Zekât-Fitre

ŞAFİİ MEZHEBİNE GÖRE ZEKAT 
İnsanın var olup yaşayabilmesi için toplumsal hayatın gerekliliği öteden beri "İnsan, tabiatı itibariyle medenîdir" sözüyle ifade edilir. Bu bakımdan tek tek kişiler, bireysel varlıklarını devam ettirebilmek için bir topluma, toplumsal organizasyona katılmak durumundadırlar. Bu katılım, kendi varlığını sadece içinde sürdürebildiği topluma karşı fertlere birtakım görevler yükler.
Başka bir ifadeyle, tek tek her birinin sosyolojik atmosferi olan "toplum"un sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için fertlerin, kendilerinden oluşan bu topluma karşı sorumlulukları vardır.
Toplum varlığının sağlıklı bir şekilde sürebilmesi için, toplumsal denge ve barışın bir şekilde sağlanması ve fertler arasında duygusal gerilime yol açabilecek etkenlerin giderilmesi şarttır. Bir toplumda zenginlerin ve fakirlerin bulunması doğaldır. Fakat doğal olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemesi ve sosyoekonomik açıdan bir bakıma sünnetullah denilebilecek bu durumun toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. Bunun için de hem zengin ve fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasının engellenmesi hem de bu yüzden gerçekleşmesi muhtemel olan bu duygusal gerilimin önlenmesi veya gerilimin alınması gerekir.
Kur'ân-ı Kerîm’de bu yönde yapılan düzenlemeler âdeta böyle bir gerilimin potansiyel varlığını ima edip, bunun engellenme ve giderilme yolları teşhis edilmektedir. Kur’an’da cennet ehli müttakiler tanıtılırken onların dünyada güzel davranan kimseler olduğundan söz edilip “...ve mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardı" (ez-Zâriyât 51/19) buyurulur. 
Kur'an'ın başka bir yerinde, namaz kılan ve namazlarında daim olanların eline mal geçip, zengin olunca pintileşen kimseler gibi olmadıkları belirtilerek "Bunlar sahip oldukları mallarda muhtaç ve mahrumun belli bir hakkı bulunduğunu unutmazlar" (el- Meâric 70/22-25) buyurulmuştur. Bu teşhis ve belirlemenin  Medine'de İslâm toplumunun oluşmasından önce daha Mekke döneminde yapılmış olması problemin sadece İslâm toplumu için değil, bütün toplumlar için geçerli olduğunu da ima eder.
Aynı anlamda olmak üzere Kur'an'da "Güzel bir söz ve bağışlama, eziyete dönüşen bir sadakadan daha iyidir; Allah zengindir ve halîmdir. Ey inananlar! Zekât dahil her türlü sadakanızı başa kakmak ve eziyete dönüştürmek suretiyle boşa çıkarmayınız. Bu, inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kişinin tutumudur..." (el-Bakara 2/263-264) denilmiştir.
Bu düzenleme toplumdaki ekonomik dengesizliğin yol açabileceği muhtemel olumsuz sonuçların azaltılabilmesi için zekâtı önemli bir araç olarak sunmakla kalmıyor, aynı zamanda bunun işleyişinde son derece önemli insanî meziyetlere, psikolojik faktörlere de işaret ediyor. 
Âyetten anlaşıldığına göre; zengin, verirken gönülsüz davranmayacak, başa kakmayacak, aynı şekilde fakir de alırken ezilmeyecek, mahcubiyet duyması gerekmeyecek. Çünkü; biri borcunu ödüyor, diğeri hakkını alıyor, alacağını tahsil ediyor; başa kakma ve mahcubiyet için hiçbir neden kalmıyor. Bu düzenleme bir anlamda toplumsal gerilim sigortası görevi görüyor.
Allah elçisinin benzetmesinde, Müslümanlar bir vücut, bir bünye gibidir. Vücudun bir âzası sızlayınca bu sızıyı öbür organların duymaması, bu sızıyı hafifletmeye çalışmaması mümkün mü, böyle bir şey düşünülebilir mi? Hayır! Çünkü, böyle bir bîgânelik, vücudun doğal yapısına terstir.
Nasıl ki bir bünyede, gerek içeride oluşan gerekse dışarıdan gelen mikroplara karşı kendisini korumak için bir savunma mekanizması varsa ve gerekli hallerde bu mekanizma harekete geçiyorsa, yine dışarıdan gelecek fizikî müdahale ve saldırılara karşı organlar imkân ve kabiliyetleri ölçüsünde birbirlerinin yardımına koşuyorsa, toplum da aynen böyledir ve toplumsal bünye ayakta durabilmek için bu yardımlaşmayı yapmak zorundadır.
Allah elçisi, bir başka bildirimde zekâtı Müslüman toplumun beş temel esasından biri olarak ilân ederken, hem bu doğal yapıya atıf yapmış hem de bunu bir sosyal denge ve adalet ideali olarak öngörmüştür.
Bu suretle zikredilen âyet ve hadis bir ekonomik ve doğal gerçeği ifade etmiş oluyor: Toplumda fakirlerin haklarına riayet edilmemesi, vücuttaki bir uzvun kanaması gibidir; vaktinde tedbir alınmazsa kan kaybı bu vücudun hastalanmasına, belki ölmesine yol açarsa, aynı şekilde fakirlerin hakkına riayet edilmemesi sosyal bir kanamadır ve vaktinde tedbirler alınmazsa bir canlı organizma olan sosyal bünyenin sağlığını, belki varlığını yitirmesine yol açacaktır. Bu hal, toplum üzerindeki ilâhî elin, rahmetin çekilmesi demektir.
Bütün bunlar zekâtın sosyal bünyenin sağlıklı bir şekilde var olmasını sağlamaya, sosyal dokunun korunmasına yönelik doğal bir çaba olduğunu gösteriyor. "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın" ve "Kendinizi öldürmeyin" hitapları, özel bağlamı dışında, bu anlamı da vurgulamış oluyor.
Namaz ve oruç, bireysel ve kişisel gelişme ve yükselişe, zekât ise adıyla örtüşecek şekilde, ferdî cimrilik, bencillik gibi kötü huylardan arındırma yanında toplumsal bünyeye girmiş zararlı mikro-organizmalardan arınmaya, toplumsal bünyenin sağlıklı bir şekilde serpilip büyümesine, gelişmesine hizmet ediyor. Zekâtın bir ibadet oluşunun anlamı burada gerçekleşiyor: Toplumsal iyi olan adaleti sağlamaya yönelik, “toplumsal ibadet”. Namazın bireysel ahlâkı, zekâtın ise toplumsal ahlâkı gerçekleştirmeye yönelik oluşu, bu iki ibadetin Kur'an'da çoğu yerde birlikte zikredilmesini daha bir anlamlı kılıyor.
Zekâtın toplumsal temizleme ve arıtma anlamında oluşu -sözcük anlamının tamamlaması mahiyetinde olmak üzere- Kur'an'da "Onların mallarından sadaka (zekât) al. Onunla kendilerini temizlemiş ve arıtıp geliştirmiş olursun" (et-Tevbe 9/103) denilerek belirtilir. 
Zekâtın bireysel amacı ise; ferdin malını kontrol altına almak, ferdin gelişmesinde fertler arasındaki adalet terazisini sağlamlaştırmak ve dolayısıyla ferdin adalet terazisine saldırmasını önlemektir. Ferdin gelişmesi, fıtrî esaslar dikkate alınarak sağlanmalıdır. 
Bunu, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in çeşitli beldelere ve kabilelere elçiler gönderdiğinde onlara söylediği sözlerde görüyoruz: “Onları Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmeye çağır. Eğer onlar buna itaat ederlerse onlara şunu bildir: Allah onlar üzerine her gün beş vakit namaz farz kılmıştır. Onlar buna da itaat ederlerse, kendilerine şunu bildir ki Allah onlar üzerine zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât, zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir.” (Buhari/1331, Müslim/19)
Böylece İslâm şeriatı durumu tedvir eder, kişiyi şahsî gücüyle baş başa bırakmaz. Ayrıca insanı, sadece başkalarına yardım etmesi için iç alemiyle ve insanî duygularıyla da baş başa bırakmaz. İslâm şeriatı bu şekilde kaideler ve kurallar koyarak insanın kişisel gayretlerine yardım etmekte, bu yardımı, başkalarının ihtiyaçlarına yetecek kadar yardım etmeyi zorunlu kılmasıyla yapmaktadır. Ferdin inatçılık etmemesi, enaniyet ve saldırganlığın bütün çeşitlerine kapıyı kapatması ve kendi iç âlemini murakabe etmesi için kaide ve kurallar vaz'etmiştir. 
Bunlarla onu adalet ve istikâmet yolunda diğerleriyle beraber bulundurmak istemiştir. Allah'ın izniyle zekâtın ahkâmı, nasıl toplanacağı ve nerelere dağıtılacağı bahsinde bu hakikat daha bariz bir şekilde görülecektir.
Yukarıdan beri zikredilen âyetler ve hadisler zekâtın malı değil, öncelikle bireyler ile toplumu temizleyen ve geliştiren bir mekanizma olduğunu gösterir.
Peygamberimiz zekâtı, yeni toplumsal oluşumun temeline bir ibadet anlamıyla yerleştirmiş ve o dönemin şartlarında en kolay ve pratik şekilde uygulanabilecek bir model öngörmüştür. Buna göre, belli bir zenginlik düzeyine ulaşan kişiler ihtiyacından artakalan malının kırkta birini zekât olarak verecektir. Bunun için de belli mallarda belli zenginlik ölçüleri (nisab) belirlenmiştir.
Zekât'ın Mahiyeti ve Önemi 
Zekâtın kelime anlamı "artma, çoğalma, arıtma (temizleme), ve berekettir". "Doğru söylemek, sözünü tutmak" anlamına gelen sıdk kökünden alınmış olan ve Kur'an ve Sünnet'te zekât anlamında da kullanılmış olan sadaka kelimesi, daha sonraki devirlerde gönüllü malî ödemeler için kullanılmaya başlanmıştır.
Fıkıh terminolojisinde ise zekât, Allah'ın, belirli yerlere sarf edilmek üzere dince zengin sayılan kişilerin mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder.. 
“Nefsini temizleyen (zekkâha) kurtuluşa ermiştir.” (Şems/9)
İslâm şeriatında zekât, bazı mallardan alınan belli bir miktarın adıdır. Alınan bu miktarı, insanlardan belli sınıflara vermek farzdır. Biraz sonra bu şartlardan bahsedeceğiz.
Maldan alınan bu miktara zekât denir, çünkü onu alanların duasıyla mal çoğalıp bereketlenir. Ayrıca zekât, malı pislikten ve haramdan arındırır.

Zekâtın Farz Kılınma Tarihi
Kur'ân-ı Kerîm'de zekât kelimesi iki yerde (el-Kehf 18/81; Meryem 19/13) sözlük anlamında; sekizi Mekke döneminde nâzil olan sûrelerde olmak üzere otuz âyette ise terimsel anlamda kullanılmıştır. Bu âyetlerin yirmi yedisinde namazla birlikte zikredilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre, İslâm'ın ilk dönemlerinden itibaren Müslümanlar zekât fikrine alıştırılmış, daha sonra da, zengin olanların bu imkânını belli oranda fakirlerin ve toplumun ihtiyacı için harcaması gerektiği, bunun namaz ibadeti kadar önemli olduğu hususu vurgulanmıştır.
Zekâtın Medine döneminde farz kılındığı bilinmekle birlikte bunun hangi yılda gerçekleştiği tartışmalıdır. Bir tesbite göre zekât hicretin 2. yılında ramazan orucundan önce, diğer bir tesbite göre ise aynı yıl ramazan orucundan sonra farz kılınmıştır. Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber'in zekât farz olmadan önce fıtır sadakasını vermeyi emrettiği, zekât farz kılındıktan sonra ise fıtır sadakası konusuna değinmediği, ancak Müslümanların her ramazan ayında bayram namazından önce fıtır sadakası vermeye devam ettikleri belirtilmektedir (Buhârî, “Zekât”, 76). Bu hadis, fıtır sadakasının zekâtın farz olmasından önce emredildiğini gösterdiğine göre ve orucun farz kılındığını bildiren âyet hicretin 2. yılında indiğine göre, zekâtın ramazan orucundan sonra farz olması gerekmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'de ve Hz. Peygamber'in sünnetinde zekât daima namazla birlikte zikredilmiştir. Bu husus namazla zekât arasındaki kuvvetli bağlılığa, kişinin Müslümanlığının ancak bu ikisini eda etmekle olgunluk derecesine ereceğine bir delildir. Namaz bedenî, zekât ise malî bir ibadettir. İkisine hâkim olan ruh Allah'a yaklaşmak ve onun rızâsını kazanmaktır.

Zekâtın Hükmü ve Delili
Zekât, İslâm'ın en önemli rükûnlarından biridir. Zekâtın farz olduğunu belirten kesin deliller, zekâtı, dinde zaruri olarak bilinen ve inkâr edenin kâfir olacağı rükûnlardan kılmıştır.
“Namazı kılın, zekâtı verin!” (Bakara/43)
'Zekâtı verin' emri Kur'an'da birçok yerde tekrar edilmiştir. Kur'an'ın 32 ayetinde zekâttan söz edilmiştir.
Zekât'ın hadîsten delili ise Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu sözüdür: “İslâm, beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ye Ramazan orucunu tutmak.” (Buhari/8, Müslim/16 ve başka muhaddisler)
Onlar buna itaat ederlerse, kendilerine şunu bildir ki Allah onlara zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât, zenginlerden alınır, fakirlere verilir.” (Daha önce geçmişti.)
Bu konuda daha birçok hadîs vardır.

Zekât'ın Hikmeti ve Faydaları
Zekâtın hikmet ve faydalarının tümünü burada saymak zordur. Bunlar genel olarak fert ve toplumun yararına olan şeylerdir. Zekâtın faydalarından bir kısmını şöyle sıralayabiliriz;
1. Zekât veren insan, zekât sayesinde cömertliği öğrenerek bunu âdet edinir. 
Nefsindeki cimrilik damarlarını söküp atar. Eğer zekâtını, bizzat kendisi malından ayırıp verirse bu durumu daha bariz bir şekilde hisseder. Ayrıca zekâtın, malı eksilttiğinden fazla artırdığına şahit olur.
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Sadaka hiçbir malı eksiltmez.” (Müslim/2588)
Zekât, malı eksiltmez belki artırır. Çünkü Allah Teâlâ, zekât sebebiyle zekât veren kimseden zararı uzaklaştırır. Halkın ona saldırmasını engeller. O zekât sayesinde Faydalarıma yollarını kolaylaştırarak malı çoğaltır. Bütün bunlarla beraber kişi Allah rızası için infak etmenin sevabını da elde eder.
2. Zekât, zekât verenle alanlar arasındaki kardeşlik ve sevgi bağını pekiştirir. 
Zekâtın toplumda yayıldığını, her Müslümanın malının zekâtını hak sahiplerine verdiği düşünülecek olursa, Müslümanlar arasındaki yakınlaşmanın, kaynaşmanın derecesi kestirilebilir. Müslümanlar arasında yakınlaşma, kaynaşma olmazsa, toplumun temel taşı mesabesinde olan birlik ve beraberlik sağlanamaz. Müslümanlar birbirlerine tek bir vücut gibi sevgi ve şefkat göstermek zorunda oldukları halde bunu yapmazlarsa, toplum ayakta kalamaz.
3. Sosyal ayrılıklara sebep olan, toplumda ihtiyaç ve fakirlik kapılarını açan nedenler ne şekilde meydana gelirse gelsin zekât, toplumun ihtiyaçlarını karşılar. 
Zekât, fertler arasında meydana gelen sosyal farklılıkların tehlikelerinden, fakirliği meydana getiren sebeplerden toplumu koruyacak tek çaredir.
4. Zekât, tembellik ve tembelliğin, sebeplerinin çoğunu ortadan kaldırır.
Tembelliğin en Önemli sebebi fakirliktir. Çünkü hiç mala sahip olmayan insan bir şey yapma imkânına da sahip olamaz. Fakat şeriatın gereğine göre zekât müessesesi çalıştığında, fakire, bir iş yapacak imkân sağlanmış olur.
5. Zekât, kalpleri kin, nefret ve hased gibi tehlikeli mikroplardan temizleyecek tek yoldur. 
Toplumda merhamet, yardımlaşma ve şefkat duyguları kalktığı zaman bu tehlikeli mikroplar yayılır. Zekât müessesesi tatbik edilip toplumda yaygınlaştırıldığı zaman ise meyveleri açık bir şekilde görünerek kalpleri kin ve nefretten temizlemede zekât hayret verici bir etki yapar, halkı, maddi derecelerinin değişik olmasına rağmen kardeş yapmada önemli bir rol oynar.
“Onların mallarından bir sadaka al ki o sadaka ile onları temizleyip tezkiye edesin.” (Tevbe/103)

