4 Eylül 2013 Çarşamba

Yemin-Nezr (Adak)-Keffaretler

Yeminler, Nezr (adak) ve Keffaretler
YEMİNLER
     Yemin lugatta ‘sağ el', 'güç' ve 'and içmek' mânâlarına gelir. Aşağıdaki ayette yemin kelimesi 'güç ve kuvvet' anlamında kullanılmıştır;
       Elbette onun gücünü/kuvvetini alırdık. (Hakka/45)
    İnsanın sağ eli, sol eline nisbetle daha güçlü olduğundan yemin kelimesi 'sağ el’ için de kullanılır.
   Cahiliyye devrinde insanlar and içtiklerinde birbirlerinin sağ ellerini tuttukları veya and içen kişi andı ile güç kazandığı için, yemin kelimesi 'and içme' mânâsında da kullanılmıştır.
    Yemin'in ıstılahı mânâsı ise, Allah'ın isim veya sıfatlarından biriyle, bir işi yapmak veya yapmamak hususunda iddiayı kuvvetlendirmek için veya muhtevası sabit olmayan bir sözü, bir şeyi tasdik etmektir.
   Kişinin dilinin, kasıtsız olarak yemin cümlesine kayması yemin tarifinin içine girmez. Çünkü bu tür yemin, bir şeyi sağlamlaştırmak, ispatlamak kastıyla yapılmamış, mânâsı düşünülmeden kendiliğinden ağızdan çıkmış bir yemindir. Meselâ kişi normal bir teklifle karşılaştığında 'evet vallahi, hayır vallahi' gibi sözler söylediğinde, buna şer'an akdedilmiş bir yemin denilmez.
   Yemini kast etmeden, dili kayıp "Vallahi" derse, ettiği yemin, yemin-i lağv'dir. Günahkâr sayılmaz. 
    Cenab-ı Hak buyuruyor: لَايُؤٰاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓى اَيْمَانِكُمْ 
"Allah, lağv ile ettiğiniz yeminlerinizde sizi muahaze (kınama) etmez." Bakara 225
  Allah, sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkan yeminlerinizden ötürü cezalandırmaz. Fakat sizi kasten ettiğiniz yeminlerden ötürü muahaze eder. (Mâide/89)
  Hz. Aişe 'Bu ayet, evet vallahi, hayır vallahi şeklindeki yeminler hakkında nazil oldu’ demiştir. (Buharî/6286)
  Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Yeminde lağv, bir kimsenin evinde hayır vallahi, evet vallahi demesinden ibarettir. (Ebu Dâvud/325-i; İbn Htbban, (Bkz. Mevar/d'uz-Zaman/1187)
   Istılahı yemin'in tarifinde bulunan 'içeriği sabit olmamış' kaydı, 'Allah'a yemin ederim ben öleceğim' veya 'Allah'a yemin ederim güneş doğacaktır' şeklindeki medlulü sabit olan şeyler hakkında yapılan yeminleri şer'î yemin olma hükmünden çıkarır. Çünkü güneşin doğacağı bilinmektedir. Bu tür yeminlerde kefaret söz konusu olmaz.
    Yemin, geçmiş bir şeyden dolayı yapılır. Meselâ kişinin 'Allah'a yemin ederim ben falan işi yapmadım' veya 'Allah'a yemin ederim ben falan işi yaptım' şeklinde yaptığı yemin, şer'î mânâda yemindir.
     Bunun delili, şu ayettir: 'Biz demedik' diye Allah'a yemin ederler. .(Tevbe/74)
    Yemin, istikballe ilgili' hususlar hakkında da yapılır. Meselâ kişinin 'Allah'a yemin ederim ki ileride şu işi yapacağım' şeklinde yemin etmesi bu türdendir.
    Hz. Peygamber'in 'Allah'a yemin ederim ki ben Kureyş'e savaş açacağım'(Ebu Dâvud/3285) (sözü de istikbal ile ilgili yapılan bir yemindir.
      Yemin'in Hükmü
     Normal hususlarda yemin etmek mekruh'tur ve bunun delili şu ayettir: Yeminlerinize Allah'ı hedef ve engel kılmayın. (Bakara/224) '
    Çok yemin etmenin mekruh olmasının sebebi, çok yemin eden kişinin yeminini yerine getirmekten aciz kalmasıdır.
     Hermele 'İmam Şafii'den kulağımla duydum' diyerek şunu nakleder: 'Ne doğru, ne de yalan olarak Allah'ın adıyla hayatım boyunca hiç yemin etmedim’.
Yeminle ilgili hükümler şunlardır
      1. Haram olan yemin
      Bu, haram bir fiil için veya vacip bir görevi terk etmek için veya yalan üzerine yapılan yemindir.
      2. Farz (vacip) olan yemin
    Bu, mazlumu zâlimin zulmünden kurtarmak veya hakkı açıklamak için -yemin etmekten başka çare olmadığı zamanda- yapılan yemindir. Meselâ bir şahsa bir suç isnad edilir, kadı da ondan yemin etmesini ister, kişi yemin etmediği takdirde iddia sahibinin yalan yere yemin edeceğini biliyorsa, bu durumda yemin etmek farz olur.
      3. Mubah olan yemin
   Bu, sevap işlemeye sevk etmek veya günahtan sakındırmak veya insanları hakka iletmek veya insanları batıldan uzaklaştırmak amacıyla yapılan yemindir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah'a yemin ederim ki siz usanmadıkça Allah Teâlâ usanmaz.” (Buharî/43) Hz. Peygamber'in bu hadîste yaptığı yemin, mubah olan yemindir.
       4. Mendub olan yemin
     Bu, yapılan nasihatlerden etkilenmeye sebep olan yemindir.

Söz ve İşlerinde Kişinin Kendisine İtimad Edilmesini Sağlamak İçin Yemin Etmesi
   İnsanın sözlerinde veya işlerinde kendisine itimad edilmesini sağlamak ve muhatabını ikna etmek İçin Allah'ın ismiyle yemin etmesi, Allah'a karşı yapılan su-i edeb'in en büyüklerinden biridir.
   İyilik etmek, sakınmak, insanlar arasında ıslah yapmak hususunda yeminlerinize Allah'ı hedef ve engel kılmayın. (Bakara/224)
    Allah'tan korkan ve O'na tazim eden bir mü'minin, birtakım menfaatleri için Allah'ın adıyla yemin etmesi çirkin bir davranıştır. Bunun en tehlikeli neticelerinden biri, kişinin Allah'ın ismiyle yemin ederken yalanı âdet edinmesidir. Buna yemin-i gamus denir. Eğer sahibi, bu yemini terk etmek suretiyle tevbe etmezse bu tür yemin onu cehenneme götürür.
   Ayrıca kazancının ve malının bereketinin yok olmasına sebep olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; “Yemin, malın revacı sebebidir1 (zannedilir). Hakikatte ise malın ve kazancın mahv sebebidir.” (Buharî/1981, MÜslim/1606, (Ebu Hüreyre'den)
    Büyük günahlar; Allah’a şirk koşmak, ana-babaya karşı gelmek, suçsuz bir insanı öldürmek ve yemin-i gamustur. (Buharî/6298, (Abdullah b. Amr'dan)
    Yemin-i gamus, yalan yere yemin etmektir. Bu da insanı cehenneme götürür.
Yemin’in Şartları
     Yemin'in tahakkuk etmesi için bazı şartlar gereklidir:
     1. Yemin eden, mükellef olmalıdır.
   Çocuğun ve delinin yemini geçerli olmaz. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kalem, üç kişiden kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden.” (Ebu Dâvud/4403, (Hz. Ali'den)
     2. Yemin, bilerek ve kasıtlı olarak yapılmış olmalıdır.
    Yemin kastı olmaksızın kişinin ağzından çıkan 'evet vallahi, hayır vallahi, evet Allah'a yemin ederim, hayır Allah'a yemin ederim' gibi yeminler, yemin-i lağv sayılır ve bunlar şer'an yemin kabul edilmez. Bunun delili, daha önce geçmişti.
      3. Yemin şu lafızlarla olmalıdır:
      a. Allah'ın zatıyla.
  Meselâ 'Allah'ın zatıyla (Allah'a) yemin ederim' veya 'Allah'ın zatına kasem ederim' veya 'Allah'a kasem ederim' şeklinde olmalıdır.
      b. Allah'ın özel isimlerinden biriyle,
  Meselâ 'Âlemlerin rabbine yemin ederim' veya 'Ceza gününün sahibine yemin ederim' veya 'Rahman olan Allah'a kasem ederim' şeklinde olmalıdır.
      c. Allah'ın sıfatlarından biriyle,
    Meselâ 'Allah'ın izzetine yemin ederim' veya 'Allah'ın ilmine (veya iradesine veya kudretine) yemin ederim' şeklinde olmalıdır.
