitmek istediği zaman da, rükûdan kalktığı zaman da böyle yapardı. Fakat secdeye gittiğinde ve secdeden kalktığında böyle yapmazdı'. (Buharî/705; Müslim/390)
2. Vakfe'de (Allah’ın huzurunda ayakta duruş) sağ eli sol elin bileği üzerine koymak.
Bunun şekli şöyledir: Kadın sağ elin avucunu sol elin üstüne koyup göğsün altında ve göbeğin üst kısmında, Erkek ise sağ elin avucunu sol elin bileği hizasına sol tarafa yakın olarak ellerini bağlamaları sünnettir. Erkek sağ elin baş ve serçe parmaklarıyla sol elin bileğini tutmalıdır.
Vail b. Hucr şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) namaza başladığı zaman ellerini kaldırıp tekbir alır, sonra sağ elini sol bileği üzerine koyardı'. (Müslim/401. Neseî'nin rivayetinde 'Sağ elini, sol elin üstüne, bileğine ve kolunun bir kısmına koydu’ şeklindedir. (Neseî, 11/126)
* Sağ elin avucunu sol elin üzerine koymak. Sağ elin parmaklarıyla sol elin bileğini tutmak. Hatta bunu yaparken bileklerle birlikte kolun da bir kısmını tutmak. Mûtemed olan görüşe göre bu sünnettir. Yalnız, Şâfiîler bu şekli müstehab saymışlardır. Ki, bunda insanın kalbini muhafaza altına aldığına bir nevi işaret vardır. Çünkü insan, bir şeyin elden çıkmasından korktuğunda onu elleriyle muhafaza altına alır. Namazda elleri bu şekilde kalbin üzerinde bağlamak hikmet gereği olmaktadır.* (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
3. Kıyamdayken ayakları aralamak bakmak.
* Şafiilere göre: İki ayak arası bir karış kadar açılır. Özürsüz olarak ayaklardan birini diğerine bitiştirmek mekruhtur. Çünkü bu durum huşuya engel olacak bir zorlanmadır.* (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/22)
4. Kıyamdayken secde yerine bakmak.
Namaz kılan kişinin bakışlarını sağa sola çevirmesi mekruhtur. Yukarıya veya önündeki bir şeye -Kabe bile olsa- bakması mekruhtur' Sünnet olan, devamlı secde yerine bakmaktır. Kişi teşehhüd okurken işaret ettiği parmağına bakabilir. Böyle yapılmasının delili Hz Muhammed (a.s.v.)'in fiilidir. 5. Tekbir'den sonra namaza teveccüh (tahrim (iftitah) duası) okuyarak başlamak. 
Teveccühün lafzı, Hz. Ali'nin rivayet ettiği şu lafızlarla okunmalıdır.
İftitâh (teveccüh) duası şudur:
وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِى فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالْاَرْضَ حَنِيفًا مُسْلِمًا وَمَا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ اِنَّ صَلَوتِى وَنُسُكِى وَمَحْيَاىَ وَمَمَاتِى لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لَا شَرِيكَ لَهُ وَبِذَالِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ
“Şüphesiz ki ben, yüzümü bir muvahhid olarak o gökleri ve yerleri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden değilim. Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hiçbir ortağı olmayan âlemlerin rabbi Allah'ındır. Ben ancak bununla emrolundum ve ben Müslümanlardanım.” (Müslim/771)
Teveccüh duasında geçen sözlerin tamamına yakını Kur’an sözleridir; “Gökleri ve yeri yaratana yüzümü birleyici ve Müslüman olarak yönelttim. Ben müşriklerden değilim.” (En'âm: 6/79)  “Namazım, ibâdetim, yaşayışım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah'ındır. O'nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum...” (En'âm: 6/162-163)
* İmam, Fatiha'ya başlarsa yahut Fatiha'ya başlamadan önce imam amin dediği için ona uyan kişi de "amin" derse bile teveccüh duasını okumak müstehaptır. Fakat, kendisi Fatiha'ya başlasa veya euzu’ye başlasa teveccüh duasına o takdirde başlamaz. Eğer teşehhüde yetişir de imam selam verirse, yahut imam ile birlikte oturmadan önce kalkarsa, teveccüh duası ile namaza başlamak sünnet olur. * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/19)
Teveccüh'ün Müstehab Olduğu Yerler
Teveccüh duasını, farz ve nafile namazların başında Fatiha okumadan önce -tek başına kılan için de imam için de- cemaat içinde okumak müstehab'dır.
Eğer besmele çekilmiş veya Fatiha okunmuş veya euzübillahi min'eşşeytan'irracim denmişse, başa dönüp yeniden teveccüh duasını okumak uygun değildir. Unutarak böyle yapmak da hükmü değiştirmez.
* İmamın ve imama uyan kişilerin de bu duayı okumaları müstehabtır. İmam Fatiha’ya başlamış olsa, bu duayı okumak şu şartla birlikte müstehab olur:
a. Namazın edâ vaktinin çıkacağı endişesi bulunmamalıdır. Eğer vaktin, iftitah duasını okumaksızın bir rek'at kılacak kadar kaldığını bilirse bu duayı okuması caiz olmaz.
b. İmama uyan kişi bu duayı okuduğu takdirde Fâtiha'nın bir kısmını kaçıracağından korkarsa okumamalıdır.
c. İmama uyan kişi, kıyam halindeyken İmama kavuşmuşsa bu duayı okuyabilir. Rükûdan kalkıp doğrulma hâlinde imama kavuşan kişi bu duayı okumaz.
d. Bu duayı, eûzü besmele çekip Fâtiha'ya başlamadan önce okumak gerekir. Eğer kasten veya unutarak eûzü besmele çekip Fâtiha'ya başlanmışsa bu duayı okumak için geri dönmek doğru olmaz.* (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
Cenaze namazında teveccüh duası okumak müstehab değildir. Vakit dar olduğu zaman farz namazda da okumak müstehab değildir. Teveccüh duası okunduğunda vaktin çıkma ihtimali varsa okunmamalıdır.
6. Teveccüh'ten sonra eûzu billahi min'eş-şeytan'irracim demek. 
Bunu takiben Fatiha okunmalıdır. Fatiha okunduktan sonra eûzu çekilmez. Tekrar başa dönüp eûzu çekmek mekruh'tur.
“Kur'an okuduğun (okumak istediğin) zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!” (Nahl/98)
* Her rek'atın başında “eûzü” çekmek, İftitah duasından sonra her kıraat için eûzü çekmek sünnettir (Şafii ve Hanbeliler). Allah'a sığınma lafızlarını içeren bütün cümlelerle eûzü çekilebilir. En faziletlisi ise “Eûzübillahimineşşeytânirracîm” demektir. Bazıları derler ki bu cümledeki “Allah” lafza-i celâline, “semî'il-alîm” sıfatlarını eklemek sünnettir. Buna göre, -Eûzübillahi's-semî'ıl-alîmi mineşşeytânirracîm- demek daha faziletli olur. * (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
7. Kur'an'ı, sesli okunması gereken yerde sesli, sessiz okunması gereken yerde sessiz okumak.
Allah Teala şöyle buyuruyor: "Namazını kılarken sesini çok yükseltme, çok da gizli yapma, bu iki arasında bir yol tut. " (el-İsra, 110)
Kur'an'ı sabah namazında, akşam ve yatsı namazının ilk iki rekâtında, Cuma, Bayram, Ay Tutulma,  Yağmur, Teravih ve Ramazan'da kılınan Vitir namazında tek başına kılan için de, imam için de, cemaat için de açıktan okumak sünnettir. Bunların dışındaki namazlarda işe gizli okumak sünnettir. Bunun böyle olduğuna bir çok hadîs delâlet eder.
Onlardan bazılarını aşağıda zikrediyoruz:
Cübeyr b. Mut'im babasından şöyle rivayet etmektedir: 'Ben Hz. Muhammed (a.s.v.)'in akşam namazında Tur sûresini okuduğunu işittim'. (Buharî/735; Müslim/463)
Berâ b. Âzib şöyle rivayet etmiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.)'in yatsı namazında Tin sûresini okuduğunu işittim. Ondan daha güzel sesli bir kimseyi dinlemiş değilim'. (Buharî/733; Müslim/464)
İbn Abbas şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), ashabına namaz kıldırıyordu. Onlar namazda okuduğu Kur'an'ı işitince kulak verdiler'. (Buharî/739; Müslim/449)
Ebu Katade şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) bize namaz kıldırdı. Öğle ve ikindi namazlarındaki ilk iki rekâtta Fatihatu'l-Kitab ile birer sûre okurdu'. (Buharî/745; Müslim/451)
Hz. Muhammed (a.s.v.)'in aşikâr okuduğunu bildiren hadîsler daha önce geçmişti.
Ubade b. Samit şöyle rivayet ediyor: Biz Hz. Muhammed (a.s.v.)'in arkasında sabah namazını kılıyorduk. Hz. Muhammed (a.s.v.) okurken cemaatin okuması ona ağır geldi. Namazı kılınca 'Siz imamınızın arkasında okuyor musunuz?' dedi. Biz 'Evet, okuyoruz’ dedik. Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Fatiha'dan başkasını okumayın. Hakikat şu ki Fatiha okumayanın namazı olmaz' buyurdu. (Ebu Dâvud/823, 824; Neseî,11/141 ve başka muhaddisler. Diğer bir rivayette 'Ben açıktan okuduğum zaman arkamda Fatiha'dan başka bir şey okumayın' şeklindedir.)
İmam işitmediği zaman gizli okunmuş sayılır. İşte bu hadîsler Hz. Muhammed (a.s.v.)'in, hazır olanlara işittirecek kadar yüksek sesle okuduğuna delâlet eder. Sözü geçen yerlerin dışında gizli okumanın delili de şu hadistir:
Bir kişi Habbab'a şöyle sordu:
- Hz. Muhammed (a.s.v.) öğle ve ikindi namazlarında okuyor muydu?
- Evet.
- Peki, okuduğunu nasıl anlıyordunuz?
- Sakalının hareketinden anlıyorduk. (Buharî/713)
Ebu Hüreyre şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) her namazda okurdu. Hz. Muhammed (a.s.v.)'in bize açıktan okuduğu yerde biz de size açıktan okuyoruz. Gizli okuduğu yerde biz de size gizli okuyoruz'. (Buharî/738; Müslim/396)
Sahabe, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in sözü geçen yerlerin haricinde sesli okuduğunu nakletmemişlerdir. Özel namazların delilleri ise yerlerinde belirtilecektir.
* Namaz kılan kişi, İmamsa veya tek başına kılıyorsa kıraati seslice yapmalıdır. İmama uyan kişinin kıraati sessizce yapması sünnettir. Yabancı birinin duyma ihtimali olmazsa, kadın ve erseliklerin (çift cinsiyetli, hünsa) de seslice kıraatte bulunmaları sünnettir. Yabancı birinin bulunması hâlinde kadın veya erseliklerin (çift cinsiyetli, hünsa) seslice kıraatte bulunmaları caiz olmaz. Aksine, sessizce okumaları gerekir. Ki sesleri, başkaları tarafından duyulmasın. Şafiilere göre sessizliğin sınırı, namaz kılan kişinin kendi duyabileceği kadar bir sesle okumasıdır. Kişi tek başına kılıyorsa, seslice okumanın ilk iki rek'atte olduğu açıkça bilinen bir husustur. İmama sonradan tâbi olan kişinin kıraatiyle ilgili açıklama ileride yapılacaktır. * (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
Gece kılınan mutlak nafile namazlarda ne gizli ne de aşikâre olmadan, kıraat normal şekilde yapılmalıdır.
“Namazında açıktan okuma, sesini fazla da kısma, ikisi arasında bir yol tut.” (İsra/110)
8. Fatiha'dan sonra âmin demek (te’min).
Veleddâllîn'den hemen sonra âmin denilmelidir. Namaz kılan kişinin her namazda Fatiha'dan sonra âmin demesi sünnettir. Sesli kılınan namazlarda sesli olarak, sessiz kılınan namazlarda sessiz olarak âmin denmelidir. Cemaat de imama tâbi olarak yüksek sesle âmin demelidir.
Âmin’in anlamı 'Yâ rabbî! Duamızı kabul et!' demektir. 
      Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle demiştir: “Sizler (namazda) âmin dediğiniz zaman melekler de semada âmin derler. Kimin âmin demesi, meleklerin âmin demesine tevafuk ederse o kişiye geçmiş günahları bağışlanır.” (Buharî/748; Müslim/410, (Ebu Hüreyre'den)
İmam âmin dediği zaman arkasından siz de âmin deyin. Çünkü kimin âmin demesi, meleklerin âmin demesine tevafuk ederse o kişiye geçmiş günahları bağışlanır. (Buharî/747; Müslim/410, (Ebu Hüreyre'den) 
Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) ğayri'l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn dediği zaman, birinci saftakilerin işitebileceği şekilde (açıktan) âmin derdi'. (Ebu Dâvud/934)
Hz. Muhammed (a.s.v.) âmin dediği zaman mescit âdeta sallanıyordu. (İbn Mâce, 853)
* 9. Namaz kılan kişi İmamsa, Fâtiha'yı tamamladıktan sonra bir süre susmalıdır. 
Fâtiha'yı okuduktan sonraki bu susma süresi, eğer kılınan namaz sesli kıraatli bir namaz ise, cemâatin de Fâtiha'yı okuyabileceği kadar bir süre olmalıdır. Bu susma süresi zarfında İmamın bir duayla meşgul olması veya sessizce Kur'an okuması daha faziletli olur. Şâfiîlerce yapılması istenen diğer bazı susma aralıkları da vardır ki, bunlar kısa süreli olduklarından “lâtîf sekteler” denir. Bu sektelerin yerleri şunlardır:
a. İftitah tekbirinden sonra susmak. Bundan sonra da iftitah duasına başlamak gerekir.
b. İftitah duasını tamamladıktan sonra susmak. Bundan sonra “eûzü” okumak.
c. Eûzü’den sonra susmak. Bundan sonra “besmele” çekmek.
d. Besmele’den sonra susmak. Bundan sonra “Fatiha” okumak.
e. Fatiha'dan sonra susmak. Bundan sonra “âmîn” demek.
f. Âmîn'den sonra sustuktan sonra “zamm-ı sûre” okumak.
g. Zamm-ı sûreden sonra  biraz susmak, sonra “rükû”a varmak.
Bu yedi sekte, İmamın Fâtiha’dan sonraki sektesine, yanı susma aralığına eklenecek olursa sektelerin sayısı sekize varmış olur. Şâfiîlerce bilinen sektelerin sayısı ise altı tanedir. Çünkü bunlar, iftitah tekbiri ile iftitah duası arasındaki sekteyi ve iftitah duâsıyla eûzü arasındaki sekteyi tek sekte olarak kabul etmektedirler. Yine hem İmamın, hem İmama uyan kişinin Fâtiha'yı okuduktan sonra zamm-ı sûreyi okumaya başlamadan önce yaptıkları sekteleri de tek sekte saymışlardır. * (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
10. Fatiha'dan sonra Kur'an'dan bir şey okumak. 
Ne kadar kısa olursa olsun Kur'an'dan herhangi bir sûre okumak veya peş peşe gelen üç ayet okumakla sünnet yerine getirilmiş olur.
* Bazıları da derler ki: … Ama namaz kılan kişinin üç âyeti okuması zorunlu değildir. Şâfiîlere göre sünnetin aslı, bir âyet okumakla da olsa gerçekleşmiş olur. En faziletlisi, Kur'an'dan tam bir sûredir ki bunun en azından üç âyet olması gerekir. Bundan daha fazla sevâb kazanmak isteniyorsa daha uzun sûreleri okumak icâb eder. * (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
Farz namazların birinci ve ikinci rekâtlarında zammı sûre okumak da sünnettir. Bu tek başına kılan için de imam için de böyledir. İmama uyan kişinin gizli okunan namazlarda ve imamın okumasını işitmediği durumlarda okuması sünnettir.
Sabah ve öğle namazlarında Hucurât ve Rahman sûreleri gibi Tıva-l'ul-Mufassal denilen sûreleri okumak sünnettir. İkindi ve yatsı namazlarında Şems sûresi gibi Avasıt'ul-Mufassal denilen sûreleri okumak sünnettir. 
Akşam namazında ise îhlas sûresi gibi kısa sûreleri okumak sünnettir.
Ebu Hüreyre şöyle demiştir: 'Namazı, falan adamın namazından daha fazla Hz. Muhammed (a.s.v.)'in namazına benzeyen bir kimsenin arkasında namaz kılmadım. Onun arkasında namaz kıldığımda öğle namazının birinci ve ikinci rekâtlarını uzatıyor, üçüncü ve dördüncü rekâtlarını hafif tutuyordu. İkindi namazında hafif, akşam namazında ise Kusar'ul-Mufassai denilen sûrelerden okuyordu. Yatsı namazında Şems ve benzeri sûreleri, sabah namazında da iki uzun sûre okuyordu.” (Neseî, 11/167)
Cuma sabahında birinci rekâtta Secde, ikinci rekâtta Hel Eta sûresini okumak sünnettir.
Ebu Hüreyre şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) Cuma günü sabah namazının birinci rekâtında Secde, ikinci rekâtında ise Hel Eta sûresini okuyordu'. (Buharî/851; Müslim/880)
* İmam, namazı uzatmaya razı olduklarını açıkça belirten bir cemaate namaz kıldırmaktaysa kıraati uzatması sünnet olur. Ancak cuma sabahının namazı bundan müstesnadır. Bu namazı kıldıran İmam, hiçbir şarta bağlı olmaksızın Secde sûresinin tümünü okuyarak kıraati uzatmalıdır. Cemâat buna razı olmasa bile bu, sünnet gereğidir.* (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
Bütün namazların birinci rekâtını, ikinci rekâtından daha uzun tutmak sünnettir. Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) birinci rekâtta uzun, ikinci rekâtta kısa okuyordu. (Buharî/725; Müslim/451)
11. İntikal tekbirlerini almak.
Daha önce namazda tahrim (iftitah) tekbirinin rükün olduğunu ve onsuz namazın sahih olmadığını belirtmiştik. tahrim (iftitah) tekbirini alıp namaza durulduktan sonra her intikalde (kıyamdan rükûya, itidalden secdeye gittiğinde), tahrim (iftitah)  tekbiri gibi tekbir almak sünnettir. Ancak rükûdan kalkarken tekbir yerine semiallahu limen hamideh, Rabbena ve leke'l-hamd (Allah, hamdini yapan kimsenin duasını kabul eder. Rabbimiz! Hamd sana mahsustur) denmelidir.
Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Muhammed (a.s.v.) namaz kıldığında ayakta iken (ihram) tekbiri alırdı. Sonra rükûya giderken tekbir alırdı. Sonra rükûdan belini doğrulturken semiallahu limen hamideh  سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ  , sonra ayakta iken رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ  rabbena ve leke’l-hamd derdi. Sonra secdeye giderken tekbir alırdı. Sonra başını secdeden kaldırırken tekbir alırdı. Sonra ikinci secdeye giderken tekbir alır, sonra başını ikinci kez kaldırırken tekbir alırdı. Sonra tamamlayıncaya kadar bütün namazda böyle yapardı. İkinci rekâtı bitirip oturduktan sonra ayağa kalkarken de tekbir alırdı". (Buharî/756; Müslim/392)
* Rükûa varırken alınan tekbirler de sünnettir. Bu tekbiri tamamıyla rükûa varıncaya kadar uzatmak da sünnettir. Secde tekbirleri de aynı şekilde yapılmalıdır. Bu tekbirler de Şâfi mezhebine göre sünnettir. Kişi eğer İmamsa, bu tekbirleri cemâatin duyabileceği kadar yüksek sesle almalıdır. Veya İmamın peşi sıra mübelliğlik yapanların da bu tekbirleri, cemâatin duyabileceği kadar yüksek sesle almaları sünnettir. Rükûdan kalkarken İmamın, İmama uyanların veya tek başına kılan kişinin, “Semiallahü limen hamiden” demesi, İmamın bunu söylerken yüksek sesle telâffuz etmesi, İmama uyan kimselerinse sessizce söylemeleri sünnettir.
12. Namaz kılarken rükuda elleri dizlerin üzerine koymak:
Namazın sünnetlerinden biri de kişinin rükû halinde ellerini dizlerinin üzerine koyması ve bu arada ellerinin parmaklarını ayrık tutmasıdır. Ayrıca erkeğin pazularını da yan taraflarından uzak tutmasıdır. 
Bir kişi, kuyruk sokumu kısmını alçaltmaksızın, başım kaldırmaksızın, göğsünü de ileriye vermeksizin rükûa gitmek kastıyla avuçlarım dizlerine dayayarak rükûunu gerçekleştirmiş olur.
Zira Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Enes (r.a.) hazretlerine hitaben buyurmuşlar ki: “Rükûa vardığında avuçlarını dizlerinin üzerine koy. Parmaklarını aç, kollarını da yan taraflarından uzak tut.” (Nesâi, Tatbik, Bâb/1)
Kadına gelince o, kollarını yan taraflarından uzak tutmayıp aksine daha da bitiştirir. Böylece örtünmesi daha iyi olur. Bu hususta üç mezhep İmamı ittifak etmişlerdir. 
Müslim'de Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir: "Hz. Peygamber (a.s.) rükuya vardığı zaman başını ne kaldırır, ne de salıverir, ikisi arasında tutardı."
Oturarak namaz kılan kişinin rükûunun en az hâli, eğilerek alnını dizlerinin ön kısmıyla aynı hizaya getirmesidir. En mükemmel şekli de, eğilerek alnını secde yeriyle aynı hizaya getirmesidir. Yalnız alnını secde yerine temas ettirmemesi de gerekir.
Rükûdan kalkmak, kişinin rükûdan önceki hâline dönmesiyle olur. Kişi ayaktayken rükûa gitmişse tekrar ayağa kalkıp dikilmesiyle; oturarak namaz kılan kişi oturur vaziyetteyken rükûa gitmişse rükûdan kalkması, tekrar oturmasıyla tahakkuk eder. Tabiî bunu yaparken, yani rükûdan kalkıp secdeye gitmeden önce tum'anînet şartını yerine getirmesi gerekir. Şâfiîler buna itidal da derler.
13. Rükû’da “Subhane rabbiyel azîm” demek.
Rükûda itminandan sonra üç defa سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظِيمِ “Subhane rabbiyel azîm” demek, Şâfiîlere göre müekked bir sünnettir. Bazıları derler ki: Bunu devamlı olarak terkeden kişinin şâhidliği muteber olmaz. Bunu en azından bir defa söylemek gerekir. Kişi İmam olsun, İmama uyan biri veya tek başına namaz kılan biri olsun, sünneti kemâle erdirmek bakımından üç defa bu duayı okumalıdır. Kişi tek başına namaz kılmakta olursa veya namazı uzatmaya razı olan bir cemâate İmamlık ederse “sübhane rabbiyel azîm”i üç defadan fazla tekrarlayabilir. Hatta bu durumda onbir defa söylemesi de sünnete uygun olur. Onbir defadan fazla okumaması gerekir. Tek başına namaz kılan kişinin buna ek olarak şu duayı okuması da sünnettir. “Allah’ım! Senin için rükûa vardım. Sana imân ettim. Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim, kemiklerim, sinirlerim, saçlarım, tenim ve ayaklarıma tâbi kısımlarım senin huzurunda huşu içinde olup sana aittirler” (Ebû Dâvûd, Salât, 119; Müslîm, Müsâfirîn, 201, 203)
İmamın namaz kıldırırken bu duayı, mahsur olup da uzatmaya razı olan bir cemâate rükûda okuması sünnettir.)
* Tesmi ve tahmid: Tesmi, "Samiallahu limen hamideh", demektir. Tahmid: "Rabbena leke'lhamd" demektir. Tesmi ile tahmidi birleştirmek hem yalnız başına kılanlar, hem imamlar hem de cemaat hakkında sünnettir. * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/30)
Şafii ve Hanbeli mezhebinde, (cemaatin razı olması halinde) hem imam, hem cemaat için, "Rabbena lekel hamd" dedikten sonra, "mil'e's-semavati ve mil'el-ard ve mil'e ma şi'te min şey'in ba'du"(bu konudaki hadis için bk. Neylu'l-Evtar,II/251) demek sünnettir.
14. Secde esnasında önce dizlerini, sonra ellerini, sonra alın ve burnu yere koymak. (Tirmizi hasen)
  * 15. Secdede iken ellerin yere konulması.
Namazın bir diğer sünneti de kişinin secdede iken parmaklarını birbirine bitiştirip kıbleye yönelterek avuçlarını omuz hizasına koymasıdır. Şâfiîlerle Hanbelîler bu hususta görüş birliği etmişlerdir. (Şafiî Mezhebine göre, secdede ayrıca el ve ayakların iç kısmını yere koymak gerekir.)
Secdede farz olan miktar, sözü edilen yedi organdan her birinin bir kısmının yere değdirilmesiyle yerine getirilmiş olur. 
Secdede alnı, sözü edilen şeyin üzerine koymak şarttır. Aksi takdirde kılınan namaz bâtıl olur. Yalnız bu şey çok uzun olur da, namaz kılan kişinin hareket etmesiyle birlikte hareket etmezse namaz bâtıl olmaz. Eldeki mendil de ayrı bir nesne olduğundan ötürü üzerine secde edilmesi hâlinde bunun namaza bir zararı olmaz.
Sarık veya sarığa benzer sargılar, alnın tümünü kapladıkları takdirde bunların üzerine secde etmenin namaza zararı dokunur. Açık alın üzerine secde etmeyen kişi, eğer bunu kasıtlı olarak yapıyorsa namazı bâtıl olur. Ama bir özürden ötürü, meselâ alnında yara olup da üzerindeki sargıyı çözmenin fazla meşakkat getireceğinden korkarsa, sargı üzerine secde etmesi sahîh olur.
16. Secdeye gidip istikrar bulunca da üç defa   سُبْحَانَ رَبِّىَ الْاَعْلَى subhane rabbiye'l-a'lâ ve bihamdihi demek. Bir kez söylemekle sünnet yerini bulur. Sünneti kemâle erdirmek açısından en azından üç defa söylemek gerekir. Beş, yedi, dokuz ve onbir defa da söylenebilir. Sünneti kemâle erdirmek için ise onbir defa söylemek gerekir. Bir kişi İmam olarak mahsur kalmış bir cemâate namaz kıldırıyorsa bundan fazla olarak şu duayı okuması sünnet olur: “Allah'ım! Senin için secde ettim. Sana îmân ettim.. Sana teslim oldum... Yüzüm, kendisini yaratıp şekillendirene, görmesi için (göz oyuğunu) yarıp gözü yerleştirene, işitmesi için kulak yerini yarıp kulağı yerleştirene secde etmiştir. Yaratıcıların en iyisi ve en güzeli olan Allah, ne kadar da kutlu ve yücedir!” (Müslîm, Müsâfirîn/201; Ebû Dâvûd, Sücûd/7)
* Şafiilere göre iki ayak, iki diz, iki uyluk arasında bir karış kadar mesafe bulunmalıdır. Buna göre, ayak parmaklarının kıbleye doğru yöneltilmesi sünnet olur. Kolların böğürden açık tutulmasını terk etmeyi yasaklayan Hz. Enes'in rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir: "Secdede itidale riayet edin. Sizden biri kollarını köpekler gibi yere yaymasın."
Secdede kuyruk sokumunun baştan yüksek olması. Eğer ikisi eşit olur yahut baş daha yüksekte olursa, Malikilere göre namaz batıl olmaz. En kuvvetli olan görüşe göre, Şafii'ler ile Hanefilerce namaz batıl olur.
  18. Secdede Dua Etmek: Şafiilere göre, secdede dua talebi daha kuvvetlidir. Bunların dayandıkları delil Müslim ve diğerlerinin rivayet ettikleri şu hadis-i şeriftir: "Kulun Allah'a en çok yakın olduğu zaman secde anıdır. Çok dua edin. Dualarınız kabul olmaya layıktır. " (Müslim, Salât/215, Neseî, Tatbik/78) Yani secdenizde çok dua ediniz ki bu kabul edilmeye daha layıktır.* (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/31,32)
19. İki Secde arasında otururken elleri baldırların üzerine koymaktır. 
Bu durumda parmak uçları dizin üzerinde olup kıbleye yönelik tutulmalıdır. Şâfiîlerle Hanefîler bu hükümde ittifak etmişlerdir.
* Hz. Aişe'nin rivayet ettiği hadiste ise şöyle denilmektedir: "Hz. Peygamber ( a.s.) sol ayağını yatırır, sağ ayağını dikerdi."
İbni Ömer de şöyle demiştir: "Sağ ayağın dikilmesi ve parmakları ile beraber kıbleye doğru çevrilmesi namazın sünnetlerindendir. " (Nesei) İk'a, yani köpek oturuşu tarzında oturmak mekruhtur. Bu oturuş şekli iki ayağını yatırıp topuklar üzerine oturmaktır. Bunun dayanağı Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadistir: "Resulullah (a.s.) şöyle buyururdu: iki secde arasında köpek oturuşu tarzında oturma." Hz. Enes rivayet ettiği hadiste şöyle anlatmıştır. "Resulullah (a.s.) bana şöyle buyurdu: Başını secdeden kaldırdığın zaman köpek oturuşu gibi oturma." (İbni Mace) * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/35)
20. Secdeden kalkmaya gelince Şâfiîler buna iki secde arasında oturma da derler. Bu, kişinin secdeden kalkıp, tam olarak oturması, her organının yerli yerine gelmesiyle gerçekleşir. Her organ yerli yerine oturup da kişi, düzgün bir şekilde durmadığı takdirde namazı sahîh olmaz. Kişi oturmaya yakın bir halde olsa bile yine namazı sahîh olmaz. Rükû ve secdeden kalktıktan sonra yapılan itidali de fazla uzatmamak şarttır.
* Şafii ve Hanbelilere göre, dua etmek meşrudur. Hatta Hanbeliler bunun vacip olduğunu söylemişlerdir. En azı bir kere, "Rabbiğfir li" demektir. Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre bu duanın sözleri şöyledir:
رَبِّ اغْفِرْ لِي وَارْحَمْنِي وَاجْبُرْنِي وَاهْدِنِي وَارْزُقْنِ
Müslim'in bir rivayetinde şöyle denilmektedir: "Bir adam Hz. Peygamber (a.s.)'e gelerek, "Rabbimden bir şey istedigim zaman nasıl söyleyeyim? diye sordu. Hz. Peygamber (a.s.) de: "Allahummağfır li ver'hamni va'rzukni” duasını oku, çünkü bu dualar senin dünyanı da ahiretini de bir araya getirir" buyurdu. " Bu duada Allah Teala'dan istenen Gufran örtmek demektir. Afiyet, insandan belanın gitmesi demektir. Rızıklar da iki türlüdür: Bedenler için gerekli olan zahiri rızıklar (yiyecek içecek ve benzeri azıklar). Diğeri batıni olan rızıklar olup kalpler ve ruhlar için gerekli olan marifet ve bilgi gibi rızıklardır. * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/35,36)
21. Oturuştan veya secdeden kıyama kalkarken iki el üzerine dayanarak kalkmak. (Buhari) Secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak, dizleri kaldırdıktan sonra da ellere dayanarak yerden kalkmak sünnettir. Namaz kılan kişi güçlü biri de olsa, kadın da olsa yerden kalkarken ellerine dayanması sünnettir.
Rükûdan veya secdeden kalkarken, rükû veya secdeden kalkma niyetinden başka bir niyetle kalkmamak da şarttır. Meselâ bir şeyden ürküp de başını secdeden veya rükûdan kaldıran kişinin rükûu veya secdesi geçerli olmaz. Aksine, rükûdan kalkmışsa derhal rükûa; secdeden kalkmışsa derhal secdeye gitmesi vâcib olur. 
22. Birinci teşehhütten kalkış esnasında iki elin kulak hizasına kadar kaldırılması. ( Buhari ile Müslim)
23. Namazını ayakta kılan kişinin istirahat celsesi yapması da sünnettir. Bunun şekli, ikinci secdeden sonra hafifçe oturup onun peşi sıra müteakip rek'ate kalkmaktır. Bunun miktarı da tum'aninet süresi kadar olmalıdır. İki secde arasında oturma süresinden fazla olmasının da bir sakıncası olmaz. Bunu İmam yapmadığı takdirde cemâatten olan kişi uygulayabilir.* (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı) Şafiiler dışındaki müctehitlere göre istirahat için oturulmaz. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/83)
24. Teşehhüd için oturulduğunda elleri dizlerin üzerine koymak. 
Bu şöyle yapılır: Sol el açılıp parmakların bir kısmı diğerlerine yapıştırılır. Parmak uçları diz kapaklarına kadar uzatılır. İşaret parmağı hariç sağ el kapatılır. Parmakları dürerken başparmakları yana doğru yumup avuç kenarına koymak, diğer şekillerden daha faziletlidir.
Bu parmağa sebbabe parmağı denir. Bu parmak bükülerek diz üzerine konur. “İllallah” kelimesi söylenirken bu parmakla tevhid'e işaret edilir ve birliğin sembolü olarak sadece işaret parmağı kaldırılır, diğerleri yumulur. İşaret yapılmadığı takdirde namazın sonuna kadar parmağı kalkık tutmak sünnettir. [Kaldırıldıktan sonra bu parmağın hareket ettirilmesi sahîh kavle göre mekruhtur. Hatta bazıları bu durumda namazın bâtıl olacağını söylemişlerdir. Çünkü parmağın hareket ettirilmesi, namaz amellerinin dışında sayılmaktadır. Ne ki bu, zayıf bir görüştür. Sözü edilen davranış, az bir amel sayıldığından namazı bozmaz.* (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
İbn Ömer şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) namazda oturunca ellerini dizleri üzerine koyardı. Sağ elinin işaret parmağını kaldırır, onunla Allah'ın birliğine işaret ederdi. Sol elini de -parmaklarını uzatarak-sol dizi üzerine koyardı'. (Müslim/580)
* 25. Namazın oturuşlarında kişi yaygın olarak oturmalıdır. 
Yani sol ayağının mafsal yumru kemiğinin üzerine oturması, bu ayağının yüz kısmını yere yatırması; sağ ayağını dikmesi, bu ayağının parmaklarının ucunu da kıble tarafına yöneltmelidir. Namaz kılan kişi bu durumda sol ayağını sergi gibi yere serip üzerine oturmaktadır. Tabiî bu anlattığımız, namaz kılanın bu şekilde oturmasını engelleyen bir özrün bulunmaması hâlinde söz konusudur. Meselâ şişman vücûdlu bir kişi bu şekilde oturmaktan âciz kalırsa yapabildiği kadarıyla oturma müsâadesine sahip olur.* (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
26. İlk celsede iftiraş, son celsede de teverruk yapmak. 
Teverruk, namaz kılan kişinin sol kalçası üzerine oturup sağ ayağını dikmesi, sol ayağını da sağ ayağı altından çıkararak oturmasıdır. Teverrukun kökü olan verk, bacak demektir.
İftiraş ise namaz kılan kişinin sağ ayağını dikip sol ayağı üzerine oturmasıdır.
Ebu Humeydî es-Saidî şöyle rivayet ediyor: 'Ben Hz. Muhammed (a.s.v.)'in namaz kılışını hepinizden daha iyi hatırlıyorum' dedikten sonra şöyle devam etti: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) ikinci rekâtın sonunda sağ ayağını dikip sol ayağı üzerine otururdu. Son oturuşta ise sol ayağını sağ ayağının altından çıkarıp sağ ayağını da dikerek makatı üzerine otururdu.” (Buhari/794 'Hz. Muhammed (a.s.v.) namazda oturduğunda sol ayağını baldın ile uyluğu arasına koyar, sağ ayağını da yayardı' şeklindedir. (Müslim/579, ibn Zübeyr'den)
İlk oturuşun en uygun şekli, tekbir alarak başını kaldırmak ve müfterişen oturup ellerini açık olarak oyluklar üzerine dizlere yakın bir yere koyup şöyle demektir:
اَللَّهُمَّ اغْفِرْلِى وَارْحَمْنِى وَاهْدِنِى وَاجْبُرْنِى وَعَافِنِى وَارْزُقْنِى
(Allahım! Beni bağışla, bana rahmet et, bana hidayet ver, bana afiyet ver ve bana rızık ver)
(Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre ilk oturuşta iftirâş, son oturuşta teverrük yapılarak oturulur. (el-Mûsilî, el-İhtiyâr, 53; İslam Fıkhı Ansiklopedisi 1/667)
27. İbrahimî salâvatları getirmek ve teşehhüd’ten sonra dua etmek. 
Son teşehhüd’te Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salâvat getirmenin farz (rükün) olduğu daha önce söylenmişti. Bu salât hangi lafızla söylenirse söylensin yeterlidir. İster Allahumme salli ala Muhammed densin, ister Allahumme salli alâ âl-i Muhammed densin, fark etmez. Fakat İbrahimî salâvatları okumak sünnettir. Bu salâvatların lafızları daha önce geçmişti. Bu salâvatlardan sonra kabir azabından, ateş azabından Allah'a sığınmak veya kişinin dilediği şekilde kendisi için dua etmesi sünnettir. Ancak bu dua ve istiazeler (euzu besmele), teşehhüd ve salâvatın toplamından fazla olmamalıdır.
Salavat'ın azı şudur: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ 
En mükemmeli ise şudur:
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سيدنا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِ سيدنا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى سيدنا اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ وَبَارِكْ عَلَى سيدنا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِ سيدنا مُحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى سيدنا اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ 
(Türkçe okunuş şekli ve anlamı “Namazın Rükunları” bölümünde açıklanmıştı.)
Selamdan önce okunacak dualar: 
رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Rabbenâ âtina fid'dunyâ haseneten ve fil'âhirati haseneten ve kınâ azâbennâr.”
“Allah'ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azabından koru!” (Bakara/201)
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
Rabbenâğfirlî ve li-vâlideyye ve lil-Mu'minine yevme yekûmu'l hisâb.
“Ey bizim Rabbimiz! Beni, anamı ve babamı ve bütün mü'minleri hesap gününde (herkesin sorguya çekileceği günde) bağışla!” (İbrahim/41)
Buhari ve Müslim Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir. Lafız Müslim'indir. "Biriniz son teşehhüdü bitirince dört şeyden Allah'a sığınsın:
اللهمإِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، وَمِنْ عَذَابِ جَهَنَّمَ، وَمِنْ فِتْنَةِالْمَحْيَاوَالْمَمَاتِ، وَمِنْ شَرِّ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ
Allahumme İnni Euzu Bike Min Âzabi’l-Kabri Ve Min Âzabi Cehennem Ve Min Fitneti’l-Mehya Ve’l-Memâti Ve Şerri Fitneti'l Mesihi'd Deccal
  “Allah’ım! Kabir azâbından, cehennem azabından, ölüm ve hayat fitnesinden ve Mesîh Deccâlin fitnesinin şerrinden sana sığınırım.
İbni Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Peygamber (a.s.) namaz kıldığında namazında yahut secdesinde şöyle dua ederdi: Allahım! Kalbime bir nur, kulağıma bir nur,  gözüme bir nur, sağımdan bir nur, solumdan bir nur, önümden bir nur, arkamdan bir nur, üstümden bir nur, altımdan bir nur, benim için bir nur ihsan eyle".(Sahihi Müslim, Neylü'l-Evtar, II/292)
* Arapça Dua Etmek: Bütün fakihlerin ittifakı ile dualar Arapça yapılır. Hanefiler şöyle demişlerdir: Arapça'dan başka dillerde dua etmek haramdır. Fakat Ebu Hanife'ye göre, namazla ilgili zikirler Arapça'dan başka dilde yapılırsa İmameyn'in hilafına tahrimen mekruh olmakla birlikte caiz olur. Şafiilere göre Arapça bilmeyenler, özürleri sebebiyle ve aciz oldukları için mendup olan dua ve zikirleri kendi dillerine tercüme edebilirler. Ancak gücü yetenlerin bunu yapmaları caiz değildir. Çünkü özürleri yoktur.* (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/46)
* 28. Birinci selâmı verirken namazdan çıkmaya niyet etmelidir. 
Eğer selâm vermeden önce namazdan çıkmaya niyet edilecek olursa namaz bâtıl olur. Selâm esnasında veya selâmdan sonra namazdan çıkmaya niyet edilirse, sünnet yerini bulmaz. 
Selâmın başından sonuna kadar selâm vermekte olan kişi; meleklerden, ins ve cinnin Mü’minlerinden kendisine selâm vermeyenleri kastetmelidir. Selâmı alırken de İmam ve İmama uyanlardan kendisine selâm verenleri kastetmelidir.* (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
* Şafiiler ve Hanbelilere göre: Kişi selama kıbleye karşı yönelmiş olarak ve "Esselamu aleyküm" diyerek başlayıp sonra dönerek selamını "Ve rahmetüllah" kelimesi ile tamamlar. Çünkü Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (a.s,) önüne doğru selam verirdi." Bunun manası şudur: Selama başlar" ve "Rahmetüllah" sözü ise dönerken söylenir.* (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/47)
29. Namazda ikinci selâmı vermek.
Daha önce sağ tarafa verilen birinci selâmın rükün olduğunu söylemiştik. Birinci selâm verildikten sonra rükün ve vacipler tamamlanmış olur. Sol tarafa ikinci selâmı vermek ise sünnettir. Sağ yanak arkadan görünecek kadar sağ tarafa dönerek birinci selâmı vermek de sünnettir. Bu hususta mezhepler görüş birliği etmişlerdir.
Sa'd şöyle rivayet ediyor: 'Ben Hz. Muhammed (a.s.v.)'i sağ ve sol tarafına selâm verirken gördüm. Hatta (bu sırada arkadan) yanağının beyazlığını da görürdüm'. (Müslim/582)
Abdullah b. Mes'ud şöyle rivayet etmiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) -yanağının beyazının (arkadan) görüneceği şekilde- sağ ve soluna es-selâmu aleykum ve rahmetullahi, es-selâmu aleykum ye rahmetullahi diye selâm verirdi'. (Ebu Dâvud/996 ve başka muhaddisler. (Tirmizî 'İbn Mes'ud'un hadîsi hasen-sahih'tir'. demiştir)
30. Namazda huşu içinde olmak.
* Bütün namazlarda kalb huzuru ve orgaların sükûnu dediğimiz huşu' hâlinin mevcûd olması. Namaz kılan kişi, Allah'ın huzurunda olduğunun ve Allah'ın kendisini gördüğünün bilincinde olmalıdır. * (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
Huşu dilin okuduğu Kur'an, zikir ve dualara kalbin uyanık olarak dikkat etmesi, okunanların anlamını düşünüp onlarla hemhal olup rabbi ile münacaat ettiğinin bilincinde olması demektir. Bu huşu, en azından namazın bir bölümünde bulunmalıdır. Zira gaflet, namazın tümünde devam ederse namaz fasid (yanlış) olur. Namazın tümünde huşu içerisinde olunduğu takdirde sünnete en mükemmel şekilde uyulmuş olur. 
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir namaz (vakti) geldiğinde abdestini, huşû'unu ve rükû'unu güzel yapan her Müslümana -büyük günah işlemediği müddetçe- o namazı önceki günahlarına kefaret olur. Namazın kefaret olması her zaman söz konusudur.” (Müslim/228, (Hz. Osman'dan)
İşte bütün bunlara namazın heyetleri denir. Namaz kılan kişi bunlardan birini terk ederse, onun için sehiv secdesi yapması sünnet değildir. Ama namazın Eb'az'larından biri terk edilirse, onu telafi etmek için namazın sonunda sehiv secdesi yapmak sünnettir.
* Namaz kılanın önünden geçeni uzaklaştırmak. 
İbn-i Ömer'in rivayet ettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sizden biri namaz kıldığı zaman, önünden hiç kimsenin geçmesine müsaade etmesin. Eğer geçen adam karşı çıkarsa onunla dövüşsün. Çünkü, bu kişinin yakınında şeytan vardır. " (Ahmed, Müslim ve (bni Mace)
Ümmü Seleme (r.a.)'nin önünden geçen iki çocuğu için Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurdu; "Namazda iken bir kimseye her hangi bir şey isabet ederse “subhanellah” desin. Çünkü tesbih getirince ona yönelinir (dikkati çeker). El çırpmak ise kadınlar içindir." (Buhari ile Müslim)
Namaz kılan kimsenin kendisi ile sütresi arasından geçmekte olan kişiyi iterek uzaklaştırması sünnettir. Bunun dayandığı delil, daha önce geçmiş bulunan hadisler ile amel etmektir. Eğer namaz kılan kişi, önünden geçeni uzaklaştırırken onun canına zarar verir veya eziyet ederse bunu tazmin etmesi gerekir. Mekke ile Harem içinde namaz kılanın önünden geçen kimseye engel olunmaz. Bunun delili Ahmed, Ebu Davud İbni Mace ve Nesai'nin, Muttalib b. Vedaa'dan rivayet ettikleri şu hadis-i şeriftir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Beni Sehm kapısında namaz kıldığını ve insanların onun önünden geçtiklerini gördüğünü, aralarında bir sütre bulunmadığını söylemiştir."
Soru: Namaz Kılanın Önünden Geçmek Namazı Keser mi?
Dört mezhep imamı, namaz kılan kimsenin önünden geçmenin, namazı kesmediği ve iptal etmeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/79)

