Oruç

ŞAFİİ MEZHEBİNE GÖRE ORUÇ

     Oruç, Farsça'daki rûze kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Arapça'sı savm ve sıyâmdır. Savm kelimesi Arapçada "bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek" anlamında kullanılır.
        Fıkıh terimi olarak ise, imsak vaktinden iftar vaktine kadar, bir amaç uğruna ve bilinçli olarak, yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir.
*        Ramazan-ı şerifte oruç tutma farziyeti Kur'an-ı Kerim, sünnet ve icmai ümmetle sabit olmuştur. Onu inkar eden kimse Müslüman değildir.
        Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنوُا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
         "Ey mü'minler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de oruç farz kılındı. Ki oruç sayesinde fenalıklardan korunasınız." Bakara : 183
         Allah'ın Resûlü de buyuruyor:
يَا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ اَظَلَّكُمْ شَهْرٌ عَظِيمٌ مُبَارَكٌ شَهْرٌ فِيهِ لَيْلَةٌ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ جَعَلَ اللّٰهُ صِيَامَهُ فَرِيضَةً وَقِيَامَ لَيْلِهِ تَطَوُّعًا
         "Ey nas; büyük ve bereketli bir ay sizi gölgelendirdi. O öyle bir aydır ki, içinde, bin aydan daha hayırlı bir gece vardır. Allah onun Orucunu farz, gecesini kıyam etmeyi, nafile kıldı."
        Ramazan-ı şerif Orucu İslâm’ın temellerinden biridir. İmsak, Arapçada, "kendini tutmak, engellemek" anlamına gelir. Orucun temel unsuru da (rükün) bu anlamdır. 
*         İmsak vakti tabiri, dilimizde, oruç yasaklarından (yeme içme ve cinsel ilişki) uzak durma vaktinin başlangıcı anlamında kullanılır. İmsak vakti, tan yerinin ağarması (fecr-i sâdık) vakti olup, bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur; bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip orucun başlaması vaktidir.
        İftar vakti ise, oruç yasaklarının sona erdiği vakit anlamında olup, güneşin batma vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti de girmiş olur. Gündüz ve gecenin teşekkül etmediği bölgelerde oruç süresi, buralara en yakın normal bölgelere göre belirlenir.* (TDV İlmihal 1/381) 
        Orucun farziyeti hicretin ikinci senesinde vaki olmuştur.
        Orucun bir çok faydaları vardır. En önemlisi, insanlığın dengesini muhafaza etmesidir. Zira Cenab-ı Allah, insanı, ruh alemini temsil eden melek ile, madde alemini temsil eden hayvan arasında halk etmiştir. Başka bir tabir ile Cenab-ı Allah, insanı ruh unsuru ile cisim unsurundan mürekkeb bir mahluk olarak halk etmiştir. İşte oruç, cesedin ruha galebe çalmasına engel olup iki unsurun dengesini sağlar. *  (Büyük Şafii İlmihali - Halil GÜNENÇ)
        Orucun Hikmetleri, Sırları ve Faydaları
        Müslümanın, her şeyden önce orucun bir ibadet olduğunu ve Allah'ın onu farz kıldığını bilmesi gerekir. İbâdet olmasından maksat, Allah'ın emrine uymak ve Allah'a karşı kulluk görevini yerine getirmek amacıyla oruç tutmaktır. 
        Müslüman, bu ibadetten doğması mümkün olan sonuca bakmaksızın bunu yerine getirmelidir. Böyle yaptıktan sonra orucun hikmet ve faydalarını araştırmasına herhangi bir engel yoktur. Hiç şüphesiz Allah'ın hükümlerinin tümünde hikmet ve kullar için faydalar vardır. Ancak ibadet eden kişi, o ibadetteki hikmet ve Faydaları bilmek mecburiyetinde değildir. 
        Yine hiç şüphe yok ki orucun da birçok hikmet ve faydaları vardır. Bu hikmet ve faydaların bir kısmına muttali olunur, bir kısmı ise kullar için gizli kalır. 
        Orucun hikmet ve faydalarını şöyle sıralayabiliriz:
        1. Sahih oruç, Allah'ın murakabesi için mü'minin kalbini uyanık tutar.
        Oruçlu bir kişi, bir müddet sonra açlık ve susuzluk hisseder. Nefsi, yemeye ve içmeye meyleder. Fakat oruçlu olduğunun şuurunda olması buna mâni olur. Oruçlu kimse, nefsinin arzu ve isteklerine engel olur.
        Bunu da Allah'ın emrini yerine getirmek için yapar. Böylece kalbi daima uyanık olur, Allah'ın murakabesi altında olduğunun şuuruna varır ve daima Allah'ı anmış olur. O'nun kudret ve azametini hisseder.
        2. Ramazan ayı mukaddes bir aydır. Allah, kullarından, bu ayı ibadetle geçirmelerini, Allah'a yaklaşmak için gayret göstermelerini istemiştir.
        Yemek sofrasında, içki meclisinde keyif yaparken bunların olması mümkün değildir. Bu bakımdan Ramazan ayı, ibadet etmek ve Allah'a yaklaşmak için en uygun zamandır.
        3. Sene boyunca yemek yendiği için hisler dumura uğrar ve nefsin azmasına sebep olur. Her iki durum da Müslüman için uygun değildir.
        Orucun farz kılınmasında, nefsi temizlemek, hisleri güçlendirmek gibi hikmetler olduğu anlaşılmaktadır.
        4. İslâm toplumunun üzerine bina edildiği temellerin en önemlilerinden biri de Müslümanların birbirlerine sevgi ve merhamet göstermeleridir.
        Zengin, açlığın acısını tatmadıkça, felaketlerini hissetmedikçe fakire gerektiği gibi merhamet edemez. Fakat Ramazan ayı, zengine fakirlik şuurunu veren, onu elem ve yoksulluğunda fakirle beraber yaşamaya sevk eden bir aydır. Bu bakımdan zenginlerin kalbine şefkat ve merhamet duygularını yerleştiren, fakirlere yardım etmeye sevk eden bir ibadettir oruç!
Ramazan Ayının Tespit Edilmesi
        Ramazan ayı iki şekilde tespit edilir:
        Birincisi, Şaban ayının otuzuncu gecesinde hilâli görmekle olur. Ancak adil bir şahidin buna şehadet etmesi gerekir.
         İkincisi, Şaban ayını otuz güne tamamlamakla Ramazan ayı tespit edilir.
        Bu da havanın bulutlu olmasından ötürü hilâlin görünmesi zorlaştığı zaman veya adil bir şahidin hilâli görmemesi durumunda olur.
        Bu iki durumun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in. şu sözüdür:
صُومُوا لِرُؤْيَتِهِ وَاَفْطِرُوا لِرُؤْيَتِهِ فَاِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَاَكْمِلُوا عِدَّةَ شَعْبَانَ ثَلَاثِينَ يَوْمًا
        “Hilâli gördüğünüzde oruç tutun ve yine hilâli gördüğünüzde bay yapın. Eğer hava bulutlu olur da hilâli göremezseniz, Şaban’ı otuza tamamlayın.” (Buhari/1810, Müslim/1080)
        İbn Abbas şöyle rivayet etmektedir: “Bir bedevî, Hz. Muhammed (a.s.v.)'e gelerek şöyle dedi:
        - Ben Ramazan hilâlini gördüm.
        - Sen Allah'ın birliğine şehadet ediyor musun?
        - Evet.
        - Benim de Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun?
        - Evet
        - Ey Bilal! Halka oruç tutmalarını söyle!” (İbn Hibban, (.Mevarid'uz-Zaman/870); Hâkim, Müstedrek, I/424)
        Eğer Ramazan hilâli bir memlekette görülürse, o memlekete yakın olan yerlerde yaşayan halka da oruç tutmak farz olur. Fakat o memlekete uzak olan yerlerde yaşayanlara farz olmaz. Çünkü Şam, Humus, Halep gibi şehirler bir yer sayılır. Kahire, Şam, Mekke gibi birbirine uzak şehirler bir yer sayılmazlar. Uzaklık 'ihtilaf-ı metali' ile takdir edilir.
        Geçen Hükümlerin Delili
        Kurayb'dan şöyle rivayet edilmektedir: Ben henüz Şam'da bulunduğum sırada Ramazan hilâli görüldü. Ben de hilâli, Cuma gecesinde gördüm. Sonra ayın sonunda Medine'ye geldim. îbn Abbas, bana birçok şey sordu. Sonra hilâlin görüldüğü günü de zikredip şöyle dedi:
        - Hilâli ne zaman gördünüz?
        - Cuma gecesi gördüm.
        - Sen bizzat hilâli gördün mü?
         - Evet! Halk da hilâli gördü ve oruç tuttu. Muaviye de oruç tuttu.
        - Lakin biz hilâli Cumartesi gecesi gördük ve otuza tamam-lamak için oruç tutmaya devam ediyoruz, yahut da hilâli göreceğiz.
        - Muaviye'nin hilâli görmesi ve oruç tutması ile yetinmiyor musun?
         - Hayır! Hz. Muhammed (a.s.v.) bize böyle emretti.” (Müslim/1087)
        Buna binaen âlimler şöyle demişlerdir: Ayın görüldüğü bir şehirden, uzak bir şehre giden kişi, oruç hususunda gittiği yere uymalıdır. İsterse otuz günü tamamlamış olsun. Çünkü o şehre gitmekle onlardan biri sayılır.
        Yine aynı şekilde hilâlin görülmediği şehirden, görüldüğü bir şehre giden kişi, isterse 28 gün oruç tutmuş olsun gittiği şehre göre davranmalıdır.
        Ancak 28 gün oruç tutmuşsa, bir gün kaza etmelidir. Çünkü ay, 29 veya 30 gündür. Bayram yapmış bir şehirden, halkı oruçlu olan uzak bir şehre giden kişi, onlara uymak için günün kalan saatlerinde yiyip içmekten kaçınmalıdır.
*          Astronomik Hesapla Hilâlin Sübûtu.
        İslâm müçtehit ve fakihlerinin büyük çoğunluğu, ilgili hadis-lere dayanarak kamerî ayların başlangıcının belirlenmesinde hilâli görmenin esas olduğunu, bunun mümkün olmaması durumunda ise içinde bulunulan ayın otuz güne tamamlanması gerektiğini, bu konuda hesaba ve müneccimlerin sözlerine uymanın câiz olmayacağını savunmuştur. 
    Buna karşılık başta tâbiînin büyüklerinden Mutarrif b. Abdullah, İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin talebelerinden Muhammed b. Mukātil er-Râzî, İbn Kuteybe, Ebü’l-Abbas İbn Süreyc, Kaffâl, Kādî Abdülcebbâr, İbn Dakīkul‘îd, Takıyyüddin es-Sübkî, Kādî Ebü’t-Tayyib et-Taberî gibi klasik dönem ulemâsı yanında Muhammed Tâhir İbn Âşûr, Cemâleddin el-Kāsımî, Muhammed Bahît, M. Reşîd Rızâ, Tantâvî Cevherî, Mustafa el-Merâgī, Muhammed Ali es-Sâyis, Ahmed Muhammed Şâkir, Kâmil Miras, Mustafa Ahmed ez-Zerkā gibi çağdaş âlimler, hilâlin ilk defa görülebileceği zamanın ve yerin hesapla tayininin mümkün olduğunu, doğruluğundan emin olunduğu takdirde hesapla belirlenen hükmî rü’yete göre kamerî ayların başlangıcının tayin edilebileceğini ifade etmişlerdir. 
         … Gerçekten günümüzde kamerî ayların dinî hükümlere göre giriş ve çıkışına esas olan hilâlin ilk defa nerede ve ne zaman görülebileceği, hiçbir şüpheye imkân bırakmayan saniyelik hesaplarla doğru olarak tesbit edilebilmektedir. Hesapla belirlenenden farklı bir zamanda veya yerde hilâlin görülebilmesi kesinlikle mümkün değildir. Mutlaka rü’yete bağlı kalmayı ve hesabı reddetmeyi gerektiren şartlar ortadan kalktığına göre teknik gelişmelerin ve astronomik hesapların sağladığı imkân ve kolaylıklardan yararlanmamak için bir sebep yoktur. 
        Kaynaklarda aksi nakledilmekle birlikte Ebü’l-Abbas İbn Süreyc, İmam Şâfiî’nin, hilâlin görülebilir durumda ufukta mevcut olduğunu ilm-i nücûm veya ayın menzilleriyle istidlâl edebilen kimselerin buna göre oruç tutmalarının câiz olduğu görüşünü benimsediğini söylemiştir (İbn Rüşd, I, 196). 
        Nitekim Şâfiî fakihlerinden Şemseddin er-Remlî de hesap bilen kişinin kendi hesabıyla amel edebileceğini ve mutemet görüşe göre farz oruç için bunun yeterli olacağını belirtmiştir (Nihâyetü’l-muḥtâc, III, 150).
        Ayın yirmi dokuz veya otuz gün olacağının hesapla belirlenebileceği görüşünde olan İbn Süreyc, “Hava kapalı ise onu takdir edin” ifadesinin, “Ayın menzilleriyle onu tayin edin” şeklindeki yorumunun, “Onu otuz güne tamamlayın” anlamındaki rivayetlerle çelişmediğini söylemektedir. Ona göre, “Onu takdir edin” ifadesi Cenâb-ı Hakk’ın bu ilimle mümtaz kıldığı kişilere, “Onu otuz güne tamamlayın” sözü ise ayın menzillerini ve hesabı bilmeyen avama hitaptır (Lisânü’l-ʿArab, “ḳdr” md.). 
        Müçtehit fakihlerden Takıyyüddin İbn Dakīkul‘îd de bulut, sis vb. bir sebeple görülemeyen hilâlin, görülebilecek şekilde ufukta mevcut olduğu hesapla belirlendiği takdirde şer‘î sebep gerçekleştiği için yeni ayın başlamış sayılacağını, çünkü ayın başlaması için hilâlin mutlaka gözle görülmesinin değil ufukta mevcut bulunmasının şart olduğunu, bu durum kesinlikle bilindiğinde bu bilgiyle amelin vâcip olacağını söylemiştir (İḥkâmü’l-aḥkâm, II, 8). 
        Hilâlin görülebilecek bir konumda ufukta mevcut olduğunun hesapla tespiti halinde şer‘an ayın başlamış sayılacağını, bu konuda kaleme aldığı risâlesinde (el-Alemü’l-menşûr, s. 26-27) belirten Şâfiî fakihi Takıyyüddin es-Sübkî, hesaba göre hilâlin görülmesinin imkânsız olması durumunda hilâli gördüklerini söyleyenlerin şahitliğinin kabul edilmeyip hata veya yalana hamledilmesi gerektiğini, çünkü hesabın kat‘î, şahitlik ve haberin ise zannî olduğunu, zannın kesin bilgiye tercihi bir yana onunla çelişemeyeceğini, esasen şahitliğin geçerli sayılabilmesi için şahadette bulunulan şeyin hissen, aklen, dinen ve ilmen mümkün olması gerektiğini ve hesabın kesin olarak imkânsızlığını gösterdiği bir konudaki şahitliğin şahadette bulunulan husus imkân dahilinde bulunmadığı için geçerli olamayacağını belirtir (el-Fetâvâ, I, 209-210). 
        Astronomik hesapların doğruluğu ve kesinliğinin, güneş ve ay tutulması olaylarının çok önceden yapılan hesaplara tam bir uygunluk içinde gerçekleşmesiyle sabit olduğunu ve ilgili hadisler gereğince kamerî ayların, güneşin batışından sonra hilâlin yeryüzünden görülebilecek bir konumda batı ufkunda mevcut bulunmasıyla başlayacağını belirten çağdaş âlimlerden Şeyh Muhammed Bahît, ister bizzat görerek ister gördüğünden emin olduğu bir kimseden duyarak ister yetkili otoritenin konuyla ilgili emir ve hükmünü öğrenerek isterse astronomik hesapla bilmek suretiyle olsun, ilim yollarından herhangi biriyle ramazan hilâlinin görülebilecek bir konumda ufukta bulunduğunu bilen kimseye oruca başlamanın vâcip olacağını söyler. Çünkü Kuşeyrî’nin de dediği gibi orucun vücûbunun şer‘î sebebi hilâlin gözle görülmesi değil görülebilecek bir konumda ufukta bulunmasıdır. Görme bu bulunuşu bilme vasıtasıdır. Bu bilgiye başka bir yoldan da ulaşılsa şer‘î sebep gerçekleşmiş olur (İrşâdü ehli’l-mille, s. 258-261). 
        Yine Bahît’e göre rü’yetle ilgili hadislerdeki, “Onu takdir edin” ifadesi, “Sayıyı otuza tamamlayın” anlamında değil, “Düşünüp gereğini tayin edin” anlamındadır. Nitekim deccâlin yeryüzünde ilki bir yıl, ikincisi bir ay, üçüncüsü bir hafta, diğerleri ise normal gün ölçüsünde olmak üzere kırk gün kalacağı beyan edilen “deccâl hadisi”ndeki normal olmayan günlerde namaz vakitlerini “takdir edin” (Müslim, “Fiten”, 110) ifadesi de aynı anlamdadır. Olayların benzerliği dikkate alındığında bu ifadelerin her iki hadiste de “sayıyı tamamlayın” diye yorumlanmasının uygun olmadığı, “vakti takdir ve tayin” anlamında olduğu açıktır (a.g.e., s. 270-271).* https://islam ansiklopedisi.org.tr/hilal 
        Ramazan Orucunun Farz Olma Şartları
        Ramazan orucunun farz olması için aşağıdaki şartların bulun-ması gerekir:
        1. Müslüman olmak.
        Oruç, kâfire vacip değildir. Kâfir, dünyada oruç tutmaya zorlanamaz. Çünkü kâfir İslâm'a girmedikçe orucunun bir anlamı olmaz. Fakat ahirette, oruç tutmadığından dolayı cezaya çarptırılır. Yine aynı şekilde İslâm'ın diğer farzlarını terk etmesinden ötürü de ceza görür.
        2. Mükellef olmak.
        Eğer buluğ çağına gelmemiş veya aklı eksikse o kişiden so-rumluluk düşer. Mükellef olmayan bir kimse de dinî görevlerden herhangi biri için zorlanamaz.
        Bunun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu sözüdür: “Üç kişi-den kalem kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyan kimseden, buluğa erene kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden.” (Ebu Dâvud/4403 ve başka muhaddisler), (Hz. Ali'den)
        3. Oruca engel olan veya oruç tutmamayı mubah kılan bir özrün bulunmaması.
         Oruca engel olan özürler şunlardır:
         a. Günün herhangi bir saatinde hayız veya lohusalı olunması.
         b. Delilik veya baygınlığın bütün gün devam etmesi.
        Günün herhangi bir saatinde kişinin aklı başına gelir veya ayılırsa özrü düşer. Günün geri kalan kısmını, yiyip içmeden geçirmesi gerekir.
        Oruç tutmamayı mübah kılan özürler de şunlardır:
        a. Sahibini zarara uğratan veya şiddetli bir elem ve gevşekliğe yol açan hastalıklar.
        Eğer hastalık, kişinin ölümüne yol açacak derecede ağırsa, o zaman orucu bozması farz olur.
        b. 81 kilometreden (Halil Günenç’e göre 144 km) az olmayan bir sefere çıkmak.
        Ancak seferin, mubah bir şey için olması gerekir. Ayrıca seferin bütün gün devam etmesi şarttır. Mukim olduğu ve oruçlu olarak sabahladığı yerden, günün ortasında sefere çıkmaya niyet ettiği zaman orucunu bozması caiz olmaz. 
        Bunların delili, şu ayettir: 
وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ
        “Hasta olan veya seferde bulunan kimse, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde orucunu tutsun.” (Bakara/185)
      SORU -Bir kimse Ramazan-ı Şerifte gece vaktinde oruca niyet eder ve şafaktan sonra uzun bir yola çıkarsa orucunu bozabilir mi?
     Cevap: Malum olduğu gibi uzun bir yola çıkan kimseye namazı kısaltmak, üç mezhebe göre cem', takdim ve tehir etmek ve oruç tutmamak gibi birtakım kolaylıklar tanınmıştır. Ancak bunlardan faydalanabilmek için birtakım şartlar vardır. Fıkıh kitaplarında beyan edildikleri için burada onları izah etmek gerekmez. Yalnız sorumuzla ilgili şartı beyan etmek lazımdır. O da misafir olan kimsenin orucunu terk edebilmesi için şafaktan önce bilfiil seferde olması veya niyet etmemiş olmasıdır. Binaenaleyh bir kimse Ramazan-ı Şerifte gece vaktinde oruca niyet eder ve şafaktan sonra uzun bir yola çıkarsa orucunu bozamaz. (Halil Günenç- Fetvalar-343)
        SORU -İstanbul-Diyarbakır arasında sürekli yolculuk yapan bir şoför, zamanında oruç tutamadığı gibi, devamlı seferi olması dolayısıyla kaza da edememektedir. Ne yapması gerekir?
        Cevap: İslam dini hasta ve yolcuları mazeretten dolayı oruç tutmakla mükellef kılmamıştır. Mazeret ne kadar devam ederse şer'i ruhsat da o kadar devam eder. Bu gibi kimseler bir sene veya on sene sonra mazeretleri zail olunca oruç tutamadıkları günleri tespit edip kaza ederler. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "Sizden bir kimse hasta veya yolcu olursa oruç tutamadığı günler sayısınca kaza edecektir" (Bakara süresi: 194).
        c. Oruç tutmaktan aciz kalmak.
        Bu bakımdan yaşlılıktan veya şifası umulmayan bir hastalıktan ötürü oruç tutmaya gücü yetmeyen bir kimseye oruç farz değildir. Çünkü oruç, ancak oruç tutabilecek kimseye farzdır.          Bunun delili de şu ayettir:
وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍ
        “Oruç tutmaya gücü yetmeyenlere, bir fakirin doyumluğu kadar fidye vardır.” (Bakara/184)
        Ayette geçen yutikûnehu kelimesi, yutevvekûnehu şeklinde de okunmuştur. Böyle okunduğunda 'oruç tutmak için gayret gösterdikleri halde oruç tutmaya güç yetiremeyenler' anlamına gelir.
        İbn-i Abbas şöyle demiştir. 'Burada kast edilenler, yaşlı erkek ve kadınlardır. Çünkü onların oruç tutmaya güçleri yetmemektedir. Bu yüzden her gün için bir fakiri doyurmaları gerekir' (Buhar4235)
        Orucun Sıhhatinin Şartları
        Orucun sahih olması için aşağıdaki şartların bulunması gerekir.
        1. Müslüman olmak. 
        Kâfirin tuttuğu oruç sahih olmaz.
        2. Akıllı olmak.
        Kişi temyiz sahibi olmalıdır. Bu bakımdan delinin veya tem-yiz sahibi olmayan çocukların orucu sahih olmaz. Çünkü bunlarda niyet yoktur.
        Mümeyyiz olan çocuğun orucu sahihtir. Eğer gücü yetiyorsa, o çocuğa oruç tutmasını emretmek gerekir. Çocuk on yaşına bastığında, namaz gibi orucu da terk ederse bundan dolayı şiddetli bir şekilde olmaksızın dövülür. (Çocuğun şiddetli bir şekilde dövülmesi haramdır).
         3. Oruca mâni olan özür olmamalıdır.
        Meselâ kadın hayızlı veya lohusa, oruçlu kişi de bütün gün baygın veya deli olmamalıdır.

