18 Haziran 2014 Çarşamba

İHTİLAFLI KONULAR hukuk ceza


İHTİLAFLI KONULAR hukuk ceza

ZİNA VE RECM

RECMİ SAVUNANLARIN DELİLLERİ:

Ubâde bin Sâmid'den şöyle rivayet edilmiştir:

«Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: «Hükümleri benden alınız. Allah zina edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara yüz sopa ve bir sene sürgün, zina eden evlilere ise yüz sopa ve recm.»(Muslim. Ebu Davud. Tirmizi. 64)

Rasulullah (sav)'ın Maiz b. Malik el-Eslemî ve Gamid’li kadın ve asif ( ücretle çalışan) genç ve iki Yahudi’ye recmi uyguladığı tevatüren tesbit edilmiştir. On­an sonra da raşid halifeler recmi uygulamışlar ve evli zanilerin cezasının recm olduğunu ilan etmişlerdir. Daha sonra da bütün fakihler her zaman ve yerde recmin Allah (cc)'ın kesin bir kanunu olduğu gibi Rasulullah (sav)'ın da uyulması farz olan sünneti olduğunu delilleriyle tesbit etmişlerdir. Bu hükme günümüze kadar hiçkimse muhalefet etmemiştir.Ancak İslâmdan sapan hariciler fırkası müstesna.


RECM ÖRNEKLERİ:

Maiz b. Malik el-Eslemî (r.a.), Hz. Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi. Hz. peygamber "Yazık sana, çık git, Allah'a tevbe ve istiğfar et" buyurdu. Maiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Rasulu! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu. Mâiz; "Zinadan" dedi. Hz. Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. "Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tesbit edemedi. Hz. Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu. Mâiz "Evet" cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi.

Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Rasulullah (s.a.v) "Mâiz b. Mâlik için dua edin" buyurdu. "Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi"(Muslim, Hudud, 22; eş-Şevkânî, Neylul-Evtâr, VII, 95,109; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd.).

Kadın olarak da Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" Hz. Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu. Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi. Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu. Kadın "Evet" dedi. Hz. Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu. Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi. Daha sonra Hz. Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi. Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Muslim, Hudud, 22, 23, 24; Ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudud, II).

Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, recm sırasında Hâlid b. Velîd (r.a)'ın üzerine kan sıçraması üzerine kadın hakkında kötü sözler söylediğini işiten Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilir:

"Ey Halid! yavaş ol. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim. Bu kadın öyle bir tövbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru)yapsaydı, şüphesiz mağfiret olunurdu" Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiştir (Muslim, Hudud, 23).

..Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir:
Sizler Rasullullah (s.a.v)’in huzurunda bulunduğunuz sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve; "Ya Râsulullah! Benim için Allah’ın kitabı ile hükmet!"dedi. Akabinde ona muhasımı olan kimsede ayağa kalktı ve: "Ya Râsulullah! Hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah’ın kitabı ile hükmet, ve söz söylemek üzere bana izin ver!" dedi.

Peygamber (S.A.V.)’de ona; "Sözünü söyle." buyurdu.

O da şöyle dedi: "Benim oğlum, bu Arabinin yanında asif, yani ücretle çalışan bir kimse idi. Oğlum bunun karısı ile zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine taşlanmak cezası olduğunu haber verdiler. Ben bu adama oğlum adına yüz koyun ve birde cariyeyi fidye vererek oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu meseleyi ilim ehlinden sordum. Onlarda bana onun karısı üzerine taşlama cezası düştüğünü, benim oğluma da ancak yüz değnek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün edilmek üzere, ceza olduğunu haber verdiler!" dedi.

Rasulullah (s.a.v)’de: "Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki ben sizin aranızda elbette Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince: onun üzerinde yüz değnek cezası ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır." buyurdu.

Bundan sonra Eslem kabilesinden bir adam olan Unes’e de: "Sana gelince ya Uneys! Sende bu adamın karısına git tahkikini yap, eğer kadın suçunu itiraf ederse onu recm et buyurdu."
Ravi: Uneys o kadına gitti, kadının suçunu itiraf etmesi üzerine, Uneys ona taşlama cezası uyguladı demiştir.(Buhari : 15.c / 7107s., Muslim : 5.c / 1697.N, Tirmizi : 3.c / 1457.N)

Abdullah b. Ömer (r.a)'tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber'e, zina etmiş bir yahudi erkeği ile bir yahudi kadını getirmişler. Allah elçisi, yahudilere, Tevratta ki zina hükmünü sormuştur. Yahudiler; "yüzleri karaya boyanır, sırt sırta hayvan üzerine bindirilip sokaklarda dolaştırılır" demişler. Tevrat getirilmiş, ancak okuyan yahudi genci recm ayetine gelince ceza kısmını parmağı ile kapatıp atlayınca durumu farkeden ve yahudi iken Islâm'a giren Abdullah b. Selâm, Hz. Peygamber'e yahudinin Tevrat'ın üzerinden elini kaldırmasını emir buyurmasını istemiştir. Yahudi elini kaldırınca recm ayeti görülmüş ve her iki yahudi hakkında da evli olarak zina ettikleri için recm uygulanmıştır (Müslim, Hudûd, 26).

Bera b. Azıb (r.a)'ten nakledilen, yukarıdaki iki yahudinin recmedilmesi olayı ise şöyledir: Hz. Peygamber'e, yüzü kömürle karartılmış ve dayak vurulmuş bir yahudi getirildi. Allah elçisi yahudilere evlilerin zinasının Tevrat'taki hükmünü sordu. Onlar, bu şekilde olduğunu söyleyince, bir yahudi bilginine "Sana, Tevrat'ı Musa ya indiren Allah aşkına soruyorum. Zina edenin Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu yahudi bilgini; Tevrat'ta recim var. Fakat zina eşraf arasında artınca, şerefli birini getirirlerse serbest bırakır, yoksul biri yakalanırsa onu recmeder olduk. Bu iki sınıfa eşit ceza için recmi terkettik, kömürle boyayıp, dayak vurmayı recmin yerine koyduk". Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allahım! Senin emrini onlar değiştirdikten sonra ilk uygulayan benim. Bunun üzerine emir verdi ve yahudi recmedildi" (Müslim, Hudûd, 28).

İbn Şihab şöyle dedi: Bana Ubeydullah İbn Abdillah İbn Utbe haber verdi ki kendisi Abdullah ibn Abbas’tan şöyle derken işitmiştir:

Ömer İbnu’l Hattab Rasulullah'ın minberi üzerine çıkmış halde iken şöyle dedi:
Hiç şüphe yokki Allah, Muhammed’i hak peygamber olarak gönderdi. Ona indirilen bu kitabın içinde “recm ayeti de vardı” Biz bu ayeti okuduk ezberledik, ve onu anlayıp belledik, ve Rasulullah recm etti, bizde ondan sonra recm ettik. Böyle olduğu halde insanlara zaman uzayıpta onlardan birinin: "Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz" demesi ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı, terk suretiyle dalalete düşmelerinden korkarım. Hiç şüphesiz ki Allah’ın kitabında evli erkek ve kadınlardan olupta zina eden ve zinasında beyyine bulunan yahut da gebelik ve itiraf bulunmasıyla zinası sabit görünen kimse üzerine recm bir haktır.(E. Davud : 5.c / 4418.N, Buhari : 14.c / 6684.s, Tirmizi : 3.c / 1455.N, Muslim : 5.c / 1691.N)

..Ömer b. El-Hattab (r.a.)’dan rivayet edilmiştir, dedi ki: Râsulullah (s.a.v) recm etti; Ebu Bekr recm etti; bende recm ettim. Allah’ın kitabına ilave etmiş olmaktan çekinmemiş olsam onu muhakkak mushafa yazardım. Çünkü ileride bazı kavimlerin gelip onu Allah’ın kitabında bulamayınca inkar edeceklerinden cidden korkuyorum.(Tirmizi : 3.c / 1456.N)

Ubedet ubnu Samid (R.A.) şöyle dedi. Râsulullah (s.a.v)şöyle buyurdu:
Benden alınız benden alınız.Muhakkak ki Allah zina yapan kadınlar için bir yol tayin etmiştir. Evlenmemiş olan evlenmiş olanla zina ederse bunların her birine yüz değnek ve bir sene sürgün cezası vardır. Evli veya dul olan. Evli veya dul olanla zina ederse bunların her birine de yüz değnek ve recm cezası vardır.(Muslim : 5.c / 1690.N, Ahmed : Musned)


NAMAZ KILMAYANIN CEZASI

Hanefi’de namaza başlayıncaya kadar dövülüp hapse atılır.