C. Namazdan Sonraki Sünnetler
1. Namazın akabinde zikir ve dua etmek sünnettir.
Sevban şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber selâm verip namazı bitirdiği zaman üç defa istiğfar eder ve şöyle derdi: Ey Allahım! Selâm sensin, selâmet ancak senden olur. Çok ulusun, ey celâl ve ikram sahibi! (Müslim/591)
Cemaatin öğrenmesi için imamın bunları sesli okumasında bir mahzur yoktur. Fakat cemaat öğrendikten sonra imam sessiz okumalıdır. 
İbn Abbas şöyle diyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) zamanında cemaat namazı bittikten sonra sesli olarak zikredilirdi'. (Buharî/805; Müslim/583)
Hz, Peygamber şöyle buyurmuştur: “Birtakım muakkibat (namazdan sonra söylenecek güzel kelimeler) vardır ki onları söyleyen kimse hiçbir vakit ziyanda olmaz: Her farz namazın arkasından 33 kere teşbih سُبْحَانَ اللّٰهِ kere tahmid اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ve 33 kere de tekbir اَللّٰهُ اَكْبَرُ (Müslim/596, (Ebu Hüreyre'den)
Her namazdan sonra kim 33 kere Allah'ı tekbir ederse (33 kere Allah'a hamdeder ve 33 kere de Allah'ı teşbih eder) -ki bunlar böylelikle 99 eder ve akabinde de Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh lehu'l-mülkü ve lehu'î-hamdu ve huve alâ külli şey'in kadîr diyerek bunu 100'e tamamlarsa, o kulun günahları deniz köpükleri kadar çok olsa bile bağışlanır. (Müslim/597, (Ebu Hüreyre'den)
“Kim sabah namazından sonra ayağı kıvrık olduğu halde konuşmadan önce on defa 
لَآ اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ رَبِّى وَحْدَهُ لٰا شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
     Lâ ilahe illallahu vahdehü lâ şerike îehu, lehu'l-mülkü ve lehu'î-hamdu yuhyt ve yumîtu ve huve aîâ külli şey'in kadîr derse ona on hasene yazılır, on seyyiesi silinir ve on derece de yükseltilir. Ayrıca o gün akşama kadar her türlü kötülükten ve şeytanın şerrinden korunur.” (Tirmizî/3470)
Muaz b. Cebel şöyle rivayet ediyor: “Hz. Muhammed (a.s.v.) elimden tuttu ve şöyle dedi: "Ey Muaz! Allah'a yemin ederim ki ben seni seviyorum. Ey Muaz! Sana her namazın arkasından (Ey Allahım! Sana zikretmek, şükretmek ve ibadet etmek hususunda bana yardım et!' diye dua etmeni tavsiye ederim". (Ebu Dâvud/1522)
Namazdan sonra okunması gereken birçok zikir ve dua varid olmuştur. Bunlar Hadîs ve Ezkar kitaplarından öğrenilebilir.
2. Secde yerlerinin çoğalması için farz namazı kıldıktan sonra, nafile namaz için biraz kenara kaymaktır (yer değiştirmek). 
Çünkü o yerler kıyamet günü namaz kılan kişi lehinde şehadet ederler. Fakat farz namazı mescitte kıldıktan sonra, nafile namazları evde kılmak daha efdaldir. 
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “(Nafile) namazları evinizde kılın. Çünkü farz namaz hariç insanın hayırlı namazı, evinde kıldığı namazdır.” (Buharî/698; Müslim/781)
“Herhangi biriniz farz namazını gittiği mescitte kılacak olursa, kendi evini de namazdan nasibdâr etsin. Çünkü Allah Teâlâ namaz sebebiyle onun evinde bir hayır yaratır.” (Müslim/778)
3- Mescitte kadınlar varsa erkeklerin -kadınlar çıkıncaya kadar- namaz kıldıkları yerde durmaları sünnettir. 
Çünkü erkeklerle kadınların aynı anda çıkmaları; birbirlerine karışmaları fesada yol açabilir. 
Ümmü Seleme şöyle rivayet ediyor: “Hz. Muhammed (a.s.v.) zamanında farz namaz bittikten sonra kadınlar kalkarlardı. Hz. Muhammed (a.s.v.) ve ashabı Allah'ın dilediği kadar yerlerinde kalır, sonra Hz. Muhammed (a.s.v.) kalkar, sahabîler de onunla birlikte kalkarlardı'. (Buharî/828)
Yine Ümmü Seleme şöyle rivayet etmektedir: (Hz. Muhammed (a.s.v.) selâm verdiği zaman kadınlar selâmlarını verip kalkarlardı. Hz. Muhammed (a.s.v.) ise yerinde biraz durduktan sonra kalkardı'. (Buharî/832)
Ravilerden İbn Şihab ez-Zührî şöyle demiştir: 'Allah daha iyisini bilir. Hz. Muhammed (a.s.v.)'in böyle yapması, kadınlarla erkeklerin birbirlerine karışmamaları içindir.