Orucun Rükûnları
Orucun rüknü ikidir:
        I. Oruca niyet etmek.
        Ramazan orucu niyetinde şu hususlar bulunmalıdır:
        1. Niyeti gece yapmak.
        Fecir doğmadan önce 'yarın oruç tutmaya niyet ettim' demek şarttır. Eğer fecirden sonra niyet edilirse, hem niyet, hem de oruç batıl olur. 
        Bunun delili, şu hadîstir: 
مَنْ لَمْ يُبَيِّتِ الصِّيَامَ قَبْلَ الْفَجْرِ فَلَا صِيَامَ لَهُ
        “Fecirden önce niyet etmeyen kimsenin orucu yoktur.” (Dârekutnî 11/172, Beyhakî, IV/202)
        Niyetin yeri kalptir. Kalben olmadıktan sonra dil ile niyet etmek yeterli olmaz. Niyetin dil ile söylenmesi de şart değildir.
        2. Tayin etmek.
        Bu, orucun çeşidini belirlemektir. Meselâ kişi 'Yarın Ramazan orucunu tutmaya niyet ediyorum' diye kalbinden geçirmelidir. Niyetin yapılma şekli şöyledir: Niyet, orucu kast etmektir. Eğer belirli bir oruca değil de mutlak olarak oruç tutmaya niyet ederse, niyeti sahih olmaz.
        Niyetin vacip olduğunun delili şu hadîstir: “Ameller niyetlere göredir.” (Buhari/l, Müslim/1907)
        Ramazan Orucu için niyetin en güzel şekli şudur:
نَوَيْتُ صَوْمَ غَدٍ عَنْ اَدَاءِ فَرْضِ رَمَضَانَ هٰذِهِ السَّنَةِ لِلّٰهِ تَعَالَى
        "Allah için, bu senenin farz olan Orucunu eda etmek için, yarın oruç tutmağa niyet ettim."
          3. Niyeti tekrarlamak.
        I. Her gece fecirden önce gelecek günün orucuna niyet etmek gerekir.
        Bütün ay için bir defa niyet etmek yeterli olmaz. Çünkü Ramazan orucu, tek bir ibadet değildir. Her gün, ayrı bir ibadettir. Bu nedenle de her ibadet için ayrı bir niyet gerekir.
        Nafile oruçta ise, geceden niyet etmek veya orucu tayin etmek şart değildir. Zeval'den önce mutlak olarak oruç tutmaya niyet etmek yeterlidir.
        Bunun delili, Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadîstir: Hz. Muhammed (a.s.v.), bir gün Hz. Aişe'ye 'Yanınızda bir yiyecek var mı?' diye sordu. Hz. Aişe 'Hayır' deyince, Hz. Muhammed (a.s.v.) 'O halde ben bugün oruçluyum' dedi. (Darekutnî) 
        II. Fecirden güneş batıncaya kadar (akşam ezanına kadar) orucu bozan hususlardan uzak durmak.
        Soru -Gece ve gündüzü yirmidört saatten fazla olan ülkelerde "yani 66 enlem derecesinden itibaren doksan enlem derecesine kadar bulunan Müslümanlar" nasıl oruç tutacaklar? İftar vaktiyle imsak vaktini nasıl tayin edecekler?
        Cevap: Gece ve gündüzü yirmidört saatten fazla olan yerlerde vakit teşekkül etmediği halde namaz için mutedil veya en yakın memleketin vakti ölçü olarak alındığı gibi oruç için de ölçü olarak alınacaktır. (Halil Günenç-Fetvalar-359)
        Orucu bozan hususlar ise şunlardır:
        1. Yemek ve içmek.
        Oruçlu kasten yer veya içerse, yediği ve içtiği ne kadar az olursa olsun orucu bozulur. Fakat oruçlu olduğunu unutarak yer veya içerse, yediği ve içtiği ne kadar çok olursa olsun orucu bozulmaz. 
        Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim oruçlu iken unutup yer veya içerse, orucunu (bozmayıp) tamamlasın. Çünkü ona, ancak Allah yedirmiş, içirmiştir.” (Müslim/1155, (Buhari/1831, (Ebu Hüreyre'den)
        2. Gözle görülen bir şeyin insan vücuduna girmesi. 
        Hadîste geçen 'cevf kelimesi, boğazdan mideye, bağırsaklara kadar olan yol demektir. Açık delikten insan vücuduna giren şeyden maksat da ağız, kulak, ön ve arkadan giren şeylerdir. Bu bakımdan göze akıtılan bir damla orucu bozar, çünkü göz açık bir deliktir. Şaracıyye denilen damardan vurulan iğne orucu bozar, çünkü bu da açık delik sayılır. Fakat 'verid' denilen damardan vurulan iğne orucu bozmaz, çünkü verid, açık bir delik değildir. Zikredilmeyen şeyler de buna kıyas edilir. Bütün bunlar kasten yapıldığında geçerlidir. Eğer unutularak yapılırsa, unutularak yenen yemeğe ve içmeye kıyasen oruca zarar vermez. 
        İnsan vücuduna giren sinek veya toz orucu bozmaz. Çünkü bunlardan korunmak çok zordur. Diş etleri kanayıp tükürüğü necis olur da ağız yıkanıp temizlenmezse -tükürük bembeyaz olsa dahi- bu tükürüğü yutmak orucu bozar.
        Normal şekilde mazmaza (ağıza su vermek) ve istinşak (buruna su vermek) yapılırken boğaza kaçan su orucu bozmaz. Ancak mazmaza ve istinşak mübalağalı bir şekilde yapılır, ağıza alınan su gargara yapılırken boğaza su kaçarsa oruç bozulur. Çünkü Ramazan'da böyle yapmak yasaktır. Temizlenmesi mümkün olmayan bir yemek kalıntısı, kasıt olmaksızın tükürükle beraber içeri girerse oruç bozulmaz. Ancak dişlerin arasındaki yemek kalıntısının temizlenmesi mümkün olduğu halde temizlenmez de boğaza kaçarsa oruç bozulur.
        Yemeye veya içmeye zorlanan kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü bunu kendi iradesiyle yapmamıştır.
        Boğaza bir şey dönmese de kasten kusmak orucu bozar. Fakat kişi isteği dışında kusarsa, kusmuğun bir kısmı tekrar içeri girmiş olsa da orucu bozulmaz.
        Allah’ın Resûlü buyuruyor:
مَنْ ذَرَعَهُ الْقَيْىُٔ وَهُوَ صَائِمٌ فَلَيْسَ عَلَيْهِ قَضَاءٌ وَمَنِ اسْتَقَاءَ فَلْيَقْضِ
        "Oruçlu iken, kusuntu, bir kimseyi mağlub ederse, (isteme-den kusarsa) ona kaza gerekmez. Fakat kusmak isteğinde bulunur da kusarsa, bir gün kaza etsin." (İbni Hıbban)
         Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur:  “Oruçlu iken kendisine kusmak; galebe edip de kusan kimseye kaza yoktur. Fakat kendi kusarsa kaza etmelidir.” (Ebu Dâvud/2380, Tirmizî/720 ve başka muhaddisler), 
        3. Menisi akmasa dahi kasten cinsî münasebette bulunmak.
        Bunun delili şu ayettir: “Fecrin beyaz ipliği, siyah ipliğinden ayrılıncaya kadar yiyin, için. Sonra gece oluncaya (güneş batıncaya) kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta iken hanımlarınıza yaklaşmayın.” (Bakara/187)
        Ayette geçen 'beyaz iplik'ten maksat, gün ışığı, 'siyah iplikten maksat ise gece karanlığıdır. Fecr ufukta yatay bir şekilde meydana gelen ve gecenin sona erdiğini gösteren ışıktır.
        Ayetteki 'onlara yaklaşmayın' ibaresinden maksat, itikafta iken kadınlarla cinsel ilişkide bulunmamaktır. Eğer kişi unutarak hanımıyla cinsî münasebette bulunursa orucu bozulmaz. Bu, unutarak yiyip içmeye kıyas edilir. 
        Soru -Oruçlu olan kimsenin kulağına ilaç veya su akıtılsa orucu bozulur mu?
        Cevap: Oruçlu olan kimsenin kulağına ilaç veya su akıtılsa orucunun bozulup bozulmayacağı hususunda ihtilaf vardır. Şafii mezhebinde kuvvetli olan kavle göre ilaç ile su arasında fark olmaksızın her ikisi de kasten kulağa akıtılsa orucu bozulur. Yalnız kulağın dış tarafını yıkamak isterken içine girerse oruç bozulmaz. İmam-ı Azam'a göre kulağa konulan ilaç orucu bozar. Su ise bozmaz. Müftabih olan bu görüştür. İmameyn'e göre ise kulağa ne akıtılırsa akıtılsın orucu bozmaz. (Halil Günenç-Fetvalar-344)
        Soru -Oruçlu iken göze merhem sürmek veya damla dam-latmak caiz midir?
        Cevap: Oruçlu olan kimse gözüne merhem sürebildiği gibi damla da damlatabilir. Bunun için hiçbir mani yoktur. Fakat buruna damla damlatmak, hiç şüphe yok ki orucu bozar. (Halil Günenç-Fetvalar-346)
          Soru -Ramazan-ı Şerifte yıkanmak caiz midir?
        Cevap: Her zamanda yıkanıp temizlenmek caiz olduğu gibi Ramazan'da da yıkanıp temizlenmek caizdir. Hz. Aişe (ra) buyurmuştur ki: "Zaman zaman Peygamber (s av) cünüp olarak sabahlardı." Yani Peygamber (sav) bazen sabah olduktan sonra yıkanırdı. Şayet oruçlu olarak yıkanmak caiz olmasaydı elbette Peygamber (sav) bunu yapmazdı. (Halil Günenç-Fetvalar-345)
        Soru -Oruçlu olan kimsenin, abdesti esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçarsa orucu bozulur mu?
        Cevap: Oruçlu olan kimsenin abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçsa; oruçlu olduğunu hatırlamadan ağzına su almışsa ittifakla orucu bozulmaz. Oruçlu olduğunu hatırladığı takdirde ağzına su verirse Hanefi mezhebine göre orucu bozulur. Bilahare bir gün kaza etmek zorundadır.
        Şafii mezhebine göre ise oruçlu olduğunu bildiği halde mübalağa yapmadan ağzına su almış ve boğazına kaçmışsa orucu bozulmaz. Amma mübalağa etmiş ise orucu bozulur. Yalnız abdest ve gusül gibi mecburi olan şeylerden başka bir maksat için ağzına su verirse mutlaka orucu bozulur. (Halil Günenç-Fetvalar-352)
         Soru: Oruçlunun kolonya kullanması orucunu bozar mı?
        Cevap: Kolonya az da olsa içinde alkol bulunduğu için Şafii mezhebine göre kullanılması haramdır ve necistir. Kullanılmasına asla cevaz verilmemiştir. Hanefi mezhebinde ise üzümden imal edilmiş şarap kesin olarak haramdır. Hakkında ihtilaf varid olmamıştır. Necaseti galize ile müteneccistir. 
         Üzümden başka şeylerden işlenen alkollü madde hakkında üç çeşit görüş vardır;
        1- Necas et -i muğallazadır.   2- Necas et -i muhaffefedir.    3- Tahirdir.
        Racih görüş, necaseti muğallaza olması görüşüdür. Kolonya ister muhaffefe olsun ister muğallaza olsun şayet necis olarak onu kabul edersek Ramazan-ı Şerifin içinde ve dışında kullanılması caiz değildir, haramdır. Tahirdir dersek her zaman kullanılmasında beis yoktur.
        Soru: Oruçlunun dişlerini fırça ve macun ile yıkaması oru-cunu bozar mı?
        Cevap: Dişleri macun ile fırçalamak meselesine gelince fırça misvak gibidir. Hatta fıkha göre misvak sayılır. Hanefi mezhebinde oruçlu olan kimse kuru olsun, yaş olsun, öğleden evvel olsun, öğleden sonra olsun her zaman kullanılabilir.
        Ancak bazı rivayetlere göre Ebu Yusuf oruçlu olan kimsenin yaş misvakı kullanmasının mekruh olduğunu söylüyor. 
        Şafii mezhebine göre öğleden evvel kullanılmasında beis yoktur. Öğleden sonra mekruhtur. Hülasa Hanefi mezhebinde müftabih olan kavle göre her zaman fırçanın kullanılması caizdir.  Şafii mezhebinde öğleden evvel olursa beis yoktur. Öğleden sonra mekruhtur. (Halil Günenç-Fetvalar-350)
          Soru -İğne yaptırmak orucu bozar mı?
      Cevap: İmam-ı Azam'a göre ağız gibi fıtri bir menfezden mideye bir şey almak orucu bozduğu gibi vücudun herhangi bir yerini delmek ve yırtmak suretiyle fıtri olmayan bir menfezden ona bir şey sokmak veya zerk etmek de orucu bozar. Fakat Ebu Yusuf. Muhammed ve İmam-ı Şafii mezhebine göre fıtri bir menfez olmayan bir yol ile vücudun içine bir şey sokulur veya zerk edilirse orucu bozmaz. Nevevi, "Bir kimse baldırına bir bıçak sokar veya içine ilaç zerk ederse orucu bozulmaz" diyor. Binaenaleyh hasta olan kimse imkanı varsa gündüz değil gece vaktinde iğnesini yaptırmaya gayret sarf etsin, fazla rahatsız olur veya gece vaktinde yaptıracak kimsesi olmazsa Hanefi olan kimse imameyne göre orucunu bozmadan iğnesini yaptırır. Bilahere ihtiyaten gününe gün kaza ederse iyi olur. Ama "karnına bir hançer sokarsa" Şafii mezhebine göre orucu bozulur. İmameyne göre bozulmaz. (Halil Günenç-Fetvalar-356)
        Soru -Ramazan-ı Şerif, Haziran, Temmuz ve Ağustos ayla-rına rast geldiği zaman, Adana, Urfa, Mardin, Diyarbakır gibi sıcak bölgelerde işçilerin oruç tutmaları çok zor veya imkansızdır. Misafir veya hasta gibi kimseler için ruhsat olduğu gibi bunlar için de herhangi bir ruhsat var mıdır?
         Cevap: Ramazan-ı Şerifte sıcak bir ülkede veya harareti yüksek bir maden ocağında çalışan kimse işini Ramazan'dan sonraya bırakması mümkün ise "yani geçim hususunda sıkıntı çekmeyecek ve malı telef olmayacaksa" muvakkaten işine son vermek mecburiyet indedir. Yoksa çalışmadığı takdirde kendisi veya çocukları sefalete maruz kalacak veya ekin gibi malı telef olacaksa her gece oruç tutmak için niyet getirir, ancak çalışamayacak hale gelirse orucunu bozar. Remli, Cami'ül-fetava'dan naklederek şöyle demektedir: Geçimini sağlamak için çalışıp oruç tutamazsa orucunu bozar.
        Ancak çalıştığı iş kendisine ait olmaz, muhtaç olmayacak kadar mali durumu iyi ise oruç tutması mümkün olmadığı takdirde çalışıp orucunu bozması caiz değildir. Mısır'ın bazı uleması, fabrikalarda çalış an iş çiler mecburiyet altında kaldıkları takdirde misafir gibi oruçlarını başka bir zamanda kaza eder diyorlar. (Halil Günenç-Fetvalar-357)
*          Sadece cinsel ilişki nedeniyle hem kaza hem kefaret gerekli olur ki, bunun da bir takım şartları vardır:
        1. Kişi, orucuna geceden niyet etmiş olmalıdır. Geceleyin niyet etmemiş olan kişinin orucu sahih olmaz. Ne var ki, yine de oruçlu gibi yeme içme ve benzeri oruç bozucu şeylerden uzak durması vâcib olur. Böyle bir kişi gündüzleyin hanımıyla cinsel ilişki kurarsa, gerçek oruçlu olmadığından ötürü kendisine kefaret vâcib olmaz.
        2. Oruçlu, cinsel ilişkiyi kasıtlı olarak yapmış olmalıdır. Unutarak yapanın orucu batıl olmaz ve kendisine kaza ve kefaret de gerekmez.
        3. Serbest olmalıdır. Cinsel ilişkiye zorlanan kişinin orucu bozulmaz.
        4. Oruçluyken cinsel ilişkide bulunmanın haram olduğunu bilmeli, bilmediğine ilişkin kabul edilir şer’î bir mazereti de bulunmamalıdır. Meselâ İslâm’a yeni girmiş veya din bilginlerinden uzakta yaşamış bir kişi oruçlu iken cinsel ilişkide bulunursa orucu batıl olmaz.
        5. Cinsel ilişki, Ramazan orucunu edâ ederken vuku bulmuş olmalıdır. Nafile, adak, kaza veya kefaret oruçlarından birini tutan oruçlu bir kişi cinsel ilişkide bulunursa, bu ilişki kasıtlı bile olsa kendisine kefaret vâcib olmaz.
        6. Oruç, sadece cinsel ilişkiyle bozulmuş olmalıdır. Söz gelimi oruçlu kişi, cinsel ilişki esnasında bir şeyler de yerse kendisine kefaret gerekmez. Sadece bir gün kaza etmesi vâcib olur.
        7. Oruçlu kişi, bu cinsel ilişkisi nedeniyle günahkâr olmuş olmalıdır. Yani bu işi yapan oruçlu, mükellef ve akıllı biri olmalıdır. Ama bu işi yapan oruçlu bir çocuk ise, kendisine kefaret gerekmez.
Yine bu cümleden olarak seferî bir kişi, seferdeyken oruca niyet edip oruçlu olarak sabahlar da sonra cinsel ilişkide bulunarak orucunu bozarsa, sefer ruhsatı nedeniyle kendisine kefaret gerekmez.
        8. Oruç tutan, orucunun sahîh olduğuna inanmış olmalıdır. Meselâ oruçlu bir kişi unutarak bir şey yer de bu nedenle orucunun bozulduğunu zanneder, bundan sonra da kasıtlı olarak cinsel ilişkide bulunursa, orucu bozulup kaza etmesi gerekse bile kendisine kefaret gerekmez.
        9. Cinsel ilişkiden sonra ve gün batınımdan önce oruçluya delilik isabet etmemiş olmalıdır. Bu süre içinde delilik isabet ederse kefaret gerekmez.
        10. Bu ilişkiye oruçlu erkek önayak olmuş olmalıdır. Ama diyelim ki uyuyan erkeğin üstüne hanımı çıkar ve cinsel ilişkide bulunursa, erkeğe kefaret gerekmez. Ama kadını bu işe erkek teşvik etmişse, erkeğe kefaret vâcib olur.
        11. Yanılmış olmamalıdır. Fecrin henüz doğmadığını veya güneşin battığım sanarak cinsel ilişkide bulunur da, sonra fecrin doğduğu veya güneşin henüz batmadığı açığa çıkarsa kendisine kefaret vâcib olmaz. Ama yine de bundan sonra oruçlu gibi yeme-içme ve cinsel ilişki gibi şeylerden uzak durması ve bu günü de kaza etmesi gerekir.
        12. Cinsel ilişki en azından penisin sünnet yeri veya sünnet yeri kesik olan penisin geri kalan kısmından bu kadarı karşıdaki kişinin tenâsül organına girdirilmiş olmalıdır. Penisin bu kadarı girdirilmez veya belirtilen bu miktarın bir kısmı girdirilirse oruç bozulmaz. Bu durumda menî akarsa sadece kaza gerekir. Yine de orucunun geri kalan kısmında oruçlu gibi davranılmalıdır. Aksi takdirde günaha girilir.
        13. Cinsel ilişki menî akmasa bile ön veya arka organlardan biriyle yapılmış olmalıdır. Bu organlardan başka taraflarla yapılan cinsel ilişkiden ötürü kefaret gerekmez.
        14. Oruçlu kimse, cinsel ilişkide fail durumunda olmalıdır. Yani edilen değil, eden olmalıdır. Meselâ oruçlu bir kişi bir kadınla veya başka biriyle cinsel ilişkide bulunursa, bu ilişkide fail durumunda olana kefaret gerekir. Bir kişi hanımı ile cinsel ilişkideyken fecir doğar da kendisi hemen bu ilişkiden çekilecek olursa orucu sahîh olur. Fecir doğunca hemen çekilmez de azıcık devam ederse ve fecrin doğuş vaktini de bilirse, hem kaza hem kefaret vâcib olur. Ama fecrin doğuş vaktini bilmezse, sadece kaza etmesi vâcib olur, kefaret gerekmez.* (A. Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)
       Soru: Ramazan’da oruçlu olan kimse cinsi münasebette bulu-nur, sonra kendisi hasta olur, zevcesi de adet halini görürse keffaret gerekir mi?
        Cevap: Ramazan-ı Şerifte oruçlu olan kimse eşiyle münase-bette bulunur, sonra kendisi hastalanır, zevcesi de adet halini görürse Hanefi mezhebine göre keffaret sakit olur. Şafii mezhebine göre ise keffaret sakit olmaz. (Halil Günenç-Fetvalar-353)
        4. İstimna
        İstimna kişinin hanımını öpmesi veya dokunması suretiyle veya el vasıtasıyla menisinin akmasıdır. Oruçlu iken bu kasten yapılırsa oruç bozulur. Ancak herhangi bir sebepten ötürü isteği dışında olursa oruç bozulmaz. Karısını veya kocasını öptüğünde şehveti harekete geçecek olan kişinin bunu yapması tahrimen mekruhtur. Çünkü orucun ifsad olma tehlikesi vardır. Bu, kasten orucu ifsad etmeye çalışmak gibidir. Öpmekle şehveti harekete geçmeyen kişinin de öpmeyi terk etmesi evlâdır.
        Hz. Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) oruçlu olduğu halde beni öperdi. Halbuki hanginiz Hz. Muhammed (a.s.v.)'in nefsine hâkim oluşu kadar nefsine hâkim olabilir?' (Müslim/1106)
        Âlimler, Hz. Aişe'nin sözünün şu anlama geldiğini söylemiş-lerdir: 'Sizin için hanımlarınızı öpmemek daha iyidir. Vehme kapılarak kendinizi Hz. Muhammed (a.s.v.) gibi saymaya kalkışmayın. Peygamber için mubah olan şeyin size de mubah olduğunu düşünmeyin. Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) nefsine mâlikti; şehvetine kapılmaktan ve cinsî münasebette bulunmaktan emindi. Siz ise bunlardan hiçbir zaman emin olamazsınız'.
        5. Hayız ve Nifas
        Hayız ve nifas, orucun sıhhatine mâni olan özürlerdir. Bu ba-kımdan günün bir kısmında hayız veya nifas olan kadının orucu bozulur ve daha sonra orucunu kaza etmesi gerekir.
        Hz. Muhammed (a.s.v.)'e, kadının dininin nasıl noksan olduğu sorulunca, Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kadın hayız ve nifaslı olduğu zaman namazı terk etmez mi, orucunu bırakmaz mı?” (Buhari/298, Müslim/80, (Ebu Said'den)
         6. Akıl ve şuuru kaybetmek ve dinden çıkmak
         Tecennün etmek (delirmek) ve dinden çıkmak (irtidad), orucun sıhhatine manidir, Çünkü bunlar, kişiyi mükellef olmaktan çıkarır. Ayrıca oruçlu kimse, orucu ifsad edecek şeylerden kaçınmalıdır ki orucu sahih olsun.
        Oruç, fecrin tulûundan başlar, güneşin batışına kadar devam eder. Eğer oruçlu bir kimse, fecrin doğmadığını zannederek orucu bozan hususlardan birini yaparsa, sonra da fecrin doğduğu anlaşılırsa orucu bozulur. Ancak Ramazan ayının hürmetine binaen o gün akşama kadar bir şey yiyip içmemeli ve daha sonra da orucunu kaza etmelidir.
        Yine günün sonunda güneşin battığını zannederek iftar eden kişinin -güneşin batmadığı anlaşılırsa- orucu bozulur. Daha sonra orucunu kaza etmesi gerekir.
* Sadece Kazayı Gerektiren veya Hiçbir Şeyi Gerektirmeyen Durumlar
        Orucu bozup yalnızca kazayı gerektiren durumları şöylece sıralayabiliriz: 
        Az miktarda bir su da olsa, susam ya da çakıl taşı kadar bir şey, az da olsa çok da olsa oruçlunun karnına ulaşınca orucu bozulur ve kaza gerekir. Bu gibi durumlarda orucun bozulması için gerekli bazı şartlar vardır. Şöyle ki:
        1. Orucunu bozan kişi, yakın zamanda İslâm’a girmiş olma nedeniyle bu konuda câhil kalmış
olmamalıdır.
        2. Kişi, orucunu kasıtlı olarak açmış olmalıdır. Oruçluya rağmen karına bir şey kaçması orucu bozmaz.
3. Oruçlunun karnına giden şey, şer’an muteber olan kulak, burun, ağız, mak’ad, vagina ve dimağ ile bağlantılı yara gibi bir yoldan gitmiş olmalıdır. 
        Sigara ve tömbeki içmek, enfiye kullanmak orucu bozar ve yalnızca kazayı gerektirir. Çünkü bilindiği gibi bu mezhebe göre oruçluyken cinsel ilişkide bulunma dışında hiçbir şey kefareti gerekli kılmaz. Tabiî onun için de bazı şartlar gereklidir ki, onların izahı daha önce yapılmıştı. 
        Oruçlu kişi, parmağının tümünü veya bir kısmını, kuru da olsa, zaruret olmaksızın önden veya arkadan sokarsa orucu bozulur. Ama bunu bir zaruretten dolayı yaparsa orucu bozulmaz. 
        Oruçlu bir kişi ağaç çöpünü kulağının içine sokarsa orucu bozulur. Zîrâ kulağın içi, şer’ân vücudun iç kısmından sayılmaktadır. 
         Oruçlu bir kişi mazmaza ve istinşak yaparken normalin dışına çıkarak şer’an oruçludan istenenden fazlasını yapar veya üç defadan fazla yapar da bu nedenle boğazına su kaçarsa orucu bozulur ve kaza etmesi gerekir. 
        Ayıklayıp dışarı atmaya muktedir olduğu diş arasındaki yiyecek kalıntılarını, nohuttan az olsa bile, yiyen kişinin orucu bozulur. 
         Oruçlu kişi kasten, kendi isteğiyle ve hükmünü bilerek kusarsa orucu bozulur ve kendisine kaza lâzım gelir. Bu kusuntu ağız dolusu olmasa bile orucu bozar. 
        Yine bunun gibi bir kişinin karnına sinek kaçar da bunu çıkarırsa orucu bozulur ve kaza gerekir. 
        Kasıtlı olarak geğiren kişinin boğazının görünen kısmına midesindeki yiyeceklerden bir şey gelirse orucu bozulur. 
        Boğazın görünen kısmı, noktasız “ha” harfinin çıkış yeridir. İçerdeki balgamı ağıza getirip dışarı atmakla oruç bozulmaz. Çünkü bu, defalarca yapılmasına ihtiyaç duyulan bir davranıştır. Ama ağza geldikten sonra balgamı geri yutmakla oruç bozulur. Çıplak olarak da olsa iki kişinin birbirine sarılmasıyla menî akması hâlinde oruç bozulur.
        Öpme, ya da elleme dolayısıyla menî akması hâlinde de oruç bozulur ve kaza gerekir. Ama birine bakma veya birini düşünme nedeniyle menî akarsa ve meninin bu nedenle akması da o kişinin âdeti hâline gelmemiş ise orucu bozulmaz. Bu, ihtilâm gibi kabul edilir.
         Ramazan orucunu edâ etmekte olan kişinin orucu bozulursa Ramazan ayına hürmeten, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması vâcib olur. 
        Ramazanda oruçlu bulunan bir kişi, hanımıyla oynaşır veya onunla kucaklaşır, ya da öpüşür de menisi akarsa orucu bozulur. Günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması gerekir; orucunu açması caiz olmaz. 
        Nafile, kefaret, muayyen veya gayr-ı muayyen adak ve Ramazan orucu kazası gibi, Ramazanın edası dışındaki bir orucu tutan kişi; orucu bozulduğu takdirde günün geri kalan kısmında oruçlu gibi hareket etmeye mecbur olmaz. Mâlikîler dışındaki üç mezhep imamı bu hususta görüş birliği etmişlerdir.* (Abdurrahman Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)