Zekât Vermemenin Hükmü
a. Zekâtın farziyetini inkâr ederek vermeyenin hükmü. 
Zekât, İslâm'ın şehadet kelimesi ile namazdan sonra gelen bir rüknüdür. Bu nedenle âlimler, zekâtın farziyetini inkâr eden bir kimsenin kâfir olduğunda icma etmişlerdir. Tevbe etmediği takdirde böyle bir kimsenin kanı helâldir. Çünkü zekât, farziyeti zaruri olarak bilinen emirlerden biridir. Avam ve havas tüm Müslümanlar bunu bilir. Böyle olduğuna dair bir delil veya burhan getirilmesine de ihtiyaç yoktur.
Hattabî şöyle demiştir: 'Kim zekâtın farziyetini inkâr ederse, o, Müslümanların ittifakıyla kâfirdir. İmamlar arasında zekâtın farz olduğu hakkında icma vardır. Hatta Müslümanların avamı ye havassı da bunu bilmektedir. Bu hususta âlimlerle cahiller ortaktır. Hiç kimse zekâtı inkâr etmek veya herhangi bir şekilde tevil etmekte mazur sayılamaz. Bu durum, ümmetin üzerinde icma ettiği beş vakit namaz, Ramazan orucu, cünüplükten yıkanma, zinanın haramlığı, anne, kız kardeş ve mahremi olan kadınlarla evlenmenin haramlığı gibi hükümleri inkâr edenler hakkında da geçerlidir.” (Nevevî, Şerh-i Müslim, 1/205)
İbn Hacer el-Askalânî de şöyle demiştir: 'Zekâtın farziyetini inkâr eden kimse kâfir olur'. (Askalanî, Feth'ul-Bârî, III/262)
b. Cimrilikten ötürü zekât vermeyenin hükmü.
Zekâtın farz olduğuna inandığı halde zekât vermeyen kimse fasıktır, günahkârdır. O, ahirette şiddetli bir azaba çarptırılacaktır.
'Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele! (Zekâtı verilmeyen bu mallar) cehennem ateşinde kızdırılıp onlarla (istifçilerin) alınları, sırtları ve yanları dağlanacağı gün (onlara): 'İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!' denir.’ (Tevbe/34-35)
İbn Ömer'den mevkuf; ve merfû olarak şöyle rivayet edilmiştir- 'Zekatı verilen mal, kenz sayılmaz. Zekâtı verilmeyen mal ise kenzdir'.
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kimseye mal verir, o da zekâtını vermezse o mal Kıyamet günü kel bir yılana dönüşür. O yılan çok zehirli olduğundan ötürü tepesinde tüy yoktur. O yılanın ağzında iki diş vardır veya gözlerinin üstünde iki siyah nokta vardır ki bu yılan, yılanların en dehşetlisi ve en pisidir. Allah Kıyamet günü o yılanı onun boynuna sarar. O yılan onun iki dudağından tutup ona 'Ben, senin dünyada istif ettiğin malınım' der.” (Buhari/1338, (Ebu Hüreyre'den)
Hz. Muhammed (a.s.v.) bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu: “Sakın Allah'ın fazl-ı kereminden kendilerine verdiklerinde cimrilik edenler, bunun kendileri için daha hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için bir serdir. Kıyamet gününde o cimrilik ettikleri şey boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır.” (Âli İmran/180) Bu anlamda daha birçok ayet ve hadîs vardır.
Zekât vermeyenlerin dünyadaki durumu ise, zekâtın kendilerinden zorla alınmasıdır. İnsanlar bu hususta inat gösterip zekât memuruna itaat etmezlerse, Allah'ın şeriatını uygulayan idareci, gerekirse savaş yoluyla cebren zekâtı onlardan alır.

Zekât Ahkâmının Delilleri
Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmektedir: Hz. Muhammed (a.s.v.) vefat edip de Ebubekir halife olunca bazı Arap kabileleri küfre döndü. Hz. Ebubekir onlara savaş açtı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Ebubekir'e "Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Allah'tan başka ilah yok deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Kim Lâ ilahe illallah derse İslâm hakkı müstesna, benden malını ve canını korumuştur, hesabı da Allah'a aittir' demiş olduğu halde sen insanlarla nasıl savaşıyorsun?" dedi. Hz. Ebubekir 'Vallahi namazla zekât arasını ayıranlarla savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Vallahi bunlar Rasûlullah'a veregeldikleri zekâtı benden esirgerlerse, bundan dolayı onlarla muhakkak savaşırım' dedi. 
Ömer b. Hattab 'Vallahi aziz ve celil olan Allah'ın kıtal için Ebubekir'in gönlünü katiyetle açmış olduğuna tamamen kani oldum ve savaşın hak olduğunu öğrendim' dedi. (Buhari/1335, Müslim/20)

Zekât'ın Kendisine Farz Olduğu Kimseler ve Zekât'ın Farz Olma Şartları
Zekât, aşağıdaki şartlara sahip olan kimselere vaciptir:
1. Müslüman olmak.
Bu nedenle kâfir olan bir kimse zekâtla mükellef tutulamaz ve muahaze (ayıplanmaz) edilemez. 
Bunun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in Muaz'ı elçi olarak gönderdiğinde söylediği şu sözlerdir: “Onları, Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmeye çağır... Eğer onlar buna itaat ederlerse kendilerine şunu bildir ki Allah onlar üzerine zekâtı farz kılmıştır.” 
Görüldüğü gibi zekât, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in (s.a) Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik etmeye bağlanmıştır.
Hz. Ebubekir'in şu sözü de zekâtın kâfirlere vacip olmadığına delildir: 'Bu, Rasûlullah'ın Müslümanlara farz kıldığı sadakanın farizesidir'. (Buhari/1386)
Hz. Muhammed (a.s.v.)'in 'Müslümanlara farzdır' sözünden açıkça anlaşılmaktadır ki Müslüman olmayana zekât farz değildir. Bu husus, malın zekâtı hakkındadır. Ancak fıtır sadakası, bazen Müslüman akrabalarından ötürü kâfir kimseye lâzım gelebilir. Kâfir de nafakası kendisine ait olan Müslümanların fitır sadakasını vermek zorundadır. Bu konu -Allah'ın izniyle- ileride gelecektir.
2. Nisab miktarına mâlik olmak.
Nisab, kendisine zekât düşen malın en az miktarıdır. Bunun delili kendilerine zekât düşen mallardan bahsederken geçmektedir.
3. Nisab miktarına ulaşan malın üzerinden, kamerî bir yıl geçmiş olması.
Bu nedenle üzerinden bir yıl geçmemiş olan mal ne kadar çok olursa olsun ona zekât düşmez. Bunun delili şu hadîstir:  “Üzerinden bir sene geçmedikçe hiçbir mala zekât lâzım gelmez.” (Ebu Dâvud/1573
Ekin, meyve ve hazine bu şarttan istisna edilmiştir. Bunların zekâtlarının vacip olması için üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir. Bunlar ele geçer geçmez zekâtları verilmelidir. Bunların tafsilatı -Allah'ın izniyle-yerinde gelecektir. 

Çocuğun ve Delinin Malında Zekât Vardır
Sözü geçen şartlardan anlaşılmıştır ki bir mala zekâtın vacip olması için mal sahibinin akıllı ve baliğ olması şart değildir.
Çocuk ile Delinin Malına Zekâtın Vacip Olmasının Anlamı
Çocukla delinin malına zekâtın vacip oluşunun anlamı, onların şer'an mükellef olmaları dolayısıyla mallarının zekâtını vermelerinin vacip olması demektir. Eğer zekâtlarını vermezlerse kıyamet günü cezasını göreceklerdir anlamında değildir. Onların mallarına zekâtın vacip olmasının mânâsı şudur: Zekât, onların mallarıyla ilgilidir. Onların mallarında zekât şartları oluştuğunda, velilerinin malın zekâtını hak sahiplerine vermesi vacip olur. Eğer veliler bu hususta ihmal gösterirlerse günahkâr olup azaba müstehak olurlar. Eğer velileri yoksa, çocuğun baliğ olduktan, delinin de akıllandıktan sonra geçen senelerin zekâtını hesaplayıp vermesi gerekir.

Çocuk ve Delinin Malına Zekâtın Vacip Olmasının Delilleri
“Onların mallarından bir sadaka al ki o sadaka ile onları temizleyip tezkiye edesin.” (Tevbe/103)
"Onların mallarında isteyenler ve mahrum olanlar için bir hak vardır.” (Mearic/24-25)
Görüldüğü gibi bu ayetler, Allah'ın kullarına verdiği malda yoksullar için bir hak bulunduğuna delâlet etmektedir. Allah Teâlâ, peygamberine de o hakkı o maldan alıp sahiplerine vermesini emretmiştir.
Allah, burada bir mal sahibini diğerinden ayırmamıştır. Bu durumda mal sahibi olan herkese zekât vermek farzdır. Ayrıca zekâtı herhangi bir mala da tahsis etmemiştir.
İkinci derecede, daha önce bahsi geçen şu haber de bunun delilidir.
Hz. Ebubekir şöyle demiştir: 'Bu, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in Müslümanlar üzerine farz kıldığı sadaka farizasıdır'. (Buhari/1386)
Bu rivayetin metninde geçen el-müslimûn kelimesi umumidir; baliğ olan olmayan, akıllı olan olmayan herkesi kapsar. Hz. Muhammed (a.s.v.)'den bunu tahsis eden bir delil gelmedikçe, kelimenin umumi mânâda olması esastır.
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim malı olan bir yetimin velisi olursa, o mal ile onun için ticaret yapsın. Zekâtın, o malı yiyip bitirmesini beklemesin.” (Dârekutnî, Sünen, H/110, (İbn Ömer'den)
“Yetimlerin mallarıyla ticaret yapın ki zekât, onların mallarını tüketmesin.” (İmam Şafii, el-Umm, 11/23-24)
Bu iki hadîsin delil olma noktası şudur: Bu iki hadîs, malın âtıl bırakıldığında zekâtın o malı tüketeceğine delâlet eder. Çünkü her yıl zekâtı çıkarıldığında bir müddet sonra o mal nisab miktarından aşağıya düşer. Malın boşa gitmesi veya tükenmesi ancak o malı çalıştırmadan zekât vermekle olur. Çocuğun malına zekât düşmeseydi o maldan zekât vermek caiz olmazdı. Çünkü çocuğun velisi onun malını teberru olarak bir yere veremez. Bu da çocuğun malına zekât düştüğüne delâlet eder. Bu hususta deli de çocuğa kıyas edilir. Çünkü deli de çocuk hükmündedir.
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Yetimlerin mallarıyla ticaret yapınız ki zekât onu yiyip bitirmesin', (İmam Mâlik, Muvatta, 1/251)
Hz. Ömer, bir kişiye şöyle demiştir: 'Bizim yanımızda bir yetimin mâlı var ve zekât onu süratle tüketiyor'. (İmam Şafii, el-Umm, 11/23-24)
İmam Şafii ve hocası İmam Mâlik'ten gelen bu iki rivayetle istidlal etmek, tıpkı bahsi geçen iki hadîsle istidlal etmek gibidir. İmam Mâlik'in Abdurrahman b. Kasım'dan, onun da babasından rivayet ettiği şu hâdisede de bunu teyid etmektedir: 'Aişe hem benim, hem de yetim olan iki kardeşimin velisiydi. Biz onun evinde kalıyorduk. O, bizim malımızdan zekât veriyordu'. (Zurkanî, Şerh-i Muvatta, 11/325)
Ayrıca zekât, fıtır sadakasına kıyas edilir. Zira fıtır sadakasının çocuklar ve deliler için de verilmesinin vacip olduğunda icma vardır. Çocukluk ve delilik, onlar için fıtır sadakası verilmesinin vacip olmasına engel teşkil etmediği gibi, onların malları nisab miktarını aştığında zekâtın vacip olmasına da engel teşkil etmemelidir.
Zekâttan maksat, fakirlerin ihtiyacını gidermek, o malda hakkı bulunanlara hakkını vermek suretiyle malı temizlemektir. Bunun için de mal sahibinin kimliği değil, Müslüman olması (ailesinin Müslüman olması) dikkate alınır. Durum böyle olursa delinin de, çocuğun da malına zekât düşer. Zekât malı, fıtır sadakası gibidir. Çünkü ikisi de malî bir haktır.
Zekât, sadece bedenî bir ibadet değildir ki mükellef olma şartı aransın veya mükellef olmamak zekâtın farziyetine tesir etsin. Zekât, malî tarafı ağır basan bir ibadettir ve iktisadî adaletin bir yönünü teşkil eder. Bu bakımdan bu hususta tüm mal sahiplerinin eşit olması gerekir.

ZEKÂTIN FARZ OLMASI İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR
* 1. Baliğ olmalı: Mal sahibi olan çocuğun zekât vermesi vâcib değildir.
2. Akıllı olmalı: Delinin zekât vermesi vâcib değildir. Ancak bu ikisinin mallarından verilmesi gereken zekâtı, velîlerinin vermesi vâcibtir. Hanefîler dışındaki üç mezhep imamı bu görüştedir.
3. Müslüman Olmalı: İslâm’a dönünceye kadar mürtede zekât, askıda kalarak vâcib olur. İslâm’a dönerse elinde bulunan malın kendi mülkü olduğu tebeyyün ettiğinden dolayı zekât, kendisine vâcib olur ve yermesi gerekir. Bu zekâtı mürtedlik süresi içinde verirse geçerli olur. Bu haldeki niyeti de geçerli olur.
Çünkü bu niyet, ibâdet için değil de temyiz (ayırt etme) içindir. Mürted kişi Müslüman olmadan ölürse, malı kendi mülkünden çıkar, ganimet hâline gelir. Zekât vermesi de gerekmez.
4. Eldeki mal, kişinin tam mülkü olmalıdır. Tam mülkiyet şartı, köleyi ve mükâtebi zekât verme yükümlülüğünün kapsamı dışına çıkarmaktadır. Köle, mülkiyet hakkına sâhib olmadığı için; zekât yükümlülüğü altına girmez. Mükâteb de, mülkiyeti zayıf olduğu için, zekât yükümlülüğü altına girmez. 
Herkesin istifâdesine açık sâhipsiz mallar da zekâta tâbi olmazlar. Meselâ hiç kimsenin uğraşısı olmaksızın çölde kendi başına yetişen ekinin zekâtı, kimsenin mülkiyetinde bulunmadığından ötürü, biçip alan kimseler tarafından verilmez. Belirsiz şahıs ve müesseseler için vakfedilen mallar da zekâta tâbi olmazlar. Meselâ bir mescide, bir kaleye, ya da yoksul ve miskinler gibi belirsiz cemaatlere vakfedilen bir bostanda yetişen ekin ve meyveler zekâta tâbi olmazlar. Bir tarla kiraya verilip ekilirse, bu tarlada yetişen ekinin zekâtı müstecire ait olur. Belirli kimseler için vakfedilen mallar da aynı şekilde zekâta tâbi olurlar. 
Kadının mihrine gelince; Bu mihir eğer henüz kocasının elindeyse borç statüsüne tâbi olur. Bunun zekâtını vermek vâcibtir. Ne var ki, kocadan alındıktan sonra zekâtı ödenecektir.
Yine buna benzer olarak bir kişi, bir malı ödünç alır; bu mal dindeyken bir sene geçerse, elindeki bu malın zekâtını vermekle yükümlü olur. Çünkü ödünç olarak alınan mal, tam mülk olarak kabul edilir.
5. Elde bulunan mal nisâb miktarına ulaşmalıdır. Zekât, ancak nisâb miktarı mala sâhib olan kişiye vâcib olur. Fıkıh terminolojisinde nisâb; şerîat koyucunun altın, gümüş ve benzeri şeylerden zekâtın vâcib olması hususunda dikmiş olduğu alâmettir. Nisâb miktarı, zekâtı verilecek malın türüne göre değişir. Zekâtı verilmesi vâcib olan malların çeşitlerinden bahsedilirken nisâbla ilgili açıklama yapılacaktır.
6. Nisâb miktarı mala sâhip olan kişinin elindeki malın üzerinden bir yıl geçmelidir. Bir yıldan maksat, güneş yılı değil, ay yılıdır. Ay yılı 354 gündür. Güneş yılı ise bazen 365 gün, bazen 366 gün çeker. 
Zekâtın vâcib olması için, malın üzerinden eksiksiz olarak tam bir sene geçmesi gerekir. Geçen sürenin bir anlık olsa bile bir seneden eksik olması hâlinde zekât vâcib olmaz. Bir sene şartı hububat, maden, define ve ticâret kazancı dışındaki malların zekâtının verilmesinde aranır. Ticâret kazancını da bu kapsama aldık; zîrâ ticâret kazancı sermaye nisâb miktarından az olmamak şartıyla sermayesinin senesiyle beraber zekâtlandırılır. Eğer sermaye, nisâb miktarından az olursa ve kazanç sonradan sağlanıp nisâb miktarına ulaşmışsa, o tarihten itibaren bir senelik süre işlemeye başlar. Sene başında nisâb miktarı mal elde bulunur da bu miktar sene içinde eksilir ve bilâhare de tamamlanırsa, tamamlandığı tarihten itibaren tam bir senelik bir süre geçmediği takdirde zekât vermek kesinlikle vâcib olmaz.
7. Nisap miktarı mala sahip kişi “özgür” olmalıdır: Mükâteb de olsa köle, zekât vermekle yükümlü değildir.
8. Mal borçtan arındırılmış olmalıdır: Bir kişi borçlu da olsa, bu borcu nisâb miktarını alt da etse, yine zekât vermesi vâcib olur.* (A. Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları)