Hapse ilâveten kan çıkıncaya kadar dövüleceği de kaydedilmekte ve bunun mezhepteki temel görüş olduğu ifâde edilmektedir..[İbnu Abidîn, Reddu'l-Muhtâr, I, 352. Ayrıca bak: Ebû Zeyd Şiblî, el-Miftâh Şerhu Nûru'l-İzâh, (İkinci Baskı, Matbaatü Dâru'l-Kitâb, Mısır, 1387/1950) s. 72.]

Başta Ebû Hanife olmak üzere bu mezheb bilginleri namaz kılmayanın kâfir olmayacağı ve kılmamakta direnenin öldürülmeyeceği görüşündedirler. Ancak, onlara göre namaz kılmayan kendi hâline bırakılmayıp cezâlandırılır. Cezâlandırma yöntemi, namaz kılıncaya kadar hapsetmektir.{ et-Timurtâşî (ö.1004/1595) Şemsuddîn Muhammed b. Abdullah b. Ahmed, Tenvîru'l-Ebsâr (İbnu Abîdin'in Reddu-l Muhtâr adlı hâşiyesinin el-Haskefî (ö.1088/1677) ye âit ed-Dürrü-l Muhtâr adlı şerhinin metni) I, 352.}

Delil:

"Muhsan (başından nikâh geçmiş) zinakar, kasten adam öldüren ve (müslüman) topluluğu terk eden (ve mürted olan) kimseler hâriç; Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resülü olduğuma şehâdet eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz."[el-Buhârî, es-Sahîh, İman, 17; Müslim, es- Sahîh, İman, 36.]

İbnu Dakîk el-`Îd, yukarıdaki hadisin hangi yönüyle bu konuda delil olduğunu şu şekilde açıklamaktadır:

"Namazı terk etmek, hadiste belirtilen sebeplerden (muhsanın zinâsı, haksız yere adam öldürme ve irtidat eylemlerinden) biri değildir. Hz. Peygamber, müslüman kanını mübah kılan sebepleri -genel anlam taşıyan olumsuz ifâdeden (nefyden) sonra istisnâ edatı kullanarak- bu üç şeyle sınırlamıştır. (Dolayısıyla bu üç sebep arasında bulunmayana namaz kılmama `suç'u sebebiyle kişinin öldürülmesi meşru değildir.)"[İbnu Dakîk el-`Îd, el-İhkâm Şerhu Umdeti'l-Ahkâm, s. 85.]Bu hadiste kanı hellaller arasında , namaz kılanlar sayılmamıştır derler..

Hanbeli, bir namazı özürsüz terk eden kafir olduğu için öldürülür.Çünkü Hanbeli ameli "imandan bir cüz" saymaktadır.Ahmed b. Hanbel namaz kılmayanın kafir olacağı ve bu yüzden öldürüleceği görüşündedir. Ona göre böyle bir kimse üç gün boyunca her namaz vakti namaz kılmaya çağrılır. Bu süre zarfında hapiste tutulur, ölümle korkutulur. Yine de kılmazsa mürted hükümlerine tabi tutularak öldürülür. Bir müslüman için yapılan yıkama, kefenleme, cenaze namazı kılma ve müslüman mezarlığına gömme işlemleri bu kimse için yapılmaz. Müslüman varisleri ile aralarında miras hükümleri uygulanmaz.[İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 299.] en-Nehaî (ö.96/714), eş-Şa'bî (ö.109/727), Hasan el-Basrî (ö.110/728), Hammâd (ö.120/738), Zeyd b. Ali (ö.122/740), Eyyûb es-Sahtiyânî (ö.131/749) ve el-Evzâî de bu görüştedirler. [İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 299; es-Seyyâğî, er-Ravdu'n-Nadîr, I, 413.]

Delil:

"Allah teala, `Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, hapsedin; her gözetleme yerine oturup onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekatı verirlerse siz de onların yollarını boşaltın'[et-Tevbe, 5. ] buyurmuştur. Bu ayette müşriklerin öldürülmesi mübah kılınmış, serbest bırakılmaları için, müslüman olmaları ve zekat vermeleri şart koşulmuştur. Şu halde bir kimse namazı kasten terk edince, serbest bırakılmasının şartlarını yerine getirmemiş olmakta, böylece öldürülmesinin gerekliliği hükmü devam etmektedir."[İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 297. Ayrıca bak. eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, I, 255.]

"Onlarla bizim aramızdaki ahit namazdır. Kim onu terk ederse kâfir olmuştur."[et-Tirmîzî, es-Sünen, İman, 9; en-Nesâî, es-Sünen, Salât, 8; İbnu Mâce, es-Sünen, İkâme, 77: Ahmed İbnu Hanbel , el-Müsned, V, 246] "Kişi ile şirk arasında namazı terk etmek vardır."[Müslim, es-Sahih, İman, 297.]

"Kim namazı kasten terk ederse Allah'ın koruması ondan uzak olur"[Ahmed İbnü Hanbel, el-Müsned, V, 238; VI, 46l]

"İnsanlardan ilk kaldırılacak şey emanet duygusu, onlarda en son kalacak şey de namazdır. Nice namaz kılanlar vardır ki onlarda hayır yoktur."[el-Beyhaki, Ahmet b. el-Hüseyin, Şu'abu-l-İman, IV, 275, (Hadis No: 5274) ]

Abdullah İbnu Süfyan şöyle demiştir: "Allah Resülü'nün ashabı, namazdan başka hiçbir amelin terkini küfür saymıyordu."[et-Tirmîzî, es-Sünen, İman, 9.]

Görüldüğü üzere bu rivayetler namazı terk etmenin kişiyi küfre sokacağını açıkça ifade etmektedir. Küfür ise öldürme sebebidir. Şu halde namaz kılmayan kâfir olur ve öldürülür.[İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 298; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, I, 414; İbnül- Kayyim el-Cevziyye, es-Salât ve Ahkâmu Târikihâ, (Muhammed Abdürrezzak Hamze'nin "Risâletüs-Salât"ı içinde) s. 125.]

Şafii ve Maliki’de bir namazı özürsüz terk eden büyük günah işlediği için öldürülür. Dolayısıyla namazı terk ettiği için öldürülen bir insan, İslamî hükümler gereğince yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına gömülür ve varisleri ile arasında miras hükümleri uygulanır.

"Müslüman olanlardan farz namazı terk eden kimseye "niçin namaz kılmıyorsun?" diye sorulur. Eğer sebep olarak unutmaktan söz ederse, `Hatırladığın zaman kıl' deriz. Eğer hastalıktan söz ederse, `İster ayakta, ister oturarak, ister yan yatarak, ister imâ ile; gücün nasıl yeterse öyle kıl' deriz. Eğer, `Namaz kılmaya gücüm yetiyor, gerektiği gibi de kılabiliyorum (ama yine de kılmayacağım)' derse ona; `Namaz, senin yerine başkasının yapamaycağı bir görevdir. Ancak senin eyleminle yerine gelir. Bu sebeple, kılarsan ne âlâ, kılmazsan tevbe etmeni isteriz. Tevbe etmezsen seni öldürürüz' deriz."[eş-Şâfiî, el-Ümm, II, 225.]