NAMAZIN MEKRUHLARI
Namazın sünnetlerden birine ters düşen şey, namazın mekruhlarına dahildir. Mekruhları, Hz. Muhammed (a.s.v.) terk edilmesini istediği için terk eden sevap elde eder. İşleyen ise ikab görmez. İntikal tekbirlerini almak sünnet olduğu için, terk etmek mekruhtur.
Namazda yapılan bazı şeyler vardır ki onları terk etmek sünnet, işlemek mekruhtur. Onlardan bazıları şunlardır.
1. İhtiyaç olmadığı halde namazda başı sağa-sola çevirmek mekruhtur. 
Resûlüllah (a.s.v.) buyuruyor:
لَا يَزَالُ اللّٰهُ مُقْبِلًا عَلَى الْعَبْدِ فِى صَلَاتِهِ مَا لَمْ يَلْتَفِتْ فَاِذَا الْتَفَتَ اِنْصَرَفَ عَنْهُ
  “Kul, namazda sağa sola dönmedikçe Allah o kula (rahmetini) yöneltir. Kul, sağa sola döndüğünde Allah rahmetini ondan başka yere çevirir.” (Ebu Dâvud/909 ve başka muhaddisler)
“Namazda sağa sola bakmak, şeytanın kulun namazından çaldığı şeydir.” (Buhari/718)
Çünkü sağa sola bakmak, namazda istenilen huşûya ters düşmektedir. 
Ancak bakmayı gerektiren bir sebep olursa -düşmanı kollamak için bakmak gibi- bakmak mekruh olmaz. Bunun delili Sehl b. Hanzeliye'nin şu sözüdür: 'Sabah namazı için (namaz başladı diye) tesvib yapıldı. Hz. Muhammed (a.s.v.) namaz kılıyor ve (iki tepe arasındaki) geçide bakıyordu'. (Ebu Dâvud/916, (sahih isnadla)
Ebu Dâvud şu açıklamayı yapıyor: 'Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.), gözcülük yapması için geceden oraya bir süvari göndermişti'. Kerahat, baş çevrilerek bakıldığı zamandır. Eğer göğüs kıble'den çevrilerek bakılırsa namaz fasid (yanlış) olur. Çünkü böyle yapıldığında istikbâl-i kıble rüknü terk edilmiş olur. Başı çevirmeden sadece göz ile bakmak ise mekruh değildir.
Son ifadede ihtiyaç dolayısıyla nafile namazlarda dönmeye izin vardır, fakat farz namazlarda bu men edilmiştir. İhtiyaç sebebiyle sağa sola dönmeyi caiz kılan delillerden biri de Ali b. Şeyban'ın rivayet ettiği hadistir. Şöyle demiştir: Ali b. Şeybanî şöyle rivayet ediyor: Biz Hz. Muhammed (a.s.v.)'in yanına gittik ve onunla beraber namaz kıldık. Hz. Muhammed (a.s.v.) göz ucuyla bir kişiye bakıyordu. O kişi rükû ve secde'de belini düz tutmuyordu. Sonra Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle dedi: “Rükûda belini düz tutup mutmain olmayan kimsenin namazı yoktur.” (îbn Hibban, Sahih/500)
2. Gözleri göğe dikmek.
Bir hadiste buyuruluyor:
مَا بَالُ اَقْوَامٍ يَرْفَعُونَ اَبْصَارَهُمْ اِلَى السَّمَاءِ فِى صَلَاتِهِمْ
"Ne oldu bazı kavimlere ki, namazlarında iken gözlerini göğe doğru kaldırırlar."
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Bazı kimselere ne oluyor ki namazda gözlerini göğe kaldırıyorlar? Ya onlar bundan vazgeçerler veya gözleri kör olur.” (Buharî/717 (Enes'ten). (Müslim bunun benzerini Cabir b. Semure ve Ebu Hürevre'den rivayet etmiştir. Müslim/428-429)
3. Namaz esnasında saçı, sakalı ve elbiseleri tutmak. 
Resûlullah (a.s.v.), buyuruyor:
اُمِرْتُ اَنْ اَسْجُدَ عَلَى سَبْعَةٍ اَعْظُمٍ وَلَا اَكُفُّ ثَوْبًا وَلَا شَعْرًا
“Ben yedi kemik (âza) üzerine secde etmekle, elbisemi ve saçlarımı toplamamakla emrolundum.” (Buharî/777)
Namaz kılarken elbiseyi kendi hâlinde bırakmak sünnettir.
4. Yemek zamanı namaz kılmak. 
Nitekim Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Birinizin önüne akşam yemeği getirildiğinde, namaz için kamet getirilmiş olsa da önce yemeğini yesin, acele etmesin. Yemeğini bitirdikten sonra kalkıp namazını kılsın.” (Buharî/642; Müslim/559, (İbn Ömer'den)
5. Tuvalet ihtiyacı olduğu halde namaz kılmak. 
Çünkü bu durumdayken namazın hakkı yerine getirilemez. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Yemek hazırken, bir de küçük veya büyük abdest sıkıştırırken namaz kılınmaz.” (Müslim/560, (Hz. Aişe'den)
6. Uyuklayarak namaz kılmak.
İnsan bu durumdayken kıraati doğru yapıp yapmadığından, unutup unutmadığından emin olamaz. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Biriniz namaz kılarken uyuklarsa, uykusu dağılıncaya kadar yatsın. Zira uyuklayarak namaz kılarsa; istiğfar edeyim derken belki kendine söver.”  (Buharî/609; Müslim/786, (Hz. Aişe'den)
7. Hamam, yol, çarşı, mezarlık, kilise, ağıl ve dere yataklarında namaz kılmak.
Bu yerlerin bazısında necaset bulunabilir. Diğer kısmında ise kalp başka şeylerle meşgul olur.  Buralarda namaz kılmanın nehyedilmesinin nedeni, peygamber efendimizden; mezbelelikte, mezbahanede, mezarlıkta, yol kenarında, hamamda, dere yatağında ve Kabe'nin üstünde namaz kılmanın mekruh olduğunun rivayet edilmiş olmasıdır. (Tirmizî/346. (Tirmizî "Bu hadisin senedi kavi değildir' demiştir). 
Mezarlık ve hamam hariç bütün yeryüzünün Müslümanlara mescit kılındığı da rivayet edilmiştir. (İbn Hibban/338)
Su kenarındaki deve ağıllarında da namaz kılınmayacağı rivayet edilmiştir. (İbn Hibban/336; Tirmizî/348 ve başka muhaddisler)
* 8- Ayak aralarındaki açıklık bir karış kadar olmalıdır. Bundan fazla veya noksan tutmak mekruhtur. Ayaklardan birini öne, diğerini geriye koymak da mekruhtur.
9- Kıbleye veya sağına doğru tükürmek.
10- Elini kalçasına koymak. 
Resûlüllah (a.s.v.) şöyle buyuruyor:
اَلاِخْتِصَارُ فِى الصَّلَاةِ رَاحَةُ اَهْلِ النَّارِ
"Namazda elleri kalçalara koymak cehennem ehli için bir dinlenmedir."
11- Rükûda başını fazla eğmek.
12- Parmaklarını birbirine geçirmek veya çıtlatmak.
13- Namaz içinde yüzünü silmek.* (Büyük Şafii İlmihali - Halil GÜNENÇ)
* Şâfiîler, Namazın mekruhlarını şu şekilde sıralamışlardır: 
1. Sırt üstü uzanarak namaz kılan kişi dışındaki kimselerin göğüslerini değil de yüzlerini sağa veya sola çevirmeleri. Bir özür nedeniyle sırtüstü namaz kılan kişinin yüzünü sağa veya sola çevirmesi namazı bozar.
2. İftitah tekbirini alırken, rükû ve secdeye varırken, birinci ve ikinci teşehhütte otururken, birinci teşehhütten üçüncü rek'ate kalkarken erkeğin, ellerini yen içinde bırakması. Kadının bırakması ise mekruh değildir.
3. Dilsiz de olsa ihtiyaç olmadığı durumda kaş, göz ve benzeri şeylerle işarette bulunmak. Ama selâm almak ve benzeri ihtiyaçlar için bu gibi işaretlerde bulunmak mekruh değildir. Hülâsa, namazın ciddiyetiyle oynamaksızın işarette bulunmak mekruh değildir. Aksi takdirde namaz bozulur.
4. Sesli kıraatli namazlarda sessiz kıraatte bulunmak veya bunun tersini yapmak, bir ihtiyaçtan ötürü değilse mekruhtur.
5. “Âmîn” deme dışında, İmama uyan kişinin sesini yükseltmesi.
6. Elleri ihtiyaç olmaksızın böğüre koymak. Eşyasını muhafaza etmek gibi bir ihtiyâcı olmaksızın yüzü sağa ve sola çevirmek mekruhtur. Göğsü çevirmekse mutlak olarak namazı bozar. Zîrâ bu durumda kıble yönünden sapılmaktadır.
7. Bir vacibi eksiltmemekle birlikte namazı çabuk kılmak, namazın mekruhlarındandır. Vâcib eksiltildiği takdirde namaz bâtıl olur.
8. Çıplak olmayan erkeğin pazularını böğürlerine yapıştırması. Rükû ve secde hâlinde karnını baldırlarına yapıştırması. Kadın veya çıplak erkeğin bu şekilde yumulması gerekir.
9. İk'â şeklinde oturmak da mekruhtur.
10. İtmi'nan şartını yerine getirmekle birlikte secdeye varırken alnı yere vurmak. îtmi'nan yerine getirilmediği takdirde namaz bâtıl olur.
11. Hiç gerek yokken yırtıcı hayvanların yaptığı gibi secde esnasında kolları yere sermek.
12. Her zaman camiin aynı yerinde namaz kılmayı îtiyad edinmek. Yalnız İmamın her zaman mihrapta namaz kılması bundan müstesnadır.
13. Rükûda başı fazlaca eğmek.
14. Birinci teşehhüdü uzatmak. Bu teşehhüdü son teşehhüdün sonunda okunması mendub dualarla da uzatmak mekruhtur. Tabiî bu anlattığımız, İmama uymayarak tek başına namaz kılan kimseleri ilgilendirmektedir. İmama uyan kişininse bunu yapması mekruh değildir.
15. Gömleği sağ koltuğun altına alıp ucunu sol omuzun üzerine atmak ve sağ omuzun üstünü açık bırakmak.
16. Parmakları birbirine girdirip taraklamak. Namazda iken elleri birbirine girdirip taraklayan birini gören Peygamber Efendimiz, o kişinin parmaklarının arasını açmıştı.
17. Parmaklan namazdayken çıtlatmak ve bunları birbirine girdirmek. Peygamber (s.a.s.), İbn Mâce'nin rivayet etmiş olduğu bir hadîste buyurmuşlardır ki: “Namazda iken parmaklarını çıtlatma.” (İbn Mâce, İkâme, 42)
18. Vücûdun üzerine atılan örtüyü yere kadar sarkıtmak.
19. Bir mazeret olmaksızın gözleri yummak. Ama diyelim ki, saflarda çıplak insanlar varsa gözleri yummak vâcip olur. Namazdan alıkoyacak veya zihni anlamsız şeylere takacak şeyleri görmemek gibi faydalı bir sebebe dayanmaksızın gözleri yumması, nakışlı bir duvara karşı namaz kılan kişinin de gözlerini yumması sünnettir.
20. Namazdayken gözleri göğe dikmek. Aslında göğe bakmak, sadece abdestten sonra sünnettir.
21. Namazdayken etrafa saçılan saçları veya elbiseyi toparlamak.
22. İhtiyaç olmaksızın ağzı el veya başka bir şeyle kapatmak. Ama esnemeyi gidermek gibi bir sebepten dolayı böyle yapmak mekruh değildir.
23. Namazdayken ön tarafa, sağa veya sola tükürmek.
24. Defi hacet dolayısıyla sıkışıkken namaz kılmak.
25. İştah çeken yiyecek veya içecekleri hazır olduğu esnada namaz kılmak.
26. İnsanların gelip geçtikleri bir yolda namaz kılmak.
27. Hamam veya kilise gibi günah işlenen yerlerde veyahut da necasetle ilgisi olan çöplük, mezbaha, develerin çöktükleri yerler gibi necis mahallerde namaz kılmak.
28. Kabre karşı durup namaz kılmak.
Üzeri açılmamış mezarlıklarda namaz kılmak mekruhtur. Bu mezarlar, namaz kılanın ardında veya önünde veya sağında veya solunda veyahut da alt tarafında bulunsa da buralarda namaz kılmak mekruhtur. Yalnız şehitlerin ve peygamberlerin mezarları yanında bunları ta'zîm kasdı olmaksızın namaz kılmak mekruh değildir. Aksi takdirde haramdır. Üzeri açık ve örtüsüz mezarların yanında namaz kılmak, içlerinde necaset bulunduğu gerekçesiyle bâtıldır.
29. Tek ayak üzerinde durarak namaz kılmak. (Şafiiler, bir ayağın diğeri üzerine takdim edilmesi, bir ayağın diğerine özürsüz olarak yapıştırılması mekruhtur demişlerdir. Çünkü bu durum da huşuya engel olan bir zorlanmadır. Namazdaki kıyamın uzunluğu sebebiyle dinlenmek için iki ayaktan biri üzerinde durmakta ve benzeri şeylerde beis yoktur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/92)
30. Ayakları yan yana bitiştirerek namaz kılmak.
31. Uyku bastırdığında namaz kılmak.
32. Cemâat hazırken tek başına, saftan ayrı olarak namaz kılmak. Cemâat hazır değilken tek başına kılmak mekruh değildir.
33. Namazın bir rüknünden diğer birine geçerken gerekli zikir veya tekbirleri, zamanından ve yerinden başka yer ve zamanda telâffuz etmek de mekruhtur. Zîrâ bu zikir veya tekbirlerin, bir rükünden diğerine geçerken söylenmeye başlanması; geçiş tamamlandığı anda da telâffuzun tamamlanmasıdır.
Buna göre, sözgelimi rükûa geçiş yapan kişi, geçişi tamamladıktan sonra “Allah-ü ekber” diyecek olursa veya rükûdan tam olarak kalkıp doğrulduktan sonra “semiallahü limen hamide” diyecek olursa mekruh işlemiş olur. Oysa namaz kılan kişiden istenen şey onun, rükûa geçişi tekbirle doldurmasıdır. Diğer rükünlere de geçişin başlamasıyla tamamlanması arasını da ilgili zikirle doldurması gerekir. 
34. İmamla beraber aynı anda tekbir getirmek ve onunla birlikte aynı anda selâm vermek;
35. İki selâmı aralıksız (hızlı bir şekilde) vermek;
36. Çok aç, susuz, dalgın veya zihnen meşgul iken namaza başlamak. Onun için, Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Yemekle namaz bir araya gelirlerse, vakit daralmadıkça, önce yemek yiyin." (Müttefekun aleyh) ve ona nisbet edilen bir sözde de şöyle denilmiştir: "Biriniz asık suratlı veya kızgın iken namaza girmesin."
Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Kalbin (aklın) hâzır olmadığı bir namaz, sevaptan çok, cezaya müstahaktır."
        Önünden geçilen açık yerde namaz kılmak. (Bunun için, ya bir direk ve duvar karşısında durmak veya önüne bir işaret koymak müstehabtır.)
37. Secdeye giderken, zaruret bulunmadıkça, seccade, sergi ve elbiseyi düzeltmek.
38. Eğri durmak veya duvar ve direk gibi bir şeye dayanmak mekruhtur. [ Bunun ölçüsü de eğer yaslanılan şey alınacak olursa kişi düşecek vaziyette olmalıdır. Ancak bir ihtiyaç sebebiyle (yaşlılık, şişmanlık vb) olursa mekruh değildir. Eğer yaslanılan direk alındığı takdirde kişi düşerse veya iki ayağın yerden kaldırılması mümkün olacak şekilde ise namazı batıl olur. Çünkü bu ayakta olmayan kimse yerindedir.
Bir kimse otururken eline dayanması mekruhtur. Bunun delili İbn-i Ömer'in şu sözüdür: "Resulullah (a.s.) kişinin eline dayanarak namazda oturmasını yasaklamıştır." (Ahmed ite Ebu Davud)
39. Farzların son iki rekatlarında bir sure veya ayet okumak. Şafiiler birinci ve ikinci rekatta mesbuk olanları istisna ederek imamın namazının son iki rekatında sure okuyabileceklerini söylemişlerdir. Çünkü bu iki rekat mesbukun ilk iki rekatıdır. Eğer sureyi imama yetiştiği son iki rekatta okuma imkanı bulamamışsa bunları son iki rekatta okur ki, namazda sure okunmamış olmasın. Bir kimsenin sadece birinci rekat kaybı olsa ikinci ve üçüncü rekatlarda sureyi okur. * (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/94)
40. Selâm cümlesindeki kelimeler arasındaki sıraya uymak şart değildir. Söz gelimi adamın biri, “Aleykümü's-Selâm” diyerek namazdan çıkacak olursa namazı, kerahetle birlikte sahih olur.*
41. Mecûsilere benzeme durumu olduğundan ötürü namaz kılanın ön tarafında tandır veya içinde ateş közü bulunan bir mangalın bulunması da Şâfiîler dışındaki diğer mezheplerin ittifakıyla mekruhtur. Şâfiîler, tandır veya ocak-mangal gibi şeylere karşı namaz kılmayı mekruh davranışlardan saymışlardır.
42. Namaz kılanın karşısında, kendisini meşgul edecek bir canlı resminin bulunması mekruhtur. Kendisini meşgul etmeyen resmin bulunması Mâlikî ve Şâfiîlere göre mekruh değildir.
43. Öndeki safta boşluk olmasına rağmen geride namaz kılmak, Hanbelîler dışındaki diğer mezheplerin ittifakıyla mekruhtur.
44. Zamm-ı sûreyi rükû hâlinde tamamlamak mekruhtur. Fâtiha’yı rükû hâlinde tamamlamaya gelince, Fâtiha'nın okunması farz olduğundan bu şekilde tamamlanması namazı bozar. Hanefîler dışındaki diğer mezhep İmamları bu hususta ittifak etmişlerdir.
45. Özür olmaksızın erkeğin ağzını örtmesi de mekruhtur. Şayet bir özürden dolayı örtmüş ise mekruh olmaz.
46. İhtiyaç olmaksızın elbiseyle veya sakalla oynamak. Ter silmek veya yüze eziyet veren toprağı silmek gibi ihtiyaçtan ötürü bazı hareketleri yapmak mekruh değildir. * (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)

