Yeminler, Nezr (adak) ve Keffaretler
YEMİNLER
Yemin lugatta ‘sağ
el', 'güç' ve 'and içmek' mânâlarına gelir. Aşağıdaki ayette yemin
kelimesi 'güç ve kuvvet' anlamında kullanılmıştır;
Elbette
onun gücünü/kuvvetini alırdık. (Hakka/45)
İnsanın sağ eli,
sol eline nisbetle daha güçlü olduğundan yemin kelimesi 'sağ el’ için de
kullanılır.
Cahiliyye
devrinde insanlar and içtiklerinde birbirlerinin sağ ellerini tuttukları veya
and içen kişi andı ile güç kazandığı için, yemin kelimesi 'and içme'
mânâsında da kullanılmıştır.
Yemin'in ıstılahı
mânâsı ise, Allah'ın isim veya sıfatlarından biriyle, bir işi yapmak veya
yapmamak hususunda iddiayı kuvvetlendirmek için veya muhtevası sabit olmayan
bir sözü, bir şeyi tasdik etmektir.
Kişinin dilinin,
kasıtsız olarak yemin cümlesine kayması yemin tarifinin içine girmez. Çünkü bu
tür yemin, bir şeyi sağlamlaştırmak, ispatlamak kastıyla yapılmamış, mânâsı
düşünülmeden kendiliğinden ağızdan çıkmış bir yemindir. Meselâ kişi normal bir
teklifle karşılaştığında 'evet vallahi, hayır vallahi' gibi sözler
söylediğinde, buna şer'an akdedilmiş bir yemin denilmez.
Yemini
kast etmeden, dili kayıp "Vallahi" derse, ettiği yemin, yemin-i
lağv'dir. Günahkâr sayılmaz.
Cenab-ı Hak buyuruyor: لَايُؤٰاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓى اَيْمَانِكُمْ
"Allah, lağv ile ettiğiniz yeminlerinizde sizi muahaze (kınama) etmez." Bakara 225
Cenab-ı Hak buyuruyor: لَايُؤٰاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓى اَيْمَانِكُمْ
"Allah, lağv ile ettiğiniz yeminlerinizde sizi muahaze (kınama) etmez." Bakara 225
Allah, sizi
kasıtsız olarak ağzınızdan çıkan yeminlerinizden ötürü cezalandırmaz. Fakat
sizi kasten ettiğiniz yeminlerden ötürü muahaze eder. (Mâide/89)
Hz. Aişe 'Bu
ayet, evet vallahi, hayır vallahi şeklindeki yeminler hakkında nazil oldu’
demiştir. (Buharî/6286)
Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: Yeminde lağv, bir kimsenin evinde hayır vallahi, evet
vallahi demesinden ibarettir. (Ebu Dâvud/325-i; İbn Htbban, (Bkz.
Mevar/d'uz-Zaman/1187)
Istılahı yemin'in
tarifinde bulunan 'içeriği sabit olmamış' kaydı, 'Allah'a yemin
ederim ben öleceğim' veya 'Allah'a yemin ederim güneş doğacaktır'
şeklindeki medlulü sabit olan şeyler hakkında yapılan yeminleri şer'î yemin olma
hükmünden çıkarır. Çünkü güneşin doğacağı bilinmektedir. Bu tür yeminlerde
kefaret söz konusu olmaz.
Yemin, geçmiş bir
şeyden dolayı yapılır. Meselâ kişinin 'Allah'a yemin ederim ben falan işi
yapmadım' veya 'Allah'a yemin ederim ben falan işi yaptım' şeklinde
yaptığı yemin, şer'î mânâda yemindir.
Bunun delili, şu
ayettir: 'Biz demedik' diye Allah'a yemin ederler. .(Tevbe/74)
Yemin, istikballe
ilgili' hususlar hakkında da yapılır. Meselâ kişinin 'Allah'a yemin ederim
ki ileride şu işi yapacağım' şeklinde yemin etmesi bu türdendir.
Hz. Peygamber'in 'Allah'a
yemin ederim ki ben Kureyş'e savaş açacağım'(Ebu Dâvud/3285) (sözü de
istikbal ile ilgili yapılan bir yemindir.
Yemin'in
Hükmü
Normal hususlarda
yemin etmek mekruh'tur ve bunun delili şu ayettir: Yeminlerinize Allah'ı
hedef ve engel kılmayın. (Bakara/224) '
Çok yemin etmenin mekruh olmasının sebebi, çok
yemin eden kişinin yeminini yerine getirmekten aciz kalmasıdır.
Hermele 'İmam
Şafii'den kulağımla duydum' diyerek şunu nakleder: 'Ne doğru, ne de yalan
olarak Allah'ın adıyla hayatım boyunca hiç yemin etmedim’.
Yeminle ilgili hükümler şunlardır
1.
Haram olan yemin
Bu, haram bir
fiil için veya vacip bir görevi terk etmek için veya yalan üzerine yapılan
yemindir.
2.
Farz (vacip) olan yemin
Bu, mazlumu
zâlimin zulmünden kurtarmak veya hakkı açıklamak için -yemin etmekten başka
çare olmadığı zamanda- yapılan yemindir. Meselâ bir şahsa bir suç isnad edilir,
kadı da ondan yemin etmesini ister, kişi yemin etmediği takdirde iddia
sahibinin yalan yere yemin edeceğini biliyorsa, bu durumda yemin etmek farz
olur.
3.
Mubah olan yemin
Bu, sevap
işlemeye sevk etmek veya günahtan sakındırmak veya insanları hakka iletmek veya
insanları batıldan uzaklaştırmak amacıyla yapılan yemindir. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Allah'a yemin ederim ki siz usanmadıkça Allah Teâlâ
usanmaz.” (Buharî/43) Hz. Peygamber'in bu hadîste yaptığı yemin,
mubah olan yemindir.
4.
Mendub olan yemin
Bu, yapılan nasihatlerden
etkilenmeye sebep olan yemindir.
Söz ve İşlerinde Kişinin Kendisine İtimad
Edilmesini Sağlamak İçin Yemin Etmesi
İnsanın
sözlerinde veya işlerinde kendisine itimad edilmesini sağlamak ve muhatabını
ikna etmek İçin Allah'ın ismiyle yemin etmesi, Allah'a karşı yapılan su-i
edeb'in en büyüklerinden biridir.
İyilik
etmek, sakınmak, insanlar arasında ıslah yapmak hususunda yeminlerinize Allah'ı
hedef ve engel kılmayın. (Bakara/224)
Allah'tan korkan
ve O'na tazim eden bir mü'minin, birtakım menfaatleri için Allah'ın adıyla
yemin etmesi çirkin bir davranıştır. Bunun en tehlikeli neticelerinden biri,
kişinin Allah'ın ismiyle yemin ederken yalanı âdet edinmesidir. Buna yemin-i
gamus denir. Eğer sahibi, bu yemini terk etmek suretiyle tevbe etmezse bu tür
yemin onu cehenneme götürür.
Ayrıca kazancının
ve malının bereketinin yok olmasına sebep olur. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur; “Yemin, malın revacı sebebidir1 (zannedilir). Hakikatte ise
malın ve kazancın mahv sebebidir.” (Buharî/1981, MÜslim/1606, (Ebu
Hüreyre'den)
Büyük
günahlar; Allah’a şirk koşmak, ana-babaya karşı gelmek, suçsuz bir insanı
öldürmek ve yemin-i gamustur. (Buharî/6298, (Abdullah b. Amr'dan)
Yemin-i gamus,
yalan yere yemin etmektir. Bu da insanı cehenneme götürür.
Yemin’in Şartları
Yemin'in tahakkuk
etmesi için bazı şartlar gereklidir:
1.
Yemin eden, mükellef
olmalıdır.
Çocuğun ve
delinin yemini geçerli olmaz. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kalem, üç
kişiden kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar
çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden.” (Ebu Dâvud/4403, (Hz.
Ali'den)
2.
Yemin, bilerek ve kasıtlı
olarak yapılmış olmalıdır.
Yemin kastı
olmaksızın kişinin ağzından çıkan 'evet vallahi, hayır vallahi, evet Allah'a
yemin ederim, hayır Allah'a yemin ederim' gibi yeminler, yemin-i lağv
sayılır ve bunlar şer'an yemin kabul edilmez. Bunun delili, daha önce geçmişti.
3.
Yemin şu lafızlarla
olmalıdır:
a. Allah'ın
zatıyla.
Meselâ 'Allah'ın
zatıyla (Allah'a) yemin ederim' veya 'Allah'ın zatına kasem ederim'
veya 'Allah'a kasem ederim' şeklinde olmalıdır.
b.
Allah'ın özel isimlerinden
biriyle,
Meselâ 'Âlemlerin
rabbine yemin ederim' veya 'Ceza gününün sahibine yemin ederim' veya
'Rahman olan Allah'a kasem ederim' şeklinde olmalıdır.
c.