SORU -Zekattan borçlu olan kimse vefat ederse varisleri terekesinden zekatını vermeğe mecbur mudurlar?
Cevap: Zekattan borçlu olan kimse imkan bulduğu halde zekatını vermeden önce vefat ederse Şafiı mezhebine göre vasiyet etmezse de terekesinden verilmesi gerekir. Çünkü hayatta iken zimmet inde sabit olmuştu. Sair kul hakları gibi vefatıyla sakıt olmaz. Hanefi mezhebine göre ise vasiyet etmemiş ise terekesinden alınmaz. Çünkü vefatıyla tereke varislere intikal eder. Yalnız varisler baliğ oldukları takdirde teberru ederek muris in zekatını çıkarabilirler. (Halil Günenç-Fetvalar-307)

ZEKÂTININ VERİLMESİ FARZ OLAN MALLAR
Zekâtın vacip olmasındaki esas, malın artmasıdır. Bu bakımdan artmaya kabiliyeti olan her mala zekât düşer. Camid (donuk) ve gelişmeyen mallara zekât taalluk etmez. Bunun hikmeti açıktır. Çünkü donuk ve çelişmeyen bir maldan zekât verildiğinde takriben kırk yılda zekât o malı yok eder. Böylece mal sahibi zarara uğramış olur.
Gelişmeye kabiliyeti olan mala gelince, zekât burada gelişmeye tâbi olarak taalluk eder. Malın esasının, zekâttan ötürü yok olma tehlikesi ortadan kalkar.
I. Altın ve Gümüş
Altın ve gümüşe, ister sikkeli, ister sikkesiz olsun zekât düşer. Bunlar hakikaten veya itibaren mülk sahibinin tasarrufu altına giren maldır. Bunlar, altın ve gümüşün yerine geçen kağıt paralar ve senetler de olabilir.
Altın ve Gümüşe Zekâtın Vacip Olduğunun Delili
“Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele!” (Tevbe/34)
Keneden (biriktirmekten) maksat, kendisine zekât düşen malı hapsetmektir. Buharî, yukarıdaki ayetin tefsirini İbn Ömer'den şöyle rivayet ediyor: 'Malı biriktirip de onun zekâtını vermeyen kimseye azap vardır'. (Buhari/1339)
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Altın ve gümüşün (zekât) haklarını te'diye etmeyen her altın ve gümüş sahibi kıyamet günü olduğunda, o altın ve gümüşleri kendisi için ateşten levhalar haline getirilir, cehennem ateşinde kızdırılır sonra bu kızgın levhalarla böğrü, alnı ve sırtı dağlanır. Bunlar soğudukça azap için tekrar kızdırılır. Bu azaplandırma miktarı elli bin sene olan bir gün içinde, kullar arasında hüküm verilinceye kadar sürer. Neticede o kimse ya cennete veya cehenneme doğru giden yolunu görür (yahut, cennet veya cehenneme doğru giden yol kendisine gösterilir). (Müslim/987, (Ebu Hüreyre'den)
Kendisine Zekât Taalluk Eden Altın ve Gümüşün Çeşitleri
a. Gümüşten yapılmış dirhemler, altından yapılmış dinarlar, onlardan meydana getirilen altın ve gümüş sikkeler.
b. Altın ve gümüş külçeler.
c. Kullanmak veya süs için hazırlanan altın ve gümüş eşyalar. 
Kadınların Zîynet Eşyalarında Zekât Yoktur
Zekât düşen süs eşyalarından, kadının süs eşyası istisna edilmiştir.  Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî bilginlerine göre ise, kadının normal olarak takıp kullandığı ziynet (takı) eşyası, aslî ihtiyacı sayıldığından bunlardan zekât gerekmez. Örneğin kadının israf sınırına varmayan altın veya gümüş takısına veya erkeğin gümüş yüzüğüne zekât düşmez. Bunun nedeni, onları süs eşyası olarak kullanmanın onlardaki gelişme sıfatını yok etmesidir.
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Ziynet eşyasında zekât yoktur.” (Beyhakî, IV/138, Dârekutnî, H/107)
Sahabeden rivayet edilen eserler de bu hükmü teyid etmektedir. İmam Mâlik'in Hz. Aişe'den rivayet ettiğine göre Hz. Aişe, kardeşinin kızlarının velisiydi. Bu yetimler onun yanındaydı. Hz. Aişe onların takılarından zekât vermiyordu. (İmam Mâlik, Muvatta, 1/250)
Abdullah b. Ömer, kızlarına ve cariyelerine altın takılar yaptırırdı ve bunlardan zekât vermezdi.
Bir kişi Cabir b. Abdullah'a şöyle sordu: - Takıda zekât var mı? - Hayır, yok! (İmam Şafii, el-Umm, 11/34-35)
       Bu hüküm, altın ve gümüşten olup da kullanılması haram olan eşyalar için geçerli değildir. Meselâ bir kişi gümüş yüzükten başka bir takı edinirse veya kullandığı aletleri altın ve gümüşten yaparsa veya duvara asmak için altın veya gümüşten bir levha yaparsa bunlara zekât düşer.
Bu eşyalarda gelişme vasfı her ne kadar ortadan kalkmışsa da buna itibar edilmez. Çünkü gelişme vasfını ortadan kaldıran sebebin kendisi haramdır. 
* II. Banknotlar (para)
Cumhûr-u ulemâ, tedavülde altın ve gümüş yerine geçerli olan banknotların da zekâta tâbi olduğu görüşündedirler. Çünkü bu kağıtları, hiçbir zorlukla karşılaşmaksızın altın veya gümüşe çevirmek mümkündür. İnsanların yanında büyük miktarda servet tutacak banknot bulunması ve bu kağıtları vererek istedikleri anda nisâb miktarına varan altın veya gümüş satın alabilmeleri halinde zekât vermemeleri aklın kabul edeceği şey değildir. Bu nedenle de Hanbelîler dışındaki fıkıhçılar, banknotların da zekâta tâbi olacağı hususunda görüş birliği etmişlerdir.
Şafiiler dediler ki: Nakdî kağıtlar, yani banknotlar ile muamele etmek, bu paraların değerlerini bankaya havale etmek türünden bir muameledir. Banknotu eline geçiren bir kişi, bankadan bu kağıdın değeri kadar alacaklı olur. Banka da bu kağıdı elinde bulunduran kişiye karşı borcunu itiraf eden ve istenildiği anda değerini ödemeye hazır olan bir borçludur ki, bu borcunu da her zaman ödemeye hazırdır. Borçlu bu vasıfta olunca da elindeki banknotun zekâtını hemen vermek vâcib olur. Alacaklı olan banknot sahibiyle borçlu olan banka arasında örfe göre muamele unsuru olan icâb ve kabul lâfızlarının kullanılmamış olması, bu borç muamelesini iptal etmez. Şu da var ki; bazı Şafiî imamları, icâb ve kabulden maksadın, aradaki muameleye her iki tarafın da razı olduklarını hissettiren fiil ve sözler olduğunu söylemişlerdir ki, bu muamelede tarafların rızâları tahakkuk etmiştir. * (A. Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları)

Soru: Bir kimsenin herhangi bir fabrikada bir veya birkaç hisse senedi bulunsa zekatını verecek mi, vermeyecek mi verecekse nasıl hesap edecek ?
Cevap: Bir kimsenin bir fabrikada bir veya birkaç hisse senedi bulunduğun da (nisaba malikse) zekatını verecektir. Bunun hesabı şu şekilde yapılır. Önce bütün hisse senetlerinin yekun değeri hesaplanacak. Daha sonra , fabrika binası, makina, alet ve bütün demirbaş eşyanın kıymeti hisse senetlerinin yekun değerinden çıkarıldıktan sonra kalan ticaret eşyası, hammadde ve elde mevcut olan para hisse senetlerine bölünecektir. Çıkan meblağ kırka bölünerek zekatı bulunmuş olur. Başka bir ifade ile, fabrika binası, makinalar ve demirbaş eşya hariç ne varsa hesaplanacak ve hisse senetlerine bölünecektir. Farz edelim her hisse senedine düşen pay bir milyon ise, her hisse senedinin zekatı yirmi beş bin liradır. Yalnız hisse senetlerini alan kimsenin gayesi alıp satmak ise yani ticaret yapmak ise değeri ne ise onu hesap edip kırkta birini zekat verecektir. Ticaret şirketlerinin hisse senetleri alış-verişte bugün değeri ne ise hesaplanacak ve zekatı verilecektir. (Halil Günenç- Fetvalar-266)

III. En'âm (Besi Hayvanları) 
En'âmdan maksat, deve, sığır ve koyunlardır. "Keçi de koyuna ilhak edilmiştir.
Bu hayvanlarda zekâtın vacip olduğuna dair delil şudur: Enes b. Mâlik'ten rivayet edildiğine göre Hz. Ebubekir, kendisine bir mektup yazarak onu Bahreyn'e gönderdi. O mektubun başında şöyle yazıyordu: “Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Rasûlullah'ın Müslümanlar üzerine farz kıldığı sadaka farizasıdır. Müslümanlardan bunu gereği gibi isteyene onu verin, bundan daha fazlasını isteyene vermeyin!” (Buhari/1386)
Bu, uzun bir rivayettir. Devamında zekât düşen malların cinsleri zikredilmiş, nisabları açıklanmış, ne kadar zekâtın vacip olduğu belirtilmiştir. Bunları kitabımızın çeşitli yerlerinde inceleyeceğiz, açıklamaları da orada yapılacaktır.

IV. Ziraî mahsuller ve meyveler
Ziraî mahsullerin ve meyvelerin, halkın normal durumlarda çürümeden azık edinebildikleri kısımlarına zekât düşer. Meyvelerden yaş hurma ile yaş üzüm, ziraî mahsullerden de buğday, arpa, pirinç, mercimek, nohut ve mısır gibi yiyecekler bu kışıma girer. Sadece kıtlık zamanlarında azık edinilen yiyecekler zekât hususunda dikkate alınmazlar.
Ziraî Mahsullerde Zekâtın Vacip Olduğunun Delili
“Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin. Devşirme gününde hakkını verin.” (En’âm/l4l)
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre ayetteki 'hak'tan maksat, zekâtını vermektir.
“Ey iman edenler! Kazandıklarınızdan ve sizin için yerden bitirdiklerimizin iyilerinden sarf edin.” (Bakara/267)
İleride bu hususta -Allah dilerse- zikredilecek daha birçok delil vardır. Bu ayetin bu konuya mahsus olduğuna şu hadîs delâlet eder: “Hurmaların tahmini gibi onlara da tahmin yapılır ve bilâhere hurmanın zekâtı kuru hurma olarak ödenir.” (Ebu Dâvud/l6O3, Tirmizî/644, (Attab b. Esîd'den)
Hz. Muhammed (a.s.v.), Ebu Musa el-Eş'arî ile Muaz b. Cebel'i, İslâm'ı öğretmek üzere Yemen'e gönderirken kendilerine şöyle buyurdu: “Zekâtı; ancak arpa, buğday, kuru üzüm ve kuru hurmadan alın.” (Hâkim, (Ebu Musa el-Eş'arîden; sahih isnadla)
Yine Hz. Muhammed (a.s.v.) salatalık, kavun ve nar’ın zekâtının olmadığını söylemiştir. (Hâkim, Müstedrek, 1/401. Ravi, bu hadîsin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Fakat (Buhari ve Müslim) bunu rivayet etmemişlerdir. Zehebî hadîsin sahih olduğunu söylemiştir.)
Genellikle azık edinilen yiyecekler, arpa ve buğdaya kıyas edilmiştir. Çünkü azık edinmek, hayat için zaruridir. Bu bakımdan ihtiyaç sahipleri için, o yiyeceklerden bir hak ayrılması vacip olmuştur.

V. Ticaret malları
Buradaki ticaretten maksat, bir malı karşılıklı olarak kâr maksadıyla değiş-tokuş yapmaktır. Bu da malın belli bir çeşidine mahsus değildir. Kâr amacıyla karşılıklı değiş-tokuş yapılan mallar, ticaret mallarıdır.
Ticaret Mallarında Zekâtın Vacip Olduğunun Delili
“Ey iman edenler! Kazandıklarınızdan ve sizin için yerden bitirdiklerimizin iyilerinden sarf edin.” (Bakara/267)
Mücahid 'Bu ayet ticaret hakkında nazil oldu' demiştir. Bunun anlamı 'Ticaret yoluyla kazandığınız mallardan zekât verin!' demektir. 
Hz.  Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Devede, sığırda, koyunda ve kumaşta zekât vardır.” (Hâkim,).
Hadîsin metninde geçen ‘el-be’den maksat, satılmak için hazırlanan kumaşlardır. Ticaret için hazırlanan diğer mallar da buna kıyas edilmiştir.
Semure b. Cündüb şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), bize satış için hazırladığımız mallardan sadaka (zekât) vermemizi emrediyordu'. (Ebu Dâvud/1562)

Ticaret Mallarında Zekâtın Vacip Olmasının Şartları
Elde edilen malların ticaret malı olması ve o mala zekâtın vacip olması için aşağıdaki şartların tahakkuk etmesi gerekir:
a. Alışveriş, icare, mehir ve benzeri gibi bir bedel karşılığı elde edilen bir mal olması.
Miras, vasiyet veya hibe yoluyla elde edilen mal ticarî mal sayılmaz.
b. Mal elde edildiği anda onunla ticaret yapmaya niyet edilmesi ve bu niyetin devamlı olması.
Kişi malı elde ettiğinde o mal ile ticaret yapmaya niyet etmezse, o mal ticarî mallardan sayılmaz. Hatta aldığı anda değil de daha sonra niyet etse bile o mal. yine ticarî mallar kapsamına girmez. Ticaret amacıyla alman, fakat daha sonra kendisi mülk edinilip ticaret yapılmamaya niyet edilen mala da zekât düşmez.

VI. Maden ve Rikaz (gömü, define ve hazine vb.)
Bunlardan maksat, yer altından çıkarılan altın ve gümüştür. Eğer çıkarılan madde, karışık olduğu diğer maddelerden tasfiye edilirse bu maden'dir.
Eğer çıkarılan madde, İslâm'dan önce para olarak kullanılan bir şey ise bu da rikaz (gömü, define ve hazine vb.)’dır. Fakat İslâm'dan sonra yere gömülmüş olduğu sabit olursa, bu 'zayi olan mallar' kapsamına girer. Bunun özel kısımları vardır ve Lukata konusunda tafsilatlı olarak açıklanacaktır.
Madenlerde Zekâtın Vacip Olduğunun Delili
Hz. Muhammed (a.s.v.) 'el-Kabeliyye' denilen beldenin madenlerinden zekât almıştır. Bu yer Mekke ile Medine arasında bulunan 'el-Furğ' isimli köyün nahiyesidir.
İmam Nevevî 'Arkadaşlarımız, madenlerde zekâtın vacip olduğu hususunda ümmetin ittifak ettiğini söylemişlerdir' demiştir. (Nevevî, el-Mecmû, VI/73-74)
Rikaz'da Zekâtın Vacip Olduğunun Delili
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Define mallarında beşte bir nisbetinde zekât vardır.” (Buhari/1428, Müslim/1710, (Ebu Hüreyre'den)
Rikaz ve maden de altın ve gümüş olmakla beraber biz onları zekât mallarından ayırıp müstakil bir çeşit olarak dikkate aldık. Çünkü onların kendilerine mahsus hükümleri vardır. Bunların, senenin geçmesi ve yüzdeleriyle ilgili hükümleri ileriki fasıllarda incelenecektir. Bu yüzden bunları zekât düşen mallardan ayırarak müstakil bir çeşit olarak inceledik. Fakat maden ve rikaz, gerçekte altın ve gümüş kapsamındadır.