  Bütün bunlarda esas olan Abdullah b. Ömer'in Hz. Peygamber'den rivayet ettiği şu hadîstir: Hz. Peygamber, Ömer b. Hattab'a bir kafile içinde erişti, Hz. Ömer babasıyla, yemin ederken Hz. Peygamber onlara şöyle seslendi:
اِنَّ اللّٰهَ يَنْهَاكُمْ اَنْ تَحْلِفُوا بِاٰبَآئِكُمْ فَمَنْ كَانَ حَالِفًا فَلْيَحْلِف بِاللّٰهِ اَوْ لِيَصْمُتْ
   “Dikkat edin! Muhakkak ki aziz ve celil olan Allah sizleri babalarınızın adlarıyla yemin etmekten nehyetti. Artık kim yemin edecekse Allah'ın adıyla yemin etsin, yahut da sussun.” (Buharî/6270, Müslim/1646)
   Abdullah b. Ömer "Hz. Peygamber'in yemini, 'Hayır, kalpleri evirip çevirene yemin ederim’ şeklinde idi" demiştir. (Buharî/6253)
     Ayrıca Hz. Peygamber'in 'Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim. Muhammed'in nefsini elinde tutan Allah'a yemin ederim' şeklinde yemin ettiği de rivayet edildi.’ (Buharî/625'i-6255) edilmiştir.
     Beyan edilen bu şekillerin dışında yemin eden kişinin yemini, iki sebepten ötürü geçerli olmaz:
     1. Bu konuda Hz. Peygamber'in 'Artık kim yemin edecekse Allah'ın adıyla yemin etsin, yahut da sussun' buyurduğunu nakletmiştik.
  2. Allah'ın zatı, sıfatları ve isimlerinden başka şeylerde azamet yoktur. Mü'min de Allah'tan başkasını tazim etmekten menedilmiştir.
    Sarih ve Kinayeli Yemin
     Yemin sarih yemin ve kinayeli yemin olarak ikiye ayrılır:
    1. Sarih yemin Allah'ın zatına mahsus olan isimlerden biriyle yemin etmektir.
  Meselâ 'Allah'a kasem ederim' veya 'Âlemlerin rabbine kasem ederim' şeklinde yapılan yemindir.
   2. Kinayeli yemin Allah'ın kast edildiği anlaşılan yemindir. Meselâ 'el- Halık'a yemin ederim' veya 'er-Razık'a' veya 'er-Rabbe yemin ederim' şeklinde veya hem Allah için, hem de başkası için kullanılan bir tabirle -meselâ 'el-Mevcud'a yemin ederim' veya 'el-Âlim'e' veya 'el-Hayy'a yemin ederim' şeklinde- veya Allah'ın kudret, ilim ve kelâm gibi sıfatlarıyla yemin etmektir.
Sarih ve Kinayeli Yeminin Hükmü
   A) Sarih Yeminin Hükmü
  Sarih yemin telaffuz ile akid (yemin) olur. Bundan sonra yemin eden kişinin 'Ben bu sözle yemini kast etmedim' demesi kabul edilmez. Çünkü bu lafızlar yeminden başka bir anlama gelmezler. Fakat bu lafzın yemin kastıyla söylenmiş- olması gerekir. Eğer yemin kast etmeksizin dil alışkanlığı ile ağızdan çıkmışsa, daha önce açıklaması geçtiği üzere bu yemini lağv olur.
   B) Kinayeli Yeminin Hükmü
 Kinayeli yemin'de, kişinin 'Ben bu sözümle yemini kast etmedim' demesi kabul edilir. Kinayeli yemin, ancak niyet ve kasıtla yemin olur.
  Yaratana (el-Hâhk'a), rızık verene (er-Râzık'a) veya Rabb'e yemin, edildiğinde bu yemin geçerli olur. Ancak bu lafızlarla Allah'tan başkası kastedilirse, kastedilen mânâya dönüşür ve bu, yemin sayılmaz.
   Çünkü bu lafızlar, mukayyed olarak Allah'tan başkası için de kullanılabilir.
   "Siz yalan yaratıyorsunuz." (Ankebut/17)
   Bu ayette 'yaratma' vasfı kula isnad edilmiştir. Ayetin mânâsı 'Siz putların Allah'a ortak olduğunu söylemekle yalan uyduruyorsunuz/söylüyorsunuz' demektir.
    "Terefce'den (miras) onlara da rızık verin." (Nisa/8)
    Bu ayette de 'rezzak' vasfı kula isnad edilmiştir. Bunun üzerine elçi (Yusuf’un) yanına geldiğinde, (Yusuf ona) şöyle dedi: 'Rabbine dön de...' (Yusuf/50)
    Bu ayette 'rab' kelimesi; 'efendi', 'hizmet edilen kişi' anlamında kullanılmıştır.
    Öyleyse kişi el-Mevcud'a veya el-Alîm'e veya el-Hayy'a yemin -ettiğinde, bu lafızlarla Allah'ın zatı kast edildiği takdirde ancak, bunlar yemin kabul edilir. Çünkü bu kelimeler Allah'ın zatına da delâlet edebilir, Allah'tan başkasına da delâlet edebilir. Bu nedenle de yemin olması için, yemin kastının bulunması gerekir.
     Kişi 'Allah'ın kudretine yemin ederim' veya 'ilmine' veya 'kelâmına yemin ederim' şeklinde yemin ederse ancak bu yemin sayılır. Fakat ilim ile malum'u, kudret ile makdur’u, kelâm ile de harfleri veya sesleri kast etmemesi şarttır.
    Şayet kişi bunları kastederse, akdettiği söz yemin sayılmaz. Çünkü Allah hakkındaki malum, makdur, harfler ve sesler Allah'ın zâtına dahil olmak bakımından bir şey ifade etmedikleri gibi, O'nun sıfatlarından biri de değillerdir.
Yeminde Birr ve Hıns'ın Mânâsı ve Hükümleri
     A) Yemin ile Birr (Sevaptar) Olmak
   Allah'ın adı veya sıfatıyla yemin eden kişinin bu yeminle sevaptar olmasının anlamı şudur: Yeminle kendisine vacip olanı yapar veya yeminle destekleyip iddia ettiği veya haber verdiği şeyde doğru söyler, böylece de sevap kazanmış olur.
    B) Yemin'de Hanis Olmak
  Kişinin yemin ederek kendisine vacip kıldığı şeyi yapmaması veya yemin ederek söylediği şeyde yalan çıkması, yemininde hanis olmasıdır. Hıns esasında günah demektir; Fakat yeminden ötürü kefaret anlamında da kullanılmıştır.
   Yeminde Birr ve Hıns'ın Hükmü
  Yemin ile sevaptar olmanın hükmü, yeminin mesuliyetinin kişinin üzerinden kalkmasıdır; yani kişi böylece yeminini yerine getirmiş ve mesuliyetten kurtulmuş olur.
   'Yeminde hanis olmak' iki şekilde olur ve her şeklin bir hükmü vardır;
   1, Yemin ile hanis olmak, kişinin yemin vasıtasıyla kendisine vacip kıldığı şeyi yapmamasıdır. Meselâ filan günde bir fakire sadaka vermek üzere Allah adıyla yemin eden kişi, kast ettiği günde sadaka vermezse, bu kişi yemin ile hanis olmuştur. Bunun hükmü, günahkâr olan o kişinin üzerine kefaretin vacip olmasıdır.
   2. Kişinin yemin ile haber verdiği bir şeyde yalan söylemesi, yeminiyle hanis olmasıdır. Meselâ evi olmadığı halde 'Allah'a yemin ederim ki şu ev benim malımdır' şeklindeki yemine -daha önce de açıklaması geçtiği üzere- yemin-i hıns denir. Buradaki hanisliğin hükmü, yemin sahibinin azaba müstehak olmasıdır. Ayrıca kefaret de vacip olur. Çünkü bu akdedilmiş bir yemindir.
   Bu iki hâlin arasındaki-fark, ikinci hâlin sahibinin -Allah'ın ismiyle yemin ettiği için- günahının daha fazla olmasıdır. Çünkü Allah'ın ismiyle yalan yere yemin ettiğini bildiği bir zamanda O'nun adına yemin etmektedir.
    Birinci hâlin sahibi ise genellikle yeminiyle sevap almayı ve gereğiyle amel etmeyi kast etmekte ve fakat yeminini yerine getirmesine bir şey engel olmaktadır veya yemininden sonra ondan daha hayırlı bir şey aklına gelmiştir ve dolayısıyla Hz. Peygamber'in 'Kim bir şeye yemin eder de sonra ondan daha hayırlısını görürse, onu yapsın ve yemininin kefaretini de versin' (Müslim/1650)şeklindeki tavsiyesiyle amel etmiştir.