Orucun Âdabı
        Orucun birçok âdabı vardır. Onları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
         1. İftarı acele yapmak.
        Bu, güneşin battığı tespit edildikten hemen sonra olmalıdır. 
        Bunun delili, şu hadîstir: “İnsanlar iftar etmede acele davrandıkları müddetçe daima hayırla yaşarlar.” (Buhari/1856, Müslim/1098, (Sehl b. Sa'd'dan)
        İftarı, yaş veya kuru hurma ile yapmak en efdalidir. Eğer hurma yoksa su ile iftar edilmelidir.
        Enes b. Mâlik şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), akşam namazını kılmadan önce yaş hurmalarla iftar ederdi. Yaş hurma yoksa kuru hurmalarla iftar ederdi. Eğer o da yoksa birkaç yudum su içerdi.” (Tirmizî/696, Ebu Dâvud/2356)
        2. Sahura kalkmak.
        Sahur, seher vaktinde yenen yemektir.
     Sahur'un müstehab olduğunun delili, şu hadîstir: “Sahur'a kalkın, çünkü sahur'da bereket vardır.” (Buhari/1823, Müslim/1095)
        Sahur'un müstehab olmasının nedeni, oruca güçlü olarak başlamaktır.
         Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Sahur yemeği ile oruca karşı yardım isteyin.” (Hâkim, Müstedrek, I/425)
        Sahur'un vakti, gece yarısından başlar. Sahur'un birçok fazi-leti vardır. Sahur'da az yemek yemek ve su içmek gerekir.
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir yudum su ile de olsa sahur yapınız.” (İbn Hibban, Sahih; (Mevarid'üz-Zaman/884')
        3. Sahur'u tehir etmek.
        Sahur'u tehir etmekten maksat, sahur'u fecrin tulûundan hemen önce yapmaktır. 
        Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Ümme-tim iftarı acele, sahuru da tehir ederek yaptıkları sürece hayırla yaşarlar.” (İmam Ahmed, Müsned, V/147)
        Enes b. Mâlik şöyle rivayet etmiştir: Hz. Muhammed (a.s.v.) ile Zeyd b. Sabit sahur yediler. Sonra Hz. Muhammed (a.s.v.) kalkıp namaz kıldı. Biz Enes'e dedik ki:
        - Hz. Muhammed (a.s.v.) ile Zeyd b. Sabit, yemeklerini ne kadar zamanda yediler?
        - Elli ayet okuyacak kadar bir zamanda! (Buhari/556)
        4. Küfretmek, yalan söylemek, gıybet etmek, kovuculuk (Nemmamlık, Söz Taşımak) yapmak gibi şeyleri terk etmek, kadınlara bakmak, onların şarkılarını dinlemekten kaçınmak.
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “ Yalan söyleyip iftira etmeyi terk etmeyen kimsenin, yemek ve içmeyi terk etmesine Allah'ın ihtiyacı yoktur.” (Buhari/1804, (Ebu Hüreyre'den)
        Küfretmek, yalan söylemek, gıybet ve kovuculuk (Nemmam-lık, Söz Taşımak) gibi şeyler haramdır. Bu nedenle bunları yapan kişi hem günaha girmiş, hem de orucunun ecrini yok etmiş olur. Her ne kadar bunları yapan kişinin orucu sahih kabul edilse de bunlar orucun ecrini yok ederler. Bu yüzden bunları terk etmek, orucun sünnetlerinden sayılır.
        5. Orucun başlangıcında temiz olmak için, fecirden önce cünüplükten yıkanmak.
        Cünüp olduğu halde fecirden sonra yıkanmak, orucun sıhha-tine engel değildir. Ancak efdal olan, fecirden önce yıkanmaktır. Bunun delili, şu hadîstir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), cimadan dolayı bazen sabahladıktan sonra yıkanıp orucuna devam ederdi'. (Buhari/1825, 1830)
        Hayız ve nifastan kurtulan kadının da fecirden önce yıkan-ması müstehabtır.
        6. Kan aldırmak ve kan akıtmak gibi şeyleri terk etmek. Çün-kü bunlar oruçluyu zayıf düşürür.
        7. İftar ederken dua okumak. Bu dua şu şekildedir: “Ey Alla-hım! Senin için oruç tuttum, senin rızkınla iftar ettim. Susuzluğum gitti, damarlarım ıslandı. Allah'ın izniyle ecir sabit oldu.”
        8. Oruçlu kimselere iftar vermek.
        Kişinin onlara iftar sofrası kurmaya gücü yetmiyorsa, hurma ve su ile iftar vermelidir. 
         Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim bir oruçluya iftar yemeği yedirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap vardır. Oruçlunun ecrinden de hiçbir şey eksilmez.” (Tirmizî/807)
        9. Çok sadaka vermek, Kur'an'ı çok okuyup müzakere etmek, mescitlerde itikafa girmek.
        İtikafin efdal olan vakti, Ramazan'ın son on günüdür.
        Enes şöyle rivayet etmektedir: "Hz. Muhammed (a.s.v.)'e 'Hangi sadaka daha üstündür' diye sorulunca, Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Ramazan'da verilen sadaka' diye cevap vermiştir" (Tirmizî/663)
        İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), hayır (dağıtmakta insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayı idi. Muhakkak ki Cebrail her sene Ramazan ayı içinde bu ay çıkıncaya kadar (her gece) Hz. Muhammed (a.s.v.)'e mülâki olur, Hz. Muhammed (a.s.v.) de ona Kur'an'ı arz ederdi. Cebrail kendisiyle mülâki olduğu zaman Hz. Muhammed (a.s.v.) hayır (dağıtmak)ta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömert idi'. (Buhari/1803, Müslim/2308)
        Bu konunun sonunda itikaftan bahsedeceğiz.
Orucun Mekruhları
        Orucun mekruhları, sözü geçen âdaba aykırı davranmaktır. Bazıları, iftarı geciktirmek, sahuru acele yapmak gibi tenzihen mekruhtur. Bazıları da gıybet, kovuculuk (Nemmamlık, Söz Taşımak), yalancı şahitlik gibi tahrimen mekruhtur.
 *          Oruçlunun bazı işleri yapması muaf, bazı işleri yapması da mekruhtur. 
        Oruçlunun unutarak veya zorlanarak ya da şer’an mazeret sayılan bir bilgisizlik sonucunda karnına bir şey giderse muaf sayılır. Orucu bozulmaz. 
        Diş aralarında kalan ve dışarı atılmasından âciz kalman bir şey, tükürük akıntısıyla birlikte karına giderse muaf sayılır. Ama bu şey, dışarı atmak mümkün olduğu halde, atılmaz da tükürükle beraber yutulursa oruç bozulur. 
        Balgam, içilen kahvenin tortusu, yollardaki tozlar, elenmekte olan şeylerin uçuşan zerrecikleri, kara ve sivrisinekler de bu hükme tabidirler. 
        Sakınılması güç olan bu şeyler oruçlunun boğazına kaçacak olursa, oruca zarar vermezler.
        Oruçlu iken başkasına sövmek, fazilet olduğuna inanarak iftar vaktinden sonraya iftarı ertelemek mekruhtur. 
        İftarı fazilet olduğuna inanma sebebi dışında başka bir sebepten dolayı vaktinden sonraya ertelemek mekruh olmaz. 
        Sakız ve yemek çiğnemek orucu bozmaz. 
        Aşçı ve benzeri bir kişinin oruçluyken yemeğin tadına bakması ve neşter vurdurarak kan aldırması mekruhtur. 
        Şehveti harekete getirmeyecek bir öpme mekruhtur. 
        Şehveti harekete getirecek olan öpme ise haramdır. 
        Kucaklaşmak ve iki kişinin birbirine sarılması da bu hükme tâbidir. Oruçlu kişiyi zayıf düşüreceğinden dolayı gereksiz yere hamama girmek mekruhtur. 
        Zevalden sonra (öğleden sonra) misvak kullanmak oruçlu için mekruh olmaz. 
        Görülen, duyulan, koklanan şehvetlerden -eğer bunların hepsi helâl iseler- gönlü faydalandırmak mekruhtur. 
        Haram olan şehvetlerle gönlü faydalandırmaya gelince, açıkça bilindiği gibi bu hem oruçlu, hem de oruçsuz kimseler için haramdır. 
        Oruçlunun, gözlerine sürme çekmesi de mekruh sayılan şeylerdendir. Kuvvetli görüşe göre oruçlunun bunu yapması, evlâ değildir.* (A. Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)