Allah'ın sıfatlarından
biriyle,
Meselâ 'Allah'ın
izzetine yemin ederim' veya 'Allah'ın ilmine (veya iradesine veya
kudretine) yemin ederim' şeklinde olmalıdır.
Bütün bunlarda
esas olan Abdullah b. Ömer'in Hz. Peygamber'den rivayet ettiği şu hadîstir: Hz.
Peygamber, Ömer b. Hattab'a bir kafile içinde erişti, Hz. Ömer babasıyla, yemin
ederken Hz. Peygamber onlara şöyle seslendi:
اِنَّ اللّٰهَ
يَنْهَاكُمْ اَنْ تَحْلِفُوا بِاٰبَآئِكُمْ فَمَنْ كَانَ حَالِفًا فَلْيَحْلِف بِاللّٰهِ
اَوْ لِيَصْمُتْ
“Dikkat
edin! Muhakkak ki aziz ve celil olan Allah sizleri babalarınızın adlarıyla yemin
etmekten nehyetti. Artık kim yemin edecekse Allah'ın adıyla yemin etsin, yahut
da sussun.” (Buharî/6270,
Müslim/1646)
Abdullah b. Ömer "Hz.
Peygamber'in yemini, 'Hayır, kalpleri evirip çevirene yemin ederim’ şeklinde
idi" demiştir. (Buharî/6253)
Ayrıca Hz.
Peygamber'in 'Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim. Muhammed'in
nefsini elinde tutan Allah'a yemin ederim' şeklinde yemin ettiği de rivayet
edildi.’ (Buharî/625'i-6255) edilmiştir.
Beyan
edilen bu şekillerin dışında yemin eden kişinin yemini, iki sebepten ötürü geçerli
olmaz:
1.
Bu konuda Hz. Peygamber'in 'Artık
kim yemin edecekse Allah'ın adıyla yemin etsin, yahut da sussun'
buyurduğunu nakletmiştik.
2.
Allah'ın zatı, sıfatları ve
isimlerinden başka şeylerde azamet yoktur. Mü'min de Allah'tan başkasını tazim
etmekten menedilmiştir.
Sarih
ve Kinayeli Yemin
Yemin sarih yemin
ve kinayeli yemin olarak ikiye ayrılır:
1.
Sarih yemin Allah'ın zatına
mahsus olan isimlerden biriyle yemin etmektir.
Meselâ 'Allah'a
kasem ederim' veya 'Âlemlerin rabbine kasem ederim' şeklinde yapılan yemindir.
2.
Kinayeli yemin Allah'ın
kast edildiği anlaşılan yemindir. Meselâ 'el- Halık'a yemin ederim' veya 'er-Razık'a'
veya 'er-Rabbe yemin ederim' şeklinde veya hem Allah için, hem de başkası
için kullanılan bir tabirle -meselâ 'el-Mevcud'a yemin ederim' veya 'el-Âlim'e'
veya 'el-Hayy'a yemin ederim' şeklinde- veya Allah'ın kudret, ilim ve kelâm
gibi sıfatlarıyla yemin etmektir.
Sarih ve Kinayeli Yeminin Hükmü
A)
Sarih Yeminin Hükmü
Sarih yemin
telaffuz ile akid (yemin) olur. Bundan sonra yemin eden kişinin 'Ben bu sözle
yemini kast etmedim' demesi kabul edilmez. Çünkü bu lafızlar yeminden başka bir
anlama gelmezler. Fakat bu lafzın yemin kastıyla söylenmiş- olması gerekir.
Eğer yemin kast etmeksizin dil alışkanlığı ile ağızdan çıkmışsa, daha önce
açıklaması geçtiği üzere bu yemini lağv olur.
B)
Kinayeli Yeminin Hükmü
Kinayeli
yemin'de, kişinin 'Ben bu sözümle yemini kast etmedim' demesi kabul edilir.
Kinayeli yemin, ancak niyet ve kasıtla yemin olur.
Yaratana (el-Hâhk'a),
rızık verene (er-Râzık'a) veya Rabb'e yemin, edildiğinde bu yemin geçerli olur.
Ancak bu lafızlarla Allah'tan başkası kastedilirse, kastedilen mânâya dönüşür
ve bu, yemin sayılmaz.
Çünkü bu
lafızlar, mukayyed olarak Allah'tan başkası için de kullanılabilir.
"Siz
yalan yaratıyorsunuz."
(Ankebut/17)
Bu ayette
'yaratma' vasfı kula isnad edilmiştir. Ayetin mânâsı 'Siz putların Allah'a
ortak olduğunu söylemekle yalan uyduruyorsunuz/söylüyorsunuz' demektir.
"Terefce'den (miras) onlara da rızık verin." (Nisa/8)
Bu ayette de 'rezzak'
vasfı kula isnad edilmiştir. Bunun üzerine elçi (Yusuf’un) yanına geldiğinde,
(Yusuf ona) şöyle dedi: 'Rabbine dön de...' (Yusuf/50)
Bu ayette 'rab'
kelimesi; 'efendi', 'hizmet edilen kişi' anlamında kullanılmıştır.
Öyleyse kişi el-Mevcud'a
veya el-Alîm'e veya el-Hayy'a yemin -ettiğinde, bu lafızlarla Allah'ın zatı
kast edildiği takdirde ancak, bunlar yemin kabul edilir. Çünkü bu kelimeler
Allah'ın zatına da delâlet edebilir, Allah'tan başkasına da delâlet edebilir.
Bu nedenle de yemin olması için, yemin kastının bulunması gerekir.
Kişi 'Allah'ın
kudretine yemin ederim' veya 'ilmine' veya 'kelâmına
yemin ederim' şeklinde yemin ederse ancak bu yemin sayılır. Fakat ilim
ile malum'u, kudret ile makdur’u, kelâm ile de harfleri veya sesleri kast
etmemesi şarttır.
Şayet kişi
bunları kastederse, akdettiği söz yemin sayılmaz. Çünkü Allah hakkındaki malum,
makdur, harfler ve sesler Allah'ın zâtına dahil olmak bakımından bir şey ifade
etmedikleri gibi, O'nun sıfatlarından biri de değillerdir.
Yeminde Birr ve Hıns'ın Mânâsı ve Hükümleri
A)
Yemin ile Birr (Sevaptar) Olmak
Allah'ın adı veya
sıfatıyla yemin eden kişinin bu yeminle sevaptar olmasının anlamı şudur:
Yeminle kendisine vacip olanı yapar veya yeminle destekleyip iddia ettiği veya haber
verdiği şeyde doğru söyler, böylece de sevap kazanmış olur.
B)
Yemin'de Hanis Olmak
Kişinin yemin
ederek kendisine vacip kıldığı şeyi yapmaması veya yemin ederek söylediği şeyde
yalan çıkması, yemininde hanis olmasıdır. Hıns esasında günah demektir; Fakat
yeminden ötürü kefaret anlamında da kullanılmıştır.
Yeminde
Birr ve Hıns'ın Hükmü
Yemin ile
sevaptar olmanın hükmü, yeminin mesuliyetinin kişinin üzerinden kalkmasıdır;
yani kişi böylece yeminini yerine getirmiş ve mesuliyetten kurtulmuş olur.
'Yeminde hanis
olmak' iki şekilde olur ve her şeklin bir hükmü vardır;
1,
Yemin ile hanis olmak,
kişinin yemin vasıtasıyla kendisine vacip kıldığı şeyi yapmamasıdır. Meselâ
filan günde bir fakire sadaka vermek üzere Allah adıyla yemin eden kişi, kast
ettiği günde sadaka vermezse, bu kişi yemin ile hanis olmuştur. Bunun hükmü,
günahkâr olan o kişinin üzerine kefaretin vacip olmasıdır.
2.
Kişinin yemin ile haber
verdiği bir şeyde yalan söylemesi, yeminiyle hanis olmasıdır. Meselâ evi
olmadığı halde 'Allah'a yemin ederim ki şu ev benim malımdır' şeklindeki yemine
-daha önce de açıklaması geçtiği üzere- yemin-i hıns denir. Buradaki hanisliğin
hükmü, yemin sahibinin azaba müstehak olmasıdır. Ayrıca kefaret de vacip olur.
Çünkü bu akdedilmiş bir yemindir.
Bu iki hâlin
arasındaki-fark, ikinci hâlin sahibinin -Allah'ın ismiyle yemin ettiği için-
günahının daha fazla olmasıdır. Çünkü Allah'ın ismiyle yalan yere yemin
ettiğini bildiği bir zamanda O'nun adına yemin etmektedir.
Birinci hâlin
sahibi ise genellikle yeminiyle sevap almayı ve gereğiyle amel etmeyi kast
etmekte ve fakat yeminini yerine getirmesine bir şey engel olmaktadır veya
yemininden sonra ondan daha hayırlı bir şey aklına gelmiştir ve dolayısıyla Hz.