Mâlik b. Enes de, "Kim Allah'a inanır, peygamberleri tasdik eder ve namaz kılmazsa öldürülür," ifadesiyle, eş-Şâfiî ile aynı görüşe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.[el-Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Câmi'li Ahkâm'il-Kur'ân, VIII, 48.]

Ahmed b. Hanbel, namaz kılmamakta direnen kimseyi öldürmeden önce üç gün hapsetmeyi vâcip görürken, eş-Şâfiî bunun iyi bir şey olduğunu, ama şart olmadığını söylemektedir.[eş-Şâfiî, el-Ümm, II, 226.]

"... Çünkü namaz zekâttan daha önemlidir. (Zekât vermeyen öldürüldüğüne göre namaz kılmayan öncelikle öldürülür.) Bu konudaki delil ise Hz. Ebûbekir (r.a.)'ın: `Eğer Resülüllah'a verdikleri bir dişi oğlağı dahî bana vermeyecek olurlarsa onlarla savaşırım. Allah'ın bir araya getirdiği şeyleri birbirinden ayırmayın', demiş olmasıdır. Allah daha iyi bilir ya, görüşüme göre Ebûbekir bu ifâdesi ile `Namazı kılın, zekâtı verin'[el-Bakara, 43, 83, 110; en-Nisâ, 73; 103; el- Arâf, 29.] anlamındaki ayete gönderme yapmaktadır. Böylece Ebûbekir onlarla `namaz ve zekat' için savaşacağını haber vermiştir.Resülullah'ın ashâbı da zekât vermeyenlerle savaştılar. -Çünkü zekât Allah'ın farz kıldığı yükümlülüklerden biridir. Zekâta tâbi mal sahipleri, zekâtlarını vermeyip, Halife de bunu onlardan rızaları ile, yahut zorla da olsa (savaşmaksızın) alamayınca; -istemeseler de her hangi bir had kendilerine uygulandığı gibi, zekât ta onlardan (savaşarak ta olsa) alınır- onlarla savaşmayı helâl gördüler. Savaş ise öldürme sebebidir."[eş-Şafiî, el-Ümm, I, 225.]

"Her ne kadar namaz kılmayan kimse elimizde bulunsa ve bize karşı koyacak durumda olmasa da namaz kılmadığı taktirde onu öldürürüz. Zîra namaz, buluntu eşya, haraç ve mal gibi maddî bir şey değildir ki onu elinden alalım. Durum böyle olunca kişi, irtidat etmesi ve imana dönmemesi hâlinde nasıl öldürülüyorsa, maddî bir şey olmayan namaz yükümlülüğünü yerine getirmeyince de öylece öldürülür.[eş-Şafiî, el-Ümm, I, 226.]

Delil:

"Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, hapsedin. Her gözetleme yerine oturup onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekâtı verirlerse siz de onların yollarını boşaltın."[et-Tevbe, 5.]

İbnu Ömer (r.a.)'den :

"Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in, Allah'ın Resülü olduğuna şehadet edinceye, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmam bana emredildi."[el-Buhârî, es-Sahîh, İman, 17; 28; Salât, 28; Müslim, es-Sahîh, İman, 32-36; Ebû Dâvud, Cihad, 95.]

(Belirtmek gerekir ki, eş-Şâfiî, namazın terki meselesini de ele aldığı `el-Ümm' adlı eserinde konu ile ilgili olarak, ne yukarıdaki âyeti ne de hadîsi delil olarak kullanmıştır. O, bu konuda sadece Hz. Ebûbekir'in: "Allah'a yemin ederim ki, namaz ile zekâtı birbirinden ayıranlarla mutlaka savaşacağım" ifâdesine başvurmakla yetinmiştir. Fahruddîn er-Râzî bunları şafinin görüşüne delil olarak ileri sürmüştür.Bu durumda Fahruddîn er-Râzî'nin, "eş-Şafiî bu ayeti, namaz kılmayanın öldürüleceği konusunda delil olarak kullanmıştır"[ Fahruddîn er-Râzî, Mefâtih-ul Ğayb, IV], "Bu ayet eş-Şafiî'nin görüşüne delil olmaya müsaittir", şeklinde anlamak gerekmektedir.)

"Muhsan (başından nikâh geçmiş) zinakar, kasten adam öldüren ve (müslüman) topluluğu terk eden (ve mürted olan) kimseler hâriç; Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resülü olduğuma şehâdet eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz."[el-Buhârî, es-Sahîh, İman, 17; Müslim, es- Sahîh, İman, 36.]

Bu hadis aslında, namaz kılmayanın öldürülmeyeceğinin değil, öldürüleceğinin delilidir. Çünkü hadis, müslümanın kanının üç şeyden biriyle helal olacağını söylüyor. (Yani namazı terk eden kafir olacağına göre, hadisin hükmünce, "dinini terk edenler" kategorisi içinde öldürülür.[İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 98.]

Zira namaz kılmadığı zaman öldürüleceğini bilen kimse namazı terk etmez. Özellikle üç kere, namazı terk etmemesi istendikten sonra... Bütün bunlardan sonra da namazı kılmayacak olursa namazdan ümidini kesmiş olur. Bu halde yaşamasında da bir fayda yoktur. Bu durumda ise itlâf edilmiş sayılmaz. Diyelim ki öldürülmesiyle namaz kılması ihtimali ortadan kalkmış oluyor. Ama aynı zamanda bin kişinin de namaz kılması sağlanmış oluyor. Muhtemel bir namazın ortadan kalkması karşısında bu neticenin alınması yukarıdaki prensibe aykırı değildir."[ .İbnu Kudâme, el muğni, II, 300.]

Not: Hanbeli hariç, diğer üç sünni mezhep namaz kılmayanın kafir olmayacağı hususunda aynı görüştedirler.

"Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Dilediği kimselerin, bunun dışında kalan günahlarını affeder"[en-Nisa, 116.], prensibini getirmektedir.

"Allah beş vakit namazı kullara farz kılmıştır. Kim bunları, haklarını hafife almadan tam olarak yerine getirirse, kendisini cennete sokacağına dair Allah'tan söz almış olur. Her kim de bu namazları yerine getirmezse, Allah'ın ona verilmiş bir sözü yoktur. Dilerse ona azap eder, dilerse affeder",buyurmuştur.[Ebû Davud, es-Sünen, Salât, 9; İbnu Mâce, es-Sünen, İkâmetü's-Salât, 194.]

"Kulların kıyamet günü ilk hesaba çekilecekleri amel namazdır. Rabbimiz, meleklere şöyle buyuracaktır: `Kulumun namazlarına bakın, onları tam mı kılmış, eksik mi bırakmış?' Eğer namazları tam ise, tam olarak yazılır. Eğer eksiği varsa Allah tealâ şöyle buyuracak: `Bakın kulumun nafile namazı var mı?' Eğer nafile namazı varsa Allah: `Kulumun farz namazlarını, nafile namazlarıyla tamamlayın' buyuracak, sonra diğer farz ibadetleri de aynı işleme tâbi tutulacaktır." [Ebû Dâvûd, es-Sünen, Salât, 149]

ZIMMI STATÜSÜ KİMLERE VERİLİR (DİN HÜRRİYETİ)

ŞAFİİ, HANBELİ: Kitap ehli gayri Müslimlere

HANEFİ: Arap müşrikler hariç herkese.

Zimmi statüsü çemberini olabildiğince geniş tutma çabasını sergilemiş olmasına rağmen son noktada Kureyş müşriklerini devre dışı bırakmış olması açısından Hanefi mezhebine ait görüşün de tartışılabilir olduğunu söylemek gerekir.

"Hz. Peygamber (s.a.v.) Arap olanlar hariç putperestler ile, onlardan cizye almak üzere barış anlaşması yaptı."[Abdurrezzak İbnu Hemmâm, el-Musannef, VI, 86.]