Yemin'in Kefareti
  Yemininden dönen veya yalan yere yemin eden kişiye kefaret vermek vacip olur. Kefaret hususunda kişi şu üç şey arasında muhayyerdir:
   1. Mü'min bir köle âzad etmek.
   Bununla ilgili kullanılan kelime rakabedir. Rakabe köle ve cariyeler için kullanılır. Tabi ki bu, köle ve cariyelerin bulunduğu bir yerde söz konusu olabilir.
   2. On fakiri doyurmak.
  Her fakire, memlekette azık olarak kullanılan yiyecekten 7 müdd verilmelidir. Müdd yaklaşık 600 gramdır. Kefaret yerine, fakirleri çağırıp sabah, öğle ve akşam yemek yedirmek yeterli olmaz.
   3. On fakiri -giyilmesi mutad olan elbiselerle- giydirmek»
   Her fakire gömlek, iç çamaşırı, çorap, başörtüsü gibi örfen takım olan elbiselerden bir takım vermek gerekir.
   Kişi bu üç şeyden birini yapmaya güç yetiremezse, kendisine 3 gün oruç tutmak vacip olur. Fakat 3 gün peş peşe oruç tutması şart değildir.
    Yemin kefaretinin delili, şu ayettir:
 “Allah, sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkan yeminleriniz-den ötürü cezalandırmaz. Fakat sizi kasten ettiğiniz yeminlerden ötürü muahaze eder. Bunun kefareti, aile efradınıza yedirmekte olduğunuz yiyeceklerin ortalamasından on fakire yedirmek veya onları giydirmek ya da bir köleyi âzad etmektir. Bunları bulamayan kimse ise üç gün oruç tutar. İşte yemin edip bozduğunuz takdirde yeminlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böyle açıklar ki şükredesiniz.” (Mâide/89)
Yemin Ahkâmıyla İlgili Bazı Meseleler
   1. Eğer kişi 'Allah'a kasem ettim' veya 'Allah'a kasem ederim ki falan işi yapacağım' derse, bu yemin sayılır. İster yemin niyetiyle olsun, ister olmasın. Çünkü bu lafız genellikle yemin için kullanılır.
 “Onlar olanca güçleriyle ölen bir kimseyi Alah'ın diriltmeyeceğine yemin ettiler. Hayır! Bu, O'nun üzerindeki hak bir va'ddir.” (Nahl/38)
    Eğer yemin kastedilmez de geçmiş veya gelecek bir haber kast edilirse, bu, yemin sayılmaz. Çünkü lafız her iki durum için de muhtemeldir.
    2. Kişi bir başkasına 'Allah'a yemin ederim' veya 'Allah'a yemin ederek falan işi yapmanı istiyorum' der ve bununla da kendini kast ederse, bu, yemin sayılır. Çünkü bunun şer'an bir yemin olduğu bilinmektedir; Bu durumda muhatabın yemin eden kişiyi -teklif ettiği fiilde haramlık veya kerahet söz konusu değilse- yemininden kurtarması sünnettir.
   Bunun delili, Berâ b. Âzib'in şu rivayetidir; “Hz. Peygam-ber bize yedi şey emretti. Bunlardan biri de bu tür bir yeminin yerine getirilmesidir.” (Buhari/1182)
  'Allah adına sana yemin ederim ki,..' veya 'Allah adına istiyorum ki...' şeklinde konuşan kişi bu sözüyle muhatabının yeminini (onun, yeminin gereğini yapmasını) istiyor veya yemin yerine muhatabından sadece yardım diliyorsa, o zaman bu yemin sayılmaz; zira bu sözle kişi ne kendisini kast etmiştir ne de muhatabına yemin verdirmiştir. Nitekim bu yüzden 'Allah adına insanlardan bir şey istemek mekruhtur' denilmiştir.
   Bunun delili de Hz. Peygamber'in şu sözüdür: “Allah'ın vechi ile ancak cennet istenir.” (Ebu Dâvud/1671)
   3. Vaciplerden -namaz, oruç gibi- birini terk etmek veya hırsızlık, adam öldürmek gibi birini yapmak hususunda yemin eden kişi Allah'a isyan etmiş olur, kendisine kefaret düşer. Çünkü haram olan şeyleri yapmaya yemin etmek ve o hal üzere kalmak günahtır.
    4. Alışveriş gibi bir şeyi yapmayacağına yemin eden kişi, bu hususta başkasına vekalet verirse, vekil de o işi yaparsa, vekilin yaptığı işten dolayı kendisine kefaret düşmez. Çünkü esas olan, lafzın delâlet ettiği mânâdır, burada ise kişi kendisi yapmamak üzere yemin etmiştir. Bu durumda o, başkasının yaptığı fiilden dolayı yemini bozmuş olmaz.
   Çünkü fiil, yapana nisbet edilir. Ancak o yemini ederken, mutlak olarak fiilin yapılmamasını kast etmişse, yemininden dönmüş olur.
   5. 'Falan kadınla evlenmeyeceğim' diye yemin eden kişi, vekaletini başkasına vererek nikâh akdi yapmak isterse yemininden dönmüş sayılır.
   Çünkü evlilik sadece akd'e ıtlak olunmaz; akd'i ve akdin neticelerini de kapsar. Yemin eden kişi akid fiilini yapmayacağına yemin etse ve bu fiili de yapmasa, fakat akd'in neticelerini yapsa bundan dolayı yeminini bozmuş olur.
    6. İki şeyi terk etmeye yemin eden kişi, bunlardan birini yaptığında yeminini bozmuş sayılmaz.
  Meselâ 'Allah'a yemin ederim ki ben şu iki elbiseyi giymeyeceğim' veya 'Şu iki kişi ile konuşmayacağım' derse, sonra elbiselerden birini giyse veya o iki kişiden biriyle konuşsa yemininde hanis olmaz. Çünkü yemin iki şeyin toplamına yapılmıştır. Veya kişi 'Allah'a yemin ediyorum ki ben şu elbiseyi giymeyeceğim, şunu da giymeyeceğim' veya 'Şu kişiyle de konuşmayacağım, şu kişiyle de konuşmayacağım' derse, elbiselerden birini giymekle veya kişilerden biriyle konuşmakla yeminini bozmuş olur. Çünkü yemin her biri için ayrı ayrı yapılmıştır.
    7. Kişi 'Allah'a yemin ederim ki şu iki çöreği yiyeceğim' veya 'Şu iki şahısla konuşacağım' derse ve onlardan birini yiyip, biriyle de konuşsa yeminini yerine getirmiş sayılmaz. Yeminin yerine gelmesi için iki çöreği yemesi ve o iki kişiyle konuşması gerekir.
NEZR (ADAK)
    Nezrin lügat mânâsı, hayırlı ve kârlı bir va'dde bulunmaktır. Nezrin şer'î (ıstılahı) mânâsı ise özellikle hayırlı bir va'dde bulunmaktır.
   Nezr fakihlerin ıstılahında ise şer'an kendisine vacip olmayan Allah'a yaklaştırıcı bir ameli kişinin kendisine mecburi kılmasıdır.
Nezr'İn Meşru Olduğunun Delilleri
  Nezr'in meşruiyetine ve yerine getirilmesinin gerekli olduğuna Kur'an ve Sünnet delâlet etmektedir.
    (O kullar) adaklarını (nezr) yerine getirirler ve kötülüğü yaygın olan bir günden korkarlar. (İnsan/7)
     Adaklarını (nezr) yerine getirsinler. (Hac/29)
    Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Kim Allah'a itaat olan bir şeyi yapmayı nezretmişse nezrini yerine getirsin, Kim de Allah'a isyan olan bir şeyi yapmayı nezretmişse nezrini yerine getirmesin.” (Buharî/6318, (Hz. Aişe'den)
   Sonra onların ardından öyle bir kavim gelecek ki onlardan şehadet etmeleri istenmeden şehadet edecekler, hıyanet edecekler, kendilerinde hiçbir eminlik bırakmadıklarından dolayı kimse tarafından kendilerine itimad edilmeyecektir. Artık bunlar arasında tıka basa yemek, içmek, semizlemek hayatın gayesi olup çıkacaktır. (Buharî/2508, Müslim/2535. Diğer bir rivayette ise 'Onlar adak (nezr) adarlar fakat adağa vefakârlık etmezler" ibaresi de bulunmaktadır.)
Nezr'in Hükmü
   Nezr'in, Allah'a yaklaştırın ibadet çeşitlerinden biri olduğu bilinmektedir.