Peygamber'in 'Kim bir şeye yemin eder de sonra ondan daha hayırlısını görürse,
onu yapsın ve yemininin kefaretini de versin' (Müslim/1650)şeklindeki
tavsiyesiyle amel etmiştir.
Yemin'in Kefareti
Yemininden dönen
veya yalan yere yemin eden kişiye kefaret vermek vacip olur. Kefaret hususunda
kişi şu üç şey arasında muhayyerdir:
1.
Mü'min bir köle âzad etmek.
Bununla ilgili
kullanılan kelime rakabedir. Rakabe köle ve cariyeler için kullanılır. Tabi ki
bu, köle ve cariyelerin bulunduğu bir yerde söz konusu olabilir.
2.
On fakiri doyurmak.
Her fakire, memlekette
azık olarak kullanılan yiyecekten 7 müdd verilmelidir. Müdd yaklaşık 600
gramdır. Kefaret yerine, fakirleri çağırıp sabah, öğle ve akşam yemek yedirmek
yeterli olmaz.
3.
On fakiri -giyilmesi mutad
olan elbiselerle- giydirmek»
Her fakire
gömlek, iç çamaşırı, çorap, başörtüsü gibi örfen takım olan elbiselerden bir
takım vermek gerekir.
Kişi bu üç şeyden
birini yapmaya güç yetiremezse, kendisine 3 gün oruç tutmak vacip olur. Fakat 3
gün peş peşe oruç tutması şart değildir.
Yemin kefaretinin
delili, şu ayettir:
“Allah, sizi
kasıtsız olarak ağzınızdan çıkan yeminleriniz-den ötürü cezalandırmaz. Fakat
sizi kasten ettiğiniz yeminlerden ötürü muahaze eder. Bunun kefareti, aile
efradınıza yedirmekte olduğunuz yiyeceklerin ortalamasından on fakire yedirmek veya
onları giydirmek ya da bir köleyi âzad etmektir. Bunları bulamayan kimse ise üç
gün oruç tutar. İşte yemin edip bozduğunuz takdirde yeminlerinizin kefareti
budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böyle açıklar ki
şükredesiniz.” (Mâide/89)
Yemin Ahkâmıyla İlgili Bazı Meseleler
1.
Eğer kişi 'Allah'a kasem
ettim' veya 'Allah'a kasem ederim ki falan işi yapacağım' derse, bu yemin
sayılır. İster yemin niyetiyle olsun, ister olmasın. Çünkü bu lafız genellikle
yemin için kullanılır.
“Onlar
olanca güçleriyle ölen bir kimseyi Alah'ın diriltmeyeceğine yemin ettiler.
Hayır! Bu, O'nun üzerindeki hak bir va'ddir.” (Nahl/38)
Eğer yemin
kastedilmez de geçmiş veya gelecek bir haber kast edilirse, bu, yemin sayılmaz.
Çünkü lafız her iki durum için de muhtemeldir.
2.
Kişi bir başkasına 'Allah'a
yemin ederim' veya 'Allah'a yemin ederek falan işi yapmanı istiyorum' der ve
bununla da kendini kast ederse, bu, yemin sayılır. Çünkü bunun şer'an bir yemin
olduğu bilinmektedir; Bu durumda muhatabın yemin eden kişiyi -teklif ettiği
fiilde haramlık veya kerahet söz konusu değilse- yemininden kurtarması
sünnettir.
Bunun
delili, Berâ b. Âzib'in şu rivayetidir; “Hz. Peygam-ber bize yedi şey
emretti. Bunlardan biri de bu tür bir yeminin yerine getirilmesidir.” (Buhari/1182)
'Allah
adına sana yemin ederim ki,..' veya 'Allah adına istiyorum ki...' şeklinde
konuşan kişi bu sözüyle muhatabının yeminini (onun, yeminin gereğini yapmasını)
istiyor veya yemin yerine muhatabından sadece yardım diliyorsa, o zaman bu
yemin sayılmaz; zira bu sözle kişi ne kendisini kast etmiştir ne de muhatabına
yemin verdirmiştir. Nitekim bu yüzden 'Allah adına insanlardan bir şey istemek
mekruhtur' denilmiştir.
Bunun delili de
Hz. Peygamber'in şu sözüdür: “Allah'ın vechi ile ancak cennet istenir.”
(Ebu Dâvud/1671)
3.
Vaciplerden -namaz, oruç
gibi- birini terk etmek veya hırsızlık, adam öldürmek gibi birini yapmak
hususunda yemin eden kişi Allah'a isyan etmiş olur, kendisine kefaret düşer.
Çünkü haram olan şeyleri yapmaya yemin etmek ve o hal üzere kalmak günahtır.
4.
Alışveriş gibi bir şeyi
yapmayacağına yemin eden kişi, bu hususta başkasına vekalet verirse, vekil de o
işi yaparsa, vekilin yaptığı işten dolayı kendisine kefaret düşmez. Çünkü esas
olan, lafzın delâlet ettiği mânâdır, burada ise kişi kendisi yapmamak üzere
yemin etmiştir. Bu durumda o, başkasının yaptığı fiilden dolayı yemini bozmuş
olmaz.
Çünkü fiil,
yapana nisbet edilir. Ancak o yemini ederken, mutlak olarak fiilin
yapılmamasını kast etmişse, yemininden dönmüş olur.
5.
'Falan kadınla
evlenmeyeceğim' diye yemin eden kişi, vekaletini başkasına vererek nikâh akdi
yapmak isterse yemininden dönmüş sayılır.
Çünkü evlilik
sadece akd'e ıtlak olunmaz; akd'i ve akdin neticelerini de kapsar. Yemin eden
kişi akid fiilini yapmayacağına yemin etse ve bu fiili de yapmasa, fakat akd'in
neticelerini yapsa bundan dolayı yeminini bozmuş olur.
6.
İki şeyi terk etmeye yemin
eden kişi, bunlardan birini yaptığında yeminini bozmuş sayılmaz.
Meselâ 'Allah'a
yemin ederim ki ben şu iki elbiseyi giymeyeceğim' veya 'Şu iki kişi ile
konuşmayacağım' derse, sonra elbiselerden birini giyse veya o iki kişiden
biriyle konuşsa yemininde hanis olmaz. Çünkü yemin iki şeyin toplamına
yapılmıştır. Veya kişi 'Allah'a yemin ediyorum ki ben şu elbiseyi giymeyeceğim,
şunu da giymeyeceğim' veya 'Şu kişiyle de konuşmayacağım, şu kişiyle de
konuşmayacağım' derse, elbiselerden birini giymekle veya kişilerden biriyle
konuşmakla yeminini bozmuş olur. Çünkü yemin her biri için ayrı ayrı
yapılmıştır.
7.
Kişi 'Allah'a yemin ederim ki
şu iki çöreği yiyeceğim' veya 'Şu iki şahısla konuşacağım' derse ve onlardan
birini yiyip, biriyle de konuşsa yeminini yerine getirmiş sayılmaz. Yeminin
yerine gelmesi için iki çöreği yemesi ve o iki kişiyle konuşması gerekir.
NEZR (ADAK)
Nezrin lügat mânâsı,
hayırlı ve kârlı bir va'dde bulunmaktır. Nezrin şer'î (ıstılahı) mânâsı ise
özellikle hayırlı bir va'dde bulunmaktır.
Nezr fakihlerin
ıstılahında ise şer'an kendisine vacip olmayan Allah'a yaklaştırıcı bir ameli
kişinin kendisine mecburi kılmasıdır.
Nezr'İn
Meşru Olduğunun Delilleri
Nezr'in
meşruiyetine ve yerine getirilmesinin gerekli olduğuna Kur'an ve Sünnet delâlet
etmektedir.
(O kullar)
adaklarını (nezr) yerine getirirler ve kötülüğü yaygın olan bir günden
korkarlar. (İnsan/7)
Adaklarını (nezr)
yerine getirsinler. (Hac/29)
Hz. Peygamber de
şöyle buyurmuştur: “Kim Allah'a itaat olan bir şeyi yapmayı nezretmişse
nezrini yerine getirsin, Kim de Allah'a isyan olan bir şeyi yapmayı nezretmişse
nezrini yerine getirmesin.” (Buharî/6318, (Hz. Aişe'den)
Sonra onların ardından
öyle bir kavim gelecek ki onlardan şehadet etmeleri istenmeden şehadet
edecekler, hıyanet edecekler, kendilerinde hiçbir eminlik bırakmadıklarından
dolayı kimse tarafından kendilerine itimad edilmeyecektir. Artık bunlar arasında
tıka basa yemek, içmek, semizlemek hayatın gayesi olup çıkacaktır.
(Buharî/2508, Müslim/2535. Diğer bir rivayette ise 'Onlar adak (nezr) adarlar
fakat adağa vefakârlık etmezler" ibaresi de bulunmaktadır.)
Nezr'in
Hükmü
Nezr'in, Allah'a
yaklaştırın ibadet çeşitlerinden biri olduğu bilinmektedir.