MALİKİ: Bir dini kabul edip etmeme hürriyetine hiçbir sınırlama getirmez

DİNDEN DÖNMENİN CEZASI

ŞAFİİ, HANBELİ, MALİKİ: Öldürülür

Delil:

Mürtedin kadın olsun erkek olsun öldürüleceği görüşünde olanların delilleri şunlardır:
"Kim dinini değiştirirse onu öldürün"[el-Buhârî, es-Sahîh, Cihâd, 149; Ebû Dâvûd, es-Sünen, Hudûd, 1; et-Tirmizî, es-Sünen, Hudûd, 20; İbnu Mâce, es-Sünen, Hudûd, 2.]

a. "Kim dinini değiştirirse onu öldürün" hadisi genel bir hüküm taşımaktadır. Burada kadın ve erkek ayırımı söz konusu değildir.

b. Hz. Peygamber, Ümmü Mervan; Hz. Ebubekir de Ümmü Firka adlı mürted kadınları öldürtmüşlerdir.[eş-Şafiî, el-Ümm, II, s. 227, 228, 231.]

HANEFİ: erkek öldürülür , kadın hapsedilir

Delil:

Es-Serahsî konu ile ilgili olarak şöyle demektedir:
"Hz. Peygamber kadınların öldürülmesini yasaklamıştır. Bu konuda iki hadis vardır: Bunlardan biri Rabâh İbnu Rabî'a'nın rivayet ettiği şu hadistir:

Hz. Peygamber, gazvelerinden birinde bir grup kimsenin bir şey etrafında toplandığını gördü. Niçin toplandıklarını sordu;

- Öldürülmüş bir kadına bakıyorlar, dediler.

Bunun üzerine Allah'ın Resülü birine:

- Halid'e git ve ona kadınların ve hizmetçilerin asla öldürülmemesini söyle, dedi'.Ebû Dâvûd, es-Sünen, [Cihâd, 121 ve İbn Mâce, es-Sünen, Cihâd, 30]

Diğer hadis ise İbnu Abbas'ın rivayet ettiği şu hadistir:

`Hz. Peygamber öldürülmüş bir kadın gördü ve;

-Bunu kim öldürdü, diye sordu. Bir adam;

-Ben öldürdüm ey Allah'ın Resülü! Onu bineğimin arkasına aldım, kılıcımı kapıp beni öldürmek istedi. Ben de onu öldürdüm, dedi. Bunun üzerine Resülüllah:

-Kadınları öldürmek de ne oluyor? Onu göm, bir daha da kadın öldürme, dedi.

Allah'ın Resülü Mekke Fethi günü öldürülmüş bir kadın görünce:

-Bu savaşmıyordu ki, dedi."[Buhari, es-Sahih, Cihad 148 ve Ebû Dâvud, es-Sünen, Cihad 121]

Öldürülen mürted kadınlar ise savaşmakta idiler. Bunlardan Ümmü Mervan savaşıyor ve başkalarını da savaşmaya teşvik ediyordu. Sözü dinlenen biri idi. Ümmü Firka ise otuz çocuk sahibi idi. Bunları müslümanlara karşı savaşa teşvik ediyordu. Dolayısıyla öldürülmesi, diğer savaşanların gücünü kırmaktaydı."[es-Serahsî, el-Mebsût, X, 109-110.]

MÜRTED KADININ CEZASI

Dinden dönme suçunun cezası ölümdür.

Fakat hanefilerde kadının durumunda farklılık vardır:

Hanefilere göre, irtidâd eden ( dinden dönen ) kadın öldürülmez, fakat yeniden, İslâm'a dönünceye veya ölünceye kadar hapsedilir.

Diğer mezheplerde kadında öldürülür.

RİDDET (DİNDEN DÖNME) AMELERİ YOK EDER Mİ?

İlgili ayet:İçinizden kim dininden döner de o, kâfir olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı (iyi) İşler dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir» BAKARA 217

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)´e göre, mürted olan kimsenin ameli yok olur.

İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)´nin delilleri:

«(Andolsun ki (habibim) sana da, senden evvelki (peygamberlere de (şu) vahyolunmuştur. Eğer ( Allah´a) ortak tanırsan, celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve hareketin boşa gider...» (Zümer: 65) ve «...kim ima­nı tanımayıp kafir olursa herhalde bütün yaptığı boşuna gitmiştir...» (Mâide: 5) âyetleri delilimizdir. Çünkü bu âyetler, açıkça küfrün insanın amelini yok edeceğini ifade eder.

imam Şafii (ra)´ye göre İse amelin yok olması, riddetle değil, küfür üzere ölmekledir.

İmam Şafii (ra)´nin delili:

«...İçinizden kim dininden döner de o, kafir olarak ölürse...» âyetinde küfrün ölümle birlikte anılması, mürted amelinin ancak küfür üzere ölmesi ile yok olacağına işarettir.

Not: Bu tezlerden hareketle hanefiler; hac yaptıktan sonra dinden dönen kişinin haccı iadesi gerekir der. Şafiler ise o kişi haccını iade etmez çünkü riddet üzere ölseydi amelleri boşa giderdi , o ölmemiştir .

KISASTA HÜR VE KÖLE DURUMU

Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhepleri kısasta hürü köleden üstün saymışlar. Üç mezhebe göre de, hür birini öldüren köle öldürülebilir, fakat köle öldüren hür öldürülemez.
Dört sünnî mezhepten sadece Hanefi mezhebi, kısasta köle ile hürün eşit olduğuna hükmetmiştir.

İmam Şafiî (rh.a) Amr b. Şuâyb (r.a.)'dan rivâyet edilen: "Zimnînin (gayrimüslimin) diyeti; müslümanların diyetinin yarısıdır. " (Ebu Davud, Diyet, 16-21). hadisini esas alarak, eşitlik sözkonusu olmayacağını beyan etmiştir. (el-Cezîri, Kitâbu'l Fıkh ale'l-Mezahibi'l-Erbaa, Beyrut 1392, V, 370; Ebu İshak eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 211; İmam Merginani, a.g.e., IV, 168).

HIRSIZLIK CEZASI

El kesmeyi gerektiren çalınan malın miktarı konusunda hu­kukçular ayrı ayrı görüştedirler.Şafiî gibi kimisi asgarîyi, İmâm A'zâm gibi kimisi de a'zamîyi tercih etmişlerdir.
Şafiî'ye göre: Piyasada geçerli olan dinarlardan 4 dinar veya daha çok kıymette bir mal ise eli ke­silir. Ebû Hanîfe'ye göre 10 dirhem veya 10 dinar kıymetinde olan malı çalmak el kesmeyi gerektirir. Bu kıymetten az olursa el kesil­mez.

İbrahim Nehaî'ye göre 40 dirhem veya 4 dinar kıymetinde olan bir malı çalmak el kesmeyi gerektirir.

İbn Ebî Leylâ'ya göre, 5 dirhem miktarı,

Mâlike göre, 3 dirhem miktarı (kıymeti) olan malı çalmak el kesmeyi gerektirir.
Dâvûd-ı Zahirîye göre, çalman ma­lın kıymeti ne olursa olsun, az çok önemli değildir, çalan kimsenin eli kesilir.

Hukukçular el kesmeyi gerektirici malların vasfı konusun­da da ihtilâf etmişlerdir.

Şafiî'ye göre: Hırsıza haram olan her malı çalmak, el kesmeyi gerektirir.

Ebû Hanîfe'ye göre: Aslı mubah olan av, odun, ot gibi mallan çalmak el kesmeyi gerektirmez.Şafiî'ye göre: Bu gibi mubah mallar temellük edildikten sonra ça­lındığında el kesilir.

Ebû Hanîfe'ye göre: Yaş yiyeceklerde el kesil­mez, Şafiî kesilir der.

Ebû Hanîfe'ye göre, kitap çalanın eli kesil­mez. Şafiî'ye göre kesilir.