   Bunun için fakihler ‘Kâfirin nezr’i sahih olmaz’ demişlerdir. Kişinin, nezrederek bir ameli kendisine zorunlu kılmasından, o ameli nezretmeden yapması daha efdaldir. İnsanın Allah’a yaklaşmak için verdiği sadaka, nezrederek kendini mecbur ettiği sadakadan daha üstündür.
   Abdullah b, Ömer şöyle demiştir: “Birgün Hz. Peygamber bizleri nezr’den nehy etmeye başladı ve ‘Muhakkak ki nezr, (kaderden) hiçbir şeyi geri çevirmez. Ancak nezr sebebiyle cimri olan kimseden mal çıkarılır’ buyurdu. (Buharî/6234, Müslim/1639)
Nezr’in Çeşitleri
       Nezr üçe ayrılır:
      1. Öfke anında yapılan nezr (nezr-i leccac)
  Meselâ kişinin öfkeli olduğunda 'Eğer falan kişiyle konuşursam, Allah için 1 ay oruç tutmak üzerime borç olsun' demesi bu tür nezirdendir.
      2. Mükâfat nezr'i
     Meselâ kişinin 'Eğer Allah benim hastama şifa verirse bir koyun sadaka vermek nezr'im olsun' demesi de bu tür nezirdendir.
       3. Mutlak nezr
  Bu herhangi bir şeyden kaynaklanmayan, sırf Allah'a yaklaşmak için nezredilen bir ameldir.
     Meselâ ‘Perşembe günü oruç tutmayı nezrediyorum’ demek, bu tür nezirdendir. Mükâfat ve mutlak nezir’e, nezr-i teberrur da denir. Nezreden kişi bununla birr’i, iyiliği, Allah’a yaklaşmayı kast ettiği için ona bu isim verilmiştir.
Nezr’in Hükümleri
     Öfke anında yapılan nezr'in (nezr-i leccac) hükmü, fiilin yapılması kendisine bağlanan şey meydana geldiğinde, nezreden kişinin nezrini yerine getirmesidir. Eğer nezrini yerine getirmezse yemin kefareti vermesi gerekir. Çünkü nezrin bu çeşidi, kişinin kendisine zorunlu kılması açısından bakıldığında, nezr'e benzemektedir. Bir şeyden kaçınmaya vesile olmak açısından bakıldığında ise yemine benzemektedir. Bu yüzden kişi ister nezrini yerine getirir, isterse kefaretini verir.
    Bunun delili, Hz. Peygamber'in şu hadîsidir: “Nezr'in kefareti, yeminin kefareti gibidir.” (Müslim/1645)
      İmam Nevevî şöyle demiştir: 'Cumhur, bu tür nezr'i nezr-i leccac kabul etmiştir'.
  Mükâfat nezri'nin hükmü ise şudur: Nezrin kendisine bağlandığı şey olduğunda, nezr'in yerine getirilmesi farz olur. Onun yerine başka bir şey yapmak yeterli olmaz.
  Bunun delili şu ayettir: “Adaklarını (nezr) yerine getirsinler.” (Hac/29)
     Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Allah'a itaat olan bir şeyi nezreden kimse nezrini yerine getirsin.” (Buharî/6318, (Hz. Aişe'den)
     Nezri mutlakın hükmü ise şudur: Mutlak olarak nezr yapan kişinin, nezrini yerine getirmesi vaciptir. Delili ise diğer nezr çeşitlerinin delilleridir. Ancak kişinin bir nezr'i, yerine getiremeyeceğini zannettiği zamana kadar geciktirmesi caizdir. Böyle bir duruma geldiğinde, onun hemen yerine getirilmesi gerekir. Nezr~i mutlak yerine yemin kefareti vermek yeterli olmaz. Çünkü bu nezirde yemin mânâsı yoktur.
Nezr'in Şartları
     Nezr'in şartları, nezreden açısından üçtür:
     1. Müslüman olmak.
   Kâfirin nezr'i sahih olmaz. Çünkü kâfir, Allah'a yaklaştırıcî bir ibadete ehil değildir.
     2. Mükellef olmak.
    Çocuk ve deli'nin nezr'i sahih olmaz. Çünkü bunlar ibadetle mükellef değildir. Yaptıkları nezr'i yerine getirmediklerinde sorumlu olmazlar.
   3. Kişinin kendi iradesiyle nezr yapmış olması. Bu nedenle zorlanan kişinin nezr'i sahih olmaz.
 Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hata, unutkanlık ve zorla yaptırılan şeylerin günahı ümmetimin üzerinden kaldırılmıştır.” (İbn Mâce/2045, (İbn Abbas'lan)
    Nezr'in, nezredilen açısından da iki şartı vardır:
    1. Yapılan nezr, Allah'a yaklaştırıcı bir ibadet olmalıdır.
 Bu bakımdan mubah olan şeylerde nezr olmaz. Çünkü mubahları yapmak veya yapmamakta, günah veya sevap söz konusu değildir.
    Meselâ yemek yemeyi veya uyumayı nezreden kişinin bunu yerine getirmesi gerekmez.
  Bunun delili, İbn Abbas'm rivayet ettiği şu hadîstir: Hz. Peygamber hutbe okurken ayakta duran birini görerek 'Bu ne yapıyor?' diye sordu.
  Sahabe (Bu Ebu İsrail'dir. Oturmamak, konuşmamak, gölgede durmamak ve oruç tutmak üzere nezretmiştir' dediler.
   Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Ona söyleyin otursun, konuşsun, gölgeye gitsin ve orucunu tamamlasın'. (Buharî/6326
   Oruç tutmak ibadet olduğu için Hz. Peygamber ona orucunu tamamlamasını emretmiştir. Çünkü nezredilen, ibadet olursa onu yerine getirmek vaciptir.
   Kati ve zina. gibi haram olan şeylerde nezr yoktur. Revatib sünnetleri terk etmek gibi mekruh şeylerde de nezr yoktur. Çünkü haram veya mekruhu yerine getirmekte Allah'ın nzası söz konusu değildir.
 Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah'a isyan hususunda nezr yoktur.” (Buharî/1641)
   “..Allah'a isyan olan bir şey yapmayı nezreden kişi, nezrini yerine getirmesin.” (Buharî/6318, (Hz. Aişe'den)
  “Nezr, ancak Allah'ın rızasına uygun olan şeylerde vardır.” (Ebu Dâvud/3273)
   2. Nezredilen şey farz-ı ayn olmamalıdır.
  Meselâ öğle namazını kılmayı veya malın zekâtını vermeyi nezretmek, batıl bir nezr'dir. Çünkü bunları yapmak zaten farz-ı ayn'dir. Ancak farz-ı kifayelerde nezr yapılabilir. Meselâ kişi bir cenaze namazı kılmayı veya farz-ı kifaye olan bir sanatı öğrenmeyi nezredebilir; zira bunları nezreden kişi, bunları farz-ı kifaye olmaktan çıkarıp kendisi için farz-ı ayn yapmıştır.
Sahih Olan Nezr'in Üzerine Meydana Gelen Hususlar
  Yapılan nezr sahih olduğunda, o nezr'in yerine getirilmesi gerekir. Mutlak nezirde ise farz olur. Eğer kişi herhangi bir keyfiyet ve sayıya bağlamadan mutlak olarak namaz nezrederse, iki rekât namaz kılması vacip olur.
   Çünkü şer'an en az iki rekâta namaz denilmektedir. Eğer kişi ayakta kılabiliyorsa bu nezrini, ayakta kılarak yerine getirmelidir. Fakat belli bir rekât sayısı tayin eder veya oturarak namaz kılmayı nezrederse, nezrettiği gibi yapması farz olur. Ancak oturarak kılmayı nezreden kişi, ayakta kılarsa bu daha efdaî olur. Mutlak olarak oruç tutmak nezredilirse, en az 1 gün oruç tutmak vacip olur. Eğer tahdid etmeksizin birkaç gün oruç nezredilirse, en az 3 gün oruç tutulması gerekir. Çünkü çoğulun en azı üçtür. Sadaka vermeyi nezreden kişi, en az sadaka sayılacak bir şeyi kendisine zekât düşen kimselere vermelidir. Eğer nezr'i, belli bir zamana, belli bir sayıya veya belli bir keyfiyete bağlarsa, ona göre hareket etmesi vacip olur. Belli bir memleketin halkına sadaka vermeyi nezreden kişi, sadakayı bizzat onlara vermelidir. Başka bir memleketin halkına vermesi yeterli olmaz.
   Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi veya Mescid-i Aksa'dan birisinde itikafa girmeyi nezreden kişi, nezrettiği mescitte itikafa girmelidir. Bu üç mescid, diğer mescitdlerden üstündür. Bunun delili, şu hadîstir: “Binekler ancak üç mescid için hazırlanır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa!” (Buharî/1132, Müslim/1394)
     Bu üç mescitten başka bir mescitte itikafa girmeyi nezreden kişi, herhangi bir mescitte itikafa girebilir. Çünkü diğer mescitlerdeki itikafın nezri eşittir. Hac veya umre yapmayı nezreden kişinin, bunu bizzat yapması gerekir. Eğer bizzat yapmaktan aciz ise, hac veya umre yapabilecek bir kişiyi, ücretini vererek kendi yerine göndermelidir. Nitekim eda etmekten aciz olunduğunda farz olan hac için de böyle yapmak vaciptir.
   Nezredilen şeyin, çabukça yerine getirilmesi mendub'dur. Hac veya umre yapma imkânına sahip olduğu halde tehir eden ve bu sırada da ölen kişinin yerine hac veya umre yapabilecek bir kişinin gönderilmesi gerekir.
   Bu kişinin ücreti de ölenin malından verilir. Çünkü kendisine farz olduğu ve imkânı da olduğu halde onu yerine getirmemiştir. Hac veya umre yapacak imkâna sahip olmadan ölen kişiye bir sorumluluk yoktur. Çünkü burada herhangi bir kusur söz konusu değildir. Yaya olarak haccetmek veya umre yapmak üzere nezreden kişinin, eğer yürüyecek gücü varsa yürüyerek gitmesi farz olur. Çünkü bunu, kendi üzerine farz kılmıştır. Bu tıpkı peş peşe oruç tutmayı nezretmek gibidir. Eğer yürüyerek hac veya umre yapmaya gücü yoksa, yürümesi farz olmaz.
    Ukbe b. Âmir şöyle rivayet etmiştir: "Kız kardeşim (Ümmü Hibban), Beytullah'a kadar yalınayak olarak yürümeyi nezretmiş ve (zayıflığından şikayet ederek) bu meselenin, kendisi için Hz. Peygamber'e sorulmasını bana söylemişti. Ben Peygamber'den bu meseleyi sorup fetva istediğimde Hz. Peygamber 'Önce yaya yürüsün, (sonra devesine) binsin' buyurdu". (Buhari/1767, Müslim/1644)
    Kişi deve, sığır, koyun ve keçi gibi evcil hayvanlardan birini hediye etmeyi nezrederse veya herhangi bir malı Mekke'ye götürmeyi nezrederse, o malı götürüp Mekke'deki fakirlere vermesi farz olur. Bu fakirler Mekkeli olabileceği gibi, Mekke'ye dışardan gelmiş de olabilirler.
    Başka bir şehirde koyun kesip dağıtmayı nezreden kişinin, o şehre gidip koyun kesmesi ve etini dağıtması farz olur.
   Sal inlerin mezarları üzerine yapılmış kubbelerde yakılmak üzere bir mum nezreden kişi, bu nezriyle oradaki insanların aydınlanmasını kastederse nezr'i sahih olur. Fakat sadece kabir üzerinde yanmasını kast ederse, nezr'i sahih olmaz. Çünkü kabirdeki kişinin ışığa ihtiyacı yoktur. Eğer kabrin yerine veya kabre veya kabirde yatan kişiye saygı göstermeyi veya orada yatan kişiye yaklaşmayı kast ederse, nezr'i batıldır.
Mutlak Nezr'in Vakitle Sınırlı Olmaması
   Nezr-i mutlak, geniş vacip gibidir; yani yerine getirme fırsatına sahip olunduğu müddetçe ertelenebilir. Ancak nezri, hemen yerine getirmek sünnettir. Eğer nezr belli bir zamana aitse, o zamanda yerine getirmek farzdır. Özürsüz olarak terk eden kişi günahkâr olur. Ayrıca nezrini kaza etmesi gerekir. Bir özürden ötürü nezrini tehir eden kişi günahkâr olmaz. Ancak fırsat bulduğunda kaza etmesi gerekir. Allah hakikati daha iyi bilir.
   SORU-Herhangi bir liderin bir yere gelişi münasebetiyle şerefi için veya salih kimselerin kabri için adak olarak kesilen hayvanın eti helal midir?
  Cevap: Herhangi bir liderin bir yere gelişi münasebetiyle şerefi için veya veli ve salih bir kimsenin kabri için nezr edilmiş bir hayvan kesilirse eti haramdır, yenilmez. Çünkü hayvan Allah namına kesilmemiştir. O gelen zat veya veliye tazim için kes ilmiştir. (Halil Günenç-Fetvalar-421)

    Kefaret kelimesi, küfr kökünden gelir; 'kapatmak ve örtmek' anlamındadır. Kefaret kelimesi, bu. ismi, günahı örttüğünden ve Allah'tan bir hafifletme olduğundan ötürü almıştır.
   Kefaretin ıstılahı mânâsı, özel şartlarıyla beraber köle âzad etmek, oruç tutmak, sadaka vermek gibi fiilleri yapmaktır.
     Kefaretin Meşruiyeti
     Kur'an ve Sünnet kefaretin meşru olduğunu bildirmiştir.
     “Bunun (kasten ettiğiniz yemini bozmanızın) kefareti, aile efradınıza yedirmekte olduğunuz yiyeceklerin ortalamasından on fakire yedirmek...” (Mâide/89)
   Hacca gitmelerine mani olunanlar hakkında da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer bunlardan (hac ve umreyi tamamlamaktan) alı konulursanız, kolaylıkla elde edeceğiniz bir kurban (kesin).” (Bakara/196)
   Bir mü'mini kazaen öldüren kişi hakkında da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse, (kefaret olarak) mü'min bir köle âzad etmesi ... farzdır.” (Nisa/92)
  Zihar yapanlar hakkında da şöyle buyurmaktadır: “Kadın-lara zihar yapıp ayrılmak isteyen, sonra da sözlerini geri alanlar, hanımlarıyla temas etmeden önce bir köle âzad etmelidirler.” (Mücadele/3)
  Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Nezr'in kefareti, yemin kefaretidir.” (Müslim/1645)

   “Kim bir şeye yemin eder de yemin ettiği şeyin gayrisini yemin edilenden daha hayırlı görürse, yemini için kefaret versin ve o daha hayırlı olan şeyi yapsın.” (Müslim/l 65, (Ebu Hüreyre'den)
     Kefaretin Teşrî Kılınmasının Hikmeti
   Kefaretler, insanın fiillerinde meydana getirdiği delikleri kapatan şeylerdir; yani insanın bozduklarını tamir, yanlışlıkla yaptıklarını da ıslah eden fiillerdir. Bu bakımdan kazaen öldürmenin kefareti, öldürdüğü kimsenin yerine bir köle âzad ederek toplumdan eksilttiğini tamamlamaktır; zira kölelik hüküm bakımından, her şeyden daha fazla ölüme benzemektedir.
  Kefaret olarak fakirleri doyurmada da insanları açlık, çaresizlik ve mahrumiyetlerden kurtarmak söz konusudur. Oruç da nefsi günah kirlerinden temizlediği için kefaret olarak emredilmiştir. Hem oruç, hem de diğer kefaretler insanın derecesini yükseltir, onu münkerâttan uzaklaştırırlar.
    Meselâ zihar kefaretini örnek olarak verebiliriz. Zihar yapan kişi, karısını annesine benzeterek bir tür iftira etmiş sayılır. İşte zihar kefareti hem bu günahı, hem de yeminini yerine getirmediği için kazandığı günahı siler.
   İşte kefaretler, elden kaçan iyilikleri, tekrar celb etmenin bedeli olduğu gibi, düşülen hata ve günahları tamir edip silmekte ve Allah'a götüren ukarrub kapılarını açmaktadır. Allah hakikati daha. iyi bilir.
      Kefaret Çeşitleri
    Kefaretleri burada tafsilatlı olarak ele alacağız. Her ne kadar bir kısmını ilgili konularda zikretmiş ve bir kısmını da ileride zikredeceksek de okuyucu için müstakil bir bölümde kefaret konusunu ayrıntılı olarak bir araya toplamanın daha yararlı olacağını düşündük. Tevfik Allah'tandır.
   A) Ramazan'da Cinsî Münasebet Nedeniyle Orucu Bozmanın Kefareti
     Ramazan'da cinsî münasebette bulunarak orucu bozmanın kefareti şöyledir:
      1. Erkek veya kadın mü'min bir köle âzad etmek.
   Kefaretin sahih olması için kölede bulunması gereken birtakım şartlar vardır:
       a. Mü'min olmak.
    b. Körlük, felç gibi çalışmaya mâni olacak kusurlardan salim olmak.
