Bir mezhepte helal kabul edildiği halde, diğer bir
mezhepte haram sayılan pek çok şey vardır.
Mesela, Şafii mezhebinde veli olmadan nikah kıyılamaz,
yani bu fiil haramdır, Halbuki Hanefî mezhebinde bu caizidir.
Mesela, Hanefî mezhebinde Vitir namazını kılmamak
günahtır, Şafii’de ise -sünnet olduğu için- bazen kılmamak mekruh bile
değildir.
Mesela, eli kadına değen bir Şafii’nin o abdestle
namaz kılması haramdır, caiz değildir. Hanefî mezhebinde ise -kerahetsiz-
caizdir.
Asıl konuya gelecek olursak, Hanefî mezhebine göre,
balık dışındaki bütün deniz / su ürünlerinin yenilmesi haramdır. Delilleri:
“Kendiliğinden ölen hayvanlar size haram kılındı.”(Maide,
5/3),
“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları
yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar. O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri
emreder, kötülükleri yasaklar, kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar
şeyleri ise haram kılar.”(Araf, 7/157)
mealindeki ayetlerdir. Onlara göre, balık dışındaki
diğer deniz hayvanları tiksinti duyulan, murdar şeylerdir. Onların ölüsü
yenmez.
Hanefilerin dışındaki üç mezhebe / alimlerin cumhuruna
göre deniz / su ürünlerinin hepsi helaldir. Delilleri ise şunlardır:
“Deniz avı ve deniz yiyeceği size helâl kılındı.”(Maide,
5/97),
“Denizin suyu temizdir ve temizleyicidir, ölüsü de
helaldir.”(Neylu’l-Evtar, 8/149),
“Allah Adem oğulları için denizdeki ürünleri boğazladı
(yani boğazlamaya gerek olmadan yenmeleri helaldir).”(Neylu’l-Evtar,
8/150).
Cumhur için, daha başka sahih hadisler de vardır.(bk.
V. Zhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 3/678-680).
Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asv) şöyle buyurmuştur:
Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asv) şöyle buyurmuştur:
“Haram da bellidir, helal da bellidir. Ancak bu ikisi
arasında çok işler / şeyler var ki insanların çoğu onları bilmez.”(Buharî,
İman, 39).
Bu hadisten açıkça anlaşılıyor ki, haram ve helal olan
şeyler her zaman açık değiller. İçtihat konusu olan haram ve helaller bu
bilinmeyenlerdir. Helalı haram veya haramı helal yapmanın küfür olduğunu ifade
eden hadislerin hedefinde olanlar ise, ayet ve hadislerde çok açık bir surette
haram veya helal olarak belirlenen şeylerdir. Namazın farz olmasını inkar etmek
gibi.
Hatta farklı ayetlerde, farklı hadislerde farklı
hükümler söz konusu ise, bu da konunun içtihat sahasına taşınmasını zorunlu
kılmaktadır.
Bu sebeple, farklı mezheplerin farklı içtihatları,
haram-helalle ilgili farklı hükümleri kesin olmadığı için, herhangi bir dinî
risk taşıması şöyle dursun, bu müçtehitler gayretlerinden dolayı ibadet sevabı
alırlar.
Zaten mezhepler arasındaki farklılklar, daha çok
zarurî olmayan, içtihada dayalı teorik konular için söz konusudur. Bu da
genellikle, ayet ve hadislerin farklı algılanmasından kaynaklanmaktadır. Ehl-i
sünnet, Kur’an ve hadisleri dayanak göstererek yanlışa düşen bir kısım batıl
görüş sahiplerine kafir demeyi uygun görmemişler. Çünkü, ne de olsa ehl-i
kıbledir, demişler ve hadiste ehl-i kıbleyi tekfir etmemeyi ön gören
talimatı.(bk. Buharî, salat, 28) esas almışlardır.
Bu ayrılıklar, çeşitli sebeblerden ileri gelir.
Kur`an`da hüküm ifade eden âyetleri (ki bunlara, nass denir) anlayış, herkes
için başka başka olabilir. Zira nassların, usûl-i fıkıhta beyan edildiği üzere,
pek çok kısımları vardır:
Hafî, mücmel, sarîh, kinâye, mecaz, hakikat, mutlak -
mukayyed, hâs - âmm gibi.
Bu yüzden müctehidlerin aynı nassı anlayışları farklı
farklı olmaktadır. Ayrıca, hadîslerin de nevileri, çeşitleri vardır. Mütevâtir,
meşhûr, haber-i vâhid, mürsel, muttasıl, münkatı` gibi. Bu hadîsleri delîl
olarak kullanma konusunda da müctehidler ihtilâf etmişlerdir. Bunun neticesinde
de farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Meselâ, Hanefîler hadîsler konusunda titiz
davranır. Haber-i vâhidi (Tek sahâbenin rivâyet ettiği hadîsi) delil
olarak kabûl etmezler. Şâfiîler ise, haber-i vâhidi kabûl eder ve onu
Kıyâs`a tercih ederler. Hanefîler mürsel hadîsi alır, Şâfiîler almazlar.
İşte bu gibi delillerdeki ihtilâf ve kabûl edilen delilleri de farklı anlayış,
müctehidlerin aynı mes`elede farklı hükümler vermelerine sebeb olmuştur. Fetva
verilen beldenin örf ve âdetleri de, müctehidlerin yaptıkları ictihadlara te`sir
etmiştir.
“Bir hâkim, verdiği hükümle ilgili yaptığı içtihadında
isabet etse iki sevap, hata etse bir sevap kazanır.” (İbn
Mace, Ahkam,3)
mealindeki hadis, bu konuya ışık tutmaktadır.