NAMAZI BOZAN HUSUSLAR
Aşağıda zikredilen şu hususlardan biri dahi namazı bozar;
1. Kasten konuşmak
Kur'an, zikir ve dua dışında, namazda konuşulan her şey kasten konuşma sayılır.
Zeyd b. Erkam şöyle diyor: 'Şu ayet ininceye kadar biz namazda konuşur, birimiz diğerine ihtiyacını sorardı'. (Buharî/4260; Müslim/539)
“Namazlara ve orta namaza itina gösterin, can-ı gönülden boyun bükerek Allah için namaza durun!” (Bakara/238)
Muaviye b. Hakem es-Sülemî şöyle diyor: Hz. Muhammed (a.s.v.) ile beraber namaz kıldığımız bir sırada cemaatten biri öksürdü. Ben 'Yerhamukeîîah (Allah sana merhamet etsin) dedim'.  Hz. Muhammed (a.s.v.) bana şöyle dedi.: 'Bizim şu namazımıza insan kelâmından -teşbih, tekbir ve Kur'an okumak dışında- hiçbir şey yaraşmaz'. (Müslim/537)
Bundan da anlaşılıyor ki namazda insan kelâmı söylenirse namaz bozulur. İki veya daha fazla harften meydana gelen kelimeler mânâsız olsa bile namazı bozar. Mânâsı olan tek harfli kelimeler de namazı bozar. Meselâ korunmak (vikaye) masdarından harfi, dinlemek masdarından harfi, vefa masdarından harfi gibi kelimeleri emir sigasıyla kullanmak namazı bozar.
Kişi namazda olduğunu unutarak veya yeni Müslüman olduğu için namazda konuşmanın haram olduğunu bilmeyerek konuşursa ve bu konuşma altı kelimeden fazla olursa namazı bozulur.
2. Fiil-i kesir (Namaz cinsinden olmayan fazla hareket)
Fiil-i kesirden maksat, çok olup peş peşe gelmesi şartıyla namazın şartlarına ters düşen harekettir. Çünkü böyle bir fiil namazın intizamına ters düşer. Fiil-i kesirin en azı üç harekettir. Fiil-i kesifin peş peşe gelip gelmediği örfe göre takdir edilir. Bu şartları kendisinde taşıyan fiil namazı bozar.
3. Elbise veya bedenin necasetle mülâki olması.
Mülakat'tan maksat, elbise veya bedene bulaşan necasetin hemen atılamamasıdır. Bu durumda namaz bozulur. Çünkü bu durum namazın şartlarından birine ters düşer ki namazın sahih olmasının şartlarından biri de elbise ve bedenin necasetten temiz olmasıdır. Eğer necaset rüzgarın sürüklemesiyle veya buna benzer bir şekilde isabet ederse, kuru pislik olduğundan ötürü onu derhal temizlemek de mümkün olmazsa, namaz bozulmaz.
4. Avret mahallinden bir yerin açılması
Erkek ve kadının namazdaki avret mahallinin sınırını daha önce belirtmiştik. Namaz kılan kişi avretinden bir yeri kasten açarsa namaz bozulur. Fakat kendiliğinden açılır da hemen kapatırsa bozulmaz, kapatılması gecikirse namaz yine bozulur. Çünkü namazın sıhhat şartlarından biri, az bir zaman da olsa ortadan kalkmıştır. 
5. Namazda yemek-içmek
Namazda yemek-içmek namazın intizamına ters düşer. Namazda olduğunu bilerek az da olsa bir şey yiyen veya içen kimsenin namazı bozulur. Namazda olduğunu unutarak yiyen bir kimsenin namazının bozulması için, yediğinin örfen çok olması gerekir. Fakihler bunu 'toplamı bir nohut kadar olan şey' diye takdir etmişlerdir. Eğer dişlerin arasında yemek artığı kalmışsa, nohut kadar da değilse ve onu kazaen yutarsa namaz bozulmaz. Namaz kılan kimsenin ağzında şeker olur, şekerin bir kısmı da erirse, bu eriyen kısım yutulduğunda, bu, namazı bozan yemeğin kapsamına girer.
6. Birinci selâmdan önce abdestin bozulması
Birinci selâmdan önce abdestin kasten veya sehven bozulması arasında fark yoktur. Çünkü namaz tamamlanmadan önce namazın şartlarından biri olan taharet ortadan kalkmıştır. Eğer birinci selâmdan sonra ve ikinci selâmdan önce abdest bozulursa namaz sahih olarak tamamlanmış olur. Bütün Müslümanlar bunda icma etmişlerdir.
7. Öksürmek, gülmek, ağlamak ve inlemek
Eğer bunlardan iki kelime meydana gelirse namaz bozulur. Bu dört şeyin namazı bozması için, bunlarla beraber iki kelimenin de çıkması şarttır. 
Çıkan o iki kelime hiçbir mânâ ifade etmese de namazı bozar. Eğer gülme sonucunda bir kelime çıkarsa namaz bozulmaz. Bu hüküm, bunların kasten yapılması halinde böyledir. Ama kişi gayr-i ihtiyarî olarak bunları yaparsa, meselâ Öksürür veya istemediği halde gülerse namazı bozulmaz. Tebessüm ise namazı bozmaz.
Zikir ve duada halka hitap etmek kast edilirse namaz bozulur. Meselâ namazda iken bir insana yerhamukellah (Allah sana merhamet etsin) denildiğinde namaz bozulur. Çünkü bu insan kelâmından sayılır. Namaz ise insan kelâmını kabul etmeyen bir ibadettir. Bu hususu daha önce belirtmiştik. 
* Geri yutulması mümkün olmadığı takdirde boğazı temizlemek için yapmacık öksürmenin azı af edilir. Ancak bu, kişide sürekli olarak bulunan bir hastalık olup namaz kılabilecek kadar bir süre kesilmezse, bunun çoğu da namaza zarar vermez. Aynı şekilde Fâtiha'yı okumak gibi, namazın sözlü rükünlerinden birini telâffuz etmek mümkün olmazsa, bunu sağlamak için fazla miktarda öksürerek boğazı temizlemenin namaza bir zararı olmaz. Ama sünnet olan bir şeyi okumak mümkün olmazsa, bunu sağlamak için fazla miktarda öksürerek boğazı temizlemek af edilir şey değildir. 
İnleme, ah. ve of çekmelerden ötürü iki ve daha fazla harf telâffuz edilirse şu üç durum söz konusu olur:
1. Bunların kişiyi zorlaması ve geri çevrilmemesi durumunda örfe göre az miktarda olursa muaf sayılır. Çok olursa, âhiret korkusundan dolayı olsa bile muaf sayılmaz.
2. Bunlar kişiye baskın gelmeyip zorlamazsa, azı da çoğu da muaf sayılmaz.
3. Örfe göre çok olmaları. Bu durumda bunların azı da muaf sayılmaz. Ancak kişide devamlı olarak bulunursa zaruretten dolayı namaza zararı olmaz. İleride de anlatılacağı gibi geğirme, aksırma ve esneme de bu hükme tâbidir. *  (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)
8. Niyeti bozmak
Eğer namazdan çıkmaya azmedilir veya namazdan çıkmayı bir şeye bağlar ve o şey de olursa namaz bozulur. Namazın bununla bozulmasının nedeni şudur: Namaz ancak kesin bir niyetle sahih olur. Böyle bir kast ise, kesin niyete ters düşer.
9. Sırtı kıble’ye çevirmek
İstikbâl-i kıble namazın şartlarından biridir. Namaz kılan kişi ister kendisi Kabe'ye sırtını çevirsin, isterse başkası onu zorla çevirsin bu takdirde namazı bozulur. Ancak kendisi kasten çevirirse namazı hemen bozulur.
Fakat zorla döndürülürse namaz bozulmaz, bir müddet bu durumda kalırsa bozulur. Birisi, namaz kılanı zorla kıbleden çevirdiğinde namaz kılan kişi hemen kıbleye dönerse namazı bozulmaz. Bu husus örfe göre takdir edilir.
* 10. Namazı Düzeltmek İçin Kasten Konuşmak
İmam namaz kıldırırken, namazla ilgili bir şeyi unutur da ona uyanlardan biri, “sen şunu yapmayı unuttun” derse namazı, üç mezhep imamının ittifakıyla (Malikiler hariç) bozulur.
11. Âmâ'yı Tehlikeden Kurtarmak İçin Konuşmak Ve Yanılarak Konuşmak
Namaz kılan bir kişinin, tehlikeli duruma düşecek olan âmâyı kurtarmak için konuşması hâlinde namazı ittifakla bozulur. Bu durumdaki bir kişi, namazı kesip öylece konuşmalıdır. Yanılarak konuşana gelince bu; dili Kur'an'daki kelimelerden başka bir kelimeye kayarak telâffuz eden kişidir. Bu durumdaki bir kişinin namazı, Hanefîler dışındaki diğer mezheplerin ittifakıyla bozulmaz. 
12. Namazla İlgisi Olmayan Sözlere Benzer Duaları Okumak
Haram ve imkânsız olan veya şarta bağlı dualar okumak namazı bozar. Bunların dışında dünya ve âhiret hayırlarından herhangi birini istemek kastıyla duada bulunmak caizdir. Yalnız bu tür dualarda bulunurken de Allah ve Rasûlünden başkasına hitap etmemek şarttır. Allah ve Rasûlünden başkasına hitapta bulunulduğu takdirde, hitap edilen kişi veya varlık, akıllı da olsa akılsız da olsa, namaz bozulur. Meselâ aksıran kişiye, “Allah sana merhamet etsin” anlamına gelen “Yerhamükallah” diyen veya yere hitaben, “Senin de benim de Rabbim Allah'tır. Senin ve sendeki varlıkların kötülüklerinden Allah'a sığınırım” diyen kimsenin namazı bozulur.
13. Namaz Kılan Kişinin Selâm Alması
Namaz kılan kişiye birisi selâm verir, o da diliyle bu selâma karşılık verirse namazı bozulur. Ama işaretle karşılık verirse namazı bozulmaz. Bunda ittifak vardır. Yalnız, namaz kılan kişinin işaretle de olsa selâma karşılık vermesi şart değildir. Mâlikîler bu görüşe muhaliftirler.
14. Namazda Abdest Bozucu Bir Durumun Meydana Gelmesi:
Namazdayken abdest, gusül, teyemmüm, mesh veya cebireyi bozucu bir durum meydana gelir de, namaz kılan kişi henüz selâm verip namazı tamamlamamış olursa namaz bozulur. Hanefîler dışındaki diğer mezhepler bu hükümde ittifak etmişlerdir.
15. İmama Uyan Kişinin Namazın Rükünlerinden Birini İmamdan Önce Yapması
Özürsüz olarak İmamdan önce iki fiilî rüknü edâ eden kişinin namazı bozulmaz. Aynı şekilde kasıtlı olarak, kıraat hususunda veya başka bir rükünde İmamdan geri kalan kişinin de namazı bozulmaz. Nitekim cemaatle namaz bahsinde de bu husus izah edilecektir.
16. Teyemmümlü olarak namaz kılan kişi, namaz esnasında su görürse namazı bozulmaz. Ancak bu namazı, kaza etme mecburiyeti olan müstağni bir namaz ise bozulur. Nitekim bunun tafsilâtı teyemmüm bahsinde verilmiştir.
17. İkindi Namazını Kılmakta Olan Birinin Öğle Namazını Kılmadığını Hatırlaması
Kaza namazlarının hatırlanması, kılınmakta olan namazı bozmaz. Bu namazlar bir özürden dolayı kazaya kalmışlarsa bu durumda tertibe riayet etmek sünnettir. Mazeretsiz olarak kazaya kalmışlarsa, bunlar için tertibe riayet etmek vaciptir. Her ikisinin de namazdayken hatırlanmaları namazı bozmaz.
18. Niyette veya namazın sıhhat şartlarından birinde veyahut da niyetin keyfiyetinde şüpheye düşmek.
Meselâ; öğle namazına mı niyet ettiği, yoksa ikindi namazına mı niyet ettiği hususunda şüpheye düşerse, namazı bozulur. Tabiî bu şüphenin, namazın rükünlerinden birini edâ edecek kadar devam etmesi halinde namaz bozulur. Bir rükün edâ edecek kadar devam etmezse, namaz bozulmaz.
19. Namazı kesmek veya namaza devam etmek hususunda tereddüde düşmek.
20. Namazı kesmeyi, âdeten imkânsız olan bir şarta bağlamak. Meselâ içinden, “eğer Ahmet gelirse namazı keserim” diyen kişinin namazı bozulur. Ama iki zıddın bir araya gelmesi gibi, aklen imkânsız olan bir şarta bağlarsa, bunun namaza bir zararı olmaz.
21. Namazın niyetini bir başka namaza çevirmek. Yalnız farz namaz bundan müstesnadır. Farz namaz kılmakta olan bir kişi tek başınaysa, bir cemaatin teşekkül ettiğini görmesi halinde onlarla birlikte kılmak isterse, bu niyetini nafileye çevirebilir.
22. Namaz esnasında dinden çıkma veya delirme halinin vukû bulması.
23. Örtmeye muktedir olması halinde namazdayken avret mahallinin açılması. Çıplak olarak namaza başlayan kişinin, namazdayken örtüneceği bir elbiseyi bulması.
24. Rükûdan kalkmayı veya iki secde arasında oturmayı uzatmak. Rükûdan kalkma hâlinde okunması gerekli zikirlerden fazla olarak bir Fatiha okuyacak kadar uzatılırsa namaz bozulur. İki secde arasındaki oturmaya gelince, burada da okunması istenilen dualardan sonra, son teşehhüd miktarınca oturulması hâlinde namaz bozulur. Yalnız son rek'atta, rükûdan kalkmanın uzatılmasıyla, tesbih namazındaki iki secde arasında oturmanın uzatılması bundan istisna edilmiştir. Bu uzatmaların namaza bir zararı olmaz.
25. İmama uyan kişinin mazeretsiz olarak iki fiilî rüknü İmamdan önce veya sonra yapması.
26. . Mahallinden önce kasıtlı olarak (yersiz) selâm vermek.
27. İftitah niyetiyle iki kez iftitah tekbiri almak.
28. Sözlü de olsa namazın rükünlerinden birini kasten terk etmek.
29. Mest üzerine yapılan mesh müddetinin namazdayken sona ermesi. Veyahut da mestin ya da sargının ayağı örten kısımlarından bir miktarının çözülüp ayağın görünmesi.
30. Kâfirlik veya başka bir sebepten ötürü, uyulması caiz olmayan kimselere uyarak namaz kılınması hâlinde namaz bâtıl olur.
31. Kasıtlı olarak fiilî bir rüknü tekrarlamak.
32. Yenilecek bir şey olmasa bile, oruç bozucu bir şeyin namazdayken kişinin karnına gitmesi.
33. Göğsün kıbleden saptırılması.
34. Fiilî rükünlerden birini kasıtlı olarak diğerinden önce yapmak. 
35. Secde yerinin, dizlerin konduğu yerden yüksek olması namazı bozar. Ancak kuyruk sokumu ve etrafı, baş ve omuzlardan daha yükseğe kaldırılırsa bu durumda namaz sahîh olur.
Şâfiîlere göre bunun dayanağı bedenin tenkisidir. Bedenin tenkisi, secde halindeyken bedenin alt kısımlarını üst kısımlardan daha yükseğe kaldırmaktır. Tabiî bu, özürlü olmayan kimseler için, secde yerinin yüksekliği durumunda geçerlidir. Hâmile kadın, yüksek yere secde ederken tenkis yapacak olduğunda bir zararın meydana gelmesinden korkarsa tenkis yapmaz. * (Abdurrahman Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)