Orucun Kazası, Fidye ve Kefaret
        1. Yolculuk ve hastalık.
         Yolculuktan veya hastalıktan dolayı Ramazan orucunun tutulmayan günleri, gelecek senenin Ramazan ayı gelmeden önce kaza edilmelidir.
        Gevşek davranılır ve ikinci senenin Ramazan orucu gelin-ceye kadar kaza edilmezse günahkâr olunur. Ayrıca kaza etmekle beraber her gün için bir günlük yemek fidye olarak verilmelidir. Fidye, şehirde genellikle kullanılan yiyeceklerden verilir. Fidye, sadaka olarak fakirlere verilmelidir. Kişi kaza etmesi gereken orucu, on yıl sonra kaza ederse, on yıllık fidye vermesi gerekir.
        Oruca mâni olan özür, gelecek senenin Ramazan'ına kadar devam ederse, sadece orucu kaza etmek yeterlidir. Bu tehirden dolayı fidye gerekmez.
        Kişi orucu kaza etmeden ölürse iki durum söz konusudur; ya kaza etmek imkânı bulmuştur veya bulamamıştır. İkinci durumda kişi günahkâr olmaz ve orucunun kazası söz konusu olmaz. Çünkü orucu tutamaması kendi suçu değildir. Fakat kaza etmek imkânına sahip olduktan sonra ölmüşse, velisinin onun yerine kaza etmesi mendubtur. Buradaki veliden maksat, kişinin akrabalarından herhangi birisidir.
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim ki üzerinde oruç borcu varken ölürse, o ölünün velisi ölüye niyabeten (onun yerine) oruç tutabilir.” (Buhari/1851, Müslim/1147, (Hz. Aişe'den)
        İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, bir kadın Hz. Muham-med (a.s.v.)'e gelerek şöyle sordu:
        - Annem, üzerinde bir ay oruç borcu varken öldü, (ben ne yapabilirim?)
        - Eğer annenin üzerinde herhangi bir borç bulunsaydı, sen o borcu öder miydin?
        - Evet.
        - Öyle ise Allah'a olan borç başka borçlardan daha ziyade ödenmeye lâyıktır.” (Buhari/1852, Müslim/1148)
        Yabancı bir kişi ölenin akrabalarından birinden izin alarak ölenin yerine oruç tutarsa bu oruç sahih olur. Yabancı bir kişi ölenin akrabalarından izin almadan, ölünün de bu hususta kendisine bir vasiyeti olmadan oruç tutarsa, bu oruç sahih olmaz.
        Ölen için hiç kimse oruç tutmazsa, her gün için 1 müdd yiyecek verilmelidir. Fidyenin de borç gibi ölenin malından çıkarılması vaciptir.
        Eğer ölenin malı yoksa onun yerine başkası kefaret verebilir. Böylece Allah'ın azabından kurtulur.
         İbn Ömer şöyle demiştir: 'Kim üzerinde bir ay oruç borcu olduğu halde ölürse, onun yerine (velisi) her gün için bir fakiri doyursun'. (Tirmizî/817)
        İbn Abbas ise şöyle demiştir: 'Bir kimse Ramazan'da hasta olup, sonra orucunu tutamadan ölürse, oruçları yerine fidye (yiyecek) verilir'. (Ebu Dâvud/2401)
        2. Aciz olan yaşlı ve şifası umulmayan hasta.
        Oruç tutamayan yaşlı kişi, her gün için memleketinde kulla-nılan yiyeceklerden 1 müdd fidye vermelidir. Onun veya velilerinden birinin, bundan başka bir şey yapması gerekmez.
        Atâ şöyle demiştir: Ben İbn Abbas'm 'Oruç tutmaya gücü yetmeyenlere, bir fakirin doyumluğu kadar fidye vardır.’ (Bakara/184) ayetini okuduğunu duydum. İbn-i Abbas 'Bu ayet neshedilmemiştir' dedi. (Buhari/4235)
        Ayette söz konusu edilen kişiler erkek ve yaşlı kadınlardır. Bunlar oruç tutmaya güç yetiremedikleri için kendilerinden, bir fakiri doyurmaları istenmektedir.
        İyileşme ümidi olmayan hasta da, oruca güç yetiremeyen yaşlı hükmündedir. O da tutamadığı orucun her günü için, memleketinde kullanılan yiyeceklerden, fakirlere 1 müdd fidye vermelidir.
         3. Hâmile ve emzikli kadın.
        Hâmile veya emzikli kadın, kendisinin veya çocuğunun zarar görmesinden korkarsa oruç tutmayabilir. Eğer kendisinin zarar görmesinden korkarak oruç tutmazsa, ikinci senenin Ramazan ayı gelmeden orucunu kaza etmelidir.
         Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, namazın bir kısmını (veya yarısını) ve orucu misafirden, emzikli ve hâmile kadından kaldırmıştır.” (Ebu Dâvud/2408, Tirmizî/715)
        Yani namazı kısaltmasına ve kaza etmek şartıyla orucunu bozmasına ruhsat vermiştir.
        Kadın, çocuğunun zarar görmesinden korkarak orucunu bo-zarsa; meselâ hâmile kadın çocuğunu düşürmekten, emzikli kadın da sütünün azalıp çocuğunun zarar görmesinden korkarsa, orucunu bozması vacip olur.
        Daha sonra kaza edip o memlekette genellikle kullanılan yiyecekten, her gün için bir fakiri doyuracak kadar fidye vermelidir. Yine aynı şekilde helak ile karşı karşıya gelen kimse de orucunu bozabilir ve daha sonra kaza ederek her gün için fidye verir.
        İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir; 'Ona takat getiren-ler için bir miskin doyumu fidye vardır' (Bakara/184) ayeti, yaşlı erkek ve kadına ruhsat idi.
        Bu yaşlılar oruca takat getirirlerse de, oruçlarını yiyip her günün yerine bir fakir doyurmalarına ruhsat verildi. Çocukları için korktukları takdirde hâmile ve emzikli kadınlara da ruhsattır. (Ebu Dâvud/2318)