      2. “Eğer köle yoksa veya âzad etmeye güç yetmiyorsa, peş peşe 2 ay oruç tutmak farz olur. Eğer oruç tutmaya da güç yetmezse, 60 fakiri doyurmak vacip olur.
    Bunlar zikrettiğimiz tertibe göre yapılmalıdır. Çünkü köle âzad etmeye gücü olan kişi, oruç tutamaz, oruç tutmaya gücü yeten kişi de 60 fakiri doyuramaz.
  Fakat bunlardan hiçbirini yapamazsa, kefaret kişinin zimmetinde sabit olarak kalır. Bunlardan birini yapacak duruma geldiğinde ise hemen onu yerine getirmesi gerekir.
   Ramazan'da Cinsî Münasebette Bulunmanın Kefareti Kime Vacip Olur?
   Ramazan'da cinsî münasebette bulunarak orucu bozmanın kefareti kocaya vacip olur. Kadın oruçlu olsa bile ona kefaret vacip olmaz. Çünkü bu günahın esas sorumlusu erkektir. Bundan ötürü kefaret erkeğin üzerine vacip kılınmıştır.
  Bu kefaretin vacip olması için şu şartların bulunması gerekir:
    a. Oruçlu olduğunu bilerek cima etmiş olması
   b. Ramazan'da oruçluyken cima yapmanın haram olduğunu bilmesi
    c. Sefer veya hastalık nedeniyle oruçlu olmaması
  Bu bakımdan unutarak veya haram olduğunu bilmeyerek veya Ramazan orucu dışındaki bir oruç esnasında yapmak veya sefer ve hastalık gibi bir özür nedeniyle orucu bozmak kefareti gerektirmez. Bu gibi durumlarda sadece kaza gerekir.
     Kefareti Eda Ederken Niyet Etmek
   Kefareti eda ederken niyet etmek farzdır. Eğer köle âzad ediyorsa 'Bu köleyi, ifsad ettiğim Ramazan orucunun kefareti olarak âzad ediyorum' demelidir. Çünkü bu, zekât ve oruç gibi malî ve bedenî bir vecibedir, sahih olması için de niyet şarttır. Çünkü ameller ancak niyetlere göredir.
    Bu bakımdan kefaret eda edilirken mutlak olarak köle âzad etmeye veya 2 ay oruç tutmaya veya 60 fakiri doyurmaya niyet etmek yeterli olmaz.
    Çünkü bunlar, bazen nezr için de yapılabilir. Bu bakımdan tayin suretiyle 'Şu orucun kefaretidir' demek gerekir.
     Kefaretle Beraber Kazanın da Vacip Olması
   Ramazan orucunu cinsî münasebette bulunmak suretiyle ifsad eden kişiye, cinsî münasebetin sayısınca kefaret ve kaza gerekir. İki gün cinsî münasebette bulunmuşsa, iki kefaret ve iki gün kaza gerekir. Üç gün cinsî münasebette bulunmuşsa, üç gün kaza ve üç kefaret gerekir.
    Cima Yapmak Suretiyle Ramazan Orucunu İfsad Eden Kişiye, Kefaretin Vacip Olduğunun Delili
    Cinsî münasebette bulunarak Ramazan orucunu ifsad eden kişiye, kefaretin vacip olduğunun delili, Ebu Hüreyre'nİn rivayet ettiği şu hadîstir: "Hz. Peygamber'e birisi geldi ve 'Helak oldum ey Allah'ın Rasûlü' dedi. Hz. Peygamber 'Seni helak eden nedir?' diye sordu. O kimse 'Ramazan'da (oruçlu iken) zevcemle cinsî münasebette bulundum' dedi. Rasûlullah 'Bir köleyi hürriyete kavuşturacak bir şey bulabilir misin?' dedi. O zât 'Hayır, bulamam' dedi. Rasûlullah 'Öyleyse peşpeşe iki ay oruç tutabilir misin?' dedi. Adam 'Hayır, buna muktedir olamam (hem ben bu felâkete oruç yüzünden uğramadım mı?)' dedi. Rasûlullah 'Altmış yoksulu doyuracak karşılığı bulabilir misin?' dedi. (...) Sonra o zât oturdu. Derken Hz. Peygamber'e içi hurma ile dolu (15 sâ' alabilen) bir sepet getirildi. Hz. Peygamber o zâta 'Bunu (al da) sadaka olarak ver' buyurdu. O kimse 'Benden fakir bir yoksula mı vereceğim? Medine'nin kara taşlı iki tarafı arasında buna benim ailemden daha muhtaç bir ev halkı yoktur* dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber azı dişleri görülünceye kadar güldü. Sonra o kişiye 'Haydi hurmayı götür de kendi ailene yedir' buyurdu". (Müslim/1111, Buharî/1834)
  Âlimler, yedirmeye gücü yeten kişiye, onu ailesine yedirmenin caiz olmadığını, hadîste zikredilen durumun ise sadece o sahabeye mahsus olduğunu söylemişlerdir. Diğer kefaretlerde de aynı durum söz konusudur.
     B) Orucunu Aynı Sene İçinde Kaza Etmeyen Hastanın ve Seferinin Kefareti
    Sefer veya hastalık nedeniyle Ramazan orucunu tutamayan kişinin, aynı sene içinde onu kaza etmesi vaciptir.
   “İçinizden biri (oruç ayına erişir de) hasta veya sefer halinde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde (oruç tutsun).” (Bakara/184)
    Şayet kişi tutamadığı günleri, ikinci Ramazan'a kadar kaza etmezse günahkâr olur ve kefaret vermesi gerekir. Bu da tutmadığı her gün için bir fakiri doyurmaktır. Eğer üçüncü veya dördüncü senenin Ramazan'ında da kaza etmezse, kefaret senelerin tekerrürü ile tekerrür eder. Ancak ikinci senenin Ramazan ayı geldiği halde özrü devam ediyorsa, kazadan başka kefareti yoktur. Kaza etmeden önce ölürse mesul değildir. Fakat kaza etme fırsatı bulduğu halde kaza etmeden ölen kişinin, velisinin onun yerine kaza etmesi menduptur. Eğer velisi bunu yapmazsa, ölenin malından kefaret olarak her gün için 1 müdd yiyecek vermek farz olur.
    Bunun delili, İbn Ömer'den rivayet edilen şu haberdir: “Kim bir ay oruç kazası olduğu halde ölürse, onun malından her gün için bir fakirin doyurulması gerekir.” (Tirmizî/718)
    Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Kim üzerinde oruç borcu varken ölürse, ölünün velisi ölüye niyâbeten oruç tutabilir.” (Buharî/1851, Müslim/1147, (Hz. Aişe'den)
     C) Oruç Tutamayan Yaşlı Kişinin Kefareti
   Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlı kişi, her gün için bir fakiri doyurmak zorundadır. Bundan başka herhangi bir yükümlülüğü yoktur.
    Bunun delili, Atâ'nın şu rivayetidir: "İbn Abbas, Bakara sûresinin 184. ayetini okudu ve 'Bu ayet nesh edilmemiştir. Bu ayet yaşlı erkek ve kadınlar hakkındadır. Bunlar oruç tutmaya güç yetiremezler, her gün için bir fakiri doyururlar' dedi".(Buharî/4235)
     D) Hamile ve Emzikli Kadının Kefareti
    Hamile veya emzikli kadın, çocuğu için endişelendiğinde oruç tutmayabilir. Daha sonra tutamadığı oruçları kaza eder her gün için bir fakir doyumu kefaret verir.
   Hamile veya emzikli kadın, çocuğundan Ötürü değil de kendisi için endişelenip oruç tutmazsa, sadece kaza eder. Ayrıca kefaret vermesi gerekmez.
     E) Haccın Kefaretleri
     Haccın kefaretleri beş kısma ayrılır;
     1. Takdir edilen kurban.
   Bu, haccın vaciplerinden biri terkedildiğinde olur. Meselâ mîkat yerini ihramsız geçmek veya cemrelere taş atmak gibi bir vacibi terk eden kişiye, bir koyun veya sığır ve devenin 1/7'ine ortak olarak onlardan birini kurban etmek düşer. Eğer bunları yapamazsa, 3 gün hac’ta, 7 gün de memleketine döndükten sonra olmak üzere 10 gün oruç tutması gerekir.
    Temettü kurbanı, Arafat'ta vakfe'ye durmayı terk edip umre yapmak için tahallül eden kişinin kestiği kurban da bu kısma dahildir.