Malların Nisabları (miktarı) ve Zekâtın Vacip Oluşu
Zekât düşen malların çeşitlerini daha önce zikretmiştik. Nisab, zekât düşen malın en az sınırıdır. Nisab miktarına ulaşmayan mala zekât düşmez. Her malın, zekât düşmesi için belli ve kendine mahsus bir nisabı vardır. Bunları teker teker inceleyelim. 
1. Altın ve Gümüşün Nisabı ve Vacip Olan Zekâtın Miktarı
20 miskale ulaşmayan altına zekât düşmez. 200 dirheme ulaşmayan gümüşe de zekât düşmez. Buna göre altının nisabı 20 mıskal, gümüşün nisabı da 200 dirhem olmaktadır.
Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “ Senin 200 dirhemin olur da üzerinden sene geçerse, ona 5 dirhem zekât lâzım gelir. 20 miskal olmadıkça altından zekât lâzım gelmez. Senin 20 mıskal altının olur ve üzerinden sene geçerse yarım dinar zekât lâzım gelir. Bundan fazla olduğunda fazlanın hesabına düşen verilir.” (Ebu Dâvud/1573, (Hz. Ali'den)
“5 ukiyeden az olan gümüşte zekât yoktur.” (Buhari/1413, Müslim/980) (ukiye 40 dirhem)
Miskal Nedir?
Şu an mâruf olan iki çeşit miskal vardır:
a. Acem miskali: Bu miskal, 4.8 grama eşittir. 20 miskal, 96 grama eşittir.
b. Irak miskali: Bu da 5 grama eşittir. Bu bakımdan 20 miskal, 100 grama denktir.
Bu hususta, ikisinden en az olana, yani 96 grama itibar etmek daha ihtiyatlıdır. Çünkü fakirin maslahatı bununla daha iyi gözetilmiş olur. 1 gram altının değeri, Türk parasıyla 100 TL. olursa, nisab miktarı bugünkü fiyatla çarpıldığında 9.600 TL. olur. Altının fiyatı, normal değişmelerde bu şekilde dikkate alınır. Ancak normal olmayan durumlardaki fiyatı dikkate alınmaz.
Dirhem Nedir?
10 dirhemin, tartıda 7 miskale eşit olduğunda ittifak edilmiştir. Yani 10 dirhem 33.6 grama denktir. Bu birinci ihtimal kabul edildiği takdirde böyledir. Bu bakımdan 200 dirhem, 672 gram altın veya gümüşe denktir.
İslâm tarihine baktığımızda, İslâm'ın başlangıcında 200 dirhem gümüşün, 20 miskal altına denk olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre de 20 miskal altın ile 200 dirhem gümüş nisab miktarı sayılıyor ve zekât vacip oluyordu. Sonra altının değeri değişerek 20 miskal altının kıymeti, 200 dirhem gümüşün kıymetini çok aştı. Şu anda da durum böyledir. Her iki ihtimale binaen de kağıt para edinen kimse onu gümüşün bedeli olarak dikkate alabilir. Bu durumda 96 gram altına bedel olduğunda ona zekât vacip olur. 
Eldeki para 672 gram gümüşe denk ise, en ihtiyatlı yol şudur: Fakirler için, altın ve gümüşe göre takdir edildiğinde hangisinin daha yararlı olduğu dikkate alınmalıdır. Ancak bu şekilde yapıldığında, Allah katındaki zekâtın ödendiği kanaatine varılabilir. Gümüşe göre takdir edildiğinde, altına göre nisab miktarı düşer ve az malda zekât vacip olur. Bu durumda Müslüman gümüşe göre takdir etmeli ve zekâtını ödemelidir. Böylece zimmet-i beraat etmelidir. 
Nisab miktarına ulaşan altın ve gümüşte zekâtın vacip olmasının şartı, üzerinden 1 senenin geçmiş olmasıdır.
Altın veya gümüş, nisab miktarına ulaştığında, zekâtın vacip olması için bu malın, mükellefin eline geçtiği andan itibaren üzerinden 1 senenin geçmesi gerekir. Bu müddet zarfında nisab miktarından aşağı düşmemelidir.
Bunun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu hadîsidir: “Üzerinden sene geçmedikçe hiçbir mala zekât yoktur.” (Ebu Dâvud/1573)
Mal, nisab miktarından aşağı düştüğünde, isterse senenin bir gününde veya senenin bir saatinde düşmüş olsun, tekrar artıp nisab miktarına ulaştığı zamana kadar nisab miktarına ulaşmış kabul edilmez. Tekrar nisab miktarına ulaşıp bütün sene boyunca hiç düşmeden kaldığında zekât vacip olur. (Ebu Hanife'nin mezhebine göre ise, esas olan, nisabın senenin başında veya sonunda bulunmasıdır. Nisabın sene içinde azalması, o maldaki zekâtı düşürmez. Zekât verilecek fakirler için bu görüş daha yararlıdır. Mal sahiplerinin bu görüşe göre davranmaları daha güzeldir ve takvaya daha yakındır. Burada İmam Şafii'nin mezhebine muhalefet etmek söz konusu değildir.)
Altın ve Gümüşte Vacip Olan Zekâtın Miktarı
Nisab miktarına veya fazlasına ulaşan altın veya gümüşün üzerinden 1 sene geçmişse, yukarıda sözü geçen şart da tahakkuk etmişse, malın tamamında % 2.5 (1/40) zekât vardır.
Bunun delili, daha önce bahsi geçen hadîstir. Ayrıca Hz. Ebubekir'in mektubunda yazılı olan şu hükümdür: 'Rükka'da % 2.5 (1/40) vardır'. Buradaki rükka'dan maksat gümüştür.
 Zekât Malları Yerine Başka Bir Malın Zekat Verilmesi 
Paranın zekâtının para olarak verilmesi gerektiğinde ihtilaf yoktur. Mükellef zekâtını idareciye veya vekiline verdikten sonra, onlar o zekâtı hak sahiplerine vermeden önce değiştirmeye yetkili değillerdir; yani para olarak aldıkları zekâtı, para olarak sahiplerine dağıtmaları gerekir.
Nevevî şöyle der: "Arkadaşlarımız 'Ne idarecinin, ne de zekât memurunun, zekât mallarından herhangi bir şeyi, ortada bir zaruret olmaksızın satmaya yetkisi yoktur. Alınan zekâtı, olduğu gibi hak sahiplerine dağıtmak mecburiyetindedirler. Çünkü zekât verilen kişiler, vâsi ve veliye ihtiyaçları olmayan aklı başında kimselerdir. Bu bakımdan onların hakkı olan bir şeyi, onların iznini almadan değiştirmek veya satmak caiz olmaz' demişlerdir".(Nevevî, el-Mecmû, VI/178)
İmam Nevevî'nin kast ettiği zaruret şekli şöyle olabilir: Alınan zekâtın telef olmasından veya hak sahiplerine ulaşıncaya kadar bozulmasından endişe edilir veya hak sahiplerine ulaştırmak için paraya ihtiyaç duyulması söz konusu olursa, idareci bu durumda malların bir kısmını satar, gerisini götürür. Ancak böyle bir zaruret olduğunda zekât malı değiştirilebilir veya satılabilir.
Nevevî, Şafii âlimlerinin şöyle dediğini nakleder: 'Eğer deve, sığır veya koyunun zekât verilmesi gerekiyorsa, mal sahibi onu satarak parasını zekât olarak veremez. Bu hususta ihtilaf yoktur. Hak sahiplerini bir araya toplayıp deveyi kendilerine teslim etmesi gerekir Onlar isterlerse deveyi satar, parasını paylaşırlar. Cumhura göre İmam'ın hükmü de böyledir' (Nevevî, el-Mecmû, VI/178)
Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız: Zekât, bir ibadettir, ibadette de reyin yeri yoktur. İctihad ancak dar sınırlar dahilinde olur. Bunun için fakihler burada nassların sınırında durmuş ve naslara muhalefette bir maslahat olduğu vehmine kapılmamışlardır.
Nevevî, İmam Harameyn'den şöyle naklediyor: 'Arkadaşlarımızın itimad ettiği esas şudur: Zekât, insanları Allah'a yaklaştıran malî bir ibadettir. Böyle olan her şeyde Allah'ın emrine tâbi olmak gerekir. Bir kişi vekiline falan elbiseyi almasını emretse, vekil, müvekkilinin yararına da olsa başka bir elbise alamaz. Bu bakımdan Allah'ın emriyle vacip olan bir emre ittiba evladır'. (Nevevî, eî-Mecmû, V/403)
Soru -Şafii olan bir manifaturacı kendisinden elbise isteyen bir fakire yanında bulunan kumaş tan zekat verebilir mi?
Cevap: Her ne kadar Şafii mezhebine göre kumaş zekat olarak verilmez ise de Hanefi mezhebini taklit etmek suretiyle kumaşı zekat olarak çıkarmakta bir beis yoktur. (Halil Günenç-Fetvalar- 283)
Zekât Mallarında Zekat verilen Kişi Yerine Tasarruf Etmek
Bu fetvaya (İmam Nevevi’nin fetvası) binaen hayır cemiyetlerini idare edenlerin dikkatini çekiyoruz. Zekât diye aldıkları paraları 'Talebelerin maslahatına daha uygundur' diye gıda maddeleriyle veya başka maddelerle değiştiremezler. Ancak o zekât hak sahiplerine verildikten sonra onda tasarruf edebilirler. Bu mallan ne kendileri için, ne de aileleri için kullanamazlar. İhlas sahibi olanlara tavsiyemiz, eğer ecir ve sevap almak istiyorlarsa, Şârî'nin emrettiği gibi davranmaktan kaçınmamalıdırlar. Allah'ın şeriatında zan ve batıl tasavvurlara sapmamalıdırlar. Kendilerini, Allah'ın veli kılmadığı kimseler üzerine veli kılmamalıdırlar. Nevevî'nin büyük âlimlerden naklettiği bu fetvaya yapışmalıdırlar. Zekâta müstehak olan kimseler reşid kimselerdir, dolayısıyla herhangi bir kimse onların velisi olamaz. Bu bakımdan onların hakkı olan zekâtta, onların eline geçmeden önce kendiliklerinden tasarruf yapamaz ve onların izni olmadan dağıtamazlar. Onların izinleri de mal ellerine geçtikten sonra dikkate alınır. Onlar haklarını bizzat aldıktan sonra başkalarına izin verebilirler.

2. En'âm'ın Nisabı ve Vacip Olan Zekâtın Miktarı
En'âm'dan maksadın, deve, sığır ve koyun olduğunu zikretmiştik. Develer 5 adet olunca nisab miktarına ulaşmış olur, 5'ten az olan develerde zekât yoktur. Develerin sayısı arttıkça zekâtları da ona göre artar. 
Devenin Nisabı şöyledir;
Nisab                  Miktar
5'den 9'a kadar 1 koyun
36'dan 45'e kadar 1 deve (3 yaşında)
10'dan 14'e kadar 2 koyun  
46'dan 60'a kadar 1 deve (4 yaşında)
15'den 19'a kadar 3 koyun
6l'den75'e kadar 1 deve (5 yaşında)
20'den 24'e kadar 4 koyun
76'dan 90'a kadar 2 deve (2 yaşında)
25'den 35'e kadar 1 deve 2 yaşında
91'den 120'ye kadar2 deve (4 yaşında)
Develer fazlalaştıkça her 40 deve için üç yaşına basmış 1 dişi deve her 50 deve için dört yaşına basmış 1 dişi deve verilir. Eğer deve sayısı 170'e ulaşırsa onlarda, üzerinden 1 sene geçtikten sonra iki yaşını doldurmuş 3 dişi deve ve üç yaşını doldurmuş 1 dişi deve zekât olarak verilir. 170 devede üç tane 40, bir tane de 50 vardır.
Bu Hükümlerin Delili: Hz. Ebubekir, Enes'i zekât toplamak için Bahreyn'e gönderirken şu mektubu yazdı: “Rahman ve rahim Allah'ın adıyla! Bu, Peygamber'in Müslümanlar üzerine farz kıldığı zekâttır. Allah" onu, rasûlüne emretmiştir. Kim onu gerektiği şekilde isterse ona verin her kim de fazlasını isterse ona da vermeyin. 24 ve daha aşağı olan develerin zekâtı koyun olarak verilir. Her 5 deve için bir koyun. Develer 25'e ulaştı mı, 25ften 35'e kadar 2 yaşına basmış bir dişi deve verilir. Eğer 2 yaşına basmış dişi deve yoksa, 2 yaşına basmış bir erkek deve verilir. Develer 3ö'ya ulaştığında 45'e kadar 3 yaşına basmış dişi bir deve verilir. 46'dan 60'a kadar olan develerde 4 yaşına basmış dişi bir deve verilir. 61'den 75re kadar 5 yaşına basmış dişi bir deve verilir. 66'dan 90'a kadar olan develerde 3 yaşına basmış iki dişi deve verilir. 91'den 120'ye kadar olan develerde 4 yaşına basmış iki dişi deve verilir. Bunlar kendilerini erkek deveye teslim edecek hale gelmiş olmalıdırlar. 120'den fazla olan develerde her 40 deve için 3 yaşına basmış dişi bir deve ve her 50 deve için 4 yaşına girmiş bir dişi deve verilir.”(Buhari/1386)
Sığırın Nisabı
Sığırın nisabı ise otuza ulaşmasıdır. Sığırların sayısı arttıkça zekât oranı da artar. 
Sığırların zekâtı, aşağıdaki şekildedir:
Nisab                  Miktar
30'dan   39'a kadar 1 erkek veya dişi buzağı (bir yaşında)
40'dan   59'e kadar 1 dişi buzağı (iki yaşında)
60'tan    69'a kadar 2 buzağı (bir yaşında)
70'den   79'a kadar 1 dişi buzağı (2 yaşında), 1 erkek buzağı (1 yaşında)
80'den   89'a kadar  2 dişi buzağı (iki yaşında)
90'dan   99'a kadar  3 erkek buzağı (bir yaşında)
100'den 109'a kadar 1 dişi buzağı (2 yaşında), 2 erkek buzağı (1 yaşında)
110'dan 119'a kadar 2 dişi buzağı (2 yaşında), 1 erkek buzağı (1 yaşında)
Bu Hükümlerin Delili, Muaz'ın rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) beni Yemen'e gönderdi. Bana her 30 sığırdan, bir yaşında erkek veya dişi bir sığır, her 40 sığırdan İki yaşında bir dişi sığır almamı emretti'. (Tirmizî/633, Ebu Dâvud/1576 ve başka muhaddisler)
Koyunun Nisabı
Kırka ulaşmayan koyunların zekâtı yoktur. Kırka ulaştığında zekât olarak bir koyun verilir. Koyunların sayısı arttıkça zekât oranı da artar. 
Koyunların zekâtı aşağıdaki şekildedir:
Nisab          Miktar
40’dan 120'ye 1 koyun (bir yaşında) veya 1 keçi (iki yaşında)
121'den 200'e 2 koyun
201'den 300'e 3 koyun
Bundan sonra her yüz koyun için bir koyun zekât verilir.
Bu Hükümlerin Delili, Hz. Ebubekir'in Enes'i gönderirken yazmış olduğu şu mektuptur: “Otlatılan koyunlar 40'a ulaştığında 120'e kadar 1 koyun zekât düşer. 120'den 200'e kadar olan koyunlarda 2 koyun, 200'den 300'e kadar olan koyunlarda 3 koyun, 300'den fazla olan koyunlarda her 100 koyun için 1 koyun zekât verilir. Eğer otlatılan koyunlar 40rdan az ise, 39 bile olsa onlara zekât düşmez. Ancak mal sahibi isterse verebilir.” (Buhari/1386)
Hayvanlarda Zekâtın Vacip Olmasının Özel Şartları
Zekâtın vacip olmasının genel şartlarını açıklamıştık. Ancak hayvanlarda zekâtın vacip olması için birtakım özel şartların daha bulunması gerekir.
Bu şartlar aşağıdadır:
1. Zekât düşmesi için hayvanın otlaması gerekir.
Hayvan senenin çoğunu otlayarak geçirmelidir. Yaşamı otlamaktan başka bir şeye bağlı olmamalıdır. Çünkü yukarıda bahsi geçen hadîste bu husus belirtilmiştir.
2. Hayvan çalıştırmak için değil, sütü, yavrusu ve eti için edinilmiş olmalıdır.
Çalıştırmak için edinilmiş hayvanlara zekât düşmez. Bunun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu hadîsidir: “Çalışan sığırlarda zekât yoktur.” (Taberânî)
Diğer çalışan hayvanlar da sığıra kıyas edilmiştir. Sene içinde dünyaya gelen yavrular, üzerinden bir sene geçme şartından istisna edilir.
Bu durumda annelerinin üzerinden bir sene geçmesi şartı yavrularda yoktur, onlar annelerine tabidirler. Zekât senesi dolmak üzereyken dünyaya gelen yavrular da anneleri gibi zekâta tabidirler.