Yine Ebû Hanife'ye göre mescidin kan­dillerini, Kâ'benin örtüsünü çalanın eli kesilmez. Âkil olmayan küçük bir köleyi veya konuşmasını bilmeyen bir yabancıyı çalarsa Şafiî'ye göre, çalanın eli kesilir. Ebû Hanîfe'ye göre, kesilmez. Kü­çük hür çocuğu çalarsa el kesilmez. Mâlik'e göre, kesilir.

Hukukçular "etrafı çevrili yer" anlamında ihtilâf etmişler­dir. Dâvûd-ı Zahirîye göre: Mal nerede olursa olsun alanın eli kesi­lir.

Büyük bir hukukçu gurubu da: Elin kesilebilmesi için malın, koruma altına alınmış olmasını aramışlardır.

Maliki, Hanbeli, ŞAFİ: Malı çalınan kimse, hüküm verildikten sonra çalınan malını hırsıza bağış­larsa hırsız yine cezalandırılır. Hîbe cezayı düşürmez.

Ebû Hanîfe'ye göre: Mal sahibi hüküm verildikten sonra malı bağışlayınca hırsızdan ceza düşer, eli kesilmez.

HIRSIZLIK CEZASI VE ŞARTLARI

Çalınan Malla İlgili Şartlar:

1) Malın mütekavvim olması. İnsanların değer verdiği, tecâvüz yoluyla telef edildiğinde tazmîni gereken ve İslâm hukukuna göre alım-satımı meşrû olan şeye "mütekavvim mal" denir. Buna göre, bir kimse hür bir insanı çalsa, hırsızlık cezâsı uygulanmaz. Çünkü hür insan bir mal değildir. Ancak tâzir cezâsı verilir. Şarap veya domuzu çalma hâlinde de hüküm böyledir. Çünkü şarap ve domuz, müslüman hakkında kıymetli mal sayılmaz (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 230).

2) Malın nisap miktarında olması. Hanefîlere göre, hırsızlık nisâbı bir dînâr (yaklaşık 4 gr. altın para) veya on dirhem (toplam 28 gr. gümüş para) yahut bu ikisine denk kıymetteki mal veya paradır. Hz. Peygamber devrinde 1 dinâr veya 10 dirhem para, iki tane kurbanlık koyun alabilecek kadar satın alma gücüne sahiptir (es-Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrut 1398/1978, IX,137; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 77; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 220).

Delil şu hadislerdir: "On dirhemden az olan şeylerde el kesme yoktur" (Nesaî, Sârık, 10; Zeylaî, a.g.e., III, 359). "El kesme, ancak bir dinâr veya on dirhem parayı çalma hâlinde olur." (Zeylaî, a.g.e., III, 360, III, 358). "Hırsıza ancak kalkanın satış bedeli kadarını çalması halinde had uygulanır. Hz. Peygamber devrinde bu kıymet, on dirhem idi" (Zeylaî, a.g.e., III, 359).

Çoğunluk İslâm hukukçularına göre, hırsızlık nisâbı, altından dinarın dörtte biri, veya hâlis gümüşten üç dirhem yahut bunların kıymetidir. Dayandıkları delil şu hadislerdir:

"Dinarın dörtte biri ve daha fazlası kadar hırsızlıkta had cezâsı uygulanır" (Şevkânî, a.g.e., VII,124). "Kıymeti üç dirhem olan kalkanda hırsızlık had'di uygulanır ki bu da dinarın dörtte biri kadardır" (Zeylaî, a.g.e., III, 355; İbn Rüşd, a.g.e., II, 408; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 240).

Burada, iki görüşün dayanağı olan hadisteki kalkanı Hanefîler on dirhem kıymetinde kabul ederken, diğerleri dörtte bir dinar veya üç dirhem olarak kabul etmişlerdir.

Çalınan malın kıymetinin, hırsızlık tarihinden cezânın uygulanacağı vakte kadar on dirhemden aşağıya düşmemesi gerekir. Ancak mal, bir ayıp isâbet etmesi veya telef olması yüzünden eksilmiş veya tamamen zâyi olmuşsa bu durum had cezâsına engel teşkil etmez (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 79; el-Bâcî, el-Müntekâ ale'l-Muvatta', VII, 158). Çoğunluğa göre ise, malın korunma yeri (hırz altı)nden çalındığı tarihe göre işlem yapılır. İslâm hukukçuları, toplu hırsızlıkta çalınan mal, her birine bölündüğünde nisâbı aşıyorsa hepsi için had cezâsı uygulanacağı konusunda görüş birliği içindedir. Nisâbın altına düşüyorsa Ebû Hanîfe ve Şâfiî'ye göre, hiç birine had uygulanmaz. Çünkü herbiri nisap kadar mal çalmamış sayılır (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 78; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 225).

3) Çalınan şeyin koruma (hırz) altında olması. Hırz, sözlükte; bir şeyin korunduğu yer, demektir. Bir terim olarak; ev, dükkân ve çadır gibi, âdetler bakımından insanların mallarını korumak için yapılan yerleri ifâde eder. Hadiste: "Ağaçtaki meyve ve hurma gibi şeylerde el kesme yoktur" (Şevkânî, a.g.e., VII, 127; A. b. Hanbel, Müsned, III, 464) buyurulur.

Hırz ikiye ayrılır:

a) Kendi başına hırz sayılan yerler. Bunlar, malları korumak için hazırlanan yerler olup, izinsiz girmek yasaklanmıştır. Ev, dükkân, han, kasa, sandık gibi. Bunlarda bekçi bulunsun veya bulunmasın, kapı açık veya kapalı olsun hırz niteliği devam eder. Çünkü bina veya yer hırz amacıyla yapılmıştır.

b) Başkası sebebiyle hırz sayılan yerler. Bunlar mal saklamak için yapılmamış olan yerler olup, kendisine izinsiz olarak girilebilir ve giriş yasağı bulunmaz. Mescidler, yollar, resmî daireler gibi. Bunların hükmü, bekçisi bulunmadığı takdirde herkese açık olan kır, mera ve sahra hükmündedir. Bunlarda mala yakın yerde bekçi bulunursa, bekçi uykuda olsun uyanık bulunsun, hırz yeri sayılır.

Çünkü Nebî (s.a.s.) uykuda bulunan Safvân'ın paltosunu çalan hırsıza had cezâsı uygulamıştır (es-Serahsî, a.g.e., IX,150 vd.; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 240; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 73).

4.Mal, koruma yerinden tam olarak ayrılmadıkça had cezâsı gerekmez. Yankesicinin (tarrâr), başkasının cebinden el çabukluğu ile parasını çalması hâlinde, had cezâsının uygulanacağı konusunda görüş birliği vardır.

Mezardan kefen, altın diş vb. şeyler çalanın (nebbâş) hükmü ise ihtilâflıdır. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, mezar hırsızına hırsızlık cezâsı uygulanmaz. Çünkü mezarlıklar kendi başına mal saklanan ve hırı altında bulunan yerler değildir (es-Serahsî, IX, 159; el-Kasânî, a.g.e., VII, 69). Çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, mezar hırsızına da had cezâsı uygulanır. Çünkü kefen de kendisine göre koruma altındadır. O da ölünün mülkü sayılır. Ölünün mirasçıları, nebbâşın kefeni geri vermesini ve cezâlandırılmasını isterler (Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, Mısır ts, s. 126, 127). Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizim ölülerimizi çalan dirilerimizi çalan kimse gibidir" (Zeylaî, a.g.e., III, 366).