*          Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mazeretler
         Oruç bozmayı, ya da tutmamayı mubah kılan mazeretler çok olup bunları şöylece sıralayabiliriz:
        1- Hastalık: Oruçlu kişi hastalanır, oruç nedeniyle hastalığı-nın artacağından, ya da şifasının gecikeceğinden korkarsa veyahut da oruç nedeniyle şiddetli bir meşakkatle karşılaşırsa, üç mezhep imamına göre (Hanbeliler hariç) orucunu açması caiz olur.
        Kişi sağlıklı olur, ancak oruç tuttuğu takdirde hastalanacağını zannederse; orucu tutup zarar tahakkuk etmedikçe orucunu açması caiz olmaz.
        Hasta kimsenin orucunu açmak istediğinde, şâriin mazeret sâhiblerine bahşetmiş olduğu ruhsatı kullanmaya niyet etmesi, üç mezhep imamına göre vâcip değildir. Şâfiîler, oruç açılırken bu ruhsatın kullanılmasına niyet edilmesi vâciptir; terki hâlinde günahkâr olunur derler.
        2- Gebe ve emzikli kadınların oruç tutmaktan korkmaları: 
        Gebe ve emzikli kadınlar, oruç tuttukları takdirde kendileriyle birlikte çocuklarına veya sadece kendilerine veyahut da sadece çocuklarına zarar isabet edeceğinden korkarlarsa, mezheplerin ileri sürdükleri tafsilâta göre oruçlarını açmaları caiz olur.
        Gebe ve emzikli kadınlar, oruç tuttukları takdirde kendi-leriyle beraber çocuklarına veya yalnız kendilerine veyahut da yalnız çocuklarına tahammül edilemeyecek bir zararın isabetinden korkarlarsa oruçlarını açarlar. Her üç halden ötürü tutamadıkları orucu kaza etmeleri gerekir.
        Sonuncu durumdan, yani çocuklarına zarar gelmesinden korkmaları halinden dolayı ayrıca fidye vermeleri de gerekir. Emzikli kadının çocuğun öz anası veya kiralanmış emzikli bir kadın ve yahut da hasbî sütanası olması hüküm bakımından bir farklılığa neden olmaz. 
        Çocuğu emzirecek oruçsuz başka bir kadın veya oruçlu olmasına rağmen açlıktan etkilenmeyecek bir kadın bulunamaması nedeniyle emzirme işi emzikli kadının üzerinde kalırsa; yukarıdaki hallerin hepsinde orucunu açması vâcib olur. 
        Eğer başka emziren bir kadının bulunması gibi bir sebepten ötürü emzirme işi ilk emzikli kadının üzerinde kalmazsa, çocuğu emzirip orucu açması veya hiç tutmaması da caiz olur. Her halükârda oruç tutmaması veya orucunu açması vâcib olmaz. 
        Bu tafsilât, kirayla tutulan emzikli kadının kiralanmadan önce, orucun zararından korkması hâlinde söz konusu olur. Kiralanmadan sonra ise oruç tutması gerektiğine kuvvetli bir zanla kanaat getirirse, kendisinden başka bir emziren bulunsa bile, oruç tuttuğu takdirde zarar göreceğinden korkarsa orucunu açması veya hiç tutmaması vâcib olur. 
Fidye, orucun her bir günlük kazası için altmış fakiri doyurmaktır. Yani bu fakirlerden her birine, kefaretlerde fakirlere verilen yiyecek miktarına denk bir yiyecek verilmelidir.
        3- Yolculuk nedeniyle oruç tutmama: Seferi kişinin yolculuk mesafesi, namazı kısaltmayı mubah kılan bir mesafe kadar olursa; sefere fecirden önce başlayıp fecrin doğuşundan önce seferîlik hükümlerinin başladığı noktaya ulaşırsa, oruç tutmaması mubah olur. Eğer yolculuk mesafesi, namazı kısaltmayı mubah kılacak bir uzunlukta değilse oruç tutmamak caiz olmaz. Bu iki şart üzerinde üç mezhep imamı (Hanbeliler hariç) ittifak etmişlerdir.
        Peygamber (a.s.v.) Efendimiz şu kutlu sözleriyle bu konuya ışık tutmuşlardır: “Seferde oruç tutmak, iyilikten değildir.” (Buhârî, Savm, 36; Müslim, Siyim, 92)
        Yolculuk hâlinde oruç tutmanın caiz olması için üçüncü bir şart daha öne sürmüşlerdir. Bu şart, kişinin sürekli yolculuğa çıkan biri olmamasıdır. 
        Seferîliği sürekli olan kimsenin oruç tutmaması haram olur. Ancak seferdeyken oruç tuttuğu takdirde, teyemmümü mubah kılan meşakkat gibi bir sebeple karşılaşacak olursa oruç tutmaması vâcib olur.
        Fecrin doğuşundan sonra yolculuğa başlayan kişi, (Ramazan orucunun edası gibi) hem kaza, hem de kefareti gerekli kılan orucunu açarsa, hem kaza hem kefaret gerekir. Bu kişi, (Ramazan orucunun edası dışındaki bir oruç gibi) sadece kazayı gerekli kılan orucunu açarsa, kendisine sadece kaza vâcib olur. Ama böyle bir kişinin, her halükârda orucunu açması haram olur.
        Kişi, kendi fiiliyle delirirse, meselâ gece bir şey yiyip de, bu şeyin etkisiyle gündüzleyin aklını yitirirse, deli olduğu süre içinde tutamadığı günlerin oruçlarını sonra kaza etmesi gerekir. Ama kendi fiiliyle olmaksızın delirirse, tutamadığı günlerin oruçlarını kaza etmesi gerekmez.
        Oruç tutmamayı mubah kılan mazeretin gündüzleyin ortadan kalkması hâlinde, meselâ hayızlı kadın, Ramazanda gündüzleyin temizlenirse veya misafir gündüzleyin mukîm olursa veyahut da çocuk gündüzleyin bulûğa ererse; günün geri kalan kısmında oruçlu gibi hareket etmek sünnettir. * (Abdurrahman Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)