3. Ziraî Mahsuller ile Meyvelerin Nisabı ve Vacip Olan Zekât Miktarı
Ziraî mahsuller ile meyvelerin nisabını daha önce açıklamıştık. Bunların Kur'an ve Sünnetten delilleri de orada zikredilmişti. Şimdi ziraî mahsul ve meyvelerde zekâtın vacip olmasının şartlarını izah etmeye çalışalım.
Ziraî mahsul ve meyveler, kabukları ayrıldıktan, toprak ve çamurları temizlendikten sonra yaklaşık 5 vesk olmalı ki zekât vacip olsun. Eğer meyve kurutuluyorsa kurutulduktan sonra 5 veya 6 vesk'e ulaşırsa veya daha fazla olursa zekât vacip olur. 
Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “5 vesk'ten aşağı olan miktarda zekât yoktur.” (Buhari/1340; Müslim/979)  “5 vesk'e ulaşmayan dane ve hurmada zekât yoktur.” (Müslim/979)
Vesk Nedir?
Vesk bir tartı ölçüsüdür. Hz. Muhammed (a.s.v.) onu, kendi zamanındaki Medine sa'larından 60 sa’ ile takdir etmiştir. Yukarıda sözü geçen İbn Hibban'ın rivayet ettiği hadîste şu ibare vardır: 'Vesk 6 sa', sa' ise 4 müd'dür'. Dairet'ul-Mâarifil-İslâmî isimli kitapta 1 sa', 3 litre olarak takdir edilmiştir. 
Bu takdire göre 1 vesk, 180 litre olur. Buna göre ziraî mahsul ve meyvelerin nisabı, 900 litre olur.
Ziraî Mahsuller ve Meyvelerde Vacip Olan Zekât Miktarı
Ağaçlar gibi yağmur suyundan veya nehir suyundan hiçbir masraf yapmadan beslenen mahsul ve meyvelerden -eğer nisab miktarına ulaşmışsa- 1/10 zekât vardır. Bu bakımdan her 300 sa'dan -ki nisabın en azıdır- 30 sa', her 900 litreden 90 litre zekât verilir. Eğer mahsul, su taşınarak sulanıyorsa, bu, mahsul sahibine bir masraf getirdiği için bunun zekâtı 1/20'dir.
Bunun delili, şu hadîslerdir: “Yağmur, çeşme ve nehir suyundan kendiliğinden suyunu alan mahsullerde 1/10, su taşınarak sulanan mahsullerde ise 1/20 zekât vardır.” (Buhari/1412, (İbn Ömer'den)
“Nehir ve yağmur suyu ile elde edilen toprak mahsullerinde 1/10 nisbetinde, hayvan çalıştırılarak sulanan mahsullerde 1/20 nisbetinde vergi vardır.” (Müslim/981, (Câbir b. Abdullah'tan)
“Suyu kökleriyle kendiliğinden çeken ürünlerde 1/10 nisbetinde vergi vardır.” (Ebu Dâvud/1599)
Ziraî Mahsul ve Meyvelerde Zekâtın Vacip Olma Vakti
Zekâta tâbi olan mahsuller olgunlaştıktan sonra zekât vacip olur. Tüm mahsulün olgunlaşıp kuruması şart değildir; bir kısmının olgunlaşıp kuruması yeterlidir. Meyveler ise yenmeye elverişli hale geldiklerinde zekât vacip olur. Meyvelerinde bir kısmının yenmeye elverişli olması, tümünün elverişli olması anlamına gelir. Meyvelerin yenmeye elverişli olması için tanelerin olgunlaşıp kuruması şart koşulmuştur. Çünkü bu duruma gelmeden önce azık sayılmazlar. Mahsul ve meyveler kuruyup olgunlaştığında zekâtlarını hemen vermek vacip değildir. Meyvelerin zekâtı, üzüm ve hurmalar kurutulduktan sonra verilir. 
Şu hadîs buna delâlet eder: 'Mahsul, toplanıp temizlendikten sonra zekâtı verilir'. (Tirmizî/644, (Attab b. Esîd'den)
“Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O'dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (En'âm/141) 
Zekâtın Vacip Olduğu Mahsul ve Meyveleri Satmanın Hükmü
Zekâtın vacip olduğu mahsul ve meyvelerin satışı batıldır. Ancak mahsul ve meyve zekât memuru tarafından kuru üzüm veya kuru hurma olarak takdir edilmişse satış sahih olur. Çünkü takdir etmek, mal sahibini zekât miktarına zamin kılmak (zimmetlemek) demektir. Yemek, hibe etmek veya telef etmek gibi her tasarruf satmak gibidir. Bu durumda mal sahibi zekâtı miktarı kadar borçlu olur. Eğer zekât verilmeden malda tasarruf etmenin yasak olduğu biliniyorsa günahkâr olur.
Buna göre idarecinin yapması gereken şey şudur: Mahsul ve meyvelerde zekât vacip olduğunda adam gönderip tahmin (ekspertiz) yaptırmaktır.
Çünkü bu hususta Attab b. Esid'in rivayet ettiği ve yukarıda sözü geçen hadîs vardır. Eğer idareci malı tahmin ettirmezse, mal sahibi iki adil kişiye malını tahmin ettirerek zekât miktarını tespit ettirir. Bundan sonra zekât miktarından geriye kalan mâlında istediği gibi tasarruf edebilir.
Mal Yerine Malın Değerini Zekât Olarak Vermek
Daha önce hayvanların zekâtının, yine hayvanlardan verilmesi gerektiğini zikretmiştik. Şârî, onların her birini belirtmiştir. Zekât, Allah'ın hakkıdır ve hak sahiplerine sarfedilir. Bu bakımdan mal yerine, onun değerini vermek caiz değildir. Buna göre hayvanların zekâtını, yine hayvanlardan vermek farzdır. Nitekim bu hususu delilleriyle beraber zikretmiştik. Ziraî mahsuller için de hüküm böyledir. Çünkü Şârî 'Yağmurun suladığında 1/10 vardır' dediğinde hakkı, onlardan çıkana bağlamıştır. Ancak zaruretten ötürü bazı haller bu hükümden istisna edilir. Meselâ 5 devesi olduğu için kendisine 1 koyun zekât düşen kişi, bulunduğu memlekette koyun bulamadığı zaman koyunun değerini zekât olarak verir. Böylece fakirler, beklemekten dolayı zarar görmezler. Eğer mal sahibi zekât düşen mallarını gizler, idareci de onun başka mallarını bulursa, gizlediği malların zekâtını bulduğu mallardan alır.

4. Ticaret Mallarının Nisabı ve Vacip Olan Zekât Miktarı
Ticaret mallarının, kâr amacıyla değiş-tokuş yapılan mallar olduğunu söylemiştik. Bunlar ister altın, gümüş, tahıl, meyve ve hayvanlar gibi zekât sınıflarının aslı olsun, ister kumaş, mamul maddeler, arazi, kar ve ok gibi maddeler olsun, bunların tümünde -nisab miktarına ulaşıp şartları oluştuğunda- zekât vardır. Ticaret malları; nisab, zaman ve zekât miktarı açısından altın ve gümüşe kıyas edilir; yani ticari mallar, halk arasında tedavülde olan para ile takdir edilir. 
Eğer kıymeti 96 gram altına veya 200 dirhem gümüşe denk olursa, o mala zekât vacip olur. 
Kişi malını altın veya gümüşten istediğiyle kıymetlendirebilir. Ancak malını hangisiyle almışsa ona göre takdir etmesi vacip olur. Ticarî mallarda dikkate alınacak husus, ticarete başlandığı günün senesinde nisab miktarına ulaşmış olmasıdır. Bu bakımdan ticarete başlandığında malın nisab miktarına ulaşması dikkate alınmaz. Senenin sonuna kadar nisab miktarından düşmeme şartı yoktur. Bundan anlaşılıyor ki ticarî malların zekâtındaki 'sene'den maksat, kişinin o malları ticaret niyetiyle aldığı günden itibaren kamerî bir senenin geçmiş olmasıdır. Bu hükümlere binaen tüccar bir kimse elindeki ticaret mallarını altın ve gümüşü esas alarak kıymetlendirmelidir. Eğer nisab miktarına ulaşırsa bu malların 1/40'ni zekât olarak vermelidir.
Kıymetlendirilmesi vacîb olan ticarî mallara, evin eşyası ve bu mânâda olan eşyalar dahil değildir. Fabrika ve işyerinde bulunan aletler de dahil değildir. Çünkü bu aletler satış için alınmamıştır. Bunların değeri ne kadar olursa olsun bunlarda zekât söz konusu değildir.
Sene sonunda kıymetlendirilmesi gereken mallara, sermaye, kârla beraber girer; yani sermaye ve kârın tümü hesaplanarak zekâtı verilir.
Eğer kıymeti 1000 Suriye lirası olan bir şey ticarete başlarsa, senenin sonunda kıymeti 5000 Suriye lirası olursa tümünün zekâtını vermek caizdir.
Ticarî Mallarda Farz Olan Zekâtın Miktarı
Ticarî malların üzerinden bir yıl geçtiğinde, o malın memlekette kullanılan paraya göre değerlendirileceğini öğrenmiş olduk. Eğer malın değeri nisab miktarına ulaşmışsa, % 2.5 zekât farz olur.
Ticarî Malların Zekâtı Mallardan mı, Malın Değeri Olan Paradan mı Verilir?
Bu hususta Şafii mezhebinde üç görüş vardır:
a. Ticarî malların zekâtını, kendisine göre değerlendirilen paradan (altın veya gümüşten) vermek farzdır.
Bu durumda ticarî malların bir kısmını zekât olarak vermek yeterli olmaz. Çünkü ticarî malların bizzat kendileri, zekâta tâbi olan mallar değildir.
Onlara zekât düşmesi, ancak ticaret sebebiyle olmuştur. Zekât da mal hangi paraya göre değerlendirilin işse o para ile verilir. Bu görüş, bugün uygulanan görüştür.
b. Zekâtın vacip olmasının sebebi mal olduğu için ticarî malların bizzat kendilerinden zekât verilir, malın değerini zekât olarak vermek yeterli olmaz.
c. Kişi ister maldan, isterse de malın değerinden zekât verir. Çünkü zekât hem mala, hem de paraya bağlanır. Öyle ise onların her ikisi de zekâtın vacip olmasının sebebidir.
 Bir Uyarı: Bununla beraber uygun olan şudur ki eğer ticarî malların bizzat kendilerinden zekât verilmesi caiz görüldüğü takdirde elde bulunan ticarî malların zekâtını % 2.5 nisbetinde vermek vaciptir. Kıymet bakımından düşük, ayıplı veya pazarı olmayan mallan zekât olarak vermek yeterli olmaz.

5. Maden ve Rikaz'ın (gömü, define vb) Nisabı ve Vacip Olan Zekâtın Miktarı
Maden ve rikaz'ın ne olduğunu açıklamıştık. Burada tekrar edilmesine gerek yoktur. Burada gerekli olan şey, onların nisabını ve zekât miktarlarını bilmektir.
Madenin nisabı, altın ve gümüşün nisabı gibidir. Ancak madende zekâtın vacip olması için üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir. Maden çıkarılır çıkarılmaz zekâtı verilmelidir. Kişi altın veya gümüşü madeninden çıkardığında nisab miktarına ulaşmış durumdaysa hemen zekâtını öşrün 1/4 nisbetinde vermelidir.
Rikaz'ın nisabı da altın ve gümüşün nisabı gibidir. Buna da zekât düşmesi için üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir. Madenden çıkarıldığında zekâtı verilmelidir. Ancak rikaz'da vacip olan zekâtın miktarı 1/5'dir. 
Bunun delili, şu hadîstir: “Define mallarında 1/5 nisbetinde zekât vardır.” (Buhari/1428, Müslim/1710)
Rikaz, zekât düşen diğer çeşitlerden ayrıdır. Çünkü rikazı mülk edinmenin fazla bir külfeti, önemli bir masrafı yoktur. Bu yüzden rikaz'da fakirlerin hakkı daha fazladır. Madenlerin ve rikazın üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir, ikisi de yerden çıkarılmaktadır. Bunlar buğday mesabesindedir.
Nasıl ki buğday olgunlaşıp temizlendikten sonra hemen zekâtı veriliyorsa, bunlar da öyledir.

Ortak Malın Zekâtı
Şirket veya benzeri bir yolla birbirine karışan ve iki kişiye ait olan mallar iki kısma ayrılır:
I. Bizzat malların birbirine karışmış olması.
Bundan maksat, nisab miktarına ulaşan veya daha fazla olan ve iki kişiye ait olan maldır. Bu malın üzerinden bir sene geçmiştir, satın almak, miras veya başka yollarla elde edilen bu mal tek cinstir.
İbn Hacer şöyle diyor: Bu iki mal, ayırt edilmeyecek şekilde birbirine karışmış olmaktadır, sözgelimi iki kardeşe babalarından 40 koyun miras olarak kalır veya iki kişi ortak olarak 40 koyun satın almışlardır. Bu iki kişinin her biri her koyunun yarısına sahiptir. Öyle ki 'şu koyun bunun, şu koyun da ötekinin' denemez. Böylece her biri miras kalan, satın alınan eşya, mal veya arazinin belli olmayan bir şekilde yarısına sahiptir.
II. Komşuluk veya sıfatların karışması.
Bundan maksat şudur: Zekâtla mükellef olan iki kişinin malda, müşterek olmayan bir nisabları vardır. Aralarında sadece komşuluk vardır. Bu durumda iki malın birbirine katılmadığı, birbirinden ayrı ve belli olduğu kabul edilir.