Bunun için
fakihler ‘Kâfirin nezr’i sahih olmaz’ demişlerdir. Kişinin, nezrederek bir
ameli kendisine zorunlu kılmasından, o ameli nezretmeden yapması daha efdaldir.
İnsanın Allah’a yaklaşmak için verdiği sadaka, nezrederek kendini mecbur ettiği
sadakadan daha üstündür.
Abdullah b, Ömer
şöyle demiştir: “Birgün Hz. Peygamber bizleri nezr’den nehy etmeye başladı ve
‘Muhakkak ki nezr, (kaderden) hiçbir şeyi geri çevirmez. Ancak nezr sebebiyle
cimri olan kimseden mal çıkarılır’ buyurdu. (Buharî/6234, Müslim/1639)
Nezr’in Çeşitleri
Nezr
üçe ayrılır:
1.
Öfke anında yapılan nezr (nezr-i leccac)
Meselâ kişinin
öfkeli olduğunda 'Eğer falan kişiyle konuşursam, Allah için 1 ay oruç tutmak
üzerime borç olsun' demesi bu tür nezirdendir.
2.
Mükâfat nezr'i
Meselâ kişinin
'Eğer Allah benim hastama şifa verirse bir koyun sadaka vermek nezr'im olsun'
demesi de bu tür nezirdendir.
3.
Mutlak nezr
Bu herhangi bir
şeyden kaynaklanmayan, sırf Allah'a yaklaşmak için nezredilen bir ameldir.
Meselâ ‘Perşembe
günü oruç tutmayı nezrediyorum’ demek, bu tür nezirdendir. Mükâfat ve mutlak
nezir’e, nezr-i teberrur da denir. Nezreden kişi bununla birr’i, iyiliği,
Allah’a yaklaşmayı kast ettiği için ona bu isim verilmiştir.
Nezr’in Hükümleri
Öfke anında
yapılan nezr'in (nezr-i leccac) hükmü, fiilin yapılması kendisine bağlanan şey
meydana geldiğinde, nezreden kişinin nezrini yerine getirmesidir. Eğer nezrini
yerine getirmezse yemin kefareti vermesi gerekir. Çünkü nezrin bu çeşidi,
kişinin kendisine zorunlu kılması açısından bakıldığında, nezr'e benzemektedir.
Bir şeyden kaçınmaya vesile olmak açısından bakıldığında ise yemine
benzemektedir. Bu yüzden kişi ister nezrini yerine getirir, isterse kefaretini
verir.
Bunun delili, Hz.
Peygamber'in şu hadîsidir: “Nezr'in kefareti, yeminin kefareti gibidir.” (Müslim/1645)
İmam Nevevî şöyle
demiştir: 'Cumhur, bu tür nezr'i nezr-i leccac kabul etmiştir'.
Mükâfat nezri'nin
hükmü ise şudur: Nezrin kendisine bağlandığı şey olduğunda, nezr'in yerine getirilmesi
farz olur. Onun yerine başka bir şey yapmak yeterli olmaz.
Bunun delili şu
ayettir: “Adaklarını (nezr) yerine getirsinler.” (Hac/29)
Hz. Peygamber de
şöyle buyurmuştur: “Allah'a itaat olan bir şeyi nezreden kimse nezrini yerine
getirsin.” (Buharî/6318, (Hz. Aişe'den)
Nezri mutlakın
hükmü ise şudur: Mutlak olarak nezr yapan kişinin, nezrini yerine getirmesi
vaciptir. Delili ise diğer nezr çeşitlerinin delilleridir. Ancak kişinin bir
nezr'i, yerine getiremeyeceğini zannettiği zamana kadar geciktirmesi caizdir.
Böyle bir duruma geldiğinde, onun hemen yerine getirilmesi gerekir. Nezr~i
mutlak yerine yemin kefareti vermek yeterli olmaz. Çünkü bu nezirde yemin
mânâsı yoktur.
Nezr'in Şartları
Nezr'in şartları,
nezreden açısından üçtür:
1.
Müslüman olmak.
Kâfirin nezr'i sahih
olmaz. Çünkü kâfir, Allah'a yaklaştırıcî bir ibadete ehil değildir.
2.
Mükellef olmak.
Çocuk ve deli'nin
nezr'i sahih olmaz. Çünkü bunlar ibadetle mükellef değildir. Yaptıkları nezr'i
yerine getirmediklerinde sorumlu olmazlar.
3.
Kişinin kendi iradesiyle
nezr yapmış olması. Bu nedenle zorlanan kişinin nezr'i sahih olmaz.
Nitekim Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hata, unutkanlık ve zorla yaptırılan
şeylerin günahı ümmetimin üzerinden kaldırılmıştır.” (İbn Mâce/2045,
(İbn Abbas'lan)
Nezr'in, nezredilen
açısından da iki şartı vardır:
1.
Yapılan nezr, Allah'a
yaklaştırıcı bir ibadet olmalıdır.
Bu bakımdan mubah
olan şeylerde nezr olmaz. Çünkü mubahları yapmak veya yapmamakta, günah veya
sevap söz konusu değildir.
Meselâ yemek
yemeyi veya uyumayı nezreden kişinin bunu yerine getirmesi gerekmez.
Bunun delili, İbn
Abbas'm rivayet ettiği şu hadîstir: Hz. Peygamber hutbe okurken ayakta
duran birini görerek 'Bu ne yapıyor?' diye sordu.
Sahabe (Bu
Ebu İsrail'dir. Oturmamak, konuşmamak, gölgede durmamak ve oruç tutmak üzere
nezretmiştir' dediler.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: 'Ona söyleyin otursun, konuşsun, gölgeye gitsin
ve orucunu tamamlasın'. (Buharî/6326
Oruç tutmak
ibadet olduğu için Hz. Peygamber ona orucunu tamamlamasını emretmiştir. Çünkü
nezredilen, ibadet olursa onu yerine getirmek vaciptir.
Kati ve zina.
gibi haram olan şeylerde nezr yoktur. Revatib sünnetleri terk etmek gibi mekruh
şeylerde de nezr yoktur. Çünkü haram veya mekruhu yerine getirmekte Allah'ın
nzası söz konusu değildir.
Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: “Allah'a isyan hususunda nezr yoktur.” (Buharî/1641)
“..Allah'a
isyan olan bir şey yapmayı nezreden kişi, nezrini yerine getirmesin.” (Buharî/6318, (Hz. Aişe'den)
“Nezr,
ancak Allah'ın rızasına uygun olan şeylerde vardır.” (Ebu Dâvud/3273)
2.
Nezredilen şey farz-ı ayn
olmamalıdır.
Meselâ öğle
namazını kılmayı veya malın zekâtını vermeyi nezretmek, batıl bir nezr'dir.
Çünkü bunları yapmak zaten farz-ı ayn'dir. Ancak farz-ı kifayelerde nezr
yapılabilir. Meselâ kişi bir cenaze namazı kılmayı veya farz-ı kifaye olan bir
sanatı öğrenmeyi nezredebilir; zira bunları nezreden kişi, bunları farz-ı
kifaye olmaktan çıkarıp kendisi için farz-ı ayn yapmıştır.
Sahih Olan Nezr'in Üzerine Meydana Gelen Hususlar
Yapılan nezr sahih
olduğunda, o nezr'in yerine getirilmesi gerekir. Mutlak nezirde ise farz olur.
Eğer kişi herhangi bir keyfiyet ve sayıya bağlamadan mutlak olarak namaz
nezrederse, iki rekât namaz kılması vacip olur.
Çünkü şer'an en
az iki rekâta namaz denilmektedir. Eğer kişi ayakta kılabiliyorsa bu nezrini,
ayakta kılarak yerine getirmelidir. Fakat belli bir rekât sayısı tayin eder
veya oturarak namaz kılmayı nezrederse, nezrettiği gibi yapması farz olur.
Ancak oturarak kılmayı nezreden kişi, ayakta kılarsa bu daha efdaî olur. Mutlak
olarak oruç tutmak nezredilirse, en az 1 gün oruç tutmak vacip olur. Eğer
tahdid etmeksizin birkaç gün oruç nezredilirse, en az 3 gün oruç tutulması
gerekir. Çünkü çoğulun en azı üçtür. Sadaka vermeyi nezreden kişi, en az sadaka
sayılacak bir şeyi kendisine zekât düşen kimselere vermelidir. Eğer nezr'i,
belli bir zamana, belli bir sayıya veya belli bir keyfiyete bağlarsa, ona göre
hareket etmesi vacip olur. Belli bir memleketin halkına sadaka vermeyi nezreden
kişi, sadakayı bizzat onlara vermelidir. Başka bir memleketin halkına vermesi
yeterli olmaz.
Mescid-i Haram,
Mescid-i Nebevi veya Mescid-i Aksa'dan birisinde itikafa girmeyi nezreden kişi,
nezrettiği mescitte itikafa girmelidir. Bu üç mescid, diğer mescitdlerden
üstündür. Bunun delili, şu hadîstir: “Binekler ancak üç mescid için
hazırlanır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa!”