Ramazan Orucunu Mazeretsiz Olarak Terk eden Kişinin Hükmü
        Ramazan ayının orucu İslâm'ın rükûnlarından ve dinin zorun-lu farzlarından biri olduğu İçin onun farziyetini inkâr eden kâfir olur. Mürted bir kişi olarak tevbeye davet edilir. Eğer tevbe ederse tevbesi kabul edilir.
        Tevbe etmediği takdirde öldürülür. Eğer kişi İslâm'a yeni girmiş veya âlimlerden uzak bir memlekette doğup büyümüş ise öldürülmez. Fakat orucu özürsüz olarak terk eden kişi, orucun farziyetini inkâr etmiyorsa ve 'Ben orucun farz olduğuna inanıyorum, fakat oruç tutmuyorum' diyorsa, o kişi fasıktır, kâfir değildir. Böyle bir kişinin, hapsedilip yemekten ve içmekten menedilmesi vaciptir. Böylece zahiren de olsa oruç tutmuş sayılır.
        Ramazan Orucunu Bozmanın Kefareti ve Kefareti Gerek-tiren Durumlar
        Bu, Ramazan ayında cinsel ilişkide bulunmak suretiyle orucu bozmaktır.
        Bu da cinsel ilişkide bulunan kişinin oruçlu olduğunu, Ramazan'da böyle bir şeyin haram olduğunu bilmesi ve aynı zamanda da sefer ruhsatına tâbi olmaması şartına bağlıdır. Bu bakımdan oruçlu olduğunu unutarak bu işi yapan veya bu işin Ramazan'da haram olduğunu bilmeden yapan veya Ramazan dışındaki bir oruçta bunu yapan veya orucunu önce başka bir şeyle bozduktan sonra bu işi yapan veya sefer ruhsatına sahip olarak yapan kişiye kefaret yoktur. Onun yapması gereken şey, sadece orucunu günü gününe kaza etmektir.
           Kefaretin Vacip Olduğu Kişi
        Kefaret, cinsel ilişkide bulunan kocaya vacip olur. Eşine kefaret vacip olmaz. Cinsel ilişkide bulunan erkeğin suçu daha büyük olduğu için, kefaret onun üzerine farz kılınmıştır.
          Bu Kefaretin Keyfiyeti
        Ramazan orucunun bu şekilde ifsad edilmesiyle vacip olan kefaret, mü'min bir köle âzad etmektir. Kölenin erkek veya kadın olması fark etmez.
        Köle âzad etmeye gücü yetmezse peş peşe iki ay oruç tutması gerekir. Eğer buna da gücü yetmezse, 60 fakiri doyurmalıdır.
          Bunlardan hiçbirini yapacak durumda değilse, bunlara gücü yettiği zamana kadar kefaret borcu üzerinde kalır ve ne zaman bunlardan birini yapmaya gücü yeterse o zaman kefaret borcunu eda eder.
        Bunun delili, Ebu Hüreyre'den rivayet edilen şu hadîstir: 
جَاءَ رَجُلٌ اِلَى النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فَقَالَ هَلَكْتُ قَالَ وَمَا اَهْلَكَكَ قَالَ وَاقَعْتُ اِمْرَاَتِى فِى رَمَضَانَ قَالَ هَلْ تَجِدُ مَا تُعْتِقُ رَقَبَةً قَالَ لَا قَالَ فَهَلْ تَسْتَطِيعُ اَنْ تَصُومَ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ قَالَ لَا قَالَ فَهَلْ تَجِدُ مَا تُطْعِمُ سِتِّينَ مِسْكِينًا قَالَ لَا ثُمَّ جَلَسَ فَاَتَى النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِعِرْقٍ فِيهِ تَمْرٌ فَقَالَ تَصَدَّقْ بِهٰذَا فَقَالَ عَلَى اَفْقَرَ مِنَّا يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَوَاللّٰهِ مَا بَيْنَ لَا بِتَيْهَا {الْجَبَلَانِ الْمُحِيطَانِ بِالْمَدِينَةِ} اَهْلُ بَيْتٍ اَحْوَجُ اِلَيْهِ مِنَّا فَضَحِكَ النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى بَدَتْ اَنْيَابُهُ ثُمَّ قَالَ اِذْهَبْ فَاَطْعِمْهُ اَهْلَكَ
        “Peygamber'e birisi gelerek şöyle dedi:
        - Helak oldum ey Allah'ın Rasûlü!
        - Seni helak eden nedir?
        - Ramazan'da (oruçlu iken) zevcemle cinsî münasebette bu-lundum.
        - Bir köleyi hürriyete kavuşturacak bir şey bulabilir misin?
        - Hayır, bulamam.
        - Peki iki ay peş peşe oruç tutmaya gücün yeter mi?
        - Hayır, buna muktedir olamam (hem ben bu felakete oruç yüzünden uğramadım mı?)
        - Altmış yoksulu doyuracak karşılığı bulabilir misin?
        - Hayır, bulamam.
        Sonra o zat oturdu. Derken Peygamber'e, içi hurma ile dolu (15 sâ' alabilen) bir sepet getirildi. Peygamber o zâta şöyle dedi:
        - Bunu (al da) sadaka yap.
         - Benden fakir bir yoksula mı vereceğim? Medine'nin kara taşlı iki tarafı arasında buna benim ailemden daha muhtaç bir ev halkı yoktur. Bunun üzerine Hz. Muhammed (a.s.v.), azı dişleri görülünceye kadar güldü.
        Sonra o kimseye şöyle dedi: 'Haydi hurmayı götür de bunu kendi ailene yedir.” (Buhari/1834, Müslim/1111 ve başka muhaddisler)
        Âlimler, yemek yedirmeye gücü yeten bir fakirin, kefaretini aile fertlerine vermesinin caiz olmadığını söyle-mişlerdir. Diğer kefaretler de böyledir. Bu hadîste zikredilen durum sadece o kişiye mahsustur. Şunu da belirtelim ki Ramazan orucunu cinsel ilişkide bulunmak suretiyle bozan kişinin, kefaretle beraber orucunu kaza etmesi de vaciptir. Kefaret, cinsel ilişkiyle ifsad edilen günlerin tekerrür etmesiyle tekerrür eder. Ramazan'ın iki gününde cinsel ilişkide bulunarak orucunu ifsad eden kişi, hem o iki günü kaza etmekle, hem de iki kefaret vermekle yükümlüdür. Ramazan'ın üç gününde cima yaparsa, üç kaza, üç kefaretle yükümlüdür.

Tatavvu (Nafile) Oruç
        Bu, sünnet olan oruçtur. Tatavvu, farz olmayan ibadetleri yapmak suretiyle Allah'a yaklaşmak için yapılan ibadettir. Hiç şüphe yok ki oruç, ibadetlerin en üstünlerinden biridir.
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için bir gün oruç tutarsa, Allah onun yüzünü yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır.” (Buhari/2685, Müslim/1153)
        Nafile orucun farz kılınmasının hikmeti, insanı Allah'a daha çok yaklaştırmasıdır. Zaten insanı Allah'a yaklaştırmayan hiçbir ibadet yoktur.
        Bu nedenle bir hadîs-i kudsîde şöyle bu vurulmuştur: Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum..." (Buhârî, Rikak 38.)