   “Hac zamanına kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse, kolaylıkla elde edebileceği bir kurbanı kessin. Fakat bunu bulamayan kimse, 3 gün hac’ta, 7 gün de memleketine döndüğünde olmak üzere 10 gün oruç tutsun.” (Bakara/196)
   2. Muhayyer olarak takdir edilen kurban.
  Bu, tırnak kesmek, kıl kesmek, dikişli elbise giymek gibi hac’ta yapılması mahzurlu olan şeyleri yapan kişiye vacip olur.
  Bunlardan herhangi birini yapanlara bir koyun kesmek veya kurban edilecek deve veya sığıra ortak olmak veya harem halkından altı kişiyi doyurmak vacip olur. Bu buğday veya arpadan olmak üzere her fakire yarım sa' verilir. Bu kefaretin vacip olması için, üç kıl veya üç tırnağı kesmek yeterlidir.
  Bu kefaretlerin delili, şu ayettir: “Kurban yerine varma-dıkça başlarınızı traş etmeyin. Sizden kim hasta olur veya başında eziyet verici bir durum bulunur da traş olursa, buna karşılık oruçtan veya sadakadan ya da kurbandan bir fidye versin.” (Bakara/196)
   Ayetteki kurban yerinden maksat Mina'dır. Kurban kesme vakti ise Zilhicce ayının onuncu gününden başlayıp teşrik günlerinin sonuna, kadar devam eder.
    Bu ayet Ka'b b. Ucre hakkında nazil olmuştur. Bu zât şöyle rivayet ediyor: "Hz. Peygamber, Mekke'ye girmeden önce Hudeybiye'de iken gelip yanıma durdu. Benim başımdan bitler dökülüyordu. Rasûlullah 'Haşerelerin sana eziyet mi veriyor?' dedi. Ben 'Evet' dedim. 'Öyle ise saçını traş et de 6 fakir arasında 1 farak yemeği tasadduk et (8-20 lt arası olan eski bir ölçü birimi), yahut 3 gün 'oruç tut veyahut da bir hayvan kurban et' buyurdu".(Buharî/1719, Müslim/1201)
     3. Muayyen ve muaddel olan kurban.
    Bu, kişi hac veya umre için ihrama girdiğinde, av hayvanı öldürmekle vacip olan bir kurbandır. Ayrıca bu kurban, ihramsız olarak Harem dahiline giren kişiye de vacip olur.
    Bir av hayvanı öldüren kişiye, öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek vacip olur ya da o hayvanın bedeli tutarınca fakirlere yemek vermelidir veya her müdd için 1 gün oruç tutmalıdır.
    Avlanan hayvanın benzeri, evcil hayvanlar arasında yoksa, kişi yemek yedirmek ile oruç tutmak arasında muhayyerdir. Ancak Harem dahilinde güvercin cezası, bir koyun kurban etmektir.
    Bu kefaretlerin delili şu ayettir: Ey iman edenler! İhramda iken av öldürmeyin! Sizlerden avı kasten öldürenin cezası, (evcil hayvanlardan) onun benzeri (dengi)dir. Kabe'ye ulaşmış bir kurbanlık olarak bu cezayı sizden iki adaletli kişi hükm(edip tayin) edecektir. Veya (cezası), fakirlere yedirmek suretiyle kefaret vermektir. Veya onun dengi oruçtur. Yaptığının ağırlığını tatsın (önemini anlasın) diye (bu kefaret gerekli kılınmıştır). Allah daha önce olanı affetmiştir. Kim bu işi yapmaya dönerse, Allah ondan intikam alır (yaptığının cezasını çektirir). Allah azizdir ve intikam sahibidir. (Mâide/95)
      4. Muaddel ve müretteb kurban.
   Bu kurban, ihsar suretiyle vacip olan kurbandır. Bu bakımdan ihrama girdikten sonra hac yapmaktan menedilen kişi bulunduğu yerde bir koyun keserek tahallül etmelidir. Daha sonra saçının tamamını veya bir kısmını kesmelidir. Eğer kesecek kurban bulamazsa, kurbanın bedeli nisbetinde yiyecek alıp fakirlere dağıtmalıdır. Buna da gücü yetmezse her müdd için 1 gün oruç tutmalıdır.
   Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Hac ve umre'yi Allah için tamamlayın! Eğer bunlardan alıkonulursanız, kolaylıkla elde edebileceğiniz bir kurban (kesin!) (Bakara/196)
    Hz. Peygamber, ihrama girdiği halde müşrikler onun umre yapmasına mani olmuşlardı. Hz. Peygamber de Hudeybiye de tahallül etti. Önce kurban kesti, sonra da traş oldu. (Buharî/1558, Müslim/1230)
  “Kurban yerine varmadıkça başlarınızı traş etmeyin.” (Bakara/196)
    Fakat koyun kesmekten ve yemek yedirmekten aciz olan kişi oruç tutar ve saçını da oruçtan sonra traş eder.
      5. Müretteb ve aynı zamanda muaddel kurban.
    Bu kurban, birinci ihlâlden önce cinsî münasebette bulunan kişiye vacip olur. Bu durumdaki kişinin, bir deve kesmesi, deve kesemezse bir sığır kesmesi, sığır da kesemezse yedi koyun kesmesi vaciptir. Bunları bulamazsa devenin fiyatı nisbetinde yiyecek alıp Harem dahilindeki fakirlere dağıtması gerekir. Buna da güç yetiremezse, her müdd için 1gün oruç tutması gerekir.
    Kurban kesmek veya yemek yedirmek harem'de olmalıdır. Oruç ise harem dışında da tutulabilir. Kurbanlardaki tertip ile maksat, birincisini yapamayan kişinin ikinciye geçebilmesidir.
    Muhayyerlik ise kişiye havale edilmiştir. Takdir'e gelince, tertibi veya takdiri kendisine biçilen bedeli şeriatın belirlemesidir. Mukabili tâdil'dir. Tâdil ise kişinin o hususta daha kuvvetliyle mesul tutulması ve değer itibariyle başka bir şeye dönebilmesidir. Bu hususta daha fazla açıklama Haccı İhlâl Etmek bahsinde yapılmıştır.
        F) Yemin Kefareti
      Yemin-i gamus (yalan yere edilen yemin) veya başka bir yeminden ötürü, kefaret vermek zorunda kalan kişi şu üç şık arasında muhayyerdir:
     1. Mü'min bir köle âzad etmek.
  2. Ailesine yedirdiği yemeğin ortalamasından on fakiri doyurmak.
     3. On fakiri giydirmek.
   Bu üç şıktan birine gücü yetmezse, üç gün oruç tutmalıdır. Orucun peşpeşe tutulması şart değildir.
    Bu kefaretin delili şu ayettir: “Allah, sizi katıksız olarak ağzınızdan çıkan yeminlerinizden ötürü cezalandırmaz. Fakat sizi kasten ettiğiniz yeminlerden ötürü muahaze eder. Bunun (kasten ettiğiniz yemini bozmanızın) kefareti, aile efradınıza yedirmekte olduğunuz yiyeceklerin ortalamasından on fakire yedirmek veya onları (on fakiri) giydirmek ya da (mü'min) bir köle âzad etmektir. Bunları bulamayan (yapmaya gücü yetmeyen) kimse(nin kefareti) ise üç gün oruçtur. İşte yemin edip bozduğunuz takdirde yeminlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böylece açıklar ki şükredesiniz.” (Mâide/89)
        G) Nezr Kefareti
     Kefareti vacip olan nezr, nezr-i leccac'dır. Meselâ kişinin husumet ve öfkeyle 'Eğer seninle konuşursam, Allah için üzerime bir hac vacip olsun' demesi böyledir. Bu tür nezr, şartı tahakkuk ettiğinde kişiye vacip olur. Bu da ya hacca gitmek veya kefaretini yerine getirmektir. Kefareti de mü'min bir köle âzad etmek veya on fakiri ctoyurmak veya on fakiri giydirmektir.
     Kişi bunları bulamazsa üç gün oruç tutması gerekir. Bunun delili yemin'in kefareti konusunda geçmişti. Diğer yemin çeşitlerinde de kişinin kendine vacip kıldığı şeyi -şartı oluştuğunda- yerine getirmesi gerekir. Başka bir şey onun yerine geçmez.
   Nezr-i leccac'ın kefareti gerektirdiğinin delili şu hadîstir: “Nezr'in kefareti, yemin kefaretidir.” (Müslim/1645)
      H) Zihar Kefareti
   Zihar, sırt anlamına gelen zahir kökünden gelir. Zihar'ın ıstılahı mânâsı, kişinin hanımını annesine veya kızkardeşine benzetmesidir. Meselâ kişinin hanımına 'Sen bana annemin sırtı gibisin' demesi zihar'dır. Cahiliyye döneminde Araplar, zihar'ı talak gibi görürlerdi. Fakat İslâm, zihar'ın üzerine talak'tan başka hükümler bina etti. Burada sadece zihar'ın kefaretinden bahsedecek, diğer hükümlerini ise zihar bahsinde beyan edeceğiz.