(Buharî/1132, Müslim/1394)
Bu üç mescitten
başka bir mescitte itikafa girmeyi nezreden kişi, herhangi bir mescitte itikafa
girebilir. Çünkü diğer mescitlerdeki itikafın nezri eşittir. Hac veya umre
yapmayı nezreden kişinin, bunu bizzat yapması gerekir. Eğer bizzat yapmaktan
aciz ise, hac veya umre yapabilecek bir kişiyi, ücretini vererek kendi yerine
göndermelidir. Nitekim eda etmekten aciz olunduğunda farz olan hac için de
böyle yapmak vaciptir.
Nezredilen şeyin,
çabukça yerine getirilmesi mendub'dur. Hac veya umre yapma imkânına sahip
olduğu halde tehir eden ve bu sırada da ölen kişinin yerine hac veya umre
yapabilecek bir kişinin gönderilmesi gerekir.
Bu kişinin ücreti
de ölenin malından verilir. Çünkü kendisine farz olduğu ve imkânı da olduğu
halde onu yerine getirmemiştir. Hac veya umre yapacak imkâna sahip olmadan ölen
kişiye bir sorumluluk yoktur. Çünkü burada herhangi bir kusur söz konusu
değildir. Yaya olarak haccetmek veya umre yapmak üzere nezreden kişinin, eğer
yürüyecek gücü varsa yürüyerek gitmesi farz olur. Çünkü bunu, kendi üzerine
farz kılmıştır. Bu tıpkı peş peşe oruç tutmayı nezretmek gibidir. Eğer yürüyerek
hac veya umre yapmaya gücü yoksa, yürümesi farz olmaz.
Ukbe b. Âmir
şöyle rivayet etmiştir: "Kız kardeşim (Ümmü Hibban), Beytullah'a kadar
yalınayak olarak yürümeyi nezretmiş ve (zayıflığından şikayet ederek) bu
meselenin, kendisi için Hz. Peygamber'e sorulmasını bana söylemişti. Ben Peygamber'den
bu meseleyi sorup fetva istediğimde Hz. Peygamber 'Önce yaya yürüsün, (sonra devesine)
binsin' buyurdu". (Buhari/1767, Müslim/1644)
Kişi deve, sığır,
koyun ve keçi gibi evcil hayvanlardan birini hediye etmeyi nezrederse veya
herhangi bir malı Mekke'ye götürmeyi nezrederse, o malı götürüp Mekke'deki
fakirlere vermesi farz olur. Bu fakirler Mekkeli olabileceği gibi, Mekke'ye
dışardan gelmiş de olabilirler.
Başka bir şehirde
koyun kesip dağıtmayı nezreden kişinin, o şehre gidip koyun kesmesi ve etini
dağıtması farz olur.
Sal inlerin
mezarları üzerine yapılmış kubbelerde yakılmak üzere bir mum nezreden kişi, bu
nezriyle oradaki insanların aydınlanmasını kastederse nezr'i sahih olur. Fakat
sadece kabir üzerinde yanmasını kast ederse, nezr'i sahih olmaz. Çünkü
kabirdeki kişinin ışığa ihtiyacı yoktur. Eğer kabrin yerine veya kabre veya
kabirde yatan kişiye saygı göstermeyi veya orada yatan kişiye yaklaşmayı kast
ederse, nezr'i batıldır.
Mutlak Nezr'in Vakitle Sınırlı Olmaması
Nezr-i mutlak,
geniş vacip gibidir; yani yerine getirme fırsatına sahip olunduğu müddetçe
ertelenebilir. Ancak nezri, hemen yerine getirmek sünnettir. Eğer nezr belli
bir zamana aitse, o zamanda yerine getirmek farzdır. Özürsüz olarak terk eden kişi
günahkâr olur. Ayrıca nezrini kaza etmesi gerekir. Bir özürden ötürü nezrini
tehir eden kişi günahkâr olmaz. Ancak fırsat bulduğunda kaza etmesi gerekir.
Allah hakikati daha iyi bilir.
SORU-Herhangi bir
liderin bir yere gelişi münasebetiyle şerefi
için veya salih kimselerin kabri için adak olarak kesilen hayvanın
eti helal midir?
Cevap: Herhangi bir liderin bir yere
gelişi münasebetiyle şerefi için veya
veli ve salih bir kimsenin kabri için nezr edilmiş bir hayvan kesilirse eti haramdır, yenilmez. Çünkü
hayvan Allah namına kesilmemiştir. O gelen zat
veya veliye tazim için kes ilmiştir. (Halil
Günenç-Fetvalar-421)
Kefaret kelimesi,
küfr kökünden gelir; 'kapatmak ve örtmek' anlamındadır. Kefaret kelimesi, bu.
ismi, günahı örttüğünden ve Allah'tan bir hafifletme olduğundan ötürü almıştır.
Kefaretin ıstılahı mânâsı, özel şartlarıyla beraber köle âzad
etmek, oruç tutmak, sadaka vermek gibi fiilleri yapmaktır.
Kefaretin
Meşruiyeti
Kur'an ve Sünnet
kefaretin meşru olduğunu bildirmiştir.
“Bunun
(kasten ettiğiniz yemini bozmanızın) kefareti, aile efradınıza yedirmekte
olduğunuz yiyeceklerin ortalamasından on fakire yedirmek...” (Mâide/89)
Hacca gitmelerine
mani olunanlar hakkında da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer
bunlardan (hac ve umreyi tamamlamaktan) alı konulursanız, kolaylıkla elde
edeceğiniz bir kurban (kesin).” (Bakara/196)
Bir mü'mini
kazaen öldüren kişi hakkında da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim bir
mü'mini yanlışlıkla öldürürse, (kefaret olarak) mü'min bir köle âzad etmesi ...
farzdır.” (Nisa/92)
Zihar yapanlar
hakkında da şöyle buyurmaktadır: “Kadın-lara zihar yapıp ayrılmak isteyen,
sonra da sözlerini geri alanlar, hanımlarıyla temas etmeden önce bir köle âzad
etmelidirler.” (Mücadele/3)
Hz. Peygamber de
şöyle buyurmuştur: “Nezr'in kefareti, yemin kefaretidir.” (Müslim/1645)
“Kim bir
şeye yemin eder de yemin ettiği şeyin gayrisini yemin edilenden daha hayırlı
görürse, yemini için kefaret versin ve o daha hayırlı olan şeyi yapsın.”
(Müslim/l 65, (Ebu Hüreyre'den)
Kefaretin Teşrî Kılınmasının Hikmeti
Kefaretler,
insanın fiillerinde meydana getirdiği delikleri kapatan şeylerdir; yani insanın
bozduklarını tamir, yanlışlıkla yaptıklarını da ıslah eden fiillerdir. Bu
bakımdan kazaen öldürmenin kefareti, öldürdüğü kimsenin yerine bir köle âzad
ederek toplumdan eksilttiğini tamamlamaktır; zira kölelik hüküm bakımından, her
şeyden daha fazla ölüme benzemektedir.
Kefaret olarak
fakirleri doyurmada da insanları açlık, çaresizlik ve mahrumiyetlerden
kurtarmak söz konusudur. Oruç da nefsi günah kirlerinden temizlediği için
kefaret olarak emredilmiştir. Hem oruç, hem de diğer kefaretler insanın
derecesini yükseltir, onu münkerâttan uzaklaştırırlar.
Meselâ zihar
kefaretini örnek olarak verebiliriz. Zihar yapan kişi, karısını annesine
benzeterek bir tür iftira etmiş sayılır. İşte zihar kefareti hem bu günahı, hem
de yeminini yerine getirmediği için kazandığı günahı siler.
İşte kefaretler,
elden kaçan iyilikleri, tekrar celb etmenin bedeli olduğu gibi, düşülen hata ve
günahları tamir edip silmekte ve Allah'a götüren ukarrub kapılarını açmaktadır.
Allah hakikati daha. iyi bilir.
Kefaret
Çeşitleri
Kefaretleri
burada tafsilatlı olarak ele alacağız. Her ne kadar bir kısmını ilgili
konularda zikretmiş ve bir kısmını da ileride zikredeceksek de okuyucu için
müstakil bir bölümde kefaret konusunu ayrıntılı olarak bir araya toplamanın
daha yararlı olacağını düşündük. Tevfik Allah'tandır.
A) Ramazan'da Cinsî Münasebet Nedeniyle Orucu
Bozmanın Kefareti
Ramazan'da cinsî
münasebette bulunarak orucu bozmanın kefareti şöyledir:
1.
Erkek veya kadın mü'min bir
köle âzad etmek.
Kefaretin
sahih olması için kölede bulunması gereken birtakım şartlar vardır:
a.
Mü'min olmak.
b.