SEHİV SECDESİ
Lugatta sehv, bir şeyi unutmak, ondan gafil olmak demektir. Fakat buradaki sehiv'den maksat, namaz kılan kişinin kasten veya unutarak namazında eksiklik yapmasıdır. Bu durumda sehiv secdesi yapılması gerekir. Sehiv secdesi namazın sonunda yapılır. Amacı ise, namazda yapılan bir eksikliği telafi etmektir. 
Sehiv Secdesinin Hükmü
Sehiv secdesi, daha sonra bahsedeceğimiz sebeplerden birinin meydana gelmesiyle sünnet olur. Eğer kişi bu sebepler meydana geldiği halde sehiv secdesi yapmazsa namaz bozulmaz. Çünkü sehiv secdesi vacip değildir ve herhangi bir vacibin ihmalinden ötürü de meşru kılınmamıştır. Bu husus ileride tekrar gelecektir.
Sehiv secdesinin meşruiyetinin delili, Ebu Hüreyre'nin şu rivayetidir: "Hz. Muhammed (a.s.v.) bize öğle veya ikindi namazını kıldırırken iki rekâtta selâm verdi. Zulyedeyn isimli sahabî 'Ey Allah'ın Rasûlü! Namaz mı kısaldı yoksa sen mi unuttun?' dedi. Hz. Muhammed (a.s.v.) cemaate 'Zuiyedeyn'in söylediği doğru mu?' diye sordu. Sahabe 'Evet' deyince, Hz. Muhammed (a.s.v.) kalktı, iki rekât daha kıldı. Sonunda da iki secde yaptı". (Buharî/1169) Sehiv secdesinin diğer delilleri ileride gelecektir.
Sehiv Secdesinin Sebepleri
1. Namaz kılan kişi, namazın eb'azlarından birini terk ederse -birinci teşehhüd veya kunut duası gibi- sehiv secdesi yapması gerekir.
Abdullah b. Buhayne şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) öğle namazını kıldırırken birinci oturuşu yapması gerekirken üçüncü rekâta kalktı. 
"Namazını tamamladığı zaman oturduğu halde, selâm vermeden önce her bir secdede tekbir alarak unuttuğu oturma yerine iki secde yaptı'. (Buharî/1166; Müslim/570. (Diğer bir rivayette 'Hz. Muhammed (a.s.v.) namazların birinde bize iki rekât kıldırdı' şeklindedir)
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “İçinizden biri ikinci rekâta oturmadan kalkar, tam ayağa kalkmadan oturmadığını hatırlarsa hemen otursun. Fakat tam ayağa kalkmışsa oturmasın, sehiv için iki secde yapsın.” (İbn Mâce/1208; Ebu Dâvud/1036 ve başka muhaddisler, (Muğire b. Şûbe'den)
2. Kılınan namazın rekâtlarında şüphe edilirse sehiv secdesi gerekir.
Şüphe edildiğinde rekât sayısının en azına itibar edilir. Geri kalan rekâtlar tamamlandıktan sonra sehiv secdesi yapılır. Bu, fazla kılınan rekâtları telafi etmek içindir. Eğer öğle namazının üç rekât mı, dört rekât mı kılındığında şüphe edilirse ve henüz namaz da devam ediyorsa, namaz üç rekât kabul edilip bir rekât daha kılındıktan sonra sehiv secdesi yapılmalıdır. Bu, namazın beş rekât kılınması ihtimaline karşı yapılır.
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Biriniz namazında şek edip de üç mü, yoksa dört mü kıldığını bilemezse şüpheyi atsın ve namazı yakînen bildiği aded üzerine tamamlasın. Sonra selâm vermeden önce iki secde yapsın. Eğer beş rekât kılmışsa bu iki secde onun namazını altı rekât yapar ve eğer dört rekâtı tamamlayıcı olarak kıldıysa, bu iki secde şeytanın burnunu yere sürtmek (onu zelil etmek) için olur.” (Müslim/571, (Ebu Said el-Hudri’den)
Eğer namaz bittikten sonra şüphe edilirse, bu şüphe, namazın sıhhatine zarar vermez. Ancak niyette veya tahrim (iftitah) tekbirinde şüphe edilirse namaz bozulur.
      İmam'a uyarak namaz kılan bir kimse yanılırsa -birinci teşehhüd'ü okumayı unutmak gibi- imamın tam kılması, imama uyan kimsenin hatasını kapatarak onun yerine geçer. İmam selâm verdikten sonra da o kişinin sehiv secdesi yapması gerekmez. Bunun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in imanı zamin'dir (kefil)' sözüdür.
3. Kasten yapıldığında namazı bozan bir şeyi, unutarak yapmak. Meselâ birkaç kelime konuştuğu veya sehven bir rekât fazla kıldığı zaman, kişi bunu namaz bitmeden hatırlarsa sehiv secdesi yapar.
4. Rükün ve farz olan namaz fiillerinden biri veya bir sûre yerinden başka bir yere nakledilirse sehiv secdesi yapmak sünnet olur.
Meselâ teşehhüd yerine Fatiha okunursa veya rükûda kunut okunursa veya Fatiha'dan sonra okunması sünnet olan sûre, rükûdan sonra itidâl'de okunursa sehiv secdesi yapmak sünnettir.
* Şafiî Mezhebine göre, namazda benzeri bulunan rükünlerin yapılmaması da, ayrıntılara göre sehiv secdesini gerektirir: Namazda benzeri bulunan secde ve rükû gibi rükünler terkedilir ve benzerini yapmadan önce hatırlanırsa, hemen yerine getirilir, fakat benzeri yapıldıktan sonra hatırlanırsa, sonra yapılan öncekinin yerine geçer, arada yapılanlar hükümsüz kalır. Meselâ rükû terkedilir ve yapılmadığı ikinci rükünden önce hatırlanırsa, hemen rükû yapılır, yapılanlar yeniden yapılarak buradan itibaren namaza devam edilir, selâmdan önce sehiv secdesi yapılır. Rükûun yapılmadığı ikinci rükûdan sonra ve selâm vermezden önce nerede hatırlanırsa hatırlansın, ikinci birincinin yerine geçer, aradakiler hükümsüz kalır, namaza buradan itibaren devam edilir. Fakat bu durum selâmdan sonra, bununla birlikte örfen uzun olmayan bir vakit içinde hatırlanır, affedilmeyen necaset bulaşmaz, altı kelimeden fazla konuşulmaz, namazı bozan bir iş yapılmazsa, unutulan rükûu yapmak gerekir: Bu durumda ayağa kalkılır, rükû yapılır, oturarak teşehhüd okunur, sehiv secdesi yapılır ve selâm verilir. (Cezîrî, Fame I/463)* (Vecdi Akyüz-Mukayeseli İbadetler İlmihali)
Sehiv Secdesinin Şekli ve Yeri
Sehiv secdesi, namaz secdeleri gibi iki secdedir. Sehiv secdesi namazın sonunda, selâmdan önce niyet edilerek yapılır. Eğer namaz kılan kişi sehiv secdesi yapmadan önce sehven selâm verirse ve aradan uzun. Bir zaman geçtikten sonra sehiv secdesi yapmadığını hatırlarsa artık sehiv secdesi yapılmaz. Eğer aradan kısa bir zaman geçmişse hemen sehiv secdesi yapılabilir.
* Sehiv secdesinde en uygunu şunu okumaktır:
  سُبْحَانَ الَّذِى لَا يَنَامُ وَلَا يَسْهُو  "Uyumayan ve  unutmayan zatı (Allah’ı) tenzih ederim." * (Büyük Şafii İlmihali - Halil GÜNENÇ)

* Şafiî Mezhebine göre, sehiv secdesi bazen vacip, bazen de sünnettir:
1) Vacip Sehiv Secdesi: Sehiv secdesi, yalnızca imamın yapması halinde muktedînin de yapması konusunda vaciptir. Muktedî, imamı sehiv secdesi yaptığı halde, kasıtlı olarak secde yapmazsa namazı bozulur. Bu durumda muktedî, imam secde yapmazdan önce ayrılmaya niyet etmediyse, sehiv secdesi kendisinden düşmez ve namazın iadesi gerekir. İmam sehiv secdesi yapmadığı takdirde, cemaatin secde yapması, vacip değil, menduptur.
2) Sünnet Sehiv Secdesi: Sayılan sebepler dolayısıyla, imama ve münferide sehiv secdesi yapmak sünnettir:
a- Yapılması emredilen bir işlemi -meselâ Kunût, birinci teşehhüd veya ka'de-i ûlâyı, salavât-ı terk etmek, 
b - Yasaklananı yapmak. Başı hafifçe sağa ve sola döndür¬mek, bir veya iki adım yürümek namazı bozmaz, fakat bu gi¬bi hallerde sehiv secdesi yapmak sünnettir.
Şafiî Mezhebine göre secde yaptıktan sonra teşehhüd ve salavât okunmayıp selâm verilir.  Şafiî ve Malikilere göre, sehiv secdesinden sonra tahiyyat, salavât ve dualar okunmaz.
Şafiî Mezhebine göre, münferidin, sünnet sehiv secdesini terkedilmesi halinde namazı bozulmadığı gibi, başka bir şey de gerekmez.
Şafiî Mezhebine göre, karışıklığı önlemek için imamın sehiv sec¬desini terk etmesi sünnettir. Cezîrî, Fame I/463)* (Vecdi Akyüz-Mukayeseli İbadetler İlmihali)
Hanefi olan bir imam sağa selam verdikten sonra sehiv secdesine giderse, Şafii mezhebine göre bir tarafa selam veren imam namazdan çıktığı için henüz selam vermeyen me’mun ona tabi olmaz. Tabi olduğu takdirde namaz fesada gider. Me’mun da selam vermiş ise artık sehiv secdesi yapması caiz değildir. Çünkü namazdan çıkmıştır. (Halil Günenç-Fetvalar)

TİLAVET SECDESİ
Namaz içinde veya dışında secde ayetlerini okuyan bir kimsenin tilavet secdesi yapması sünnettir.
Bunun delili, İbn Ömer'in şu rivayetleridir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), içinde secde ayeti bulunan sûreyi okuduğunda secdeye gidiyor, biz de onunla beraber secdeye gidiyorduk. Hatta bazılarımız alınlarını koyacak yer bulamazlardı'. (Buharî/1025) (Hz. Muhammed (a.s.v.) bize Kur'an okurdu. Secde ayetine geldiğinde tekbir alır, secde ederdi. Biz de onunla birlikte secde ederdik.) (Ebu Dâvud/1413)
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Ademoğlu secde ayetini okuyup secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak uzaklaşır ve şöyle diyerek hayıflanır: 'Ey helak olası! Ademoğlu secde etmekle emrolundu da secde etti ve cennet onun oldu. Halbuki ben de secde ile emrolunmuş ve fakat secde etmekten çekinmiştim, artık ateş benim içindir'. (Müslim/81, (Ebu Hüreyre'den)
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Ey insanlar! Biz secde ayetlerini okuduğumuzda kim secde ederse o isabet eder. Fakat kim de secde etmezse günahkâr olmaz'. (Buharî/1027) (Hz. Ömer'in bu sözünden tilavet secdesinin vacip olmadığı anlaşılmaktadır).
İbn Ömer'in de şöyle dediği rivayet edilmiştir: 'Allah Teâlâ bize tilavet secdesini farz kılmamıştır. Ancak biz istersek secde yaparız'.
Tilavet secdeleri ondört tanedir ve A'raf, Ra'd, Nahl, İsra, Meryem, Furkan, Nem!, Necm, İnşikak, Alak, Secde, Sad, Fussilet ve Hac sûrelerinde bulunmaktadır.
Kim tilavet secdesi yapmak isterse önce tahrim (iftitah) tekbiri almalıdır. Sonra secdeye gitmek için tekbir alıp namaz secdesi gibi secde yaparak selâm vermelidir. Tilavet secdesinde tahrim (iftitah) tekbiri ile selâm şarttır. Namazın abdestli olmak, yüzünü kıbleye çevirmek gibi şartlarının sehiv secdesinde de olması gerekir.

* Namazda iken Tilavet Secdesi
Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, tilavet secdesi namaz dışında yapılır, namazda yapılırsa onu bozar. Namazın rükû ve secdesi zamanında yapmaya niyet etmekle yerine getirilmiş olmaz.
Şafiî Mezhebi, namazın şartlarına namaz kılan için iki şart daha ilave eder:
1) Secde Maksadıyla Okumamak: Âyeti secde yapmak maksadıyla okumamak gerekir, bu maksatla bilerek ve kasıtlı olarak okuyunca namaz bozulur, ancak cuma günü sabah namazında Secde sûresini okumak sünnettir, cuma günü sabah namazı dışında secde âyetlerini secde maksadıyla okumak suretiyle bilerek ve kasıtlı olarak secde yapmakla namaz bozulur.
2) Bizzat Okumak: Âyeti okuyanın namaz kılanın bizzat kendisi olması gerekir. Okuyan başkası olur ve secde yaparsa namaz kılanın secde yapması gerekmez. Bilerek ve kasıtlı olarak secde yaparsa namazı bozulur.
Hanefî Mezhebine göre, namazın rükû ve secdesi zamanında da şükür secdesi yapılabilir, ancak halkın vacip veya sünnet sanmaması için namaz sonunda yapılması mekruhtur. * (Vecdi Akyüz-Mukayeseli İbadetler İlmihali) 

 ŞÜKÜR SECDESİ
Şafiilere göre, şükür secdesi namazın içinde yapılamaz. Çocuğun doğması, yahut bir makama erişme gibi bir nimetin gelmesi yahut bir yangından yahut boğulmaktan kurtulma gibi bir kötülüğün uzaklaşması yahut kendisinin veya başkasının bedeninde gördüğü bir hastalıktan ötürü yahut açıktan günah işleyen birini görme durumlarında, yapılması sünnettir.
Şükür secdesi tilavet secdesi gibi yapılır. En sahih görüşe göre, seferi için binek üzerinde yapılması caizdir. Çünkü inip bu secdeyi yapmakta zorluklar vardır. Binekli kişi bineği üzerinde tilavet secdesi yapacak olursa bunu ima ile yapmak caizdir. Sehiv secdesinde olduğu gibi , bu mesele nafile namazlardaki hükme tabidir.
Şafiilere göre, bir belanın uzaklaşması yahut bir nimetin yenilenmesinden ötürü şükür secdesi yapmanın sünnet olduğunun delili yukarıda geçen Ebu Bekre hadisi ile Abdurrahman b. Avf hadisleridir. 
Abdurrahman b. Avr demiştir ki : "Hz. Peygamber (a.s.) çıktı ve yüksek binalara doğru yöneldi, içeri girerek kıbleye döndü ve secdeye kapandı. Secdede uzun süre kaldıktan sonra başını kaldırarak şöyle buyurdu: "Cebrail (a.s.) gelerek beni müjdeledi ve dedi ki: "Allah (c.c.) sana şöyle buyuruyor: "Her kim sana salavat getirirse ben de ona rahmet ederim. Her kim sana selam getirirse ben de ona selam ederim. Ben de bunun üzerine Allah'a şükür için secde ettim." (Ahmed, Bezzar, Hakim)
Hasen bir isnadla Ebu Diivud'un rivayet ettiğine göre; "Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu: "Rabbimden istedim, ümmetim hakkında şefaatçi kılındım. Ümmetimin üçte birini bana verdi. Rabbime şükretmek için secde ettim. sonra başımı kaldırıp yine Rabbimden istedim .. Bu sefer bana yine ümmetimin üçte birini verdi. Bunun üzerine yine Rabbime şükür için secde ettim. Sonra başımı kaldırıp yine Rahbimden istedim. Bu sefer de bana ümmetimin diğer üçte birini verdi. Bundan ötürü de Rabbime şükür için secde ettim. "
Bir belaya uğramış kişinin halini görünce şükür secdesi yapmanın sünnet olduğu hakkındaki delilleri ise Beyhaki'nin rivayet ettiği hadistir: "Hz. Peygamber beladan koruduğu için Allah'a şükretti. " Allah'a isyan eden kişiyi görünce secde etmenin sünnet olduğu ile ilgili delilleri, din ile ilgili olan musibetin dünya ile ilgili olan musibetten daha ağır olmasına binaendir. 
Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allahım! Bize dinimizde musibet verme." Kafir olan kimseyi görünce şükür secdesi yapmak daha kuvvetli bir şekilde caiz ve sünnettir.* (İslam Fıkh Ansiklopedisi 2/252)

  Bir Vakit Namaz Nasıl Kılınır
  Sabah Namazı şöyle kılınır: 
1. Rekat;
Ayakta (iki ayak arası bir karış açık); ellerin başparmakları, kulak memesinin hizasına gelecek şekilde eller, kıbleye karşı açık tutularak kaldırılır ve niyet etmekle beraber “ Allah-ü Ekber” diyerek tekbir getirilir ve eller göğsün altında, göbeğin yukarısında hafif sola doğru bağlanır.
Kıyamda iken iki ayak arası bir karış kadar olur ve secde yerine bakılır.
Sonra Euzü-Besmele çekmeden, “Veccehtü” duası okunur. Euzü-Besmele çektikten sonra veccehtü okunmaz.
Sonra Euzü-Besmele çekilerek Fatiha suresi okunur. Besmele, Fatiha'dan bir ayettir. Onu okumak da farzdır. Cemaatle kılınsın, yalnız kılınsın; bütün namazlarda Fatiha'nın tamamını okumak farzdır.
Sonra, bir sure veya ayet okunur. Birinci rekâtta okunan surenin ikinci rekâtta okunan sureden uzun olması ve Kur’an-ı kerimde, sıra bakımından ondan önce olması sünnettir. 
Sonra eller kaldırılır ve tekbir getirilerek rüku'ya varılır. Rükuda, sırt, boyun ve baş aynı hizada tutulur. Dizler kırılmadan bacaklar düz tutulur. Dizleri tutarken parmaklar açık tutulur.
Rükuda üç kere, “Sübhane Rabbiyel azim.” söylenir. Rükuda ayak hizasına bakılır.
Sonra yine eller kaldırılarak itidal yapılır. Yani, “semiallahü limen hamideh.” diyerek rükudan doğrulmaya başlanır. 
Tam olarak doğrulunca “Rabbena lekel hamd.” (efdali şöyledir: Rabbena lekel hamdü hamden kesiren tayyiben mübareken fihi)..” denir.
Sonra tekbir getirilir ve secdeye varılır. Şu 7 uzuv üzerinde secde edilir. Bunlar: Alın, burun, iki diz, iki avucun içi ve iki ayağın parmaklarının içleri. Önce dizler, sonra eller sonra da alın ve burun yere konur.
Secdede üç defa “Subhane rabbiye’l-a’lâ.” denir. 
Sonra tekbir getirilerek baş secdeden kaldırılır ve oturulur. 
İki secde arasında otururken, “Rabbiğfir li verhamni vecburni ver-zukni vehdini ve afini ve’fu anni” duası okunur.
Meali: (Ya Rabbi! Günahlarımı bağışla, bana rahmet eyle, eksiklerimi kapat, bana rızık ver, bana hidayet nasib eyle, bana afiyet ver ve beni affeyle.) Buna, “el-cülusu beynes-secdeteyn” (iki secde arasındaki oturuş,) denir. 
Sonra ikinci defa aynı şekilde tekbir getirilerek secde edilir.
Sonra tekbir getirilerek ikinci secdeden kalkılıp, az oturulur, buna da “Cülus-ul-istiraha” (istirahat oturuşu,) denir.
Sonra tekbir getirerek 2. Rekat için ayağa kalkılır. 
2. Rekat;
İkinci rekâtta Fatiha ve sure okunur. 
Sonra “Allah-ü ekber” diyerek rükuya gidilir ve rükuda üç kere, “Sübhane Rabbiyel azim.” söylenir.
Sonra yine eller kaldırılarak itidal yapılır. Yani, “semiallahü limen hamideh” diyerek rükudan doğrulmaya başlanır. Tam olarak doğrulunca eller havaya kaldırılarak “Kunut Duası” okunur.
Kunut duasından sonra “Allah-ü ekber” diyerek secdeye gidilir. 
Secdede üç defa “Subhane rabbiye’l-a’lâ.” söylenir. 
Sonra tekbir getirilerek baş secdeden kaldırılır ve oturulur. 
İki secde arasında otururken, “İki secde arasında: “Rabbiğfir li verhamni…” duası okunur. 
Sonra ikinci defa aynı şekilde tekbir getirilerek secde edilir ve son oturuş yapılır.
Son oturuşta; Sağ ayak dikilir ve sol ayak yatırılarak üstünde oturulur. Bu oturuşa “İftiraş” denir. Ancak son oturuşta ise “teverrük” yapmak sünnettir. Yani son oturuşta, sağ ayak dikilir ve sol ayak, sağ ayağın altından çıkarılır. 
Son rekâtta, otururken son Tahiyyat okunur. Sol el diz üzerine uzatılır ve parmakları birbirine yapıştırılır. Parmak uçları diz kapaklarına kadar uzatılır. Sağ el ise İşaret parmağı hariç sağ el kapatılır işaret parmağı ise dize doğru uzatılır ve Kelime-i şehadet getirilirken “il-lalla” denildiğinde işaret parmağı kaldırılır.
Tahiyyatta; salevat-ı şerifeyi “Allahümme salli ala Muhammed'e kadar" okumak farz, kalanını okumak sünnettir.
Son oturuşta, tahiyyattan sonra "Allahümme salli ve barik"ten sonra "rabbena atina" ve "rabben ığfirli" gibi duaları okumak da sünnettir.
Sonra; önce sağa, sonra da sola selam verilir.
Farz namazında selamdan sonra ayağa kalkmadan “Ayet-el Kürsi”yi okumak da sünnettir.