Birbirine Karıştırılmış İki Malın Zekâtı Nasıl Verilir?
Birbirine karışmış iki mal, hangi cinsten olursa olsun bir kişinin malı gibi kabul edilerek zekâtı ona göre verilir; yani iki malın toplamı nisab miktarına ulaşıp üzerinden bir yıl geçerse zekât vacip olur. Her iki mal sahibinin hissesi ayrı ayrı olduğunda nisab miktarına ulaşmasa da karışık malda zekât, malın toplamına göre takdir edilir. Malın toplamı nisab miktarına ulaştığında zekât lazım gelir.
Bunun delili, daha önce bazı parçaları nakledilen hadîsin şu bölümüdür: “Ayrı olan mallar zekât korkusuyla cemedilemez, cem olmuş mallar da ayrılamaz.” (Buhari, (Enes'ten)
Bu hadîsin anlamı şudur: İki ayrı mal, zekât alınmak için birleştirilemez. Birbirine karışmış iki mal da zekât vermemek için ayrılamaz.
Bu hüküm bazı durumlarda malda zekâtı vacip kılar. Eğer ayrı ayrı olup birbirine karıştırılmamış olsalardı, onlarda zekât vacip olmazdı. Nitekim bazı durumlarda da malları karıştırmak zekât nisbetini azaltır. Nisab miktarına ulaşan mallar karıştırılmamış olsaydı zekâtları daha fazla olurdu.
Birincisinin misali şudur: İki şahıs bir sene müddetle 40 koyuna sahiptir. Zekât, bu iki şahsın ortak malı olan 40 koyuna düşmektedir. Eğer bu iki kişinin malları ayrı olsaydı her ikisine de zekât düşmezdi. Çünkü her birinin payı, nisab miktarından azdır.
İkincisinin misali de şudur: İki şahsın 80 koyunu bulunmaktadır. Her birinin 40 koyunu vardır. Bunların üzerinden 1 sene geçtiğinde zekât olarak 1 koyun vermeleri gerekir. Çünkü birbirlerine karışmışlar, tek bir mal durumuna gelmişlerdir. Oysa bunlar ayrı olsalardı her birine zekât olarak 1 koyun vermek vacip olurdu ve böylece 1 koyun yerine 2 koyun zekât verilmiş olurdu.
Karışan İki Malın Tek Bir Mal Gibi Kabul Edilmesinin Şartları
Karışık iki ayrı malı bir kişinin malıymış gibi kabul ederek, ona göre zekât alınması için iki çeşit şart vardır:
Birinci şart: Onlar hangi kısımdan olursa olsun -ister birbirinden ayırt edilmeyecek şekilde, isterse komşuluktan ötürü karışmış olsun karıştırılmış olan malın şartlarıdır. Bunların şartları aşağıdadır:
a; İki malın cinsi aynı olmalıdır.
Eğer malların yarısı koyun, yarısı da sığır olursa, ne şekilde ve nasıl karışmış olurlarsa olsunlar ayrı ayrı kabul edilirler.
b. İki malın toplamı nisab miktarına ulaşmış olmalıdır.
Eğer iki malın toplamı 35 koyun olursa onlara zekât düşmez. Ortaklardan birinin veya ikisinin de başka koyunları olsa ve onları getirip 35'e katsa ve böylece nisab miktarına ulaşsa bile bu dikkate alınmaz.
c. Karışık olan iki mal bu şekilde bir sene -eğer üzerinden bir sene geçmesi gereken kısımdan ise- kalmalıdır.
Eğer ortaklardan her biri Muharrem ayının başında 40 koyuna sahip olur ve koyunlarını Safer ayının başında birbirine katarlarsa, sene geçip tekrar Muharrem ayına geldiğinde her biri zekât olarak bir koyun vermelidir. Bu durumda onların karıştırılması dikkate alınmaz. Ziraî mahsuller ve meyveler gibi üzerinde bir sene geçmesi gereken mallardan değilse, karıştırmanın, meyve veya mahsulün olgunlaşma zamanına kadar kalması şarttır.
İkinci şart, komşuluk karışmasına mahsus olan şartlardır ki aşağıda zikredilmiştir:
a. Sığır, deve veya koyunlar birbirinden ayrı olmamalı; istirahat, toplanma, otlak ve sağım yerleri aynı olmalıdır.
Eğer mal sahipleri koyunlarını değişik yerlere götürüp otlatır, değişik yerlerde istirahat ettirir, değişik yerlerde sağarsa, böyle bir karışıklığın hiçbir etkisi olmaz. Daha önce zikrettiğimiz gibi böyle bir durum, karıştırmanın hükmüne tâbi olmaz.
b. Karıştırılmış olan sürünün çobanı ve koçu bir olmalıdır.
Eğer her birisinin ayrı çobanı ve ayrı koçlan olursa birbirine karışmış mal hükmüne girmez.
c. Mal, mahsuller gibi zekât düşen mallardan olduğunda bekçisi, kurutulduğu yer ayrı olmamalıdır, Eğer ticarî mal ise dükkânları, depolan, alışveriş aletleri ayrı olmamalıdır. Bu şartlar oluştuğunda karıştırılmış iki mal, tek mal sayılır. Onların belli olmayacak şekilde birbirlerine karışmaları şart değildir. Bu şartlar mevcut olduktan sonra komşuluk dahi kâfi gelir. Bu şartlar veya bu şartlardan biri olmazsa, her mal sahibi kendi malının hesabını tutar ve zekâtını ona göre verir.
Birbirine Karışmış İki Malın Sahiplerinin Zekât Hususunda Yapmaları Gereken Şeyler
       Zekât, birbirine karıştırılmış iki malı tek bir mal kabul ederek alındığında, mal sahiplerinin malları oranında sorumlulukları vardır. 
Eğer malından, kendisine düşenden daha fazla alınırsa, fazlasını ortaklarından alır, eğer az alınmışsa, üstünü ortaklarına verir. Karıştırılmış mal 100 koyun ise, ona 2 koyun zekât düşer. Eğer bu yüz koyun üç kişinin olur, ellisi birine, diğer ellisi de öteki iki ortağa ait olursa, 50 koyuna sahip olana 1 koyunun yarısı, 25'er koyuna sahip olan diğer iki kişiye de bir koyunun 1/4'i zekât olarak düşer. 
Yukarıdaki hükümlerin delili, Enes'ten rivayet edilen şu hadiste bulunmaktadır: 'Mallarını karıştıran iki ortak zekâtı eşit şekilde öderler'.
Zekâtın Eda Keyfiyeti
Zekâta tabi olan mal nisab miktarına ulaşmışsa ve üzerinden bir sene geçmişse, zekât vacip olur. Mal sahibinin, vacip olan zekâtı hemen vermesi gerekir. Bu da şu iki şartın bulunmasına bağlıdır:
1. Zekâtı verebilecek imkâna sahip olmak.
Eğer mal kendisinin bulunduğu memlekette değilse veya borç olarak başkalarına verilmişse, bu durumda mal sahibi, malın zekâtım hemen vermekle mükellef tutulmaz. Eğer elindeki mal, başkalarına borç verdiği paranın zekâtına yetecek kadar ise zekâtı hemen vermesi vacip olur.
2. Zekâta müstehak olan sınıfların, idareci veya zekât memurunun hazır bulunması.
Kur'an'da zikredilen sekiz sınıf veya onların vekili hazır değilse, zekât tehir edilir. Hatta hak sahipleri hazır oluncaya kadar geri bırakılması gerekir.
Zekât Verirken Niyet Etmek
Zekât, verirken niyet etmek vaciptir. Çünkü zekât ancak niyetle kefaretten ve diğer sadakalardan ayrılır. Ayrıca niyetle ilgili meşhur bir hadîs bulunmaktadır: “Ameller ancak niyetlere göredir.” (Buhari/l, Müslim/1907)
Zekâtı Bizzat Teslim Etmek
Mal sahibi zekâtını hak sahiplerine bizzat verirken niyet etmeli veya zekât malını diğer mallardan ayırdığında 'Bu zekâtımdır, bunu zekât olarak vereceğim' demelidir.
Zekâtın Tesliminde Vekil Tayin Etmek
Kişi zekâtını dağıtmak için bir vekil tayin etmişse, vekile zekâtı teslim ettiğinde niyet etmelidir. Vekilin, zekâtı hak sahiplerine verirken niyet etmesi vacip değildir ve fakat müstehabtır. Eğer mal sahibi, malı vekile teslim ederken niyet etmemişse, vekilin zekâtı hak sahiplerine dağıtırken niyet etmesi yeterli olmaz. Ancak zekâtı idareciye veya naibine verirken niyet etmesi yeterlidir. Çünkü idareci, hak sahiplerinin naibidir. Zekât idareciye teslim edildiğinde, tıpkı hak sahiplerine teslim edilmiş gibi olur ve bu durumda yapılan niyet yeterli olur. Eğer Zekâtı idareciye verirken niyet etmezse, idarecinin niyet etmesi onun yerine geçmez. Çünkü idareci -daha önce söylediğimiz gibi- hak sahiplerinin naibidir, mal sahibinin değil. Nitekim vekilin durumu da böyledir. Bu nedenle mal sahibi yerine vekilin niyet etmesine itibar edilmez.
Zekâtı, İdareci Vasıtasıyla Vermek
Zekât malları batıni ve zahirî olarak ikiye ayrılır.
a. Batınî Mallar; altın, gümüş, rikaz (maden, define vb) ve ticarî mallardır. Mal sahibi bu malların zekâtını çıkararak fakirlere vermeye yetkilidir. Hatta idareciler, bu malların zekâtını kendisinden isteseler bile onlara vermeyebilir. Çünkü idarecilerin bu tür malların zekâtını istemeleri caiz değildir; zira bunlar batını mallardır, sahipleri bunların miktarını daha iyi bilir.
b. Zahirî Mallar; Deve, sığır, koyun, ziraî mahsuller, meyveler ve madenlerdir. Eğer idareci bu malların zekâtını isterse, mal sahibinin bunların zekâtını idareciye teslim etmesi vaciptir.
“Onların mallarından bir sadaka al ki o sadaka ile onları temizleyip tezkiye edesin.” (Tevbe/103)
Eğer idareci bu zahir malların zekâtını isterse mal sahibi muhayyerdir; ister zekâtını kendisi hesaplayıp hak sahiplerine verir, isterse de idareciye teslim eder. Fakat efdal olan zekâtı idareciye teslim etmektir. Çünkü idareci, hak sahiplerini mal sahibinden daha iyi bilir ve taksimatı daha iyi yapar. Ayrıca zekâtın idareci vasıtasıyla verilmesi, başa kakma ve üstünlük taslama yollarını kapatır. 
Çünkü idarecinin hak sahipleriyle olan alâkası, babanın çocuklarıyla olan alâkası gibidir. Bu bakımdan başa kakma, gurur ve büyüklük taslama söz konusu olmaz. Zekâta müstehak olanları zekât ile fakirlikten kurtarmak en güzel şeydir. Böylece iş yapma imkânına sahip olup kendilerine güvenleri artar.
Eğer idareci adilse, zekât imama teslim edilir, idareci de hak sahiplerine dağıtır. Eğer idareci zâlimse veya zekâtı hak sahiplerine dağıtmayacağı zannediliyorsa, bu durumda efdal olan mal sahibinin kendi zekâtını kendisinin dağıtmasıdır. Ancak idareci zekâtı mutlaka istiyorsa, o zaman zahir malların zekâtını mal sahibinin vermemeye yetkisi yoktur. Bu durumda idareci zâlim de olsa zekât ona teslim edilmelidir.
Zekâtı Dağıtmak Hususunda Vekâlet Vermek
Kişinin, zekâtını bizzat hak sahiplerine vermesi en güzelidir. Ancak kişi zekâtını dağıtmak için başkasına vekalet verebilir. Çünkü zekât mâli bir haktır, mâli hakları eda etmek için de vekil tayin etmek caizdir. Bu tıpkı borçlarda, satın alınan mallarda, emanetlerde vekil tayin etmek gibidir. Bu bakımdan mal sahibi, bu işi kendisi için yapabilecek herkese vekâlet verebilir. Hatta kâfire ve mümeyyiz çocuğu da vekâlet verilebilir. Ancak bunlara vekalet verildiği zaman kimlere ne verileceği de söylenmelidir.
Zekâtın, Vakti Gelmeden Önce Verilmesi
Mal sahibi zekâtını, vaktinden önce verirse, malı nisab miktarına ulaşırsa ve üzerinden de bir sene geçmişse yeniden zekât vermesi vacip olur.
Daha önce verdiği mal, zekât yerine geçmez. Çünkü zekâtın vacip olmasının sebebi nisabdır. Bu durum, eşyayı almadan önce verilen bedele kıyas edilebilir. Böyle bir durumda ödenen bedel, malın karşılığı sayılmaz, satış akdinden sonra ödenmesi gereken bedelin yerine geçinmez.
Ancak mal nisab miktarına ulaşır da üzerinden bir sene geçmeden zekât verilirse bu, zekât yerine geçer. Sene tamamlanınca ikinci kez zekât vermesine gerek yoktur. 
Bunun delili, Hz. Ali'den rivayet edilen şu hadîstir; Abbas, zamanı gelmeden önce malının zekâtım acele vermek için Hz. Muhammed (a.s.v.)'den müsaade istedi. Hz. Muhammed (a.s.v.) de ona ruhsat verdi'(İbn Mâce/1795, Ebu Dâvud/1624, Tirmizî/678)
Vaktinden Önce Verilen Zekâtın Sahih Olmasının Şartları
  Kişi, malının zekâtını vakti gelmeden önce acele ederek verirse, sene sonunda verilmesi vacip olan zekât üzerinden düşer. 
Ancak bunun için aşağıdaki şartların bulunması gerekir:
a. Mal sahibi senenin sonuna kadar zekâtı verecek durumda olmalıdır.
Eğer mal sahibi sene arasında ölürse, vaktinden önce verilen zekât, zekât sayılmaz. Bu durumda varisler, verilen o malı -vaktinden önce verilen bir zekât olduğu belirtilmiş olmak şartıyla geri alabilirler.
b. Mal, sene sonuna kadar durmalıdır.
Eğer mal, sene içinde telef olursa veya başka bir şekilde kişinin elinden çıkarsa verilen mal, zekât sayılmaz. Eğer mal sahibi, zekâtı alan kişiye 'Bu, vaktinden önce verdiğim zekâttır' demiş ise böyle bir durumda geri alabilir.
c. Vaktinden önce verilen zekâtı alan kişi, senenin sonuna kadar zekât almaya hak sahibi olarak kalmalıdır.
Eğer zekâtı alan kişi sene içinde, zekâtın dışında bir mala sahip olur da zekâta müstehak olmaktan çıkarsa veya irtidad ederek İslâm'dan çıkarsa zekât, yerini bulmamış sayılır. Çünkü zekâtın vacip olma şartlarından biri de malın üzerinden bir sene geçmiş olmasıdır.
Bu durumda vaktinden önce verilen zekâtı alan kişi, sene bitmeden zekâta hak sahibi olmaktan çıkarsa ona verilen zekât, zekât sayılmaz.
Mal sahibi tekrar zekât vermek mecburiyetindedir. Eğer zekâtı verirken 'Bu benim vaktinden önce verdiğim zekâtımdır' demişse, ona verdiğini geri alabilir. Eğer böyle bir şey söylememişse ondan hiçbir şey alamaz.
Zekâtı Tehir Eden Kişinin Durumu
Şartlar mevcut olduktan sonra zekâtını vermeyen kişi günahkâr olur. Çünkü hiçbir gerekçe olmadığı halde fakirlerin malını hapsetmiş sayılır.
Böyle yapmak ise haramdır. Ancak fakir bir yakınının, fakir bir komşusunun veya muhtaç birisinin gelmesini beklemek amacıyla tehir eden kimse bundan müstesnadır. Fakat orada hazır olan hak sahiplerinin mağdur olmamaları gerekir. 
Hazır olanları perişan etmek pahasına zekâtı tehir eden kimse günahkâr olur. 
Ayrıca zekâtı tehir eden kişi borçlu olur; yani fakirlerin hakkı olan zekât mala bağlı olmaktan çıkarak mal sahibinin zimmetine geçmiş olur. Eğer bütün malı telef olsa, yine o borcu (zekâtı) ödemek mecburiyetindedir. Çünkü zekâtı tehir etmekle kusurlu davranmıştır, kusurunun sorumluluğunu da yüklenmesi gerekir. Hatta zekâtın tehir edilmesi, daha önce sözü geçen kimseler için olsa dahi yine de bu hüküm mal sahibi hakkında geçerlidir.
Vekilin Zekâtı Tehir Etmesi
Geçen hükümlerden anlaşıldı ki mal sahibi birisini vekil tayin eder ve zekât miktarını da teslim ederse, vekilin, zekâtı, hak sahiplerine derhal vermesi gerekir, tehir etmeye yetkisi yoktur. Eğer buna rağmen tehir ederse, hem günahkâr, hem de borçlu olur.
Mühim Bir Nokta
Hayır cemiyetlerini idare edenlerin dikkatlerine arz ediyoruz: 
Mal sahipleri tarafından sizlere zekât olarak verilen paranın bir kısmını cemiyetin hesabına yatırarak sermaye gibi bekletip aylık taksitler gibi peyderpey dağıtmayın! Çünkü bu parayı bekletmek caiz değildir. Allah'ın şeriatında vacip olan hakkı, hak sahiplerine hemen vermek kaidesine muhaliftir.
Ayrıca bu durum, fakirlerin kendilerine şerefli bir çalışma zemini hazırlayıp rızıklarını temin etmeleri amacıyla verilen zekâtın hedefine de ters düşmektedir. Evet, o zekâtı alan fakir, bir iş kurarak fakirler listesinden silinir, Allah yolunda infak edenler ve sadaka verenler sınıfına girer. Biz hak sahibinin adına tasarruf yapamayız. Hak sahipleri adına alman zekât, âkil-bâliğ olduğunda, zekâtı hemen kendisine teslim edilmelidir. 
Hayır cemiyetlerini idare eden ihlaslı kişilere tavsiyemiz şudur: Şeriata muhalif davranmayınız ki çalışmalarınızın ecrini alabilesiniz. Amelleriniz ve hizmetlerinizin heba olmasından kurtulabilesiniz.
Soru -Zekat ile mükellef olan kimse, malın zekatını başka bir yere nakil edip oranın fakir ve müstahaklarına verebilir mi?
Cevap: Zekat ile mükellef olan kimsenin zekatını bir beldeden başka bir beldeye götürüp nakil etmesi Hanefi mezhebine göre caiz ise de mekruhtur. 
Oranın fakir ve müstahaklarına öncelik hakkı tanınmalıdır. Ancak götürdüğü yerde fakir akrabaları veya çok muhtaç olan kimseler varsa nakil edilmesinde beis yoktur. Yalnız zekat-ı muaccelenin (vakti gelmeden verilen zekatın) naklinde hiç bir sakınca yoktur.
Şafii mezhebine göre ise zekatın bir beldeden başka bir beldeye, muhtaç akrabaları için de olsa nakledilmesi caiz değildir. Nakledildiği takdirde zekat ödenmiş sayılmaz. Mal nerde ise zekat oranın fakirlerine verilmelidir, Orada fakir bulunmazsa en yakın yere nakledebilir. Yalnız Şafii olan kimse Hanefi mezhebini taklit ederek naklederse günahkar olmaz. (Halil Günenç-Fetvalar-281)
Zekât'ın Verileceği Yerler ve Zekâta Müstehak Olanlar
Allah Teâlâ, zekât verilecek kimseleri şu ayette zikretmiştir: “Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak yalnızca fakirlere, miskinlere, zekât amillerine, kalpleri (İslâm'a) ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolundakilere ve yolda kalmış olanlara tahsis edilmiştir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe/60)