Körlük, felç gibi çalışmaya
mâni olacak kusurlardan salim olmak.
2. “Eğer
köle yoksa veya âzad etmeye güç yetmiyorsa, peş peşe 2 ay oruç tutmak farz olur.
Eğer oruç tutmaya da güç yetmezse, 60 fakiri doyurmak vacip olur.
Bunlar
zikrettiğimiz tertibe göre yapılmalıdır. Çünkü köle âzad etmeye gücü olan kişi,
oruç tutamaz, oruç tutmaya gücü yeten kişi de 60 fakiri doyuramaz.
Fakat bunlardan
hiçbirini yapamazsa, kefaret kişinin zimmetinde sabit olarak kalır. Bunlardan
birini yapacak duruma geldiğinde ise hemen onu yerine getirmesi gerekir.
Ramazan'da
Cinsî Münasebette Bulunmanın Kefareti Kime Vacip Olur?
Ramazan'da cinsî
münasebette bulunarak orucu bozmanın kefareti kocaya vacip olur. Kadın oruçlu
olsa bile ona kefaret vacip olmaz. Çünkü bu günahın esas sorumlusu erkektir.
Bundan ötürü kefaret erkeğin üzerine vacip kılınmıştır.
Bu
kefaretin vacip olması için şu şartların bulunması gerekir:
a.
Oruçlu olduğunu bilerek
cima etmiş olması
b.
Ramazan'da oruçluyken cima
yapmanın haram olduğunu bilmesi
c.
Sefer veya hastalık
nedeniyle oruçlu olmaması
Bu bakımdan
unutarak veya haram olduğunu bilmeyerek veya Ramazan orucu dışındaki bir oruç
esnasında yapmak veya sefer ve hastalık gibi bir özür nedeniyle orucu bozmak
kefareti gerektirmez. Bu gibi durumlarda sadece kaza gerekir.
Kefareti
Eda Ederken Niyet Etmek
Kefareti eda
ederken niyet etmek farzdır. Eğer köle âzad ediyorsa 'Bu köleyi, ifsad ettiğim
Ramazan orucunun kefareti olarak âzad ediyorum' demelidir. Çünkü bu, zekât ve
oruç gibi malî ve bedenî bir vecibedir, sahih olması için de niyet şarttır.
Çünkü ameller ancak niyetlere göredir.
Bu bakımdan kefaret
eda edilirken mutlak olarak köle âzad etmeye veya 2 ay oruç tutmaya veya 60
fakiri doyurmaya niyet etmek yeterli olmaz.
Çünkü bunlar,
bazen nezr için de yapılabilir. Bu bakımdan tayin suretiyle 'Şu orucun
kefaretidir' demek gerekir.
Kefaretle
Beraber Kazanın da Vacip Olması
Ramazan orucunu
cinsî münasebette bulunmak suretiyle ifsad eden kişiye, cinsî münasebetin
sayısınca kefaret ve kaza gerekir. İki gün cinsî münasebette bulunmuşsa, iki
kefaret ve iki gün kaza gerekir. Üç gün cinsî münasebette bulunmuşsa, üç gün
kaza ve üç kefaret gerekir.
Cima
Yapmak Suretiyle Ramazan Orucunu İfsad Eden Kişiye, Kefaretin Vacip Olduğunun
Delili
Cinsî münasebette
bulunarak Ramazan orucunu ifsad eden kişiye, kefaretin vacip olduğunun delili,
Ebu Hüreyre'nİn rivayet ettiği şu hadîstir: "Hz. Peygamber'e birisi
geldi ve 'Helak oldum ey Allah'ın Rasûlü' dedi. Hz. Peygamber 'Seni helak eden
nedir?' diye sordu. O kimse 'Ramazan'da (oruçlu iken) zevcemle cinsî
münasebette bulundum' dedi. Rasûlullah 'Bir köleyi hürriyete kavuşturacak bir
şey bulabilir misin?' dedi. O zât 'Hayır, bulamam' dedi. Rasûlullah 'Öyleyse
peşpeşe iki ay oruç tutabilir misin?' dedi. Adam 'Hayır, buna muktedir olamam
(hem ben bu felâkete oruç yüzünden uğramadım mı?)' dedi. Rasûlullah 'Altmış
yoksulu doyuracak karşılığı bulabilir misin?' dedi. (...) Sonra o zât oturdu.
Derken Hz. Peygamber'e içi hurma ile dolu (15 sâ' alabilen) bir sepet
getirildi. Hz. Peygamber o zâta 'Bunu (al da) sadaka olarak ver' buyurdu. O kimse
'Benden fakir bir yoksula mı vereceğim? Medine'nin kara taşlı iki tarafı
arasında buna benim ailemden daha muhtaç bir ev halkı yoktur* dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber azı dişleri görülünceye kadar
güldü. Sonra o kişiye 'Haydi hurmayı götür de kendi ailene yedir' buyurdu". (Müslim/1111, Buharî/1834)
Âlimler,
yedirmeye gücü yeten kişiye, onu ailesine yedirmenin caiz olmadığını, hadîste zikredilen
durumun ise sadece o sahabeye mahsus olduğunu söylemişlerdir. Diğer
kefaretlerde de aynı durum söz konusudur.
B) Orucunu Aynı Sene İçinde Kaza Etmeyen Hastanın ve
Seferinin Kefareti
Sefer
veya hastalık nedeniyle Ramazan orucunu tutamayan kişinin, aynı sene içinde onu
kaza etmesi vaciptir.
“İçinizden
biri (oruç ayına erişir de) hasta veya sefer halinde bulunursa, tutamadığı
günler sayısınca diğer günlerde (oruç tutsun).” (Bakara/184)
Şayet
kişi tutamadığı günleri, ikinci Ramazan'a kadar kaza etmezse günahkâr olur ve
kefaret vermesi gerekir. Bu da tutmadığı her gün için bir fakiri doyurmaktır.
Eğer üçüncü veya dördüncü senenin Ramazan'ında da kaza etmezse, kefaret
senelerin tekerrürü ile tekerrür eder. Ancak ikinci senenin Ramazan ayı geldiği
halde özrü devam ediyorsa, kazadan başka kefareti yoktur. Kaza etmeden önce
ölürse mesul değildir. Fakat kaza etme fırsatı bulduğu halde kaza etmeden ölen kişinin,
velisinin onun yerine kaza etmesi menduptur. Eğer velisi bunu yapmazsa, ölenin malından
kefaret olarak her gün için 1 müdd yiyecek vermek farz olur.
Bunun delili, İbn
Ömer'den rivayet edilen şu haberdir: “Kim bir ay oruç kazası olduğu halde
ölürse, onun malından her gün için bir fakirin doyurulması gerekir.” (Tirmizî/718)
Hz. Peygamber de
şöyle buyurmuştur: “Kim üzerinde oruç borcu varken ölürse, ölünün velisi
ölüye niyâbeten oruç tutabilir.” (Buharî/1851, Müslim/1147, (Hz.
Aişe'den)
C) Oruç Tutamayan Yaşlı Kişinin Kefareti
Oruç
tutmaya gücü yetmeyen yaşlı kişi, her gün için bir fakiri doyurmak zorundadır.
Bundan başka herhangi bir yükümlülüğü yoktur.
Bunun delili,
Atâ'nın şu rivayetidir: "İbn Abbas, Bakara sûresinin 184. ayetini okudu
ve 'Bu ayet nesh edilmemiştir. Bu ayet yaşlı erkek ve kadınlar hakkındadır.
Bunlar oruç tutmaya güç yetiremezler, her gün için bir fakiri doyururlar' dedi".(Buharî/4235)
D) Hamile ve Emzikli Kadının Kefareti
Hamile veya
emzikli kadın, çocuğu için endişelendiğinde oruç tutmayabilir. Daha sonra
tutamadığı oruçları kaza eder her gün için bir fakir doyumu kefaret verir.
Hamile veya
emzikli kadın, çocuğundan Ötürü değil de kendisi için endişelenip oruç
tutmazsa, sadece kaza eder. Ayrıca kefaret vermesi gerekmez.
E) Haccın Kefaretleri
Haccın
kefaretleri beş kısma ayrılır;
1.
Takdir edilen kurban.
Bu,
haccın vaciplerinden biri terkedildiğinde olur. Meselâ mîkat yerini ihramsız
geçmek veya cemrelere taş atmak gibi bir vacibi terk eden kişiye, bir koyun veya
sığır ve devenin 1/7'ine ortak olarak onlardan birini kurban etmek düşer. Eğer
bunları yapamazsa, 3 gün hac’ta, 7 gün de memleketine döndükten sonra olmak
üzere 10 gün oruç tutması gerekir.
Temettü
kurbanı, Arafat'ta vakfe'ye durmayı terk edip umre yapmak için tahallül eden
kişinin kestiği kurban da bu kısma dahildir.