SÜNNET (NAFİLE) OLAN ORUÇLAR
        1. Arefe gününün orucu
        Bu, Zilhicce ayının dokuzuncu gününde tutulan oruçtur. Bu oruç, hacda olmayan kimseler için sünnettir.
        Arefe günü tutulan oruç hakkında Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “(Arefe günü oruç tutmaya gelince) Allah bununla önceki senenin ve sonraki senenin günahlarını örter.” (Müslim/1162, (Ebu Katâde eI-Ensâr’den)
        Arefe günü, günlerin en üstünüdür. Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir gün yoktur ki Allah, Arefe gününden daha fazla o günde kullarını ateşten âzad etsin.” (Müslim/1338)
        Hac'da olan kimsenin Arefe günü oruç tutması sünnet değil-dir. Onun için sünnet olan, Peygamber'e uyarak o günü oruçsuz geçirmesidir.
        2. Aşure ve Tasua günlerinin orucu.
        Aşure, Muharrem ayının onuncu günüdür. Tasua günü ise Muharrem ayının dokuzuncu günüdür. 
        Bu iki günde oruç tutmanın müstehab olduğunun delili, İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), Aşure günü oruç tuttu ve tutulmasını emretti'. (Buhari/1900, Müslim/1130)
        Aşure günü oruç tutmak hakkında Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “(Aşure günündeki oruca gelince) Allah bununla önceki senenin günahlarını örter.” (Müslim/1162, (Ebu Katâde el-Ensar’den)
        “Eğer gelecek seneye kalırsam (Muharrem ayının) doku-zuncu gününde muhakkak oruç tutacağım.” (Müslim/1134)
        Fakat Hz. Muhammed (a.s.v.), o güne yetişemeden vefat etmiştir. Tasua günü ile Aşure gününde oruç tutmanın sebebi, ayın tespitinde yanlışlık olma ihtimalidir. İhtiyaten bu günde oruç tutmak daha iyi olur. Ayrıca bunda Yahudilere muhalefet etmek de söz konusudur. Çünkü onlar sadece Muharrem'in onuncu günü oruç tutuyorlardı. Eğer onuncu günle beraber dokuzuncu günde de oruç tutulmamışsa, onbirinci günü oruç tutmak müstehabtır.
        3- Pazartesi ve Perşembe günlerinde oruç tutmak.
        Bunun delili, Hz. Aişe'nin rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz. Mu-hammed (a.s.v.), Pazartesi ve Perşembe orucunu taharri ederdi (arardı). (Tirmizî/745)
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Ameller, Pazartesi ve Perşembe günleri (Allah'a) arz edilir. Bu yüzden amelimin oruçlu olduğum halde arz edilmesini severim.” (Tirmizî/747, (Ebu Hüreyre'den)
        4. Her ayda üç gün oruç tutmak.
         Her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmak, ayın diğer günlerinde tutmaktan efdaldir. Bunlara 'beyaz günler' denir. 
        Bunun sebebi, bu günlerin ayın ışığıyla daha beyaz olmasıdır. Bu günlerde oruç tutmanın müstehab olduğunun delili, Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği şu hadîstir: 
        “Ebu Hüreyre şöyle demiştir: 'Dostum (Hz. Muhammed (a.s.v.)), bana üç şey tavsiye etti: Her aydan üç gün oruç tutmak, iki rekât kuşluk namazı kılmak, vitir namazını kılıp uyumak.” (Buhari/1124, Müslim/721)
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Her aydan üç gün oruç tutmak, bir de Ramazan orucunu tutmak, bütün sene oruç tutmak gibidir.” (Müslim/1162, (Ebu Katâde el-Ensârî’den)
         “Ey Ebu Zer! Ayın üç gününde oruç tutmak istediğinde onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde tut!” (Tirmizî/76l, (Ebu Zer'den)
        Katâde b. Milhan, babasından şöyle rivayet etmiştir: “Hz. Muhammed (a.s.v.) bize (her ayın) onüç, ondört ve onbeşinci günlerini oruçlu geçirmemizi emretti ve 'Bu günlerin orucu sene orucu gibidir' buyurdu.” (Ebu Dâvud/2449)
        Ancak Zilhicce'nin onüçüncü günü bundan istisna edilmiştir. Çünkü o gün, teşrik günlerindendir ve ileride geleceği gibi o günde oruç tutmak haramdır.
        5. Şevval ayında altı gün oruç tutmak.
        Bu altı günü, peş peşe oruçlu geçirmek en güzelidir. Fakat şart değildir. Bunu ayrı ayrı günlerde tutmak da Sünnet'in yerine gelmesi için yeterlidir. 
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur; “Kim Ramazan orucunu tutar, sonra Şevval'den altı gün daha oruç tutup onun ardından gönderirse, bu bütün sene oruç tutmak gibidir.” (Müslim/1164, (Ebu Eyyub el-Ensarî’den)
Sünnet Olan Orucu Yarıda Bırakmak
         Nafile oruç tutan kişi, orucunu istediği an bozabilir ve kaza etmesi de gerekmez. Fakat böyle yapması mekruhtur. 
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Nafile oruç tutan kişi nefsinin emîridir; isterse oruca devam eder, isterse iftar eder.” (Hâkim, 1/439)
        Farz olan orucun kazasına başlayan kişinin, onu kesmesi haramdır. Çünkü bir farza başlama, onu tamamlamayı vacip kılar.
Tutulması Mekruh Olan Oruçlar
        Mekruh Olan Oruç
        İnsan Allah'ın kuludur. Allah Teâlâ istediği şekilde onu iba-detle mükellef kılabilir. İnsanın Allah'a itiraz etme hakkı yoktur. Ona vacip olan 'İşittik ve itaat ettik. Ey rabbimiz, mağfiretini dileriz, nihayet dönüş sanadır.' (Bakara/185) demektir.
        Mekruh olan oruç; terk edilmesinde sevap, tutulmasında ne sevap, ne de ikab olan oruçtur. Mekruh olan oruçları şöyle sıralayabiliriz: 
        A. Haftanın sadece Cuma günü oruç tutmak. 
         Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz Cuma gününden bir gün önce yahut bir gün sonra oruç tutmadıkça sakın münferiden Cuma günü oruç tutmasın.” (Buhari/1884, Müslim/1144)
        B. Sadece Cumartesi günü oruç tutmayı âdet edinmek. 
         Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Sakın Allah'ın farz kıldığı oruç dışında, Cumartesi gününü oruca tahsis etmeyin.” (Tirmizî/744)
        Âlimler, pazar günü oruç tutmayı âdet edinmenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Yahudiler Cumartesi gününü, Hristiyanlar da Pazar gününü tazim etmektedirler. Fakat Cumartesi ve Pazar gününde oruç tutmak mekruh değildir. Çünkü bu iki günü birlikte ne Yahudiler, ne de Hristiyanlar tazim eder.
        İmam Ahmed şöyle rivayet etmektedir: Hz. Muhammed (a.s.v.), Cumartesi ve Pazar günleri oruç tutardı. Hatta diğer günlerden daha fazla bu iki günü oruçlu geçirirdi ve derdi ki: 'Ben Yahudilere ve Hristiyanlara muhalefet ederek o iki günü bayram olarak değil de oruçlu olarak geçirmek istiyorum'. (İmam Ahmed, VI/324)
        C. Bütün sene oruç tutmak.
        Bütün sene oruç tutan kişinin bundan dolayı zarar görmesi veya başkasının hakkını yerine getirememesi söz konusu olursa, bütün seneyi oruçlu geçirmesi mekruh olur.
        Rivayet edildiğine göre Hz. Muhammed (a.s.v.), Selman ile Ebu Derda'yı kardeş yaptı. Selman bir gün Ebu Derda'yı ziyarete gittiğinde Ümmü Derda'yı yırtık pırtık elbiseler içinde görünce, ona şöyle dedi:
        - Niçin bu elbiseleri giyiyorsun?
        - Kardeşin Ebu Derda, 'dünya ziynetlerine ihtiyacım yoktur' diyerek benimle ilgilenmiyor.
        - Ey Ebu Derda! Senin üzerinde rabbinin hakkı vardır, ailenin senin üzerinde hakkı vardır, nefsinin de senin üzerinde hakkı vardır. Bu nedenle her hak sahibine hakkını ver.
        Ebu Derda, Selman'ın söylediklerini Hz. Muhammed (a.s.v.)'e naklettiğinde, Hz. Muhammed (a.s.v.) 'Selman doğru söylemiş’ buyurdu.” (Buhari/1867)
        Bütün seneyi oruçlu geçirmekten zarar görmeyen ve bundan dolayı başkalarının hakkına zarar vermeyen kişi, bütün seneyi oruçlu geçirebilir. Bu onun için mekruh değil, müstehabtır. Çünkü oruç, ibadetlerin en üstünlerinden biridir.
Oruç Tutmanın Haram Olduğu Günler
        Oruç tutmanın haram olduğu günler şunlardır: 
        1. Ramazan ve Kurban bayramlarının günlerinde oruç tutmak haramdır.
        Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmektedir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.), iki gün oruç tutmaktan nehyetti: Kurban bayramı günü ile Ramazan bayramı günü.'(Müslim/1138)
        2. Teşrik günlerinde oruç tutmak haramdır.
        Teşrik günleri Kurban bayramını takip eden üç gündür. Bu günlerde oruç tutmanın haram olduğunun delili, Ka'b b. Mâlik'in rivayet ettiği şu hadîstir: “Hz. Muhammed (a.s.v.), teşrik günlerinde benimle Evs b. Hadesan'ı göndererek şöyle ilan etmemizi emretti: Şu muhakkak ki cennete mü'min olandan başkası giremez. Mina'da geçirilen teşrik günleri, yemek ve içmek günleridir.” (Müslim/1142)
Amr b. As şöyle rivayet etmektedir: "Hz. Muhammed (a.s.v.), teşrik günlerinde yememizi emreder, bu günlerde oruç tutmamızı nehyederdi." (Ebu Dâvud/2418)
        3. Şekk gününde oruç tutmak.
        Bu gün Şaban ayının otuzuncu günüdür. Ancak bu gün hak-kında Şaban ayının son günü mü, yoksa Ramazan'ın ilk günü mü diye şüphe edildiğinde ve hilâl görülmediğinde bu günde oruç tutmak haram olur. Bu durumda o günü Şaban ayından kabul etmek gerekir. 
        Bu günde oruç tutmanın haram olduğunun delili, Sıla (b. Münzer)den rivayet edilen şu rivayettir: ‘Şek edilen günde Ammar'ın yanında bulunuyorduk. (Pişmiş) bir koyun getirildi. Cemaatten bazısı sofradan uzaklaştılar. Ammar şöyle dedi: 'Kim bu günü oruçlu geçirirse Ebu'l-Kasım'a âsi olmuş olur.' (Ebu Dâvud/2334, Tirmizî/686)
         4. Şaban ayının ikinci yarısında oruç tutmak.
        Şaban ayının ikinci yarısında oruç tutmanın haram olduğu-nun delili, Hz. Muhammed (a.s.v.)'in şu sözüdür: “Şaban'ın yarısı olunca (nafile) oruç tutmayın.” (Ebu Dâvud/2337, Tirmizî/738, (Ebu Hüreyre'den)
        “Şaban ayının ikinci yansı olduğunda Ramazan gelinceye kadar oruç yoktur.” (İbn Mâce/1651)
        Ancak oruçlu kişi özellikle değil de âdeti gereği bu günlerde oruç tutarsa; yani bu günler onun âdetine tevakuf ederse, şek gününde de, Şaban'ın ikinci yarısında da oruç tutmak haram olmaz. Meselâ bir kimse bütün sene oruç tutuyorsa, bu günlerde de tutmasında herhangi bir mahzur yoktur.
        Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir gün veya iki gün önceden oruç tutmak suretiyle sakın Ramazanın önüne geçmeyin. Bir kimsenin âdet edindiği bir orucu tutması müstesnadır. Böyle kişi âdet edindiği o orucunu varsın tutsun.” (Buhari/1815, Müslim/1082, (Ebu Hüreyre'den)
        Oruç İle İlgili Olarak Kadınları İlgilendiren Hususlar
        1. Hayız ve nifas, orucun sıhhatine mâni olan özürlerdir. Bu bakımdan günün bir kısmında hayız veya nifas olan kadının orucu bozulur ve daha sonra orucunu kaza etmesi gerekir. 
        Hayız ve nifastan kurtulan kadının da oruç tutmak için fecirden önce yıkanması müstehabtır.
        2. Oruçlu iken kocasıyla cinsel ilişkiden uzak durmalıdır.  Kadını bu işe erkek teşvik etmişse, erkeğe kefaret vâcib olur.
        3. Aşçı ve benzeri bir kişinin oruçluyken yemeğin tadına bakması ve neşter vurdurarak kan aldırması mekruhtur. 
        4. Hâmile veya emzikli kadın, kendisinin veya çocuğunun zarar görmesinden korkarsa oruç tutmayabilir. Eğer kendisinin zarar görmesinden korkarak oruç tutmazsa, ikinci senenin Ramazan ayı gelmeden orucunu kaza etmelidir.
İTİKAF
        İtikaf, Müslüman bir kimsenin, niyet getirmek suretiyle camide kalması, demektir. İtikaf, her zaman müekked sünnettir. 
        İtikâfın meşruiyeti Kur’an ve Sünnetle sabittir. Orucu tarif ettiği ayetin sonunda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
        “ … Mescitlerde i’tikâf halinde iken kadınlarınızla birleş-meyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini korusunlar.” (Bakara, 2/187)  
        Âişe  (r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; “Nebî (a.s.v.), vefat edinceye kadar ramazanın son on gününde itikâfa girmiştir. Vefatından sonra eşleri itikâfa girmeye devam ettiler.” (Buhârî, İ'tikâf 1; Müslim, İ'tikâf 5)
        İbni Ömer (r.a.) şöyle dedi: “Resûlullah (a.s.v.) Ramazanın son on gününde i'tikâfa çekilirdi.” (Buhârî, İ'tikâf 1, 6; Müslim, İ'tikâf 1-4. Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbni Mâce)
        İtikafın efdali, Ramazan ayının son 10 gününde yapılanıdır. Diğer zamanlarda müstehabtır.
        İtikâfın en azı, “sübhânallah” diyebilecek kadar bir müddetten fazla sürmesi gerekir.
        İtikafın rükûnları
        1- İtikafa giren kimse. Bunun Müslüman olması, akıllı olma-sı ve büyük hadesten temiz olması. (Yani cünüp olmaması, kadının hayızlı ve lohusa olmaması.)
        2- Niyet getirmek. Niyet kalp ile getirilir. 
        İtikâfa giren kişi tarafından hükmen de olsa mescit içinde dururken yapılması şart değildir. Mescitte dolaşırken de niyet etmek, bu kapsama girer. Mûtemed (itimat edilen) görüşe göre, mescit içinden geçerken bile itikâfa niyet etmek yeterli olur.
        3- Mescidin (caminin) içinde itikâf etmek. 
         İtikâfa girecek kişi, mescidin sırf mescit olarak vakfedildiğini, yani bu mescidin hisseli olmadığını zannederse bu mescitte kadın veya erkeklerin itikâfa girmeleri sahîh olur. Böyle bir mescit, cami olmasa, ya da halka açık olmasa da itikâfa elverişli olur.
        4- Az da olsa bir miktar camide kalmak. 
        İtikâfın âdabı
        1. Kur’ân-ı Kerîm ve hadis okuyarak, zikir yapıp ilim öğrenerek Allah’a tâatle meşgul olmalıdır.
        2. İtikâfta oruç tutmalı (bu, sünnettir).
        3. İtikâf büyük cemaatleri toplayan mescitte yapılmalıdır. 
        Bu bakımdan mescitlerin en faziletlisi Mescid-i Haram, sonra Mescid-i Nebevî, ondan sonra da Mescid-i Aksâ’dır.
        4. İtikâftaki kişi hayır söz dışında konuşmamalı, sövmemeli, boş şeyler söylememelidir.
        İtikafı bozan hususlar
        1- Kasıtlı olarak cinsel ilişkide bulunmak.
        Şehvetle öpme, sarılma ve benzeri cinsel ilişki öncesi hare-ketler dolayısıyla menî akmazsa üç mezhebe göre (Malikiler hariç) itikâf bozulmaz.
        2- Bakarak veya düşünerek menîsinin akması âdet hâline ge-len itikâfa girmiş kişinin, bu durumlarda menîsi akarsa itikâfı bozulur. Ama bakarak veya düşünerek menîsinin akması âdet hâline gelmemiş olan kişinin, bu durumlarda menîsi aksa da itikâfı bozulmaz.
        3- İtikaftaki kişi dinden çıkarsa itikâfı bozulur.
        4- Delirmek veya sarhoş olmak.
        İtikâf da (oruç gibi) kişinin kendi fiili sonucunda meydana gelen sarhoşluk ve delilik nedeniyle bozulur.
        5- Mazeretsiz olarak camiden dışarıya çıkmak.
        İtikâftaki kişinin mescitten çıkmasını mubah kılan mazeretler, def-i hacette bulunmak gibi tabiî; mescit duvarının yıkılması gibi zarurî olmak üzere iki kısma ayrılır. Mescidin duvarının yıkılması nedeniyle başka bir mescide giden kişinin itikâfı bozulmaz.
        İtikafın Mekruhları
         İtikâftaki kişinin, mescidin kirletilmeyeceğinden emîn olması hâlinde, hacamat vurdurup kan aldırması mekruhtur. 
        Mescidin kirletilmeyeceğinden emîn olmazsa bu işleri yap-ması haram olur.
        Kocasından izin almadan itikâfa giren kadının itikâfı, günah-kâr olmakla birlikte sahîh olur. Gösterişli bir vücûda sâhip olan kadının, kocası izin verse bile itikâfa girmesi mekruh olur.* (Abdurrahman Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1)