*Zekât Verilecek Sınıflar*
1. Fakir
Fakir, yemek, elbise ve mesken bakımından yeterli malı olmayan kimsedir. Sözgelimi on ihtiyacı vardır, fakat ancak üçünü elde edebilmektedir.
2. Miskin
Miskin ihtiyaçlarını nisbeten karşılayabilen kimsedir. Ancak elinde bulunanlar, ihtiyacına kâfi gelmez. Meselâ on şeye ihtiyacı vardır, ancak sekizini elde etmiştir. İşte bunlara ve bunlardan öncekilere -en sahih görüşe göre- yetecek kadar zekât verilmelidir. Dikkat edilmesi gereken bir husus da evlenme ihtiyacının olup olmamasıdır.
3. Zekât Âmilleri
Zekât âmilleri, zekât toplama işinde çalışanlar, devlet tarafından tayin edilen memurlardır.
Bunlara, sadece çalışmalarının karşılığı nisbetinde zekât mallarından verilir. Onlara, topladıkları zekâtın muayyen bir bölümünü vermek caiz değildir. Çünkü Allah'ın şeriatında bunun herhangi bir delili yoktur. Bunlar ancak ücretle çalışan kimselerdir. Bunlara sadece çalışmalarının karşılığı verilmeli, başka bir şey verilmemelidir.
4. Müellefet'ul-Kulub  
Müellefet'ul-Kulub, dört sınıftır:
a. Yeni Müslüman olmuş imanı zayıf kimseler. 
Bunlara, imanları kuvvetlensin diye zekât verilir.
b. İslâm'a yeni girmiş ve halk arasında itibarlı olan kimseler. 
Bunlar gibi olan kâfirlerin de İslâm'a girmelerini teşvik etmek amacıyla kendilerine zekât verilir.
c. Sınırları bekleyen mü'minler.
Bunlar Müslümanları korudukları için kendilerine zekât verilerek daha güçlü olmaları sağlanır. Böylece düşmanların şerrini daha iyi defedebilirler.
d. Kendilerine memur gönderilmesi mümkün olmayan kavimlerin zekâtını toplayan mü'minler.
Müslümanların bunlara ihtiyacı olduğu zaman kendilerine zekâttan bir pay verilir. Aksi takdirde bir şey verilmez.
5. Fi'r-Rikab (Köleler)
Bunlar âzad olmak için efendileriyle kitabet akdi (yazılı sözleşme) yapan kölelerdir. Efendileriyle kitabet akdi yapan köleler, ödeyemedikleri taksitlerini ödeyebilmeleri için kendilerine zekât verilerek hürriyete kavuşturulurlar.
6. Borçlular
Bunlar borçlarını ödeyemeyen kişilerdir. Bunlara borçlarım ve diğer zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak kadar zekât verilir. Ancak bu borç, meşru bir şey için yapılmış olmalıdır. 
Gayr-ı meşru bir şey için borçlanmış olan kişiye zekât verilmez. Ancak masiyetten tevbe ettiği takdirde verilebilir. Bu sınıfa, insanlar arasındaki anlaşmazlık ve kavgaları ortadan kaldırmak için borçlanan kimseler de dahildir. Bu kişiler zengin de olsalar bu amaçla borçlandıkları miktar kendilerine verilir. Bu borcu ödeyecek durumda olmaları hükmü değiştirmez.
7. Allah Yolunda Mücahade Edenler
Devletten maaş almadan Allah rızası için savaşan kişiler, zengin de olsalar, savaşa devam ettikleri müddetçe evlerine dönünceye kadar, kendilerinin ve ailelerinin nafaka, elbise ve muhtaç oldukları diğer hususları temin edebilmeleri için kendilerine zekât verilir.
8. Yolcular
Bundan maksat, mubah bir gaye için yapılan yolculuktur. Gezmek için dahi yolculuk yapıyor olsa, yine de kendisine yetecek kadar zekât verilir. Eğer tekrar dönmek için yolculuk yapıyorsa, gidiş-geliş nafakası ve yükünü taşıyacak binek verilmesi gerekir. 
Eğer mubah olmayan bir gaye için yolculuk yapıyorsa veya seferinde masiyet varsa o kimseye zekât verilmez. Ancak tevbe eder ve tevbesinin samimi olduğu kanaati hasıl olursa zekât verilir. 
İşte zekât verilecek sekiz sınıf bunlardır. Bunların dışında hiç kimseye zekât verilmez. Zekâtın, bu sekiz sınıfa mahsus olduğunun delili, Allah'ın 'Sadakalar ancak fakirlerin...' şeklinde başlayıp 'Allah'tan bir farizadır' şeklinde devam eden buyruğudur. 
Buradaki “sadakalardan maksat, zekâttır” Zekâttan başka sadakalar, bu sekiz sınıfın dışındakilere de verilebilir. 
Soru  -İslam'ın tümüne veya bir kısmına inanmayan kimseye zekat verilir mi? 
Cevap: Zekat İslam'ın temellerinden biridir, Müslüman olmayan kimse onu vermekle mükellef olmadığı gibi. İslam'ın tümünü veya bir kısmına inanmayan kimseye de verilmez. Zekat ancak Müslüman olan kimse tarafından ve Müslüman olan bir kimseye verilebilir. Hatta zımmi olan kimse İslam devletine itaat ettiği halde yine ona zekat verilmez. Fakat hediye ve sadaka gibi şeyler kendisine verilebilir. (Halil Günenç- Fetvalar-272)
Soru -Yüz gram ağırlığında birkaç tane bileziği bulunan bir kadın borçludur. Asli ihtiyaçlarından başka bir serveti de yoktur. Borcunu kapatmak için kendisine zekat vermek caiz midir? Yoksa bileziklerini satması mı icabeder? 
Cevap: Şafii mezhebine göre bu kadın borcunu kapatmak için zekat alabileceği gibi bileziklerini satmağa da mecbur delildir. (Halil Günenç- Fetvalar-275)
Soru -Cami, medrese ve dernek gibi topluma hizmet eden müesseselere zekat veya fitre verilir mi?
Cevap: Dört mezhebe göre zekat ve fitre, ancak Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen sekiz sınıfın mevcütlarına verilir ve temlik edilir. Başka yere vermek caiz değildir. Kur'an'da zikri geçen sınıflar şunlardır: Fakir, miskin, zekat memuru, mü'ellefe-i kulüb, hürriyete kavuşmak için efendisiyle mükatebe akdini yapmış köle, borçlu, mücahid ve yolda kalmış kimselerdir. Bu zamanda zekat memuru, mü'ellefe-i kulüb ve Köleler (mükateb) olmadığı için beş sınıfa inmiştir. Cami, medrese, okul ve dernek gibi müesseseler bunlardan olmadıklarına göre onlara zekat ve fitre vermek caiz değildir. (Halil Günenç-Fetvalar-323)
 Zekâtın Hak Sahiplerine Nasıl Verilmesi Gerektiği
Zekât, bu sınıflardan bir beldede bulunanlarına verilir. Eğer tümü de bulunuyorsa, onlardan herhangi birini zekâttan mahrum etmek caiz değildir. (Şafiilerin dışındaki fakihlere göre zekâtı, bir sınıfa vermek caizdir. Sınıflardan herhangi birine mensup olan bir kişiye de vermek caizdir. İmam Mâlik 'Zekât, hangisinin ihtiyacı daha fazla ise ona verilir' demiştir.)
Bu sınıflardan biri olmazsa onun payı diğer sınıflara verilir. Eğer bir sınıfa verilen zekât, onların ihtiyaçlarından fazla ise bu fazlalık diğer sınıflara aktarılır. 
Zekât, mevcut sınıflar arasında eşit bir şekilde dağıtılır. 
Fakat zekât toplayan memurlar zekât dağıtılmadan önce ücretlerini alırlar. 
Bir sınıfın fertleri arasında eşitlik şart değildir. 
Zekâtı, mal sahibi veya vekili dağıtıyorsa, hak sahiplerinin sayıları da sayılamayacak kadar çoksa bu durumda her sınıftan en az üç kişiye vermelidirler. Çünkü ayette, her sınıf cemî sigasıyla zikredilmiştir. Cemi sigası ise en az üç kişiyi ifade eder. Eğer sayıları çok değilse ve tespit edilmesi mümkünse, zekâtı onların tümüne vermek vaciptir. Bilerek onlardan birini zekâttan mahrum ederse, kişi malı oranında ona borçlu olur.
Zekâtı, Vacip Olduğu Yerden Başka Bir Yere Nakletmek
Zekâtı, vacip olduğu memleketten başka bir memlekete nakletmek caiz değildir. Çünkü genellikle o malın bulunduğu yerde, zekâta hak sahibi olanlar da olur. Götürülen yer çok yakın da olsa zekât malını nakletmek caiz değildir. Çünkü bu, o memleketin fakirlerinin kırılmasına ve perişan olmalarına vesile olur. Çünkü onlar zekâtı beklemektedirler ve onların umudu o zekâta bağlıdır. 
Ayrıca Hz. Muhammed (a.s.v.), Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken şöyle söylemiştir: 'Onlara bildir ki Allah, onların üzerine zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât onların zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir.” (Daha önce geçmişti.)
Zekâtın vacip olduğu memlekette sınıflardan biri yoksa veya onların ihtiyacından fazla mal olursa, o sınıfın payı veya artan mal, o memlekete en yakın bulunan bir yere nakledilerek aynı sınıftan olan kişilere verilir.
Zekât Verilecek Kişilerde Olması Gereken Şartlar ve Zekât Verilmeyecek Kişiler
Kur'an'da zikredilen sekiz sınıftan birine dahil olan kişinin zekât alabilmesi için şu şartlara sahip olması gerekir: 
1. Müslüman olmak.
Bu nedenle vacip olan zekât, Müslüman olmayan kimseye verilmez.
Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu hadîsi buna delâlet etmektedir: “Onları önce Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın rasûlü olduğuma şehadet etmeye davet et. Eğer buna itaat ederlerse onlara şunu bildir, ki Allah, onlara zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât onların zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir.” (Buhari/1331, Müslim/19)
Zekâtın, zengin Müslümanlardan alınıp, fakir Müslümanlara verileceği açıktır. Müslüman olmayan zenginlerden zekât alınmadığı gibi, Müslüman olmayan fakirlere de verilmez. Müslüman olmayanlara zekâtın dışındaki sadakalardan verilebilir.
2. Çalışmaya gücü yetmemek.
Fakir veya miskin iş bulup çalışabilir, yeterli para kazanabilirse ona zekât verilmesi, onun da zekâtı kabul etmesi caiz değildir. 
Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Zenginlere ve azalan sağlam olan kuvvetlilere zekât helâl olmaz.” (Ebu Dâvud/1634, Tirmizî/652)
“Zenginin ve kazanabilen güçlü kuvvetli kimselerin zekâtta hakkı yoktur.” (Ebu Dâvud/1633)
3. Zekât alan kişinin nafakası, zekât veren kişinin üzerine vacip olmamalıdır.
Nafakası zekât verenin üzerine vacip olan kişi, o nafakadan ötürü zengin sayılır. Zekât verenin ona zekât vermesi, kendi kendine zekât vermesi gibidir. Çünkü o malın faydası zekât verenedir; üstelik üzerine vacip olan nafaka yükünü de hafifletmiş olur. 
Bu bakımdan kişi zekâtını babasına, annesine, dedesine ve ninesine veremez. Çünkü onların nafakaları çocuklarının üzerinedir. 
Kişi zekâtını; küçük çocuklarına ve küçük torunlarına veremediği gibi, büyük olmasına rağmen deli ve hastalıklı olan yakınlarına da veremez; zira bunların nafakaları akrabaları üzerine vaciptir.
            Kişi zekâtını karısına da veremez, çünkü karısının nafakası kendisine vaciptir.
            Ancak burada bir husus vardır: Bu kimselere fakirlik ve miskinlik sebebiyle zekât verilemez. Ancak bunlar borçlu iseler veya Allah yolunda savaşa gidiyorlarsa, nafakaları kendisine vacip olan kişi bu durumda onlara zekât verebilir.
            Nafakası Başkası Tarafından Karşılanan Kişiye Zekât Vermek
        Kendisine zekât vacip olan kişinin zekâtını, nafakası kendisine vacip olan kimselere (hanımına, babasına, anasına, çocuklarına) veremeyeceğini söylemiştik. Fakat nafakası kendisine vacip olmayan, nafakası başkası tarafından verilen bir kimseye zekâtını verebilir mi? Eğer ona verilen nafaka yeterli oluyorsa, ona zekât verilmez. Çünkü o kişi verilen nafaka ile zengin sayılır. Ancak verilen nafaka kendine kâfi gelmiyorsa, ona zekât vermek caiz olur. Çünkü o bu haliyle ya fakir, ya da miskindir.
            Kadının, Kocasına Zekât Vermesi
      Kendisine zekât düşen kadın, malının zekâtını fakir kocasına verebilir.
            Hatta zekâtını kocasına vermesi sünnettir. Kadının, zekâtını çocuklarına infak etmesi müstehabtır. Çünkü hem kocasının, hem de çocuklarının nafakası kadının üzerine vacip değildir.
        Abdullah b. Mesud'un karısı Zeyneb, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e şöyle sorar: 
            - Ben kocama ve akrabalarıma infak edersem, bu, sadaka yerine geçer ve kâfi gelir mi?
            - Evet, onun iki ecri vardır; biri akrabalık ve sılayı rahim ecri, diğeri sadaka ecri.” (Buhari/1397, Müslim/1000)
            Ümmü Seleme şöyle naklediyor: “Bir keresinde 'Ey Allah'ın Rasûlü! (Ölen eşim) Ebu Seleme'nin oğullarına infak ettiğimden dolayı bana bir ecir var mıdır? Ben onlara infak ediyorum. Onları şöyle şöyle muhtaç kimseler olarak kendi hallerine terk etmiyorum. Onlar benim de çocuklarım!' dedim. Hz. Muhammed (a.s.v.) ‘Evet, bunlar hakkında sana, onlara yaptığın infakın sevabı vardır' buyurdu.” (Buhari/1398, Müslim/1001)
            Nafakası Vacip Olmayan Akrabalara Zekât Vermek
            Kendisine zekât düşen kişinin, eğer nafakası kendisine vacip olmayan kardeşleri, amcaları, halaları, dayıları, teyzeleri, onların çocukları ve kendisinin çocukları bulunursa ve bunlar da kendisine zekât verilebilecek sekiz sınıfa dahilse zekâtını bunlara vermesi caizdir. Hatta bunlara vermek başkasına vermekten daha evlâdır.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Miskine verilen zekât, sadece zekâttır. Akrabaya verilen zekât ise hem zekât, hem de sılayı rahimdir.” (Tirmizî/658, Neseî, V/92, İbn Mâce,1844 (Selman b. Âmir'den)
      4. Zekât verilecek kişi Hâşimoğullarından veya Muttalib oğullarından olmamalıdır.
      Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki bu sadakalar, insanların kirlerinden başka bir şey değildir. Sadakalar ne Muhammed'e ve ne de Âl-i Muhammed'e helâl olmaz.” (Müslim/1072)
            Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmektedir: "Bir defasında Hz. Hasan sadaka hurmalarından bir hurmayı alıp ağzına attı. (Çocuğun hurmayı ağzına attığını gören) Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Hayır, Hayır! Onu ağzından çıkar. Bizim sadaka yemediğimizi bilmiyor musun?' buyurdu".(Buhari/1420, Müslim/1069)
            Bir Görüş
       Bugün Hâşim ve Muttalib oğullarına zekât verilmesi gerekirse, onlara zekât vermek daha evlâdır. Çünkü onlara zekât verilmezse perişan olurlar. Nitekim onlar zekât almamalarına karşılık ganimetten pay alıyorlardı.
            “İyi bilin ki ganimet olarak ele geçirdiğinizin beşte biri Allah'a, Rasülü'ne, Rasül’ün akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara, (diğer beşte dördü de savaşa iştirak edenlere) aittir.” (Enfal/41)
        Cübeyr b. Mûtim şöyle rivayet ediyor: Ben ve Osman b. Affan Hz. Muhammed (a.s.v.)'e gittik ve dedik ki:
      - Ey Allah'ın Rasûlü! Muttalib oğullarına verdin, bize vermedin. Oysa onlarla biz, sana aynı derecede akrabayız.
     - Muttalib oğıılları, Haşim oğullarıyla aynıdır. (Buhari/2971)*