Çarşı ve pazar yerlerinde umûmun güvenine terkedilen mallara gelince, Hanefîlere göre; bunlar geceleyin çalınırsa hırsızlık cezâsı uygulanır. Gündüz çalınırsa had uygulanmaz. Çünkü gündüz, buraya girme izni bulunduğu için hırz (koruma) şartı gerçekleşmez. Şâfiî ve Mâlikîlere göre ise, esnafın kendine ait bölme ve tezgâhında veya teneke, küp, çuval gibi kaplarda bulunan şeyler örf bakımından hırz altında sayılır ve bunları çalanlara had uygulanır. Ahmed b. Hanbel'e göre ise çarşı ve pazar yerinde bekçi varsa veya malın yanında gözetleyici bir kimse bulunursa hırsıza had cezâsı verilir (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 242; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 249-250). 4)

5.Çalınan malın biriktirmeye elverişli olması, çabuk bozulacak şeylerden olmaması. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre; kıymeti nisap miktarından çok olsa bile, çabuk bozulan şeylerde hırsızlık cezâsı uygulanmaz. Üzüm, incir, nar, elma, baklagiller, ekmek, yaş veya kuru et, meşrûbât, süt, yoğurt ve benzeri gıda maddeleri gibi. Bunlar uzun süre bekletmeye elverişli olmadığı için, hırz (koruma) altında olsun veya olmasınlar, bunları çalana had uygulanmaz. Delil şu hadistir: "Ağaçtaki meyve ve hurma gibi şeylerde el kesme yoktur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 464). Bir yıldan fazla biriktirilebilen dayanıklı tüketim mallarında ise hırsızlık suçu oluşabilir. Ceviz, badem, kuru hurma; kuru meyve ve sirke gibi. Ebû Yûsuf'a göre, biriktirmeye elverişli olmasa bile, gerçekte meşrû olarak, yararlanılabilen herşey maldır ve bunu çalana hırsızlık cezâsı uygulanır. Meselâ günümüzde dayanıklı olmadığı halde meyveler önemli mallardan olmuştur.

Diğer üç mezhebe göre, mal olarak edinilebilen ve alım satımı meşrû olan her çeşit malda hırsızlık suçu söz konusu olur. Gıda maddesi, kumaş, hayvan, kıymetli taş veya maden, av ve şişe bunlar arasında sayılabilir. Çünkü; "Hırsızlık yapan erkek ve kadınım ellerini kesin" (5/Mâide, 38) âyeti genel anlam ifâde eder.

6) Çalınan malın, aslı itibariyle mubah olmaması. Bir şeyin aslı; kuş, odun, kamış, av hayvanı ve balık gibi mubah mallardan ise, Ebû Hanîfe'ye göre, bunlar dâru'l-İslâm'da bulunuyorsa el kesme cezâsı uygulanmaz. Diğer üç mezhebe göre aslı mubah olsun veya olmasın, bu malı çalana had uygulanır (Zühaylî, a.g.e" VI; 116, I 17).

7) Çalınan malda, hırsızın alma hakkının bulunmaması gerekir (el-Kâsânî, a.g:e, VII, 70-72; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 229. vd.; es-Serahsî, a.g.e., IX, 152, 178).

8) Hırsız için çalınan malda, bir mülk, mülk te'vili veya mülk şüphesinin bulunması. Bu prensip gereğince hırsız, âriyet verdiği, rehnettiği veya kiraya verdiği şeyi çalmakla el kesme cezâsı uygulanmaz. Yine hırsız, beytülmalden (hazine, devlet malı) bir şeyi çalsa, kendisinin de bu toplum malında hissesi bulunduğundan had cezâsı uygulanmaz. Nitekim Hz. Ömer, Beytülmalden bir şeyler çalana had cezâsı uygulamamıştır. Bir zekât memuru, Hz. Ömer'e mektup yazarak Devlet hazinesinden çalanın hükmünü sordu. Hz. Ömer şöyle cevap verdi: "Onun elini kesme, çünkü, hiçbir kimse yoktur ki, kendisi için beytülmâlde bir hak bulunmasın". Diğer yandan, Hz. Ali de Devlet malı çalana had cezâsı uygulamamıştır. Dayandığı prensip, Devlet malının bütün tebeaya ait ortak mal sayılmasıdır, eğer gayri müslim tebeadan (zımmî) birisi devlet malını çalsa had uygulanır. Çünkü O'nun beytülmalde hakkı yoktur. Yoksul bir kimse, yoksulların yararlandığı bir vakıftan çalsa, had uygulanmaz. Zengin çalarsa uygulanır. Çünkü onun bu vakıfta hakkı yoktur. Sonuç olarak şüphe bulunan yerde had cezâsı uygulanmaz. Nitekim Nebî (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Şüphe bulununca, gücünüzün yettiği kadar hadleri düşürünüz" (Ebû Dâvud, Salât, 14; Tirmizî, Hudûd, 2).

8) Hırsızın, koruma altındaki yere girmek için izinli sayılmaması gerekir. Bir kimse, mahrem hısımlarından veya eşinden bir şeyler çalsa, hırsızlık haddi uygulanmaz. Çünkü hısımlarının bulunduğu yere, örfe göre izinsiz girebilir. Eşlerin birbirinin malını almada örf de cereyan edebilir. Bu yüzden hırz (koruma) şartı gerçekleşmez. Yine bir topluluğun hizmetçisi, bunların eşyasından, misafir ev sahibinden, işçi girmeye izinli olduğu iş yerinden bir şey çalsa, el kesme cezâsı uygulanmaz. Çünkü, bir yere giriş hakkının bulunması, bu yeri onun hakkında hırz ortamı olmaktan çıkarır (es-serahsî, a. g. e., IX, 151; el-Kasanî, a.g.e., VII, 70, 75; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, III, 221). Şâfiîlerde daha kuvvetli görüşe göre usûl ve furû dışında, diğer hısımlardan ve eşlerden birinin diğerinden, hırz altındaki malını çalması hafinde hırsızlık had cezâsı uygulanır. Delil, hırsızlık cezâsını bildiren âyetin umûm anlamıdır.

BEYTUL MALDAN VE GANİMETLERDEN( GULÜL)  ÇALMA DURUMU

Beytül maldan çalmak, Hanefi, Şafii ve Hanbelîlere göre hırsızlık değildir. Çünkü hırsız bu mallara ortaktır. Veya ortaklık şüphesi vardır. Bundan dolayı hırsızlık haddi düşer. Bu suçu işlediğinden dolayı ta’zir olunur. İmam Malike göre beytülmaldan ve ganimetlerden çalana had cezası uygulanır. Sebebi ise; Kitapta hükmün açık olması ve malın hırz altında olmasıdır.

Hanefilere göre beytül maldan çalanların ellerinin kesilmemesinin delilleri aşağıdaki olaylardır: Valilerden birisi Hz. Ömer’e mektup yazıp beytülmalden mal çalan bir hırsızın durumunu sorduğunda Hz. Ömer şu cevabı vermişti: “Onun elini kesme. Çünkü beytülmalde hakkı olmayan kimse yoktur. Şa’bînin rivayetine göre bir adam beytülmalden mal çalmıştı ve durum Hz. Ali (r.a.)’ye arz edilmişti. Hz. Ali ise: “Onun da orada hissesi vardır.” diyerek elini kesmemişti.

“Bir kişiyi ganimet malına hıyanet ederken yakaladığınız zaman eşyasını yakınız ve onu dövünüz.!”Ebu davud,cihad:135

Ebu Davud’un  rivayet ettiği bir ha­berde  savaşta , ordu içe­risinde Velid bin Hişam, Salim b. Abdullah b. Ömer ve Ömer b. Abdülazîz gibi kişilerin de bulunduğunu, bu arada ordudan birinin ganimet malından çaldığını, Velîd’in o kişinin eşyasının yakılmasını emrettiğini ve adamı teşhir ederek ganimetten ona herhangi bir pay vermediğini kay­detmektedir.

Evzâî, İshak b. Râhûye ve Ahmed b. Hanbel gibi hukukçular, ganimet malını ça­lan kişinin binek hayvanı ve silâhı dışın­daki bütün eşyasının, Evzâî’den gelen bir başka görüşte üzerindeki elbisesiyle atının eyer ve semeri dışında bütün eş­yasının yakılacağını, çaldığı malın ise ya­kılmayacağını söylemişlerdir.