  Kişinin, hanımını annesine veya başka bir mahremine benzetmesi olan zihar ibaresini söyleyen kişinin durumuna göre hüküm değişiklik ar-zeder. Eğer bu ifade ile talak kast edilmiş olursa, zihar hükmü talak'ın hükmüne dercedilir. Eğer bununla talak kast edilmemiş ise bu durumda kişinin sözüne itibar edilir ve kendisine kefaret vacip olur.
     Zihar'ın kefareti; mü'min bir köle âzad etmek veya peş peşe iki ay oruç tutmak veya altmış fakiri doyurmaktır. Kefaret bu tertibe göre eda edilmelidir. Kefaret eda edilmeden, eşiyle münasebet kurması kişiye helâl olmaz.
     Zihar kefaretinin vacip olduğunun delili şu hadîstir: Evs b. Samit'in hanımı Hz. Peygamber'e gelerek kocasını şikayet etti. Kocasının kendisine zihar yaptığını söyledi. Hz. Peygamber 'Sanırım sen ondan boşanmış oldun' deyince, kadın 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim küçük çocuklarım var. Eğer onları bana verirseniz açlıktan ölürler, kocama terk edersem de zayi olurlar’ dedi. Kadın bu hususta Hz. Peygamber ile tartıştı. Hz. Peygamber ise 'Sanırım sen boşanmış oldun' sözünü tekrar etti ve bunun üzerine şu ayetler nazil oldu: “(Ey Rasûlüm!) Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan o kadının sözünü Allah kabul etmiştir. Allah ikinizin de konuşmasını işitti. Zira Allah işiten ve görendir, içinizden hanımlarına zihar yapanların hanımları onların anneleri değildir. Onların anneleri ancak kendilerini doğurup dünyaya getiren kadınlardır. Şüphesiz ki onlar çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Fakat Allah affedici ve bağışlayıcıdır. Kadınlara zihar yapıp ayrılmak isteyen, sonra da sözlerini geri alanlar, hanımlarıyla temas etmeden önce bir köle âzad etmelidirler. Size öğütlenen budur. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Kim (âzad edecek bir köle) bulamazsa, (onun kefareti), hanımıyla birleşmeden önce iki ay oruç tutmaktır. Kimin gücü buna yetmezse altmış fakiri doyurmak (o kişinin kefaretidir). Bu emir Allah'a ve Peygamber'e inanmanız içindir. Allah'ın hududu bunlardır. Kâfirler için şiddetli bir azap vardır.” (Mücadele/1-4) (Ebu Dâvud, İbn Mâce ve diğer muhaddisler)
     I) Adam Öldürmenin Kefareti
    Öldürülmesi haram olan bir kişiyi öldürene kefaret vermesi farz olur. Bu kefaret Allah'ın hakkı olduğundan, öldürülen kişi yanlışlıkla öldürülse de, maktulün velileri katili bağışlasalar da, katil çocuk da olsa kefaret vaciptir.
    Bunun kefareti, mü'min bir köle âzad etmektir. Şayet köle âzad edilemezse peş peşe iki ay oruç tutulması gerekir. Oruç tutmaya güç yetirilemezse, oruç yerine yemek yedirmek vacip değildir. Çünkü bu hususta herhangi bir nass (ayet ve hadis) yoktur. Bu durumda kefaret onun zimmetinde kalır. Köle âzad etmeye veya oruç tutmaya gücü yetince kefareti eda eder.
     Katl İçin Kefaretin Vacip Olduğunun Delili
  Bu kefaretin vacip olduğunun delili şu ayettir: “Bir mü'minin diğer bir mü'mini öldürme yetkisi yoktur. Ancak yanlışlıkla .olması müstesna! Kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse, (kefaret olarak) mü'min bir köle âzad etmesi ve öldürülenin ailesine de teslim edilecek bir diyetin verilmesi farzdır. Meğer (öldürülenin varisleri o diyeti sadaka olarak) bağışlamış olsunlar. (Bu takdirde diyet düşer). Eğer yanlışlıkla öldürülen, mü'min olup size düşman olan bir kavimdense o takdirde (diyet yoktur. Sadece) bir mü'min köleyi âzad etmek lâzımdır. Eğer öldürülen, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavimden ise onun aile efradına teslim edilen bir diyetle beraber mü'min olan bir köleyi âzad etmek lâzım gelir. Kimin gücü bunlara yetmiyorsa, ona peş peşe iki ay oruç tutması farzdır ki Allah tarafından tevbesi kabul edilsin. Allah bilendir ve hikmet sahibidir.” (Nisa/92)
  Kazaen öldürmede kefaret vacip olduğuna göre, kasten öldürmede kefaretin vacip olması daha evladır.
   Vasile b. Eska şöyle rivayet etmiştir: Biz insan öldürmek suretiyle ateşe hak kazanmış bir dostumuz hakkında Rasûlullah'a gitmiştik. Rasûlullah bize şöyle buyurdu: “O arkadaşınız nâmına bir köleyi hürriyete kavuşturun. Çünkü âzad ettiğiniz o kölenin her bir uzvu karşılığında Allah arkadaşınızın bir azasını ateşten âzad eder.” (Ebu Dâvud/3964)
     İ) Hadd Cezası Suçun Kefaretidir
   Dinde cezası tayin edilen kati, hırsızlık, zina, zina iftirası, içki içmek gibi haramları işleyene hadd cezası tatbik edildiğinde, bu ceza o suçun dünyadaki kefareti olur. İsterse suç işleyen kişi tevbe etmemiş olsun. Bu suçtan ötürü Allah o kişiyi ahirette cezalandırmaz.
    Hadd cezasının, o suçun kefareti olduğunun delili, Ubade b. Samit'ten rivayet edilen şu hadîstir: Biz bir mecliste Rasûlullah'la beraber bulunuyorduk, şöyle buyurdu: “Allah'a (ibadette) hiçbir şeyi ortak kılmamak, zina etmemek, hırsızlık yapmamak, haklı olmak müstesna Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemek üzere bana biat edeceksiniz. İçinizden sözünde duran olursa ecr ve mükâfatı Allah'ın fazl-ı keremindedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyada cezaya çarptırılırsa, bu ceza ona bir kefarettir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah örterse işi Allah'a kalır; isterse onu affeder, dilerse ona azap eder.” (Buharî/18, Müslim/1709)
     Ubade der ki; 'Biz de bu şartlar üzere ona biat ettik’. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; “Kim şer'î bir cezayı (gerektiren bir suç) işler de cezası öne alınarak dünyada verilirse, Allah ahirette kuluna cezayı iki kere vermekten daha adaletlidir. Kim şer'î bir ceza gerektiren suç işler de Allah onu örter ve kendisini affederse, Allah'ın keremi, affettiği bir şeye dönmekten daha üstündür.” (Tirmizî/2628)
       Allah her şeyi, herkesten daha iyi bilendir.



Bu çalışmalar hazırlanırken;
1- İnternette bulunan ve mobil uygulamalarda online yayımlanan Rahmetli Ali ARSLAN Hoca Efendi tarafından tercüme edilmiş olan “Büyük Şafii Fıkhı” (Müellifler: Dr. Mustafa el-Hin, Dr. Mustafa el-Buğa, Ali el-Şerbeci) kitabından,
2- (http://risaleoku.com:8080/oku/safii/1) web sitesinde online yayımlanmış olan ve Müellifi Halil GÜNENÇ Hoca Efendi olan Büyük Şafiî İlmihali’nden,
3- https://ehliislam.com/dort-mezhep-fikih.pdf  web sitesinde online yayımlanmış ve Abdurrahman Cezîrî başkanlığında hazırlanmış olan ‘Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı’ kitabından,
4- Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. H. Yunus Apaydın tarafından hazırlanmış olan ve 1998 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca yayımlanmış olan ve https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/5255 adresinde de online erişime açık olan “İlmihal” kitabından,
5- TDV tarafından basılan ve (https://islamansiklopedisi.org.tr), adresinde online da yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nden,
 6- Müellifi Vehbe Zuhayli olan ‘İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nden,
7- İmam-ı Gazali’ye ait olan İhya-u Ulumiddin’den,


            Başta olmak üzere birçok kitaptan yararlanılmıştır. İlmihal hazırlanırken yararlanılmış ve söz konusu alıntılar (*) ile işaretlenmiş ve sonuna da kaynak ve (varsa) internet adresi linkleri ilgili bölümde belirtilmiştir.