FITIR SADAKASI

        Fıtır sadakası, maldan belli bir miktarın verilmesidir. Fıtır sadakasının verilme vakti, Ramazan'ın son günü güneş battıktan sonra başlar. Her mükellefin kendisinin ve nafakası kendine vacip olan kimselerin fitrelerini vermesi vaciptir. Hz. Muhammed (a.s.v.), Ramazan'ın farz olduğu hicretin ikinci senesinde fıtır sadakası verilmesini emretmiştir.
       Fıtır sadakasının vacip olduğunun delili, İbn Ömer'in rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz. Muhammed (a.s.v.) Ramazan'da, fıtır zekâtını hür, köle, erkek, kadın her Müslümana hurmadan yahut arpadan 1 sâ olarak farz kıldı'. (Buhari/1433; Müslim/984)

Fıtır Zekâtı'nın Farz Olmasının Şartı
            Fıtır Zekâtı, üç şartla farz olur:
            1. Müslüman olmakla.
       Fıtır sadakası kâfir'e, dünyada cezayı gerektirecek şekilde vacip değildir.
       Bu hususta İbn Ömer'den rivayet edilen hadîs daha önce geçmişti.
            2. Ramazan'ın son gününde güneşin batmasıyla.
          Bu bakımdan Ramazan'ın son günü güneş battıktan sonra ölen bir kimseye fıtır sadakası vacip olur. İster fıtır sadakası vermeye imkân bulsun, ister bulmadan ölmüş olsun fark etmez.               Fakat güneş battıktan sonra dünyaya gelen çocuk için fıtır sadakası vacip olmaz. Ramazan'ın son günü güneş batmadan önce ölen kimseye de vacip olmaz. Fakat güneş batmadan doğan çocuk için fıtır sadakası vacip olur.
        3. Kişinin hem kendisine, hem de çoluk-çocuğuna bayram günü ve gecesinde yetecek kadar yiyecek bulunmasıyla.
     Kendisine ve çoluk-çocuğuna bayram günü ve gecesinde yetecek kadar nafakası olmayan kimseye fıtır sadakası vacip olmaz.
Mükellefin, Fıtır Sadakasını Vermekle Yükümlü Olduğu Kimseler
        Sözü geçen üç şartı haiz olan herkese, kendisi ve nafakası kendisine vacip olan babası, annesi, dedeleri, nineleri, çocukları ve eşi için fıtır sadakası vermek vaciptir. Fakat kişinin baliğ olup çalışmaya gücü olan çocuğu için fıtır sadakası vermesi vacip değildir. Nafakasını karşılamakla yükümlü olmadığı akrabası için de fıtır sadakası vermesi vacip değildir.
            Kişinin malı, nafakası kendisine vacip olan kişilerin sada-kasını vermeye yetecek kadar değilse önce kendisinin, sonra eşinin, sonra küçük çocuğunun, sonra babasının, sonra annesinin, sonra çalışmaktan aciz olan büyük oğlunun fıtır sadakasını vermelidir.
            Fıtır Sadakasının Cinsi ve Miktarı
            Fıtır sadakasının, en çok yenen gıdalardan verilmesi gerekir. Ancak bugün bu meselede İmam Ebu Hanife'nin mezhebini taklit etmekte bir sakınca yoktur. Ebu Hanife'nin mezhebine uyarak gıda yerine, gıdanın bedelini para olarak vermek daha kolaydır. Ayrıca gıdanın bedelini vermek fakirler için buğday vermekten daha yararlıdır ve umulan hedefin tahakkukuna daha yakındır.
            Fıtır Sadakasının Vakti
         Fıtır sadakasının vacip oluş vakti, daha önce söylediğimiz gibi Ramazan'ın son günü güneşin batışıyla başlar. Fıtır sadakasını çıkarmanın caiz olduğu vakit ise Ramazan'ın başından başlayıp bayramın birinci günü güneş batışıyla sona erer. Fitreyi, bayramın birinci günü sabah namazıyla, Bayram namazı arasında vermek sünnettir.
          Çünkü daha önce naklettiğimiz İbn Ömer hadîsi buna delâlet ettiği gibi, 'Halk Bayram namazına çıkmadan önce fıtır sadakasını verin' hadîsi de buna delâlet etmektedir. (Buhari/1432)
     Fıtır sadakasının, bayram gününün sonuna tehir edilmesi mekruhtur. Eğer bayram günü verilmezse günahkâr olunur ve kaza edilmesi gerekir.
 TERAVİH NAMAZI
       Teravih namazı, sadece Ramazan'da kılınır. Teravih namazını cemaatle kılmak sünnettir. Ancak tek başına da kılınabilir. Sahabe her dört rekâttan sonra istirahat ettikleri için bu namaza teravih ismi verilmiştir.
       Buna Ramazan kıyamı da denilmiştir. Teravih namazı Rama-zan gecelerinin her birinde yirmi rekât olarak kılınır.
          Her iki rekâtta bir selâm verilir. (İki rekâtta bir selâm vermek Şafii'ye göre vaciptir).
          Teravih namazı, vitir namazından önce yatsı namazı ile sabah namazı arasında kılınır. Eğer kişi dört rekâtı bir selâm ile kılarsa bu sahih olmaz.
      Çünkü Hz. Muhammed (a.s.v.) böyle kılmamıştır. Ayrıca teravih namazının sahih olması için 'Teravih'ten iki rekât namaza niyet ediyorum' veya 'Ramazan kıyamı'ndan iki rekâta niyet ediyorum' demek gerekir. Eğer 'Mutlak nafile namaz kılmaya niyet ediyorum' denirse teravih sahih olmaz. Daha öne geçtiği gibi teravih namazının meşruiyetinde asıl şu hadîstir.
            Hz. Muhammed (a.s.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Rama-zan'da, inanarak ve yalnız Allah'ın rızasını dileyerek namaz kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.” (Buharî/37; Müslim/759)
            Hz. Aişe şöyle rivayet ediyor: “Bir gece Hz. Muhammed (a.s.v.) mescitte namaz kıldı. Bazı insanlar da Peygamber'in namazına uyup namaz kıldılar. Sonra ertesi gece de böyle cemaatle namaz kıldılar. Halk çoğaldı. Üçüncü yahut dördüncü gece halk yine toplandı. Fakat Hz. Muhammed (a.s.v.), o gece onların yanına (namaz kılmaya) çıkmadı. Sabahleyin çıkıp namazdan sonra şöyle buyurdu: Sizin (cemaatle teravih namazım kılmaya olan) şiddetli arzunuzu gördüm. Benim için de namaza çıkmaya hiçbir mâni yoktu. Ancak üzerinize farz kılınmasından endişe ettim.” (Buharî/882; Müslim/761)
           Abdurrahman b. Abdulkâri şöyle anlatıyor: “Bir Rama-zan'da Hz. Ömer'le beraber mescide gittik. Kimileri tek başına, kimileri de başkalarına uyarak namaz kılıyordu. Bu manzarayı gören Ömer 'Bu kişileri, bir imamın arkasında toplamak daha güzel olur' dedi. Sonra onları Ubey b. Ka'b'ın imamlığında topladı. Sonra başka bir gece tekrar mescide gittik. Baktık ki halk, imama uyarak topluca namaz kılıyor. Bunun üzerine Hz. Ömer 'Bu, ne güzel bir bid'at!” dedi.
            Hadîsteki evzâ kelimesi, gruplar, cemaatler demektir. Raht kelimesi on kişiden az olan kitle demektir. 'Bu, ne güzel bir bid'at!' demek de yapılan şeyin güzel olduğunu ifade eder. Bid'at kelimesi 'şeriatta benzeri olmayan yenilik' anlamındadır. Eğer bid'at, şeriata uygun, şeriatta güzel olan bir kaidenin altına giriyorsa güzeldir. Eğer şeriata ters düşüyor, yerilmiş bir kaidenin kapsamına giriyorsa kötüdür.
      Rivayet edildiğine göre sahabîler, Hz. Ömer zamanında Ramazan ayında yirmi rekât teravih namazı kılmışlardır. (Beyhakî, 11/496 ve başka muhaddisler, (sahih isnadla)
     Diğer bir rivayette de şöyle deniyor: 'Halk, Hz. Ömer zamanında, Ramazan'da 23 rekât namaz kılıyordu'.  (Mâlik, Muvatta, 1/115)
           Beyhakî, bu iki rivayeti şöyle telif etmiştir: 'Kılınan 23 rekât namazın yirmi rekâtı teravih, üç rekâtı da vitir namazıdır'.
*          Hatim'le Teravih Ve Teravihe Niyet
         Ramazanın son gecesinde hatmedecek şekilde, teravih namaz-larında Kur'an-ı Kerîm'in tamamını okumak sünnettir. İmama uyanlar bundan mutazarrır olacaklarsa, onların durumlarını gözönüne alarak bundan vazgeçmek daha faziletli olur. İmama uyanlar sıkılmasınlar diye teravih namazını büsbütün acele kılmak caiz olmadığı gibi, namazın vasfını ihlâl edecek şekilde süratli kılmak da caiz değildir. Ayrıca Selefe uymak için, Her dört rek'attan sonra istirahat için oturmak mendubtur. Ancak bu arada zikir yapmaya ilişkin bir rivayet mevcud değildir.* (Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)

için başlığı tıklayınız


Bu çalışma hazırlanırken;
1- İnternette bulunan ve mobil uygulamalarda online yayımlanan Rahmetli Ali ARSLAN Hoca Efendi tarafından tercüme edilmiş olan “Büyük Şafii Fıkhı” (Müellifler: Dr. Mustafa el-Hin, Dr. Mustafa el-Buğa, Ali el-Şerbeci) kitabından,
2- (http://risaleoku.com:8080/oku/safii/1) web sitesinde online yayımlanmış olan ve Müellifi Halil GÜNENÇ Hoca Efendi olan Büyük Şafiî İlmihali’nden,
3- https://ehliislam.com/dort-mezhep-fikih.pdf  web sitesinde online yayımlanmış ve Abdurrahman Cezîrî başkanlığında hazırlanmış olan ‘Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı’ kitabından,
4- Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. H. Yunus Apaydın tarafından hazırlanmış olan ve 1998 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca yayımlanmış olan ve https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/5255 adresinde de online erişime açık olan “İlmihal” kitabından,
5- TDV tarafından basılan ve (https://islamansiklopedisi.org.tr), adresinde online da yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nden,
 6- Müellifi Vehbe Zuhayli olan ‘İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nden,
7- İmam-ı Gazali’ye ait olan İhya-u Ulumiddin’den,

            Başta olmak üzere birçok kitaptan yararlanılmıştır. İlmihal hazırlanırken yararlanılmış ve söz konusu alıntılar (*) ile işaretlenmiş ve sonuna da kaynak ve (varsa) internet adresi linkleri ilgili bölümde belirtilmiştir.