İmam-ı Azam Ebu Hanîfe, Mâlik, Leys b. Sa’d ve Şâfıî olmak üzere İslâm hu­kukçularının çoğunluğu bu durumda mal­ların yakılmayacağını belirtmiştir.

Deliller:

Hayber Savaşı sırasında ölen bir kişinin gulül’de bulunduğunu haber vermiş, ashab-ı kiram o kişinin eşyasını araştırarak bunların içinde Yahudi bon­cukları bulmuş, fakat Rasûl-i Ekrem onun eşyasını yaktırmamıştır. İbn Mâce, Cihâd, 34; Ebu Davud, Cihad, 143.
Not:Yakılacak malı yok ki zaten, ayrıca adam ölmüş; ölmüş adama ne cezası  verilecek.
Peygamber'in yol ağır­lığı olan eşyası üzerinde bekçilik yapan (siyah) bir adam vardı. Ona Kirkire denilirdi. Bu Kirkire (bir gün) öldü. Rasûlullah (S): "Bu adam cehennemdedir" buyurdu. Sahâbîler (acaba neden cehennemdedir di­ye) ona bakmağa gittiler. Ve onun terikesinde millet malından çal­mış olduğu bir abâ buldular. Buhari:cihad:189
Not:Buhari, Ebu davutdaki hadisi sahih kabul etmez bu hadisi sahih kabul eder.

Amr b. Şuayb’dan nakle­dilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)’in ganimet malına hıya­net eden kimsenin eşyasını yaktırdıkları ve onu dayakla cezalandırdıkları bildiril­miştir.Ebu Davud, Cihad, 135; Şevkâ­nî, VII, 342.

Not:Devlet malından çalma olarak kişinin tüm mal varlığına el konulması (yakılması) ve tazir çok daha mantıklı ve yürek ferahlatan bir açıklama gibi duruyor.

Not:Aşağıdaki hadis yöneticilerin devlet eliyle zenginleşmesinin sınırı açısından dikkat çekicidir.

“Kim bizim bir işimize tayin edilirse bir zevce edinsin; hizmetçisi yok­sa hizmetçi, evi yoksa ev alsın. Bunlar­dan fazlasını isteyen veya alan olursa o hıyanette bulunmuş veya hırsızlık yapmış olur.”Ebu Davud, İmâre,10.

TAZİR CEZALARINDA ÜST SINIR

Şafiî mezhebine göre ta'zir cezası ile dövmenin en fazla sınırı, hür kimseler için 39 sopadır. İçki cezasının en azından daha az ol­ması için.

Ebû Hanîfe'ye göre, hür ve köle için ta'zir cezasının son haddi 39 sopa­dır. Ebû Yusuf a göre, en son miktar 75 sopadır, Zina iftirası cezasından 5 so­pa daha azdır.

Mâlik'e göre âzamisi için bir sınırlama olmaz, en çok had cezasını dahi geçebi­lir.

NOT:(Burda tazirlerin hadleri aşmaması ile ilgili hadis dikkate alınmak istenmiştir)

GANİMET MALINDAN CARİYEYE TECAVÜZÜN CEZASI

Gulül (Ganimet malından çalma) yapan kimse gani­metler arasında bulunan bir cariyeye te­cavüz etmişse bu kişiye hırsızlık veya zina haddinin uygulanıp uygulanmayacağı konusunda İslâm hukukçuları ihti­lâf etmişlerdir.

 Çoğunluk, gulül yapan kimsenin söz konusu ganimette hakkı olmasını, diğer bir ifadeyle mülkiyet şüp­hesi bulunmasını gerekçe göstererek ve hadlerin şüpheyle sakıt olması ilkesini dikkate alarak bu durumda had cezala­rının uygulanmayacağı, kendisine ta’zîren bir ceza verileceği görüşündedir.

SARHOŞLUK VEREN MADDENİN AĞIZ VEYA BAŞKA YOLLA ALINMASI DURUMUNDA TAZİR SUÇUNUN TESPİTİ

Sarhoşluk veren maddenin içilmiş olması şarttır. Eğer içilmiş değilse had gerekmez, ancak ta’zir gerekir, esrar ve haşhaş gibi. Sarhoşluk verici madde içme yolunun dışında ağza ve karına girmiş olsa bile içki haddi vurulmaz. Sarhoşluk verici maddeyi, yemeğe katmak veya hamurla yoğurmak gibi.

Malikilerle, Hanefiler; suçlunun suçu işlemiş sayılması için; içkinin ağız yoluyla mideye ulaşmış olmasını şart koşarlar. Eğer sarhoşluk verici madde burun veya damar yoluyla (şırınga etmek gibi) mideye ulaşacak olursa had vurulmaz çünkü şüphe söz konusudur. Şüphe durumunda had cezası düşse bile ta’zir cezası gerekir.

Şafii mezhebinde ise üç görüş vardır: Birinci görüş Malikilerin görüşünü benimser. İkinci görüşe göre; içki ağız yoluyla mideye ulaşmasa bile başka yollarla ulaştığı takdirde had vurulur. Üçüncü görüş, damarlara şırınga ile haddin gerekmeyeceğini, burundan intikal halinde haddin gerekeceğini kabul ederler.

Hanbelî mezhebinde ise iki görüş vardır: Boğaz yoluyla mideye ulaşan sarhoşluk verici madde sebebiyle had vurulur.-Ağız yoluyla içmek ve burun yoluyla akıtmak gibi-Enjekte yoluyla mideye ulaşan sarhoşluk verici madde sebebiyle

NAMAZ KILMAMANIN CEZASI

Ebû Hanîfe'ye göre: Her namaz vaktinde dövülür, Öldürülmez.
Ahmed b. Hanbel ve bir grup hadîs taraftarı hukukçulara göre de namazı terkle kâfir olur, bu sebeple de öldürülür.

Şafiî'ye göre: Terk ile kâfir olmaz, öldürülmez, dayak da atılmaz, mürted de ol­maz. Tevbe etmesi istenir. Tevbe eder yapacağına söz verirse ceza terk edilir ve kılması emredilir. "Evimde kılacağım" derse kendisi­ne havale edilir. İnsanların huzurunda kılmaya zorlanamaz. Tev­be etmez, kılacağını da söylemezse o zaman Şafiî'nin bir görüşüne göre: Terk sebebiyle öldürülür. Bir görüşüne göre de 3 gün sonra öldürülür. Kılıçla öldürülmesi belirtilir.

Ebu'l-Abbas b. Süreyc'e göre ölünceye kadar odunla dövülür. Kılıçla öldürülmez. Sebebiy­se, sopa esnasında belki tevbe eder de namazı kılacağını söyler.

Şafiî mezhebi fakihleri farz namazları kaçıranların kazasın­dan kaçındıktan sonra Öldürülmesi gerekip gerekmiyeceği konu­sunda ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmına göre: Farz olan namazı terk edenler öldürülür. Bir kısmına göre de kaçırdığı namazlar artık borç hanesine yazılır, öldürülmez, derler.

Namazı terk sebebiyle öldürülenlerin cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına gö­mülür. Çünkü müslümandır. Malları da mirasçılarına kalır.

PARA KARŞILIĞI CİNSEL İLİŞKİDE BULUNMAK

Bir kimse belli bir ücret karşılığında bir kadınla cinsel ilişkiye girerse bu yasak ilişkilerinden dolayı iki tarafa da had cezası verilemez. Çünkü verilen ücret bir nevi mehir yerine geçmekte ve nikâh akdine benzemektedir. Bu yönüyle olayda bir şüphe meydana geldiğinden had cezası düşer. Fakat yapılan iş haram olduğundan dolayı ta’zir cezasıyla cezalandırılırlar. Bu durum Ebu Hanife ye göredir. İmameyne göre bu durum haddi gerektirir.