Öğle, İkindi ve Yatsı Namazları şöyle kılınır:
1. Rekat;
Ayakta (iki ayak arası bir karış açık); ellerin başparmakları, kulak memesinin hizasına gelecek şekilde eller, kıbleye karşı açık tutularak kaldırılır ve niyet etmekle beraber “ Allah-ü Ekber” diyerek tekbir getirilir ve eller göğsün altında, göbeğin az yukarısında hafif sola doğru bağlanır. 
Kıyamda iken iki ayak arası bir karış kadar olur ve secde yerine bakılır.
Sonra Euzü-Besmele çekmeden, “Veccehtü” duası okunur. Euzü-Besmele çektikten sonra veccehtü okunmaz. 
Sonra Euzü-Besmele çekilerek Fatiha suresi okunur. Besmele, Fatiha'dan bir ayettir. Onu okumak da farzdır. Cemaatle kılınsın, yalnız kılınsın; bütün namazlarda Fatiha'nın tamamını okumak farzdır.
Sonra, bir sure veya ayet okunur. Birinci rekâtta okunan surenin ikinci rekâtta okunan sureden uzun olması ve Kur’an-ı kerimde, sıra bakımından ondan önce olması sünnettir. 
Sonra eller kaldırılır ve tekbir getirilerek rüku'ya varılır. 
Rükuda üç kere, “Sübhane Rabbiyel azim.” söylenir. Rükuda ayak hizasına bakılır.
Sonra yine eller kaldırılarak itidal yapılır. Yani, “semiallahü limen hamideh” diyerek rükudan doğrulmaya başlanır. 
Tam olarak doğrulunca “Rabbena lekel hamd.” denir.
Sonra tekbir getirilir ve secdeye varılır. 
Secdede üç defa “Subhane rabbiye’l-a’lâ.” söylenir.
Sonra tekbir getirilerek baş secdeden kaldırılır ve oturulur. 
İki secde arasında otururken, “Rabbiğfir li verhamni…” duası okunur.
Sonra ikinci defa aynı şekilde tekbir getirilerek secde edilir.
Sonra tekbir getirilerek ikinci secdeden kalkılıp, az oturulur ve 2. Rekat için ayağa kalkılır. 
2. Rekat;
İkinci rekâtta Fatiha ve sure okunur. 
Sonra “Allah-ü ekber” diyerek rükuya gidilir ve tekrar “Sübhane Rabbiye’l azim.” söylenir.
Sonra yine eller kaldırılarak “semiallahü limen hamideh.” diyerek rükudan doğrulmaya başlanır. 
Tam olarak doğrulunca “Rabbena lekel hamd.” Denir.
Sonra “Allah-ü ekber” diyerek secdeye gidilir. 
Secdede üç defa “Subhane rabbiye’l-a’lâ.” söylenir.
Sonra tekbir getirilerek baş secdeden kaldırılır ve oturulur. 
İki secde arasında otururken, “İki secde arasında: “Rabbiğfir li verhamni…” duası okunur. 
Sonra ikinci defa aynı şekilde tekbir getirilerek secde edilir ve son oturuş yapılır.
Sonra sağ ayak dikilir ve sol ayak yatırılarak üstünde oturulur. Bu oturuşa “İftiraş” denir. 
Son rekâtta, otururken son Tahiyyat okunur. Sağ el ise İşaret parmağı hariç sağ el kapatılır işaret parmağı ise dize doğru uzatılır ve Kelime-i şehadet getirilirken “il-lalla” denildiğinde işaret parmağı kaldırılır.
Tahiyyatta; salevat-ı şerifeyi “Allahümme salli ala Muhammed'e kadar" okunur ve tekbir getirerek 3. Rekat için ayağa kalkılır. 
3. Rekat;
Bu rekâtta sadece Fatiha okunur. 
Sonra “Allah-ü ekber” diyerek rükuya gidilir ve tekrar “Sübhane Rabbiye’l azim.” söylenir.
Sonra yine eller kaldırılarak itidal yapılır. Yani, “semiallahü limen hamideh.” diyerek rükudan doğrulmaya başlanır. 
Tam olarak doğrulunca “Rabbena lekel hamd.” Denir.
Sonra “Allah-ü ekber” diyerek secdeye gidilir. 
Secdede üç defa “Subhane rabbiye’l-a’lâ.” söylenir.
Sonra tekbir getirilerek baş secdeden kaldırılır ve oturulur. 
İki secde arasında otururken, “İki secde arasında: “Rabbiğfir li verhamni…” duası okunur. 
Sonra ikinci defa aynı şekilde tekbir getirilerek secde edilir .
Sonra tekbir getirilerek ikinci secdeden kalkılıp, az oturulur ve 4. Rekat için ayağa kalkılır.
4. Rekat;
Bu rekâtta sadece Fatiha okunur. 
Sonra “Allah-ü ekber” diyerek rükuya gidilir ve tekrar “Sübhane Rabbiye’l azim.” söylenir.
Sonra yine eller kaldırılarak itidal yapılır. Yani, “semiallahü limen hamideh.” diyerek rükudan doğrulmaya başlanır. 
Tam olarak doğrulunca “Rabbena lekel hamd.” Denir.
Sonra “Allah-ü ekber” diyerek secdeye gidilir. 
Secdede üç defa “Subhane rabbiye’l-a’lâ.” söylenir.
Sonra tekbir getirilerek baş secdeden kaldırılır ve oturulur. 
İki secde arasında otururken, “İki secde arasında: “Rabbiğfir li verhamni…” duası okunur. 
Sonra ikinci defa aynı şekilde tekbir getirilerek secde edilir ve son oturuş yapılır.
Son oturuşta; “İftiraş” şeklinde oturulur. Ancak son oturuşta ise “teverrük” yapmak sünnettir. Yani son oturuşta, sağ ayak dikilir ve sol ayak, sağ ayağın altından çıkarılır. 
Son rekâtta, otururken son Tahiyyat okunur. Sağ el ise İşaret parmağı hariç sağ el kapatılır işaret parmağı ise dize doğru uzatılır ve Kelime-i şehadet getirilirken “il-lalla” denildiğinde işaret parmağı kaldırılır.
Tahiyyatta; salevat-ı şerifeyi “Allahümme salli ala Muhammed'e kadar" okumak farz, kalanını okumak sünnettir.
Son oturuşta, tahiyyattan sonra "Allahümme salli ve barik"ten sonra "rabbena atina" ve "rabben ığfirli" gibi duaları okumak da sünnettir.
Sonra; önce sağa, sonra da sola selam verilir.
Farz namazında selamdan sonra ayağa kalkmadan “Ayet-el Kürsi”yi okumak da sünnettir.
Açıklama; 
1- Akşam Namazı 3 rekat olduğu için, 3. rekat, 4. rekat gibi kılınır.
2- Kunut duası, ayrıca Ramazan ayının ikinci yarısından itibaren ayın sonuna kadarki vitir namazlarının son rekâtlarında da okunur.
3- Vitir namazı 1,3,5,7,9,11 rekat kılınır. ikişer rekatlar şeklinde kılınır. Tek rekat ise müstakil kılınır. 





Namaz Nasıl Kılınır?
(İhyâ-u Ulûmiddin’den yararlanılmıştır.)
1- Namaza Girmek
Abdest alan (veya abdestli olan) kişi, namaz kılmak isteyince, beden, elbise ve namaz kıldığı yerdeki necaseti (varsa) temizler; göbekle diz kapakları arasındaki vücut bölgesini örter ve ayağa kalkıp Kıbleye karşı durur. Ayaklarını bir karış kadar birbirinden açar. Belini ve dizlerini dik tutar. Başını göğsüne doğru biraz eğmesi, huşu duymak ve etrafa bakmamak için daha iyidir.
Gözleriyle secde mahalline bakar. Bir direk veya duvar karşısında durmak, bakışlarını zapt etmek ve zihnini dağıtmamak için daha iyidir. Namaz boyunca başı veya gözleriyle sağa sola dönmez ve seccadenin ötesine bakmaz.
Şeytandan korunmak için "Nas" sûresini okur. Kamet getirir. Kılacağı namazı niyet eder. 
Niyet kalp iledir. Ancak, bazı âlimlere göre, onu sözlü olarak tekrarlamak da müstehabtır. Niyetlerin klişeleşmiş ifadeleri yoktur. Önemli olan, ne yaptığını bilmek ve bunu kararlaştırmaktır.
Namaz kılan kimse erkek ise, niyet getirirken ellerini açar ve başparmakları kulak memelerine değinceye kadar onları kaldırıp Kıbleye karşı tutar. (Kadın ellerini bu kadar kaldırmaz.) Parmaklarını birbirinden biraz açar. Bu halde tekbir getirir ve ellerini indirip göbeğinin biraz yukarısında (kadın buradan da daha yukarıda) kavuşturur. Sağ elinin içiyle sol elinin bileğini tutar. Şehâdet parmağıyla orta parmağını koluna doğru uzatır. Bir rivayete göre, Allah Rasûlü (a.s.v.), tekbir getirince ellerini önce yanlarına doğru salardı; okumaya başlayınca da onları kavuştururdu. Ancak bu rivayet zayıftır.
2- Ayakta Okumak
Tekbirden sonra "Veccehtu" okur.
Bundan sonra, Eûzu, Besmele ve Fâtiha'yı okur. Şafiî mezhebine göre, Besmele Fatiha'nın bir âyetidir. (Şafiilere göre surelerin ilk ayeti de besmeledir. (el- Cami’li Ahkamil-Kur’an 1/93)  (Hanefî mezhebine göre, imamın arkasında olanlar, Fâtiha'yı okumazlar. Lâkin, İmam Muhammed'in görüşüne dayanan Hanefî âlimleri, ihtiyaten bunların da Fâtiha'yı okumalarını tercih etmişlerdir. Çünkü, sahih hadiste "Fatiha'sız namaz olmaz." buyurulmuştur.) Bundan sonra ilk iki rek'atta bir sûre veya birkaç âyet kıraat eder. Buna "zamm-ı sure" denir.
Akşam namazında kısa, sabah namazında uzun, öğle, ikindi ve yatsı namazlarında ise orta uzunlukta sûreler okumak sünnettir. Sabah namazıyla akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek'atlarında bunları sesli, öğle ve ikindi namazlarıyla akşam ve yatsı namazlarının son rek'atlarında gizli okur. Şafiî mezhebine göre, sesli okumak sünnet iken, Hanefî mezhebine göre, İmam için bu vaciptir. Kaza namazlarında da hüküm budur. İmam eûzuyu gizli okur. Besmele ise, Şafiî mezhebine göre açık namazlarda sesli okunur.
Zamm-ı sûre'den bir iki nefes sonra ellerini, içleri Kıble tarafına gelecek biçimde göğüs hizasına kadar kaldırıp tekbir getirir ve rükû'a gider. 
3- Rükû Etmek
Rükû'a gidince elleri diz kapaklarına yetişecek kadar eğilir. Diz kapaklarını dik, belini ve başını düz tutar. Avuçlarıyla diz kapaklarını kavrar ve parmaklarını aşağıya doğru uzatarak birbirinden biraz uzaklaştırır. Bir, üç veya yedi kere "Sübhâne Rabbi'yel Azîm" der. (Bu, "Büyük olan Rabbimi tenzih ve takdis ederim" demektir. Kul bu zikri yapmakla, Allah Teâlâ'nın, "Büyük olan Rabbini tenzih ve takdis et!" emrine (Vakıa, 74,96) uymuş olur.) Bundan sonra yukarıya doğru kalkıp "Semiallahu limen hamiden" der. (Bu, "Allah, kendisine hamd edeni duyar." demektir.) ve ellerini rükuâ giderken yaptığı gibi tekrar kaldırır. Belini doğrultup kısa bir müddet bekler.
Şafiî ise, sabah namazının ikinci rek'atının burasında kunut duasını okur. Bundan sonra tekbir getirerek secdeye gider. 
4- Secde Etmek
Diz üstü yere kapanır, ellerinin içlerini, alın ve burnunu yere bırakır. Elleri omuzlarının hizasında olur. Erkek ise, dirseklerini yanlarından, karnını da uyluklarından biraz uzaklaştırır. Parmaklarını bitiştirip Kıble tarafına doğru uzatır.
Köpeklerin yaptığı gibi, kollarını yere serip başının iki tarafında uzatmaz. Secdede bir, üç veya yedi kere "Sübhâne Rabbi'yel A'lâ" der. (Bu, "En yüksek olan Rabbimi tenzih ve takdis ederim." demektir.
Bu zikirle de, "En yüksek olan Rabbini tenzih ve takdis et." emrine (A'lâ/1) uyulmuş olur.) Tekbir getirerek başını kaldırır ve dizlerinin üzerinde oturur. Ağırlığını sol bacak üzerine verip sağ ayağını dikleştirir. (Bu, erkek için sünnettir. Kadın ise, iki ayağını sağ tarafa doğru yatırır.). Ellerini açık bir şekilde diz kapaklarının hizasında uyluklarının üzerine bırakır. Bilirse, "Allahümeğfirlî verhamnî vecbürnî (Allah’ım! Beni affet, bana merhamet et, eksiklerimi kapat.)" gibi kısa bir dua okur. Kısa bir bekleyişten sonra tekbir getirip tekrar secdeye gider.
İkinci secdeden sonra başını kaldırıp oturur. "İstirahat celsesi" denilen bu oturuştan sonra veya hiç oturmadan ayağa kalkar. İkinci rek'atta buraya geldiğinde iki rek'atlı namazlarda burada farz olan teşehhüdü, daha fazla rek'atlı olanlarda ise sünnet teşehhüdü okur.
5- Tahiyyât Okumak (Teşehhüd)
Şafiî kişi, tahiyyât okumak için otururken, sağ elini yumruk biçiminde kapatır, şehâdet parmağını ise serbest bırakır.
Şehâdet'i (eşhedü) okuduğu zaman, "İllAllah" dediğinde bu parmağını yukarı kaldırır ve selâm verinceye (veya ayağa kalkıncaya) kadar onu hareketsiz bir şekilde öyle bırakır. Birinci teşehhüdü, "Allahümme salli alâ Muhammed" cümlesine kadar okur.
Buradan ayağa kalkarken tekbir getirir ve (Şafiî olan kişi) ellerini Kıbleye karşı açık bir şekilde (kadın daha az olmak üzere) yukarı kaldırır. 
Son teşehhüdü bitirdikten sonra, bilirse dua okur. Ondan sonra başını sağ omuzuna doğru çevirerek selâm verir. Ardından bunu sol tarafta tekrarlar. 
Arkadakilerin görebilecekleri kadar yanağını çevirmesi sünnettir. Selâm verirken iki yanındaki melekleri selamlamayı düşünür. Cemaat halinde ise, bununla birlikte imam cemaati, cemaat da imamı selamlamayı niyet eder. Şafiî mezhebine göre, bütün rek'atlarda Fatiha okumak farzdır.
Tek başına namaz kılan, tekbirleri kendisi duyacak şekilde yavaş bir sesle okur. İmam ise, onları cemaate duyurur. Fatiha'nın açık okunduğu hallerde, Şafiî mezhebine göre "Âmin!" sözü de açık söylenir.
Namaz cemaat halinde kılınıyorsa, memumlar (imama tabi olalar) bunu imamla birlikte söylerler.
Kunutta ve diğer dualarda eller göğüs seviyesinde ve öne doğru açılır. 
Şafiî mezhebine göre, tesbihatı, namaz kıldığı yerde yapmak müstehabtır. İmam cemaate dönerken veya cemaat kalkıp giderken sağ taraftan dönmek daha iyidir.
Namazda Huşu' ve Kalbin Hâzır Olması
Namazda huşu', yani kalbin (aklın) hazır olması onun manevî şartlarındandır. Bunun gerekliliğini bildiren âyet ve hadisler çoktur.
Örnek olmak üzere birkaç tanesini daha önce zikrettik. Allah Rasûlü (s.a.v.) şunu da söylemiştir: "Nice namaz kılan vardır ki, namazdan ellerinde kalan sadece yorgunluktur." (Nesaî, Ahmed, İbnu Mâce) Gaflet ve dalgınlıkla namaz kılanlar da bunlardandırlar. Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde de şöyle denilmiştir: "Kişi, kıldığı namazdan ancak onu anladığı (huşu' duyduğu) kadar sevap alır."
Namazda huşu' ve kalb huzurunun bu kadar önemli olmasının sebebi şudur: Namaz, Allah Teâlâ ile konuşmaktır. Konuşmak ise ancak kalb ve zihin hazır olmasıyla mümkün ve muteberdir. Onun için, namazda olduğunu bile düşünmeyen bir kimse, namaz kılmamış olur.
 diğer rükünleri olan oruç, hac ve zekâtta gaflet bulunsa bile, bir anlamda zararsızdır. Çünkü bu ibadetlerde fiilin kendisi önemlidir. Örneğin, zekâtın belli başlı maksadı fakir ve muhtaçlara yardım etmektir. Orucun önde gelen maksadı, açlık ve susuzlukla nefsi zayıflatmaktır. Haccın maksadı tavaf, Arefe duruşu ve taş atmak gibi nefsi yoran zahmetli işleri yapmaktır. 
Namaz ise, bunlardan farklıdır. Çünkü onun özü ve maksadı Allah Teâlâ'yı anmak, O'nu tazim etmek, O'nunla Rab ve kul münasebeti içinde konuşmak, O'na arz-ı ubudiyet etmek, kendisine hamd ve şükürler takdim etmektir. Namazdaki bütün söz ve hareketler bu anlamları içerir. Hal bu olunca, namazı gafletle kılmak, namazın içinde Allah Teâlâ'yı düşünmemek ve ne yaptığını anlamamak, yapılan işin değerini sıfıra müncer eder. Nitekim, uykuda konuşan bir kimse de konuşmamış gibidir.
Sarhoş olanın sözleri de geçersizdir. Namazın dini ayakta tutan direk olması, mümin ile kâfiri birbirinden ayırması, hac, oruç ve diğer ibadetlerin üstünde tutulması da onun otomatik hareketlerden ve ezberlenmiş sözlerden ibaret olmadığını, onda büyük bir mâna ve ruh bulunduğunu gösterir. 
Bu mâna ve ruh ise, onun Allah Teâlâ ile şuurlu ve bilinçli bir mülakat, münâcât ve konuşmak olması, tefekkür ve kalb hazırlığı içinde icra edilmesidir. Ancak, bütün namaz boyunca bu tefekkür ve kalb huzurunu korumak da kolay değildir. Bu sebeple âlimler, en azından ihram (tahrim, iftitâh) tekbirini getirirken tefekkür ve huzur içinde olmaya çalışmanın gerekli olduğunu söylemiş ve namazın sıhhati için bu kadarını şart koşmuşlardır.
Ancak bunun mânası, huzur ve tefekkür sağlanamadığı takdirde namaz kılmamak değildir. Çünkü gafletle de olsa, namaz kılmak, önemli ölçüde eksik ve kusurlu olmasına rağmen, yine de hiç kılmamaktan iyidir. Çünkü burada en azından namaz kılmak için şuurlu bir karar vermek vardır ve sureten de olsa bir çaba mevcuttur. Ancak, namazın hakikatine ulaşmak için, onun ifası sırasında kalb ve aklın da bu fiile iştirak etmesi ve bu suretle zahirî söz ve hareketlere ruh ve duygu kazandırılması lâzımdır. 
Namazın mâna yönünü oluşturan ‘huşu' ve ‘kalb huzuru’ altı şeyle hâsıl olur. 
Bunlar şöyledir:
1- Namazdaki sözler söylenir ve hareketler yapılırken zihnin bunların farkında olması, onlarla birlikte bulunması ve başka şeylerde dolaşmaması;
Zihnin dağılmayıp kılınmakta olan namazda durması onu önemli bulmasının sonucudur. Çünkü, zihin ancak önemli bulduğu üzerinde durur. Buna göre, şayet zihin namazda durmazsa, bunun sebebi, namazı önemli bulmamasıdır. 
Namazı önemli bulup bulmamak ise, imanla alâkalı bir meseledir. Kişinin imanı hakikî ve kuvvetli olursa, elbette ki, namazı önemli ve de her şeyden daha değerli bulur. Nitekim Allah Teâlâ, onu emrettiği bir âyette, "Muhakkak ki, Allah'ı anmak olan namaz en büyük iştir." (Ankebût, 45) buyurmuştur. 
Ahiret dünyadan daha önemli olduğuna göre, âhireti kazanma vesilesi olan namaz da dünyaya yarayan işlerden daha önemlidir. Buna bu şekilde iman etmek, zihni de namaza yönlendirir ve onu namaz esnasında hazır bulundurur. İnsan, kendisinden bir fayda veya zarar gelebildiğine inandığı bir dünya sultanının önünde bütün zihnî ve aklî melekeleriyle hazır bulunduğu halde, dünya ve âhiretin tek sultanı, fayda ve zararın yegâne takdircisi olan Allah Teâlâ’nın huzurunda zihnini toplayamazsa, bunun sebebi, Allah Teâlâ'yı tanımamak, O'nun büyüklük ve kudretine tam inanmamaktır.
2- Okuduğu âyet ve zikirlerin ve yaptığı hareketlerin mânalarını düşünmek. 
Namaz kılan kişi bunları düşünürse, bilinen mâna ve sırlarıyla birlikte daha ince mânalara ve derin sırlara da muttali' olur. İman ilminin ancak az bir kısmı kaleme ve dile getirilebilir; onun büyük kısmı duyma ve sezme şeklindedir. "Takva gözetin ki, Allah size bilmediklerinizi öğretsin." (Bakara, 282) âyeti de bu gerçeğe işaret etmiştir.
3- Allah Teâlâ’nın büyüklük ve azametini hissetmek ve O'nu ta'zim etmek;
Allah Teâlâ’nın azametini duymak ve O'nu tazim etmek, iki marifetten kaynaklanır. Bunlardan birisi, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü bilmek, diğeri de kendi küçüklüğünü ve çaresizliğini anlamaktır.  Bundan dolayı, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü bilmeyen ve buna iman etmeyen kâfirler O'nu tazim etmedikleri gibi; kendi küçüklük, ihtiyaç ve çaresizliklerini görmeyen gafiller de O'nu gerektiği şekilde tazim etmezler. Fakat, bunlar içinden çıkamadıkları bir musibet ve sorunla karşılaşınca, acizliklerini anlar ve Allah Teâlâ’nın dergâhına koşup yüzlerini toprağa sürerler. Musibetin insana acizliğini hatırlatmak gibi önemli bir görevi vardır. Bu sebeple kibir, zulüm, gaflet gibi acizliğini unutmak anlamına gelen durumlar, musibeti çeken mıknatıslar gibidirler.
4- O'ndan heybet duymak. 
Heybet duymak, bir şeyin büyük ve güçlü olduğunu bilip ondan korkmak demektir. Âdi ve muzir şeylerden korkmak heybet değildir. Onun için heybet, korktuğu şeyi sevme ve ona saygı duymayı da içerir. En büyük heybet, hakikî müminin Allah Teâlâ'ya karşı duyduğu heybettir ve bu heybetin en canlı ve kuvvetli bir şekilde hissedildiği yer de namazdır. Çünkü namaz, tabir caizse Allah Teâlâ ile karşı karşıya gelmek ve yüzleşmektir. Allah Teâlâ’nın sınırsız bir kudrete sahip olduğuna ve her istediğini yapabildiğine iman etmekle alâkalıdır. Bu duygunun gelişmesini sağlamak için, Allah Teâlâ’nın güç ve kudretine şuurlu bir şekilde iman etmek ve bu imanı zihinde zinde tutmak lâzımdır.
5- Ümitlenmek. 
Namaz kılan kişi bir taraftan heybet duyup titrerken, bir taraftan da ümitlenir. Çünkü o anda, her şeyin hazinesi elinde, her şeyin anahtarı yanında, her sorunu çözebilen, her dileği yerine getirebilen, üstelik rahmeti çok, lütfû bol, vaadi hak ve emri geçerli olan kâinat sultanının huzurundadır, O'na dert ve dileklerini hal ve kal diliyle arz etmekte, O'ndan yardım ve medet istemektedir. Cömert, merhametli, güçlü ve zengin bir kula bile ihtiyacın bildirilmesi kalpte ümit doğurursa, bunun cömertlerin en cömerdi, merhametlilerin en merhametlisi, en güçlü ve en zengin olan âlemlerin Rabbine bildirilmesi elbette ki, çok daha büyük bir ümid, sevinç ve rahatlık doğurur.
6- Utanmak. 
Bu duygu, namaz kılanın Allah Teâlâ'ya karşı kusur ve eksikliklerini görmesiyle ortaya çıkar. İbadet ve kulluktaki kusurunu, Allah Teâlâ’nın hakkını ifâ etmekteki eksikliğini, bir çok yerde O'nun emirlerini bırakıp nefis ve şeytanın isteklerine uyduğunu, yapması gereken şeyleri yapmayıp yapmaması gereken şeyleri yaptığını, bulunması istenen yerlerde bulunmayıp bulunmaması istenen yerlerde bulunduğunu ve bütün bunların O'nun görüş ve ilmi altında cereyan ettiğini ve şimdi bu hatalar yüküyle O'nun huzurunda bulunduğunu, O'ndan yardım ve himmet istediğini düşününce kalbin kılcal damarlarına kadar sirayet eder ve vicdanı nedametle doldurur.
Görüldüğü gibi, bu his ve duygular imâna bağlıdırlar ve onunla birlikte kuvvetlenir veya zayıflarlar. Onun için, öncelikle ele alınması ve hem tashihi, hem de takviyesi lâzım olan şey imandır. İmam sağlam ve kuvvetli olursa bu hisleri uyandırır, bunlar da namazda istenen huşu' ve kalb huzurunu temin ederler.
Hz. Âişe (ra)’a şunu söylemiştir: "Allah Rasûlü (sa) evde bizimle konuşur, biz onunla konuşurduk. Fakat, namaz zamanı gelince, değişir ve bizi hiç tanımamış gibi olurdu." 
Namaz kılanlar, huşu' ve kalbin hazır olması bakımından birbirinden farklıdırlar.
Onlardan bir kısmı ihram tekbirinden selâma kadar bu duyguları en sıcak bir halde yaşarken, bir kısmı da hiçbir şey duymazlar. Bu tavan ve taban seviyeler arasında da milyonlarca basamaklar vardır. Halbuki bütün namazlarda şekil aynıdır. Fark şundandır ki, Allah Teâlâ namazı değerlendirirken zahir hareketlere ve şekle değil, kalpteki mâna ve duygulara bakar.
Bir zat şöyle demiştir: "Namazın çekirdekten ağaca kadar mertebeleri vardır." Yani, bir insanın namazı çekirdek derecesinde iken, bir başkasının namazı koca bir ağaç mertebesindedir.
"İki günü bir olan aldanmıştır." hadis-i şerifi de her gün bir basamak yukarı çıkmanın gerekliliğini bildirmiştir. "Herkes kıyâmet gününde namazındaki seviyeye göre haşredilir." şeklinde de bir rivayet vardır. Çünkü kim nasıl bir seviyede yaşarsa öyle ölür ve nasıl bir seviyede ölürse öyle haşredilir. Bu sebeple, kıyâmet gününde herkese kalbindeki mânadan bir suret giydirilir. (İhyâ-u Ulûmiddin’den yararlanılmıştır.)