            Zekâtın Borçta Vacip Olması
       Nisab miktarına ulaşan alacağı olan veya alacağı ile elindeki mal nisab miktarına ulaşan kişiye, eğer verdiği borcun üzerinden bir sene geçmişse zekât vacip olur, tıpkı elindeki mala zekâtın vacip olması gibi. Çünkü verilen borç da nisab miktarına ulaşmış ve üzerinden bir sene geçmiş ve zekât vacip olmuş bir maldır. Malın elinde olmaması, zekâtın o malda vacip olmasına mâni değildir. Çünkü yanında olmayan mal, ticaret malı veya başkasının yanına emanet olarak bırakılan mal gibidir. Elde hazır bulunmasalar da bunların her ikisine de zekât düşer.
            Borç Verilen Malın Zekâtı Ne Zaman Verilir?
      a. Eğer alacağın zamanı gelmiş, borçlu da borcunu ödeyebilecek durumda ise, malın zekâtının verilme vakti de gelmişse borç veren kişinin o malın zekâtını hemen vermesi farzdır, isterse alacağını tahsil edememiş olsun. Çünkü o mal, elinin altındaki mal hükmündedir, borçlunun elinde emanet gibidir, alacaklı o malı her an alabilir ve istediği gibi tasarruf edebilir.
            b. Borcun ödenme zamanı geldiği halde, borçlu olan kişi fakirliğinden veya inkâr ettiğinden dolayı borcunu ödemiyorsa, alacaklı olan kişinin o malın zekâtını hemen vermesi vacip olmaz. Çünkü malını alamamaktadır. Ancak o malı aldıktan sonra üzerinden kaç sene geçtiği hesap edilerek zekâtı verilir. Çünkü o malda zekât, her sene vacip olmuştur ve sahibinin zimmetinde sayılır. Tıpkı elinde hazır bulunmayan mal gibi... Dolayısıyla onu ne zaman elde ederse, zekâtını da o zaman vermek vacip olur.
            c. Eğer verilen borcun ödeme vakti belli değilse onun zekâtını hemen vermek vacip değildir. Kişi, alacağını ne zaman alır veya ne zaman almaya imkân bulursa, geçmiş senelerin zekâtını da vermelidir. Eğer zamanı geldiği halde malını almamışsa ve alma imkânı da yoksa, malım alıncaya kadar beklemeli, aldıktan sonra geçmiş senelerin zekâtını vermelidir.
            Borçlu Olan Bir Kimsenin Malına Zekât Düşmesi
            Şâfiî mezhebinin meşhur olan görüşüne göre ise hiçbir borç, zekâta tâbi olan malların hiçbirisinden düşülmez, dolayısıyla borçluluk hâli zekât vermeye engel değildir.
      Borçlu olan kimsenin borçları, nisab miktarına ulaşan ve üzerinden bir sene geçmiş olan malları kadar veya nisab miktarından aşağı indirecek kadar olsa dahi malının zekâtını vermesi gerekir. Ticarî malları olan kişi için de durum böyledir. Tüccarın mülkiyetinde olan mal nisab miktarına ulaşmış ve üzerinden de bir sene geçmişse onun zekâtını vermelidir.
            Çünkü borçlu olması, elinde bulunan malda zekâtın vacip olmasına mâni olmaz. Zira borç zimmete bağlıdır. Zekât ise elinin altında bulunan ve zekât vacip olan mala bağlıdır. Malda zekât vacip olduğunda, hak sahiplerinin mülkü olur. Mal sahibinin elinde kalsa bile onların mülküdür, mal sahibinin onu hak sahiplerine vermesi farzdır.
            Şu rivayet de bunu desteklemektedir: 'Bu ay zekât ayıdır. Kimin yanında borç varsa onu ödesin ki mallar tahsil edilmiş, zekâtlar ödenmiş olsun'. (İmam Mâlik, Muvatta, 1/253)
            Hz. Osman böyle söyleyerek zekât ayından önce borçların ödenmesi hususunda insanları uyarmıştır. Zekât ayı geçtikten sonra zekât mallan tespit edilir ve üzerindeki borçlar dikkate alınmaz. (İmam Şafii, el-Umm/42-43- (Hanefî mezhebine göre borcu olan kimseye -borcundan daha fazla mülkü olması müstesna- zekât düşmez.)
Mesken (Ev), Elbise Ve Mücevherler Zekâta Tâbi midir?
            İçinde oturulmakta olan meskenler (evler), giyilecek olan elbiseler, evde bulunan ev eşyaları, binek hayvanları, kişinin kendi şahsı için kullanmakta olduğu silâhlar, altın ve gümüşten yapılmamış olan kaplar, zekâta tâbi değildirler. Ticaret maksadı için değil de süs için bulundurulan inci, yakut ve zeberced gibi mücevherler de mezheplerin ittifakıyla zekâta tâbi değildirler.
        Eseri yapılan eşyaya geçse de geçmese de, mutlak sanat âletleri de, Hanefîler dışındaki diğer mezheplere göre zekâta tâbi değildirler.
           Ticaret gayesi dışında bulundurulan ilim kitapları, sahibi ilim ehlinden olsa da, olmasa da Hanefîler dışındaki diğer mezheplere göre zekâta tâbi olmazlar.


      Soru: Ev almak, araba almak, evlenmek veya iş yeri kurmak amacıyla biriktirilen paranın zekatı verilir mi?
         Zekât, Allah’ın, rızk olarak verdiği maldan fakir-fukara hakkı için ayrılmasını emir buyurduğu bir “mâlî arınma ve temizlenme ameliyesinden” ibârettir. Allah rızâsı için verilir. Her kim ne verirse, kendisi için verir. Çünkü Allah her şeye Vekîl, Kefîl, Hasîb, Nâzır, Alîm, Habîr ve Şekûr’dür. Öyle ki, Allah rızâsı için veren ne dünya açısından, ne de âhiret açısından zarar etmez. Yani Allah onun bedelini yerine fazlasıyla koyar.
       Söz gelişi, bilhassa “ev alma” gibi hayırlı alışverişlerde kolaylık verir, hayırlı kapılar açar, şerden uzak tutar. Bu yüzden, hangi aslî ihtiyacımızı alma plânımız olursa olsun; vakti gelmiş zekâtı geciktirmek helâl ve câiz değildir.
        Nitekim, aslî ihtiyaçlarımız dışında, en az 80 gr. altın değerinde bulunan ve üzerinden bir yıl geçen birikim ve tasarruflarımızın zekâtını vermemiz, üzerimizde bir borç ve zimmettir. Uzak veya yakın gelecekte ev, araba veya başka bir aslî ihtiyaç alma plânlarımız, üzerinizden zekât zimmetini kaldırmaz.
      Ev ve araba gibi ihtiyaçlarınız için biriktirilen paranın üzerinden bir yıl geçmişse ve nisab miktarını aşıyorsa zekât düşer. *Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu
            Soru: -Fakir bir kimse bir köyde veya bir mahallede namaz kıldırıp, ezan okur ve ihtiyacına binaen onlardan zekat kabul ederse bunda sakınca var mıdır?
           Cevap: Fakir bir kimse köyde veya mahallede namaz kıldırıp ezan okursa ve muhtaç olduğu için halk kendisine zekat verirse bunda sakınca yoktur. Fakat fakir olmazsa caiz değildir. (Halil Günenç Fetvalar-284)
 
            Kadının mihri
            Kadının mihri henüz kocasının elindeyse borç statüsüne tâbi olur. Bunun zekâtını vermek vaciptir, gücü yetiyorsa mihrin zekatını ödemelidir. Kocadan alındıktan sonra zekâtı ödemek farz olur.
            Kadınların Ziynet Eşyalarının Zekâtı
            Zekât düşen süs eşyalarından, kadının ziynet (süs) eşyası istisna edilmiştir. Onlarda zekât yoktur. Örneğin kadının israf sınırına varmayan altın veya gümüş takısına veya erkeğin gümüş yüzüğüne zekât düşmez. Bunun nedeni, onları süs eşyası olarak kullanmanın onlardaki gelişme sıfatını yok etmesidir.
       Şafii mezhebine göre; kadınların 200 miskali (818 gr.) aşmayan miktardaki takıları, aşırı miktarda sayılmadığı için zekattan muaftır. Hanefi mezhebine göre ise, kadının altın takıları 20 miskalden (80,18 gr.) fazla olursa zekata tabi olur.
            Kadının, Kocasına Zekât Vermesi
      Kendisine zekât düşen kadın, malının zekâtını fakir kocasına verebilir.  Hatta zekâtını kocasına vermesi sünnettir. Kadının, zekâtını çocuklarına infak etmesi müstehabtır. Çünkü hem kocasının, hem de çocuklarının nafakası kadının üzerine vacip değildir.


FITIR SADAKASI

        Fıtır sadakası, maldan belli bir miktarın verilmesidir. Fıtır sadakasının verilme vakti, Ramazan'ın son günü güneş battıktan sonra başlar. Her mükellefin kendisinin ve nafakası kendine vacip olan kimselerin fitrelerini vermesi vaciptir. Hz. Muhammed (a.s.v.), Ramazan'ın farz olduğu hicretin ikinci senesinde fıtır sadakası verilmesini emretmiştir.
       Fıtır sadakasının vacip olduğunun delili, İbn Ömer'in rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) Ramazan'da, fıtır zekâtını hür, köle, erkek, kadın her Müslümana hurmadan yahut arpadan 1 sâ olarak farz kıldı'. (Buhari/1433; Müslim/984)

Fıtır Zekâtı'nın Farz Olmasının Şartı
            Fıtır Zekâtı, üç şartla farz olur:
            1. Müslüman olmakla.
       Fıtır sadakası kâfir'e, dünyada cezayı gerektirecek şekilde vacip değildir.
       Bu hususta İbn Ömer'den rivayet edilen hadîs daha önce geçmişti.
            2. Ramazan'ın son gününde güneşin batmasıyla.
          Bu bakımdan Ramazan'ın son günü güneş battıktan sonra ölen bir kimseye fıtır sadakası vacip olur. İster fıtır sadakası vermeye imkân bulsun, ister bulmadan ölmüş olsun fark etmez.               Fakat güneş battıktan sonra dünyaya gelen çocuk için fıtır sadakası vacip olmaz. Ramazan'ın son günü güneş batmadan önce ölen kimseye de vacip olmaz. Fakat güneş batmadan doğan çocuk için fıtır sadakası vacip olur.
        3. Kişinin hem kendisine, hem de çoluk-çocuğuna bayram günü ve gecesinde yetecek kadar yiyecek bulunmasıyla.
     Kendisine ve çoluk-çocuğuna bayram günü ve gecesinde yetecek kadar nafakası olmayan kimseye fıtır sadakası vacip olmaz.
*Hanefi Mezhebinde ise; Ramazan bayramına kavuşan, temel ihtiyaçlarının ve bir yıllık borçlarının dışında nisap miktarı (80.18 gr. altın veya bu değerde) mala sahip olan müslümanlar kendileri ve velayetleri altındaki kişiler için fıtır sadakası vermekle yükümlüdürler. 
* https://diyanet.ch/wp-content/uploads /2018/05/zekat1.pdf

Mükellefin, Fıtır Sadakasını Vermekle Yükümlü Olduğu Kimseler
        Sözü geçen üç şartı haiz olan herkese, kendisi ve nafakası kendisine vacip olan babası, annesi, dedeleri, nineleri, çocukları ve eşi için fıtır sadakası vermek vaciptir. Fakat kişinin baliğ olup çalışmaya gücü olan çocuğu için fıtır sadakası vermesi vacip değildir. Nafakasını karşılamakla yükümlü olmadığı akrabası için de fıtır sadakası vermesi vacip değildir.
            Kişinin malı, nafakası kendisine vacip olan kişilerin sada-kasını vermeye yetecek kadar değilse önce kendisinin, sonra eşinin, sonra küçük çocuğunun, sonra babasının, sonra annesinin, sonra çalışmaktan aciz olan büyük oğlunun fıtır sadakasını vermelidir.

*          Hanefi Mezhebinde ise; Kişi kendisinin ve ergenlik çağına ulaşmamış çocuklarının fitresini vermekle yükümlüdür. Buna karşılık kişinin ana-babası, büyük çocukları, karısı, kardeşleri ve diğer yakınları için fitre ödeme zorunluluğu yoktur.

            Fıtır Sadakasının Cinsi ve Miktarı
            Fıtır sadakasının, en çok yenen gıdalardan verilmesi gerekir. Ancak bugün bu meselede İmam Ebu Hanife'nin mezhebini taklit etmekte bir sakınca yoktur. Ebu Hanife'nin mezhebine uyarak gıda yerine, gıdanın bedelini para olarak vermek daha kolaydır. Ayrıca gıdanın bedelini vermek fakirler için buğday vermekten daha yararlıdır ve umulan hedefin tahakkukuna daha yakındır.
            Fıtır Sadakasının Vakti
         Fıtır sadakasının vacip oluş vakti, daha önce söylediğimiz gibi Ramazan'ın son günü güneşin batışıyla başlar. Fıtır sadakasını çıkarmanın caiz olduğu vakit ise Ramazan'ın başından başlayıp bayramın birinci günü güneş batışıyla sona erer. Fitreyi, bayramın birinci günü sabah namazıyla, Bayram namazı arasında vermek sünnettir.
          Çünkü daha önce naklettiğimiz İbn Ömer hadîsi buna delâlet ettiği gibi, 'Halk Bayram namazına çıkmadan önce fıtır sadakasını verin' hadîsi de buna delâlet etmektedir. (Buhari/1432)

     Fıtır sadakasının, bayram gününün sonuna tehir edilmesi mekruhtur. Eğer bayram günü verilmezse günahkâr olunur ve kaza edilmesi gerekir.

            Fıtır sadakası kimlere verilebilir, kimlere verilemez?
a) Ana, baba, büyük ana ve büyük babalara,
b) Oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklara,
c) Karısına,
d) Zengine yani aslî ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişiye,
e) Babası zengin olan ergen olmamış çocuğa.
            Şâfiîlere ve Ebu Yusuf’a göre fitre, Müslüman olmayana da verilemez.
            Bunların dışındaki kardeş, teyze, dayı, amca, hala ve onların çocukları, gelin, damat, kayın peder ve kayın valide gibi akrabalar zengin değillerse kendilerine zekât, fitre ve fidye verilebilir.
       Fıtır Sadakası Zekat ibadeti gibi fakir, yoksul ve ihtiyaç sahiplerine verilir. Maddi durumu iyi olan hiç kimseye verilemez. Verilecek olsa tekrar çıkarılması gerekmektedir. Bazı Müslüman kardeşlerimiz fıtır sadakalarını komşulara dağıtmakta fakir ve zengin ayırımı yapmadan fıtır sadakasını çıkarmaktadırlar. Bu davranış kesinlikle doğru değildir. İhtiyaç sahiplerine verilmelidir.


için başlığı tıklayınız.

Bu çalışma hazırlanırken;
1- İnternette bulunan ve mobil uygulamalarda online yayımlanan Rahmetli Ali ARSLAN Hoca Efendi tarafından tercüme edilmiş olan “Büyük Şafii Fıkhı” (Müellifler: Dr. Mustafa el-Hin, Dr. Mustafa el-Buğa, Ali el-Şerbeci) kitabından,
2- (http://risaleoku.com:8080/oku/safii/1) web sitesinde online yayımlanmış olan ve Müellifi Halil GÜNENÇ Hoca Efendi olan Büyük Şafiî İlmihali’nden,
3- https://ehliislam.com/dort-mezhep-fikih.pdf  web sitesinde online yayımlanmış ve Abdurrahman Cezîrî başkanlığında hazırlanmış olan ‘Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı’ kitabından,
4- Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. H. Yunus Apaydın tarafından hazırlanmış olan ve 1998 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca yayımlanmış olan ve https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/5255 adresinde de online erişime açık olan “İlmihal” kitabından,
5- TDV tarafından basılan ve (https://islamansiklopedisi.org.tr), adresinde online da yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nden,
 6- Müellifi Vehbe Zuhayli olan ‘İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nden,
7- İmam-ı Gazali’ye ait olan İhya-u Ulumiddin’den,

            Başta olmak üzere birçok kitaptan yararlanılmıştır. İlmihal hazırlanırken yararlanılmış ve söz konusu alıntılar (*) ile işaretlenmiş ve sonuna da kaynak ve (varsa) internet adresi linkleri ilgili bölümde belirtilmiştir.