“Hac
zamanına kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse, kolaylıkla elde edebileceği
bir kurbanı kessin. Fakat bunu bulamayan kimse, 3 gün hac’ta, 7 gün de
memleketine döndüğünde olmak üzere 10 gün oruç tutsun.” (Bakara/196)
2.
Muhayyer olarak takdir edilen
kurban.
Bu, tırnak kesmek, kıl kesmek, dikişli elbise
giymek gibi hac’ta yapılması mahzurlu olan şeyleri yapan kişiye vacip olur.
Bunlardan
herhangi birini yapanlara bir koyun kesmek veya kurban edilecek deve veya
sığıra ortak olmak veya harem halkından altı kişiyi doyurmak vacip olur. Bu
buğday veya arpadan olmak üzere her fakire yarım sa' verilir. Bu kefaretin vacip
olması için, üç kıl veya üç tırnağı kesmek yeterlidir.
Bu kefaretlerin
delili, şu ayettir: “Kurban yerine varma-dıkça başlarınızı traş etmeyin.
Sizden kim hasta olur veya başında eziyet verici bir durum bulunur da traş
olursa, buna karşılık oruçtan veya sadakadan ya da kurbandan bir fidye versin.”
(Bakara/196)
Ayetteki kurban
yerinden maksat Mina'dır. Kurban kesme vakti ise Zilhicce ayının onuncu
gününden başlayıp teşrik günlerinin sonuna, kadar devam eder.
Bu ayet Ka'b b.
Ucre hakkında nazil olmuştur. Bu zât şöyle rivayet ediyor: "Hz.
Peygamber, Mekke'ye girmeden önce Hudeybiye'de iken gelip yanıma durdu. Benim
başımdan bitler dökülüyordu. Rasûlullah 'Haşerelerin sana eziyet mi veriyor?'
dedi. Ben 'Evet' dedim. 'Öyle ise saçını traş et de 6 fakir arasında 1 farak yemeği
tasadduk et (8-20 lt arası olan eski bir ölçü birimi), yahut 3 gün 'oruç tut
veyahut da bir hayvan kurban et' buyurdu".(Buharî/1719,
Müslim/1201)
3.
Muayyen ve muaddel olan
kurban.
Bu, kişi hac veya
umre için ihrama girdiğinde, av hayvanı öldürmekle vacip olan bir kurbandır.
Ayrıca bu kurban, ihramsız olarak Harem dahiline giren kişiye de vacip olur.
Bir av hayvanı
öldüren kişiye, öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek vacip olur
ya da o hayvanın bedeli tutarınca fakirlere yemek vermelidir veya her müdd için
1 gün oruç tutmalıdır.
Avlanan hayvanın
benzeri, evcil hayvanlar arasında yoksa, kişi yemek yedirmek ile oruç tutmak
arasında muhayyerdir. Ancak Harem dahilinde güvercin cezası, bir koyun kurban
etmektir.
Bu kefaretlerin
delili şu ayettir: Ey iman edenler! İhramda iken av öldürmeyin! Sizlerden
avı kasten öldürenin cezası, (evcil hayvanlardan) onun benzeri (dengi)dir.
Kabe'ye ulaşmış bir kurbanlık olarak bu cezayı sizden iki adaletli kişi
hükm(edip tayin) edecektir. Veya (cezası), fakirlere yedirmek suretiyle kefaret
vermektir. Veya onun dengi oruçtur. Yaptığının ağırlığını tatsın (önemini
anlasın) diye (bu kefaret gerekli kılınmıştır). Allah daha önce olanı
affetmiştir. Kim bu işi yapmaya dönerse, Allah ondan intikam alır (yaptığının
cezasını çektirir). Allah azizdir ve intikam sahibidir. (Mâide/95)
4.
Muaddel ve müretteb kurban.
Bu kurban, ihsar
suretiyle vacip olan kurbandır. Bu bakımdan ihrama girdikten sonra hac
yapmaktan menedilen kişi bulunduğu yerde bir koyun keserek tahallül etmelidir.
Daha sonra saçının tamamını veya bir kısmını kesmelidir. Eğer kesecek kurban
bulamazsa, kurbanın bedeli nisbetinde yiyecek alıp fakirlere dağıtmalıdır. Buna
da gücü yetmezse her müdd için 1 gün oruç tutmalıdır.
Çünkü Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “Hac ve umre'yi Allah için tamamlayın! Eğer bunlardan
alıkonulursanız, kolaylıkla elde edebileceğiniz bir kurban (kesin!)
(Bakara/196)
Hz. Peygamber,
ihrama girdiği halde müşrikler onun umre yapmasına mani olmuşlardı. Hz.
Peygamber de Hudeybiye de tahallül etti. Önce kurban kesti, sonra da traş oldu.
(Buharî/1558, Müslim/1230)
“Kurban
yerine varmadıkça başlarınızı traş etmeyin.” (Bakara/196)
Fakat koyun
kesmekten ve yemek yedirmekten aciz olan kişi oruç tutar ve saçını da oruçtan
sonra traş eder.
5.
Müretteb ve aynı zamanda
muaddel kurban.
Bu kurban,
birinci ihlâlden önce cinsî münasebette bulunan kişiye vacip olur. Bu durumdaki
kişinin, bir deve kesmesi, deve kesemezse bir sığır kesmesi, sığır da kesemezse
yedi koyun kesmesi vaciptir. Bunları bulamazsa devenin fiyatı nisbetinde
yiyecek alıp Harem dahilindeki fakirlere dağıtması gerekir. Buna da güç
yetiremezse, her müdd için 1gün oruç tutması gerekir.
Kurban kesmek
veya yemek yedirmek harem'de olmalıdır. Oruç ise harem dışında da tutulabilir.
Kurbanlardaki tertip ile maksat, birincisini yapamayan kişinin ikinciye geçebilmesidir.
Muhayyerlik ise
kişiye havale edilmiştir. Takdir'e gelince, tertibi veya takdiri kendisine
biçilen bedeli şeriatın belirlemesidir. Mukabili tâdil'dir. Tâdil ise kişinin o
hususta daha kuvvetliyle mesul tutulması ve değer itibariyle başka bir şeye
dönebilmesidir. Bu hususta daha fazla açıklama Haccı İhlâl Etmek bahsinde
yapılmıştır.
F) Yemin Kefareti
Yemin-i gamus (yalan
yere edilen yemin) veya başka bir yeminden ötürü, kefaret vermek zorunda kalan
kişi şu üç şık arasında muhayyerdir:
1.
Mü'min bir köle âzad etmek.
2.
Ailesine yedirdiği yemeğin
ortalamasından on fakiri doyurmak.
3.
On fakiri giydirmek.
Bu üç şıktan
birine gücü yetmezse, üç gün oruç tutmalıdır. Orucun peşpeşe tutulması şart
değildir.
Bu kefaretin
delili şu ayettir: “Allah, sizi katıksız olarak ağzınızdan çıkan
yeminlerinizden ötürü cezalandırmaz. Fakat sizi kasten ettiğiniz yeminlerden
ötürü muahaze eder. Bunun (kasten ettiğiniz yemini bozmanızın) kefareti, aile
efradınıza yedirmekte olduğunuz yiyeceklerin ortalamasından on fakire yedirmek
veya onları (on fakiri) giydirmek ya da (mü'min) bir köle âzad etmektir.
Bunları bulamayan (yapmaya gücü yetmeyen) kimse(nin kefareti) ise üç gün
oruçtur. İşte yemin edip bozduğunuz takdirde yeminlerinizin kefareti budur.
Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böylece açıklar ki şükredesiniz.”
(Mâide/89)
G) Nezr Kefareti
Kefareti vacip
olan nezr, nezr-i leccac'dır. Meselâ kişinin husumet ve öfkeyle 'Eğer seninle
konuşursam, Allah için üzerime bir hac vacip olsun' demesi böyledir. Bu tür
nezr, şartı tahakkuk ettiğinde kişiye vacip olur. Bu da ya hacca gitmek veya
kefaretini yerine getirmektir. Kefareti de mü'min bir köle âzad etmek veya on
fakiri ctoyurmak veya on fakiri giydirmektir.
Kişi bunları
bulamazsa üç gün oruç tutması gerekir. Bunun delili yemin'in kefareti konusunda
geçmişti. Diğer yemin çeşitlerinde de kişinin kendine vacip kıldığı şeyi -şartı
oluştuğunda- yerine getirmesi gerekir. Başka bir şey onun yerine geçmez.
Nezr-i leccac'ın
kefareti gerektirdiğinin delili şu hadîstir: “Nezr'in kefareti, yemin
kefaretidir.” (Müslim/1645)
H) Zihar Kefareti
Zihar, sırt
anlamına gelen zahir kökünden gelir. Zihar'ın ıstılahı mânâsı, kişinin hanımını
annesine veya kızkardeşine benzetmesidir. Meselâ kişinin hanımına 'Sen bana
annemin sırtı gibisin' demesi zihar'dır. Cahiliyye döneminde Araplar, zihar'ı
talak gibi görürlerdi. Fakat İslâm, zihar'ın üzerine talak'tan başka hükümler
bina etti. Burada sadece zihar'ın kefaretinden bahsedecek, diğer hükümlerini
ise zihar bahsinde beyan edeceğiz.