CUMA NAMAZI
Cuma Namazının Meşruiyeti
Cuma namazı şer'î bir ibadettir ve Allah Teâlâ'nın bu günün şeref ve faziletine nail olmaları için sadece bu ümmete verdiği ihsanlardan biridir.
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Bizler (ehl-i kitab'a nazaran) en son gelenleriz. Fakat kıyamet gününde en önde olanlarız. Şundan dolayı ki (bizden başka) kendilerine kitap verilen her ümmet bizden önce gelmiştir. Bize ise kitap, onlardan sonra verildi. Sonra Allah'ın bize farz kıldığı şu gün yok mu, işte Allah bizleri ona hidayet buyurdu. Bu bakımdan insanlar bunda bize tâbi olacaktır. Yahudiler(in ibadet) günü yarın (Cumartesi), Hristiyanlarınki ise Pazar günüdür.” (Buharî/836; Müslim/855, (Ebu Hüreyre'den)
Cuma namazı hicretten kısa bir zaman önce Mekke'de farz kılınmıştır. Ancak Müslümanlar Mekke'de güçsüz ve zayıf olduklarından ve Cuma'yı kılmak için de bir araya gelemediklerinden ötürü Cuma namazı kılınamadı. Cuma namazı hicretten önce Medine'de ilk defa Esad b. Zurare tarafından kıldırılmıştır. (Ebu Dâvud/1069 ve başka muhaddisler, (Ka'b b. Mâlik'ten)
Cuma Namazının Meşruiyetinin Delili
Cuma namazının meşru ve farz olduğuna şu ayet delâlet etmektedir:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah'ı anmaya (Cuma'yı kılmaya) koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma/9)
Cuma namazının meşruiyetine delâlet eden birçok hadîs vardır. Onlardan bazıları şunlardır. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Cuma namazı her Müslümana hak ve vaciptir.” (Ebu Dâvud/1067 (Tank b. Şihab'dan)
“Birtakım kimseler Cuma namazını terk etmekten ya vazgeçerler yahut da Allah onların kalplerini mühürler, sonra da onlar gafillerden olurlar.” (Müslim/865 ve başka muhaddisler, (Ebu Hüreyre ve İbn Ömer'den)
Cuma'nin Meşruiyetinin Hikmeti
Cuma'nın meşruiyetinin birçok hikmet ve faydası vardır. Onları burada teker teker saymak mümkün değildir. Onların en önemlilerinden biri şudur: Aynı şehirde yaşayan bütün Müslümanlar bir yerde, haftada bir gün (Cuma günü) bir araya gelip birlik ve beraberliklerini sağlayan, rağbetlerini artıran, aralarındaki bağı daha da güçlendiren bir nasihâte kulak verirler. Bu onların arasındaki ülfiyeti de artırır. Böylece birbirlerini daha iyi tanırlar ve yardımlaşırlar. Bir hafta boyunca ortaya çıkan yeni meselelere dikkatleri çekilir ve halifeye bağlılıkları artar. Namazı ve hutbeyi halifenin eda etmesi en uygun olanıdır. Bu bakımdan Cuma hutbesinde bütün bu durumlar dikkate alındığı için Cuma namazı haftalık bir kongre sayılır. Orada bütün Müslümanlar eşit olarak başkomutanlarının arkasında olurlar. Başkomutan, onlara imamlık yapıp hutbe okuyan kişi tarafından temsil edilir. Bunun için şeriat sahibi Cuma'ya gitmeyi teşvik etmiş ve insanları Cuma'yı terk etmekten nehyederek Cuma hususunda gevşek davranmayı yasaklamıştır. Bu söylediklerimizin bir kısmı daha önce geçmişti. Bir kısmı da ileride tekrar gelecektir. Burada şu hadîs bizim için yeterlidir.
Kim üç Cuma'yı gevşeklik edip terk ederse Allah onun kalbini mühürler.
Cuma'nın Farz Olmasının Şartları
Cuma namazı, aşağıdaki şartların kendisinde bulunduğu herkese farz'dır.
1. Müslüman olmak.
Kâfirden cumaya katılması istenmez. Çünkü kâfir, ibadetlerden önce ibadetlerin esası olan İslâm olmak ile mükelleftir. Ancak Allah Teâlâ ahirette cumadan ötürü (esas itibariyle mükellef olduğu halde kılmadığı için) kâfiri cezalandırır.
2. Baliğ olmak.
Çocuk mükellef olmadığından ötürü cuma namazına gitmesi vacip değildir.
3. Akıllı olmak.
Çünkü deli mükellef değildir.
4. Hür olmak
Köleye cuma namazı farz değildir. Çünkü köle efendisinin hakkı ile meşguldür. Bu durum cumanın köleye vacip olmasına engeldir.
5. Erkek olmak
Cuma namazı kadınlara farz değildir. Çünkü kadınlar çocuklarla ve ev işleriyle meşgul olmak durumundadırlar. Bu durumda kadınların, özel bir vakitte özel bir yerde bulunmaları onlar için meşakkatli olacağından, cuma namazı onlara farz kılınmamıştır.
6. Sıhhatli olmak.
Mescide gitmekle, bir yerde oturmakla veya namazı beklemekle rahatsız olan bir kişiye cuma namazı vacip değildir. cuma namazına gittiği takdirde kişinin hastalığı artacaksa veya hastalığı geç iyileşecekse yine cumaya gitmesi vacip değildir. Hastaya bakan, hizmet eden kimse de hasta gibidir. Ona da cuma namazı vacip değildir. Çünkü hastaya bakan kişi Cuma'ya gittiği zaman hastanın ihtiyaçları ile ilgilenecek kimse kalmaz. Hastabakıcının, hastanın akrabası olup olmaması hükmü değiştirmez. Böyle bir kimseye, yerine bakacak kimse olmadığı takdirde Cuma namazı vacip değildir.
7. Cuma namazının kılındığı yerde ikâmet etmek.
Kısa dahi olsa sefere çıkmış bir kişiye, yolculuğu cuma gününün fecrinden önce başlamışsa -ikâmet ettiği yere normal havalarda ezan sesi de yetişmiyorsa- cuma namazı farz olmaz. Ezan sesi duyulacak kadar cuma kılınan yere yakın ise Cuma namazı farz olur.
İçinde özürsüz 40 kişinin ikâmet etmediği, bu nedenle de cuma namazının sahih olmadığı bir yeri mekân edinen kimseye de cuma namazı farz değildir. Ancak cuma kılınan bir yerde okunan ezan sesinin normal şartlarda oraya yetişmemesi şartıyla böyledir.
Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu hadîsleri bu şartlara delâlet etmektedir: “Âzad edilmemiş köle, kadın, çocuk ve hasta olanlardan başka her Müslümana cemaatle cuma kılmak hak olan bir vaciptir.” (Ebu Dâvud/1067)
“Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ona -kadın, yolcu, köle ve hasta müstesna- cuma namazı farzdır.” (Dârekutnî, n/3 ve başka muhaddisler)
“Ezanı işiten her Müslümana cuma namazı farzdır.” (Ebu Dâvud/1056)
Cuma'nın Sahih Olmasının Şartları
Yukarıda saydığımız yedi şartın kendisinde bulunduğu her Müslümana cuma namazı vaciptir. 
Ancak cuma'nın sahih olması için dört şartın daha bulunması gerekir: 
1. Cuma namazı, merkezî bir alanda kılınmalıdır.
Bu alan, ister bir beldenin binaları arasında olsun, ister kendilerine cuma farz olan 40 kişinin oturduğu bir köyün ortasında olsun fark etmez. 
Beldeden maksat, kadısı (hâkimi) ve idarecisi olan, içinde alışveriş için çarşı ve pazar bulunan yerdir. Köyden maksat ise kadısı (hâkimi) ve idarecisi bulunmayan yerlerdir. Bu bakımdan sahrada ve çadırlar arasında cuma namazı sahih olmaz. İçinde cumanın kendilerine farz olduğu 40 kişinin bulunmadığı bir yerde de sahih olmaz. Eğer yakın bir beldeden okunan ezan sesi işitiliyorsa oraya gidilip cuma namazının kılınması farz olur. Cuma kılınan yerden ezan sesini işitmiyorlarsa, cuma namazı onların üzerinden sakıt olur. Nitekim bunu cumanın vacip olmasının şartları bahsinde zikretmiştik.
Bu şartın delili, Hz. Muhammed (a.s.v.) ve raşid halifeler döneminde cuma namazının sadece böyle yerlerde kılınmış olmasıdır. Arap kabileleri Medine'nin etrafında oldukları halde oralarda cuma namazı kılınmıyordu.
Hz. Muhammed (a.s.v.) onlara çadırların arasında Cuma namazını kılmalarını söylememiştir.
2. Cuma namazı kılacakların sayısı, cumanın kendilerine farz olduğu 40 kişiden az olmamalıdır; yani erkek, baliğ, mukim ve hür olan 40 kişi bulunmalıdır ki cuma sahih olsun.
Cabir'den şöyle rivayet edilmiştir: 'Sünnete göre her 40 kişiye ve 40 kişiden fazla olanlara cuma vardır'.(Beyhakî, I/177)
Ka'b b. Mâlik şöyle demiştir: 'İlk defa Cuma namazı kıldıran Esad b. Zurare idi ve o gün Cuma'ya katılanlar 40 kişiydiler'. (Ebu Dâvud)
3. Cuma namazı öğle vaktinde kılınmalıdır.
Öğle vaktinden cuma namazı yetişemeyecek kadar bir zaman kalmışsa öğle namazı kılmak vacip olur. Eğer cuma namazına başlanır ve cuma namazı devam ederken öğle vakti çıkarsa, cuma namazını hemen öğle namazına çevirmek ve dört rekât olarak kılmak gerekir Bunun delili Hz. Muhammed (a.s.v.)'in böyle yapmış olmasıdır.
Enes b. Mâlik şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), Cuma namazını güneş batıya doğru kaydığında (zeval vaktinde) kılıyordu'. (Buharî/862)
Seleme b. Ekvâ şöyle rivayet etmiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) ile birlikte güneş (ortadan batıya) meylettiği zaman Cuma namazını kılardık. Sonra dönüp giderken gölge yerleri araştırırdık. (Buharî/3935; Müslim/860)
Sehl b. Sa'd şöyle diyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) zamanında biz Cuma'yı kılmadan ne kaylûle uykusuna yatar, ne de yemeğimizi yerdik'. (Buharî/897; Müslim/859)
4. Aynı şehirde, mümkün olduğu takdirde bir yerde cuma namazı kılınmalıdır.
Cuma namazını birkaç yerde kılmak uygun değildir. Hatta eğer mümkünse bir yerde kılmak vaciptir. Eğer halk çok olur da bir yere sığmazlarsa ihtiyaca göre iki, üç veya dört yerde kılınabilir. İhtiyaç olmadığı halde aynı şehirde birkaç yerde cuma namazı kılınırsa, bunlardan sadece ilk kılmanı sahih olur. Önce kılınmaktan maksat, başlangıçtır. İlk tekbir Önce hangi mescitte alınmışsa oradaki Cuma sahihtir, diğerleri ise ayrı yerlerde kılındığı için sahih değildir. Bu nedenle onun yerine öğle namazı kılmaları gerekir. Eğer Cuma'nın, hangi mescitte daha önce başladığı bilinmiyorsa, kılınan bütün Cuma'lar fasid (yanlış) olur. Vakit müsaitse ilk tekbir alınan yerde yeniden kılınması gerekir. Aksi takdirde tümü bu eksik ve fasid (yanlış) olan namazı yerine getirmek için öğle namazı kılmalıdır.
Bu şartın delili, Cuma namazının Hz. Muhammed (a.s.v.), Raşid halifeler ve tâbiin devrinde ayrı yerlerde kılınmamış olmasıdır. Namaz şehirde sadece el-Mescit'ul-Camii denilen büyük mescitte kılınırken, diğer mescitlerde ise sadece vakit namazları kılınırdı.
Hz. Aişe şöyle demiştir: 'İnsanlar Hz. Muhammed (a.s.v.) zamanında Medine' ye yakın menzillerden ve Medine etrafındaki köylerden gelerek Cuma namazında nöbetleşe hazır bulunurlardı'. (Buharî/860; Müslim/847)
İbn Abbas şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.)'in mesciti dışında ilk Cuma namazı Bahreyn'de Cuvasî adlı yerde Abdulkays mescidinde kılınmıştır'. (Buharî/852)
Cuma'yı bir tek yerde kılma şartının hikmeti, Müslümanların birlik ve beraberliğini pekiştirmeye daha uygun olmasıdır. İhtiyaç olmaksızın Cuma namazını ayrı yerlerde kılmak, Müslümanlar arasında ayrılık ve nifak tohumları ekebilir.
[Şafii mezhebi ile Hanefi mezhebinden bir kavle göre; zaruret olmadığı halde birkaç yerde cuma namazı kılınırsa ilk cuma namazı sahih, diğerleri ise sahih değildir (Tahtavı, s. 413) (Halil Günenç- Fetvalar-212)*
* İster büyük bir şehir ister köy olsun, ister ezan sesini duysun ister duymasın, bir beldede ikamet eden kimse üzerine cuma namazını kılmak farzdır. Eğer ezan sesini işitiyorsa, beldenin dışında bulunan kimseye de cuma namazını kılmak farzdır.
Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Cuma namazı ezan sesini işiten kimseye farzdır." (Ebu Davud ve Darekutni) 
Dolayısıyla ezan sesini işitmeyen çiftçilere, ziraatçılara cuma namazı kılmak farz değildir. Bu gibi yerlerde bulunanlar için ezan sesini işitmeye itibar edilir. Ezan sesini işitmede de şu hususlara bakılır: Müezzin, seslerin durgun, rüzgarın sakin olduğu bir ortamda beldenin bir tarafından durarak ezan okur. Beldenin yakınında tarlasında çalışan adam eğer müezzinin sesini işitirse cuma namazına gitmesi lazım olur. Eğer işitmezse lazım gelmez.
Bir yerde en az dört gün kalmaya niyet etmiş olan seferiye yahut cuma günü sabah sefere çıkmış bulunan kimseye cuma namazı farzdır. Eğer kişi sabah vaktinden önce sefere çıkarsa üzerine cuma namazı kılmak farz değildir. Fakat cuma namazının kılınması için istenen sayı (kırk kişi) olup seferi kişilerle tamamlanıyorsa kılınan cuma sahih olmaz. Belki cuma namazı için kırk mukim kişinin olması gerekir. Bir yerde yerleşmiş olmak cuma namazının gerçekleşme şartı olup farz olma şartı değildir. Nitekim cuma namazının sahih olmasının şartı açık arazide değil, bir bina içinde kılınmasıdır.* İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/272)
* Cumanın sahih olmasının şartlarının ilki cuma namazı kılınan yerin şehir ve köy gibi bir yerleşim yeri olmasıdır. Çölde ve devamlı çadırlarda hayat sürdürenlerin çadırları arasında cuma namazı kılmaları sahih değil­dir. Bazı bedevi arap kabileleri Medine'nin etrafında bulunurdu bunlar cuma camazı kılmazdı ve Rasulullah (s.a.v) cuma namazı kılmaları için bunlara herhangi bir emir vermemişti.
Kendilerine cuma namazı farz olan en az kırk müslümanın mükellef, hür. erkek ve mukim olmaları gereklidir. 
Cuma Namazının Farzları
Cuma namazının iki farzı vardır. Bunlar Cuma namazının esasını teşkil ederler. Birinci farzı iki hutbe okumak, ikinci farzı ise cemaatle birlikte iki rekât namaz kılmaktır.
Hutbelerin Şartları
1. Hatip, eğer mümkünse hutbeyi ayakta okumalıdır.
İki hutbeyi birbirinden ayırmak için hutbelerin arasında oturmalıdır. 
Bunun delili, Cabir b. Semure'nin şu rivayetidir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) hutbeleri ayakta okur ve aralarında otururdu'. (Müslim)
İbn Ömer şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) birinci hutbeyi ayakta okuduktan sonra oturur, sonra kalkar sizin şu anda yaptığınız gibi ikinci hutbeyi okurdu'. (Buhari/873; Müslim/86l)
2. Hutbe namazdan önce okunmalıdır.
Bu, Cuma namazı hakkındaki hadîslerden anlaşıldığı üzere Hz. Muhammed (a.s.v.)'in fiiline tâbi olmak içindir.
3. Hatip, küçük ve büyük hadesten temiz olmalıdır.
Elbisesinde, bedeninde ve mekânında affedilmeyecek bir necaset bulunmamalı ve setr-i avrete riayet etmelidir. Zira hutbe de namaz gibidir. Hutbeler, öğle namazının farzının iki rekâtının karşılığıdır. Namazda şart olan taharet ve benzeri şeyler hutbelerde de şarttır.
4. Hutbeler Arapça okunmalıdır.
Cemaat Arapça bilmese bile hatip hutbeleri Arapça okumalıdır. Eğer orada Arapça öğrenecek kadar bir zaman geçtiği halde Arapça bilen kimse yoksa hepsi günahkâr olur ve Cuma'ları makbul olmaz. Dolayısıyla öğle namazı kılmaları gerekir. Fakat Arapça öğrenecek kadar bir zaman geçmemişse, hutbe tercüme edilir ve Cuma namazları sahih olur.
5. Hutbeler peş peşe okunmalıdır.
Birinci ve ikinci hutbe arasında fazla bir fasıla olmaması gerektiği gibi, ikinci hutbe ile namaz arasında da fazla bir fasıla olmamalıdır. Birinci hutbe ile ikinci hutbe arasına veya ikinci hutbe ile namaz arasına örfen uzun sayılan bir fasıla girerse hutbe sahih olmaz. Bu durumda mümkünse hutbe yeniden okunmalıdır. Aksi takdirde Cuma namazı, öğle namazına dönüşür.
6. Her iki hutbe de Cuma namazının kendileriyle sahih olduğu 40 kişi tarafından dinlenmelidir.
Hutbelerin Rükûnları
1. Hangi siga ile olursa olsun -elhamdülillah, eş-şukru lillah gibi-Allah'a hamd etmek.
2. Hangi siga ile olursa olsun Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salâvat getirmek.
Bu salât Allahumme sallı ala Muhammed ve ala âl-i Muhammed veya Allahumme sallı alâ nebiyyi ve alâ âlihi veya Allahumme saîli alâ rasûli ve alâ âlihi gibi sigalarla yapılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken bir şart vardır ki o da Hz. Muhammed (a.s.v.)'in isminin sarih olarak zikredilmesidir. en-Nebî, er-Rasûl ve Muhammed gibi kelimelerle Hz. Muhammed (a.s.v.)'in ismi sarih olarak zikredilmelidir. Açık isim yerine zamir yeterli olmaz. Meselâ onun mânâsına gelen huve zamirinin kullanılması yeterli değildir.
3. Allah'tan sakınmayı tavsiye etmek.
Hangi lafız ile olursa olsun -ittekullah gibi- takva (Allah'tan sakınılması) tavsiye edilmelidir. Bu üç rükün, her iki hutbede de rükündür. Bunlar olmadan hutbe olmaz.
4. İki hutbenin bîrinde bir ayet okumak.
Okunan ayet, mânâsı anlaşılan bir ayet olmalıdır. Mukatta harfleri denilen ve sûre başlarında olan elif, lam, mim, yasin, tahâ gibi ayetlerden birinin okunması yeterli olmaz.
5. İkinci hutbede mü'minlere dua etmek.
Örfen dua sayılan -Allahummağfirli mü'minîne, Allahummağfirli müslimine gibi- her dua yeterli olur.
Cuma namazının ikinci farzının 'cemaatle iki rekat namaz kılmak' olduğu daha önce söylenmişti. Nitekim Hz. Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir: 'Cuma namazı iki rekâttır'. (Neseî, III/111)
Daha önce de naklettiğimiz bir hadîste Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Her Müslümana cemaatle Cuma namazı kılmak haktır, vaciptir.” (Ebu Dâvud)
Cuma namazının bir rekâtına yetişen kimsenin Cuması sahihtir. Cuma'ya yetişemediği takdirde Cuma namazı, öğle namazına dönüşür. 
İmam'a uyan cemaatin, Cuma namazına ehil olan 40 kişiden az olmaması vaciptir. İkinci rekatta imama yetişen kimsenin Cuması sahihtir. İmam selâm verdikten sonra kalkıp ikinci rekâtı kılarak Cuma namazını tamamlar. İmam ikinci rekâtın rükûundan kalktıktan sonra imama yetişen kimse, Cuma'ya yetişememiş sayılır. İmam selâm verdikten sonra kalkıp dört rekât öğle namazı kılması gerekir.
Cemaat Cuma imamına uyup imam ile beraber bir rekât kılar, sonra herhangi bir sebepten ötürü cemaatin tümü veya bir kısmı imamdan ayrılıp namazlarını tek başlarına tamamlarlarsa Cuma'ları sahih olur. Herhangi bir sebepten ötürü birinci rekât bitmeden önce imamdan ayrılırlarsa Cuma namazları sahih olmaz ve Cuma namazı öğle namazına dönüşür. 
Bunun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu hadîsidir: “Kim Cuma namazından veya diğer namazlardan bir rekâta yetişirse ona ikinci bir rekât eklesin. Böylece namazı tamamlasın.” Neseî, (ibn Mâce ve Dârekutnî, (ibn Ömer'den) 
İki hutbenin sünnetleri de şunlardır:
          1. Hutbelerin rükünlerinin tertip üzere sıra ile yapılması.
          2. Her iki hutbede işitenlerin susması.
          3. Hutbelerin minber veya buna benzer yüksek bir yerde okunması.
          4. Hatip hutbeye çıkınca yüzünü cemaate dönmesi
          5. Hatibin hutbeye çıkarken cemaate selam vermesi.
          6. Hatip minbere çıktıktan sonra ezan okunması.
          7. Hatibin hutbesini cemaatin anlayabilecek şekilde okuması.
          8. Hatibin, eliyle ya bir değneğe ya da minberin kenarına dayanması.
          9. Hatibin iki hutbe arasında oturup İhlas Suresi'ni okuması.

Soru: Cezaevinde yatan kimseler cezaevinde cuma namazını kılabilir mi? 
Cevap: Hanefilere göre cezaevinde yatan kimselerin cezaevinde cuma namazı kılmaları sahih değildir. Çünkü cuma namazının sıhhat şartlarından biri; izn-i amm'dır. Yani isteyen herkesin cuma namazı kılınan yere girebilmesidir. Şafii mezhebinde böyle bir şart olmadığına göre, oranın yerlisinden kırk kişi ceza evinde bulunsalar cuma namazını kılmakla mükelleftirler. Kışla da cezaevi gibidir. (Halil Günenç- Fetvalar-204)
Soru: İstanbul, Ankara ve Adana gibi şehirlerde cemaat içinde epeyce Şafii mezhebine bağlı olan kimseler bulunmaktadır. Böyle olmakla beraber, son hutbede yapılan dua sessizce yapıldığından cemaat duymuyor. Bu hal Şafii olan kimselere zarar verir mi?
Cevap: Daha önce açıkladığımız gibi hutbenin beş rüknünün cemaatin işiteceği kadar sesli olması lazımdır. Dua sessizce yapılırsa Şafii mezhebine göre hutbe sahih değildir. Dolayısıyla cuma namazı da fasittir. (Halil Günenç- Fetvalar-206)
Soru: Şafii mezhebine göre cuma namazının sahih olabilmesi için cemaatin kırk kişiden aşağı olmaması gerekir. Kırk kişi olmadığı halde başka bir mezhebi takliden cuma namazını kılmak caiz midir? 
Cevap: Cuma namazının şartları tamam olmadığı halde başka bir mezhebi taklit ederek onu kılmak caizdir. Bu mesele, içtihadı ve ihtilaflı bir mesele olduğundan ihtilaftan kurtulmak için kılmak daha iyidir. Kezalik bir köy Hanefi mezhebine g öre amel ediyorsa mezkur mezhebe göre her ne kadar cuma namazı köy de kılınamıyorsa da (Çünkü bir yerde Cuma namazı kılınabilmesi için şehir olması lazımdır.) yine Şafii mezhebini takliden kılmaları daha iyidir. Çünkü Cuma namazı haftada bir defa Müslümanları bir araya getirip kaynaştıran ön emli bir unsurdur. (Halil Günenç- Fetvalar-211)


Cuma namazı kılalım
Cuma namazının kendilerine sahih olan 40 kişi varsak ve aramızda imam-hatiplik tecrübesi olan biri yoksa, şu şekilde cuma namazı kılmamız yeterlidir.
Namazdan önce (mümkünse ayakta) hutbe okunmalıdır.
Birinci Hutbede;
1. Cemaate selam vermek: Esselamu aleykum” veya “Esselamu Aleykum ve rahmatullahi ve berekatuhu” demek yeterli.
2. Hamd ve şükürle başlamak: Elhamdülillah, eş-şukru lillah” demek yeterli
2. Hz. Muhammed (a.s.v.)'e salâvat getirmek: “Allahum-me sallı ala Muhammed ve ala âl-i Muhammed” veya “Allahumme sallı alâ nebiyyi ve alâ âlihi veya Allahumme salli alâ rasûli ve alâ âlihi”  demek yeterlidir.
3. En az bir ayet okumak: Okunan ayet, mânâsı anlaşılan bir ayet olmalıdır. Örneğin “kul huvallahu ahad” (deki Allah bir(tek)dir.) demek yeterlidir.
4. Allah'tan sakınmayı tavsiye etmek: Hangi lafız ile olursa olsun “ittekullah”  yani “Allahtan sakının” gibi takva tavsiye edilmesi yeterlidir.
İki hutbe arasında biraz oturulur. Otururken İhlas suresi okunur.
İkinci hutbede ise:
1. Mü'minlere dua etmek: “Allahummağfirli mü'minîne” (Allahım mü’minleri bağışla) veya “Allahummağfirli müslimine”  (Allahım Müslümanları bağışla) demek yeterlidir.
Sonra da cuma namazının ikinci farzı olan cemaatle iki rekat namaz eda edilerek cuma namazı tamamlanmış olur. 
Cuma namazında imam, “Niyet ettim Allah rızası için Cuma namazını eda etmeye, hazır bulnan cemaate de imamlık etmeye” cemaat ise   “Niyet ettim Allah rızası için iki rekat olan cuma namazını eda etmeye, uydum imama” şeklinde niyet getirir. 

Cuma Namazının Âdabı
Cuma gününün ve Cuma namazının sünnet olan birtakım âdabı vardır ki onlara itibar edip ihtimam göstermek gerekir. 
Onları şöyle sıralayabiliriz:
1. Yıkanmak
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Herhangi biriniz Cuma namazına gitmek istediğinde yıkansın!” (Buharî/387; Müslim/844)
Buradaki emir, farz için değil, müstehab etmek içindir. Çünkü başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kim Cuma namazı için abdest alırsa, o, sünnete yapışmış demektir.” Sünnete yapışmak ise ne güzeldir! Kim de yıkanırsa bu daha efdaldir. (Tirmizi)

2. Vücudu kir ve kötü kokulardan temizlemek, saç ve sakalı yağlayıp güzel koku sürünmek.
            Bu, Cuma'ya gelenleri rahatsız etmemek içindir. Böyle yapan kimseye herkes yakınlık duyar ve onunla oturup kalkmaktan hoşlanırlar. Halka eziyet verecek kötü kokulu bir şey yiyen kimseye, Cuma namazını terk etme ruhsatı verildiğini daha önce söylemiştik.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir kişi Cuma günü yıkandığı halde elinden geldiği kadar temizlenir, saç ve sakalını yağlayıp vücuduna güzel koku sürerek Cuma'ya gitmek üzere evinden çıkar, yavaş yavaş yürüyüp mescide gider ve mescitte kimseyi rahatsız etmeden nasip olduğu kadar namaz kılar, sonra susup hutbeyi dinlerse iki Cuma arasındaki bütün günahları bağışlanır.” (Buhari/843, (Selman-ı Farisî'den)
            3. En güzel elbiseyi giymek.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Cuma günü yıkanır, en güzel elbiselerini giyerse, eğer varsa vücuduna güzel koku sürüp sonra mescide gider ve hiç kimsenin üzerinden atlayıp rahatsız etmeden yavaş yavaş yürür, sonra yapabildiği kadar ibadet edip imam'ı beklerse iki Cuma arasındaki günahları bağışlanır.”(İmam Ahmed,III/81)
            Cuma günü beyaz elbise giymek en efdalidir. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Beyaz elbiselerinizi giyin. Çünkü beyaz elbise, elbiselerinizin en hayırlısıdır. Ölülerinizi de beyaz ile kefenleyin.” (Tirmizi 994)
            4. Tırnakları kesip bıyıkları kısaltmak.
            Hz. Muhammed (a.s.v.)'in Cuma günü tırnaklarını kesip bıyıklarını kısalttığı rivayet edilmiştir. (Bezzar, Müsned)
            5. Mescide erken gitmek.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Cuma günü cünüplükten yıkanır gibi yıkandıktan sonra (ilk saatte Cuma namazına) giderse bir deve kurban etmiş gibi, ikinci saatte giderse bir sığır kurban etmiş gibi, üçüncü saatte giderse boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi, dördüncü saatte giderse bir tavuk sadaka vermiş gibi, beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi İmam Ahmed, 111/81 ve başka muhaddisler Tirmizî/994 ve başka muhaddisler Bezzar, Müsned (sevaba nail) olur. İmam hutbeye çıktığında melekler hazır olup . zikri (hutbeyi) dinlerler. (Buhari/841; Müslim/850, (Ebu Hüreyre'den)
            6. Mescide girince iki rekât namaz kılmak.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Herhangi biriniz imam (minbere) çıkmış iken mescide gelecek olursa hemen iki rekât namaz kılsın.(Müslim/875, (Câbir b. Abdullah'tan)
            Ancak hatip hutbenin sonuna gelmemişse kılmalıdır. Eğer hutbenin sonu gelmişse, imamın farz namaza kalkmasını beklemelidir. Mescide girildiğinde iki rekât namaz kılmadan oturulursa artık namaz kılınmaz.
            Oturduktan sonra kalkıp kılınan namaz sahih olmaz. Bu durumda oturup hutbeyi dinlemek ve farz namazı beklemek gerekir.
            7. Hutbeleri dinlemek için susmak.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Cuma günü imam hutbe irad ederken arkadaşına sus (dinle) dersen (bile) lüzumsuz bir söz söylemiş olursun.” (Buhari/892; Müslim/851 ve başka muhaddisler), (Ebu Hüreyre'den)
            Hz. Ali'den şöyle rivayet edilmiştir: “Kim uygun olmayan bir söz söylerse, onun o Cuma'dan bir ecri yoktur.” (Ebu Dâvud/1051)
Cuma Gününün Umumi Âdabı
            Cuma günü haftanın en hayırlı günüdür. Cuma gününün birtakım sünnet ve edepleri vardır ki her müslümamn onları bilmesi ve mümkün olduğu kadar tatbik etmesi uygun olur. Onların en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:
            a. Cuma günü ve gecesinde Kehf sûresini okumak sünnettir.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Cuma günü Kehf sûresini okursa, iki Cuma arasındaki zaman onun için nûrlandırılır.(Neseî, (Ebu Said e!-Hudri’den)
            b. Cuma günü ve gecesinde çok dua etmek.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Cuma gününde bir saat vardır ki Müslüman bir kul namazını o saate rast getirip Allah Teâlâ'dan bir şey dilediğinde Allah ona dilediğini verir.” (Buhari/893; Müslim/852. (Ravi Kuteybe kendi rivayetinde şunu ziyade etmiştir: "O, saatin kısa olduğunu anlatmak için eliyle (baş parmağını orta ve isimsiz parmaklarının iç tarafına basarak) İşaret etti")
            c. Cuma günü ve gecesinde Hz.Muhammed (a.s.v.)'e çok salâvat getirmek.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizin en faziletli gününüz, Cuma günüdür. O günde bana çok salâvat getirin. Çünkü o günde getirdiğiniz salâvatlar bana arz olunur.” (Ebu Dâvud/1047; diğerleri)

*NAMAZ İLE İLGİLİ OLARAK KADINLARI İLGİLENDİREN ÖZEL DURUMLAR*
1. Hayızlı ve nifaslı kadınlara da namaz farz değildir. Çünkü bu durumda iken namaz kılmaları sahih olmaz; onlarda namaza mâni olan abdestsizlik hali mevcuttur.
2. Kadınların hayızlı ve nifaslı iken geçirdikleri namazları kaza etmeleri farz değildir. Çünkü bu namazları kaza etmeyi farz kılmak, kadınlara meşakkat olur. 
3. Cuma namazı kadınlara farz değildir. Çünkü kadınlar çocuklarla ve ev işleriyle meşgul olmak durumundadırlar. Bu durumda kadınların, özel bir vakitte özel bir yerde bulunmaları onlar için meşakkatli olacağından, cuma namazı onlara farz kılınmamıştır.
Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu hadîsleri bu şartlara delâlet etmektedir: “Âzad edilmemiş köle, kadın, çocuk ve hasta olanlardan başka her Müslümana cemaatle Cuma kılmak hak olan bir vaciptir.” (Ebu Dâvud/1067)
“Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ona -kadın, yolcu, köle ve hasta müstesna- Cuma namazı farzdır.” (Dârekutnî, n/3 ve başka muhaddisler)
4. Bayram namazlarını erkek, kadın herkesin cemaatle kılması meşrudur. Ayrıca Bayram namazı tek başına da kılınabilir. Fitneye sebep olan veya süslenmiş kadınlar hariç -onlar namazı evlerinde kılmalıdırlar- Bayram namazına erkek-kadın, mukim-seferî, hür-köle herkes katılabilir.
Kadının, Namazda Erkekten Farklı Şekilde Yapması Gereken Hususlar
1. Namazda Kadın için avret'in sınırı, eller ve yüz hariç bütün bedendir.
Rükû ve kıyamda ayakların üstünü kapatan bir elbisenin, secdede tüm bedeni ve ayakları kapatacağı açıktır. Çünkü kadının azaları secde halinde birbirine yapışır.
Namaz kılan kişi avretinden bir yeri kasten açarsa namaz bozulur. Fakat kendiliğinden açılır da hemen kapatırsa bozulmaz, kapatılması gecikirse namaz yine bozulur. Çünkü namazın sıhhat şartlarından biri, az bir zaman da olsa ortadan kalkmıştır. 
2. Kadın, namaza dururken, ellerini omuzlarına kadar kaldırır. Ellerini de kapatır. Sağ el parmaklarını sol bilek üzerine halka yapmaz. Sağ eli, sol el üzerinde olarak göbek ile göğüs arasına bırakır.
3. Ayakta Namaz kılarken iki ayak aralarındaki açıklık dört parmak kadar olmalı.
4. Rükuya eğilirken ayaklarını birleştirmez. Rükuda az eğilir, belini başı ile düz tutmaz, dizlerini büker. Ellerini dizleri üstüne kor, dizlerini kavramaz ve parmaklarını açmaz.
5. Ayağa kalkarken tekbir getirir ve ellerini Kıbleye karşı açık bir şekilde hafifçe (göğüs hizasına) yukarı kaldırır.
6. Namazda otururken kadın, iki ayağını sağ tarafa doğru yatırır. Ellerini kapalı bir şekilde diz hizasında uyluklarının üzerine bırakır.
7. Kadın secde'de vücudunun parçalarını birbirine yapıştırmalıdır. 
Meselâ dirseklerini yanlarına, karnını dizlerine yapıştırmalıdır. Hz. Muhammed (a.s.v.) namaz kılan iki kadının yanından geçti ve onlara şöyle dedi: “Secdeye gittiğinizde vücudunuzu yere yapıştırın. Çünkü kadın bu hususta erkek gibi değildir.” (Beyhakî, 11/232)
8. Açıktan okunması gereken namazlarda dahi -fitne korkusu ile- sesini yükseltmemelidir.
“Sözü yumuşak söylemeyin ki kalbinde hastalık bulunan kimse yanlış bir ümide kapılmasın.” (Ahzab/32)
Bu ayet, kadının sesinin fitne uyandırabileceğine delâlet eder. Bu bakımdan yabancı erkeklerin yanında, kadından sesini kısması istenir.
Fakat kadın, uyarmak maksadıyla da olsa yüksek sesle subhanallah diyemez. Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Namazda iken kim uyarılması gereken bir şey olduğunu görürse teşbih etsin. Teşbih ettiği vakit elbette kendisine (imam tarafından) iltifat edilir. El vurup ses çıkarmak kadınlara mahsustur.” (Buharî/652; Müslim/421, (Sehl b. Sa'd'dan)
9. Kadının ezan okuması sünnet değildir.
Fakat kadının kamet getirmesi sünnettir. Kâmet'te ezan'da olduğu gibi sesin yükseltilmesi söz konusu değildir. Kadın kısık sesle ezan okursa kerahat yoktur. Hatta sevap getiren bir zikir sayılır. Sesini yükseltirse mekruh olur. Eğer fitne çıkma ihtimaline rağmen sesini yükseltirse haram olur. 
10. Cemaat erkek olduğu halde imam kadın olmamalıdır.
Kadının, erkeklere imamlık yapması sahih değildir. Cemaat kadınlardan oluşursa, kadınların biri diğerine uyabilir. Hz.  Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sakın bir kadın, bir erkeğe imamlık yapmasın.” (îbn Mâce)
Cemaat erkek ve kadınlardan oluşuyorsa önce erkekler, sonra da kadınlar saf tutmalıdır.
İmam'a uyanların biri kadın, diğeri de erkek ise kadın, imamın soluna, erkek de sağına durmalıdır.
İmam da cemaat de kadın olursa imam, cemaatin arasında olmalıdır. Hz. Aişe ile Ümmü Seleme'den böyle rivayet edilmiştir. (Beyhakî, (sahih isnadla)
* İmama uyduğu halde bir erkeğin yan tarafında veya önünde namaz kılan bir kadının namazının bâtıl olmayacağı, aynı şekilde kendisiyle aynı hizada namaz kılan erkeklerin de namazlarının bozulmayacağı hususunda Hânefîler dışındaki mezhepler görüş birliği etmişlerdir.* (Abdurrahman Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)
* 11. Namaz kılarken imam bir hata yaparsa kadınlar ellerini çırpar. Mutemet görüşe göre, eğer kadın yabancı erkekler olmayan bir yerde bulunuyorsa sağ elinin iç kısmını sol elinin üst kısmına vurur. Eğer bir kadın oynamak maksadıyla ellerini birbirine bu şekilde vurursa namazı batıl olur. Eğer bundan oynamak maksadını taşımıyorsa o takdirde namazı batıl olmaz. Hünsalar bu hususta kadınlar gibidirler.* (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2/66)



        Şafii Mezhebine göre nafile olarak kılınan Namazlara ulaşmak için başlığa tıklayınız.

Bu çalışmalar hazırlanırken;
1- İnternette bulunan ve mobil uygulamalarda online yayımlanan Rahmetli Ali ARSLAN Hoca Efendi tarafından tercüme edilmiş olan “Büyük Şafii Fıkhı” (Müellifler: Dr. Mustafa el-Hin, Dr. Mustafa el-Buğa, Ali el-Şerbeci) kitabından,
2- (http://risaleoku.com:8080/oku/safii/1) web sitesinde online yayımlanmış olan ve Müellifi Halil GÜNENÇ Hoca Efendi olan Büyük Şafiî İlmihali’nden,
3- https://ehliislam.com/dort-mezhep-fikih.pdf  web sitesinde online yayımlanmış ve Abdurrahman Cezîrî başkanlığında hazırlanmış olan ‘Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı’ kitabından,
4- Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. H. Yunus Apaydın tarafından hazırlanmış olan ve 1998 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca yayımlanmış olan ve https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/5255 adresinde de online erişime açık olan “İlmihal” kitabından,
5- TDV tarafından basılan ve (https://islamansiklopedisi.org.tr), adresinde online da yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nden,
 6- Müellifi Vehbe Zuhayli olan ‘İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nden,
7- İmam-ı Gazali’ye ait olan İhya-u Ulumiddin’den,
            Başta olmak üzere birçok kitaptan yararlanılmıştır. İlmihal hazırlanırken yararlanılmış ve söz konusu alıntılar (*) ile işaretlenmiş ve sonuna da kaynak ve (varsa) internet adresi linkleri ilgili bölümde belirtilmiştir.