Kişinin, hanımını
annesine veya başka bir mahremine benzetmesi olan zihar ibaresini söyleyen
kişinin durumuna göre hüküm değişiklik ar-zeder. Eğer bu ifade ile talak kast
edilmiş olursa, zihar hükmü talak'ın hükmüne dercedilir. Eğer bununla talak kast
edilmemiş ise bu durumda kişinin sözüne itibar edilir ve kendisine kefaret vacip
olur.
Zihar'ın
kefareti; mü'min bir köle âzad etmek veya peş peşe iki ay oruç tutmak veya
altmış fakiri doyurmaktır. Kefaret bu tertibe göre eda edilmelidir. Kefaret eda
edilmeden, eşiyle münasebet kurması kişiye helâl olmaz.
Zihar kefaretinin
vacip olduğunun delili şu hadîstir: Evs b. Samit'in hanımı Hz. Peygamber'e
gelerek kocasını şikayet etti. Kocasının kendisine zihar yaptığını söyledi. Hz.
Peygamber 'Sanırım sen ondan boşanmış oldun' deyince, kadın 'Ey Allah'ın
Rasûlü! Benim küçük çocuklarım var. Eğer onları bana verirseniz açlıktan
ölürler, kocama terk edersem de zayi olurlar’ dedi. Kadın bu hususta Hz.
Peygamber ile tartıştı. Hz. Peygamber ise 'Sanırım sen boşanmış oldun' sözünü
tekrar etti ve bunun üzerine şu ayetler nazil oldu: “(Ey Rasûlüm!) Kocası
hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan o kadının sözünü Allah
kabul etmiştir. Allah ikinizin de konuşmasını işitti. Zira Allah işiten ve
görendir, içinizden hanımlarına zihar yapanların hanımları onların anneleri
değildir. Onların anneleri ancak kendilerini doğurup dünyaya getiren
kadınlardır. Şüphesiz ki onlar çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Fakat Allah
affedici ve bağışlayıcıdır. Kadınlara zihar yapıp ayrılmak isteyen, sonra da
sözlerini geri alanlar, hanımlarıyla temas etmeden önce bir köle âzad
etmelidirler. Size öğütlenen budur. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Kim (âzad edecek bir köle) bulamazsa, (onun kefareti), hanımıyla birleşmeden
önce iki ay oruç tutmaktır. Kimin gücü buna yetmezse altmış fakiri doyurmak (o
kişinin kefaretidir). Bu emir Allah'a ve Peygamber'e inanmanız içindir.
Allah'ın hududu bunlardır. Kâfirler için şiddetli bir azap vardır.” (Mücadele/1-4)
(Ebu Dâvud, İbn Mâce ve diğer muhaddisler)
I) Adam Öldürmenin Kefareti
Öldürülmesi haram
olan bir kişiyi öldürene kefaret vermesi farz olur. Bu kefaret Allah'ın hakkı
olduğundan, öldürülen kişi yanlışlıkla öldürülse de, maktulün velileri katili
bağışlasalar da, katil çocuk da olsa kefaret vaciptir.
Bunun kefareti,
mü'min bir köle âzad etmektir. Şayet köle âzad edilemezse peş peşe iki ay oruç
tutulması gerekir. Oruç tutmaya güç yetirilemezse, oruç yerine yemek yedirmek vacip
değildir. Çünkü bu hususta herhangi bir nass (ayet ve hadis) yoktur. Bu durumda
kefaret onun zimmetinde kalır. Köle âzad etmeye veya oruç tutmaya gücü yetince
kefareti eda eder.
Katl
İçin Kefaretin Vacip Olduğunun Delili
Bu kefaretin vacip
olduğunun delili şu ayettir: “Bir mü'minin diğer bir mü'mini öldürme yetkisi
yoktur. Ancak yanlışlıkla .olması müstesna! Kim bir mü'mini yanlışlıkla
öldürürse, (kefaret olarak) mü'min bir köle âzad etmesi ve öldürülenin ailesine
de teslim edilecek bir diyetin verilmesi farzdır. Meğer (öldürülenin varisleri
o diyeti sadaka olarak) bağışlamış olsunlar. (Bu takdirde diyet düşer). Eğer
yanlışlıkla öldürülen, mü'min olup size düşman olan bir kavimdense o takdirde
(diyet yoktur. Sadece) bir mü'min köleyi âzad etmek lâzımdır. Eğer öldürülen,
sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavimden ise onun aile efradına teslim
edilen bir diyetle beraber mü'min olan bir köleyi âzad etmek lâzım gelir. Kimin
gücü bunlara yetmiyorsa, ona peş peşe iki ay oruç tutması farzdır ki Allah
tarafından tevbesi kabul edilsin. Allah bilendir ve hikmet sahibidir.”
(Nisa/92)
Kazaen öldürmede
kefaret vacip olduğuna göre, kasten öldürmede kefaretin vacip olması daha
evladır.
Vasile b. Eska
şöyle rivayet etmiştir: Biz insan öldürmek suretiyle ateşe hak kazanmış
bir dostumuz hakkında Rasûlullah'a gitmiştik. Rasûlullah bize şöyle buyurdu: “O
arkadaşınız nâmına bir köleyi hürriyete kavuşturun. Çünkü âzad ettiğiniz o
kölenin her bir uzvu karşılığında Allah arkadaşınızın bir azasını ateşten âzad
eder.” (Ebu Dâvud/3964)
İ) Hadd Cezası Suçun Kefaretidir
Dinde cezası tayin
edilen kati, hırsızlık, zina, zina iftirası, içki içmek gibi haramları işleyene
hadd cezası tatbik edildiğinde, bu ceza o suçun dünyadaki kefareti olur.
İsterse suç işleyen kişi tevbe etmemiş olsun. Bu suçtan ötürü Allah o kişiyi
ahirette cezalandırmaz.
Hadd cezasının, o
suçun kefareti olduğunun delili, Ubade b. Samit'ten rivayet edilen şu hadîstir:
Biz bir mecliste Rasûlullah'la beraber bulunuyorduk, şöyle buyurdu: “Allah'a
(ibadette) hiçbir şeyi ortak kılmamak, zina etmemek, hırsızlık yapmamak, haklı
olmak müstesna Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemek üzere bana biat
edeceksiniz. İçinizden sözünde duran olursa ecr ve mükâfatı Allah'ın fazl-ı
keremindedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyada cezaya
çarptırılırsa, bu ceza ona bir kefarettir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı
fiili Allah örterse işi Allah'a kalır; isterse onu affeder, dilerse ona azap
eder.” (Buharî/18, Müslim/1709)
Ubade der ki; 'Biz
de bu şartlar üzere ona biat ettik’. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; “Kim
şer'î bir cezayı (gerektiren bir suç) işler de cezası öne alınarak dünyada
verilirse, Allah ahirette kuluna cezayı iki kere vermekten daha adaletlidir.
Kim şer'î bir ceza gerektiren suç işler de Allah onu örter ve kendisini
affederse, Allah'ın keremi, affettiği bir şeye dönmekten daha üstündür.”
(Tirmizî/2628)
Allah her şeyi,
herkesten daha iyi bilendir.
Bu çalışmalar hazırlanırken;
1- İnternette bulunan ve mobil uygulamalarda online yayımlanan Rahmetli Ali ARSLAN Hoca Efendi tarafından tercüme edilmiş olan “Büyük Şafii Fıkhı” (Müellifler: Dr. Mustafa el-Hin, Dr. Mustafa el-Buğa, Ali el-Şerbeci) kitabından,
2- (http://risaleoku.com:8080/oku/safii/1) web sitesinde online yayımlanmış olan ve Müellifi Halil GÜNENÇ Hoca Efendi olan ‘Büyük Şafiî İlmihali’nden,
3- https://ehliislam.com/dort-mezhep-fikih.pdf web sitesinde online yayımlanmış ve Abdurrahman Cezîrî başkanlığında hazırlanmış olan ‘Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı’ kitabından,
4- Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. H. Yunus Apaydın tarafından hazırlanmış olan ve 1998 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca yayımlanmış olan ve https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/5255 adresinde de online erişime açık olan “İlmihal” kitabından,
5- TDV tarafından basılan ve (https://islamansiklopedisi.org.tr), adresinde online da yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nden,
6- Müellifi Vehbe Zuhayli olan ‘İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nden,
7- İmam-ı Gazali’ye ait olan İhya-u Ulumiddin’den,
Başta olmak üzere birçok kitaptan yararlanılmıştır. İlmihal hazırlanırken yararlanılmış ve söz konusu alıntılar (*) ile işaretlenmiş ve sonuna da kaynak ve (varsa) internet adresi linkleri ilgili bölümde belirtilmiştir.