İmam Malike göre ücret zina haddini düşürmez. Çünkü bu ücret mahallinde mubahlık ifade etmediğinden dolayı batıldır. Ve yapılan iş zinadır ve had cezasını gerektirir.

İmam Şafii ve İmam Ahmed de aynı görüştedirler.

FASIK KİŞİNİN NİKAH ŞAHİTLİĞİ KABUL OLUR MU?

İmam Şafii'ye göre fasık bir kişi nikah velisi olamaz. Çünkü fasık olduğundan velayet yaptığı kişiye nikahta zarar vermesi muhtemeldir.

İmam Ebu Hanife (ra) İle İmam Malik {ra)'e göre ise, kendi malına velayet yaptığı için adil kişiler gibi evlenecek erkek veya kıza veli de ola­bilir. Çünkü onun namusuna karşı gayreti tamdır. Ehlinin namusunu korur.

ZİNAYA ZORLANAN ERKEKTEN HAD CEZASI DÜŞER Mİ?

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre erkeğin zinaya zorlanması ondan zina haddini düşürmez. Ancak Sultan tarafından zorlanması müs­tesna. Bu hususta erkek için zorlanma olamaz. Zira zortama ölüm veya bir azanın telef edilmesi şeklinde olur. Böyle bir halde ise erkeğin zina yap­ma gücü kalmaz. Zorlama ile zina yapabiliyorsa zorlanmadığı anlaşılır. Çünkü gerçekten zorlansa ve korksa idi temas gücünü yitirirdi. Öyleyse zorla yaptırılan zinada erkekten had düşmez.

Diğerleri : Düşer

CİZYE MİKTARI NE KADARDIR?

İmam-ı Azam (ra) ve İmam Hanbel (ra): Cizye, her yıl için. gayri müslimierin zenginlerinden 48 dirhem, orta hallilerinden 24 dirhem, çalışma gücü olan fakirlerinden ise 12 dirhem olarak alınır..

İmam Malik (ra)'e göre. zengin-fakir ayrımı yapmadan, aralarında geçerli para altın ise her zımmîden 4 altın, gümüş ise 40 dirhem alınır.

İmam Şafii (ra)'ye göre, ister zengin olsun, ister fakir her zımmîden senede 1 altın lira alınır.

Tercih olunan görüş İmam Malik (ra)'ten rivayet olunandır. Hz. Ömer'in uygulaması da İmam Malik (ra)'in görüşünü teyid etmektedir

EVİ GÖZETLEYEN RÖNGENCİNİN DÖVÜLEREK GÖZÜ KÖR EDİLSE?

İmam Şaffi (ra) ve Hanbele göre ev halkı evi izinsiz gözet­leyenin (röntgencinin) gözünü kör etseler kısas edilmezler. Ayrıca rönt­genci bir hak da talep edemez.

İmam Malik ve Ebu Hanife {ra)'ye göre röntgencinin gözünün kör edilmesi cinayettir. Dolayısıyla ya diyeti verir, yada kısas yapılır.

SAVAŞÇILARA VERİLECEK HEDİYE (TENFİL) GANİMETTEN Mİ BEŞTE BİR PAYDAN MI VERİLİR?

İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)'ye göre «tenfil», ganimetten değil, humus (beşte birden verilir. Delilleri ise Resulullah (sav)'ın, «Ben ancak stze Allah (cc) tarafından bize helal kılınan humustan serbestçe vermek­te salahiyetliyim. Diğer dört kısmı ise size aittir.» hadisidir

İmam Şafii (ra)'ye göre «tenfil», beşte birden değil ganimetten verilir. Zira rivayete göre Resulullah (sav) Muaz bin Amr (ra)'a Ebu Cehil'in kılı­cını ve elbiselerini vermiştir. Yine Resulullah (sav)'ın Huneyn savaşında «Her kim bir müşrik öldürdüğünü isbat ederse öldürdüğü kimsenin silah, elbise ve kıymetli eşyası onundur.» buyurmuştur. Bu hadis de tenfilin ga­nimetin beşte birinden değil, aslından verilmesi gerektiğine delalet eder.

GANİMETLERDE BEŞTE BİR ( HUMUS) NASIL TAKSİM EDİLİR?

İmamı Azam (ra)'a göre ganimetin beşte biri üçe taksim edilerek ye­timlere, yoksullara ve yolda kalmış yolculara verilir. Zira Resulullah (sav)'in dünyadan göçmesi ile kendi ve akrabalarının beşte birden olan hakları ortadan kalkmıştır.

Bu hüküm İmam Şafii (ra)'den de nakledilmiştir. Her iki imama göre beşte birden Resulullah (sav) ve hısımlarına ayrılacak pay mescidlerin imarına, kadılarla askerlerin nafakasına sarfedilir.

Âyetteki «yolcularndan maksat, yolda parası tükenmiş ve yardım gö­receği kimsesi olmayan yolcudur. Bu yolcu kendi memleketinde zenginde olsa durum değişmez, ona pay verilir.

Malikiler : yukarıda açıklanan bütün görüşlere muhalefet etmişlerdir. Onlara göre ganimetin beşte biri Beytülmale konularak âyette ismi ve sıfları geçenlere ve ayrıca İmamın uygun bulduğu yer ve kişilere dağı­ttır. Âyette pay sahiplerinin zikredilmesi yalnızca misal olması içindir, yok­sa beşte birin sarfedileceği yerleri tayin ve tesbit için değildir.

Malikilerin delilleri: Malikiler görüşlerini birkaç delille isbat ederler. İbnulArabî bu delilleri şöyle sıralar:

1- «Cübeyr bin Mufam'dan yapılan rivayete göre Resulullah (sav). Bedir maktulleri hakkında şöyle buyurmuştur: «Ey Cübeyr, eğer baban Mut'am ibni Adiyy sağ olsaydı ve bu kokmuş leşler hakkında şefaat et­seydi, hiç şüphesiz ben bunları ona (diri diri ve necat fidyesi almaksızın) bağışlardım.»[İMAM KASTALANİ]

2- Nafi ibni Ömer şöyle rivayet eder: «Resulullah (sav)'ın Necid bölgesine gönderdiği seriyeye. getirdikleri ganimetten 12 deve düştü. Re­sulullah onlara fazladan bir deve daha verdi.»[İMAM KASATALANİ]

3- Resulullah (sav)'ın Hevezanlıların esirlerini iade ettiği ve bunun içinde "beşte bir"in de bulunduğu rivayetlerle tesbit edilmiştir.

4- Buharî'nin Abdullah ibni Mes'ud (ra)'dan rivayetine göre Resu-uilah (sav), Huneyn savaşında sahabilerin bazılarını ganimetin taksiminde tercih etmiştir. Mesela, Akra bin Habis ile Uneyne'ye yüzer deve fazla­dan vermiştir. Yine Arap eşrafından bazı kimseleri o günkü ganimet taksiminde diğerlerine tercih ederek onlara fazla pay ayırmıştır. Ashabtan birisi, «Ben Allah (cc)'a yemin ederim ki, bu taksimde adalet gözetilmemiştir. dedi. Ben de ona. «Allah (cc)'ın ismi ile yemin ederim ki bunu Resulullah (sav)'a haber veririm.» dedim. Resulullah (sav)'a giderek haber verdim. Resulullah (sav). «Allah (cc), kardeşim Musa aleyhisselama çok çok rahmet etsin. Ona bana yapılan eziyetten daha çoğu yapıldığı halde sabretmiştir» buyurdu.

Bu hadisler açıkça gösteriyor ki, ganimetin beşte biri İmamın hakkı­dır ve dilediği gibi tasarruf eder. Âyette zikredilen pay sahipleri yalnızca misal içindir. Eğer bu pay onların istihkakı olsaydı Resulullah (sav) bu paydan başkalarına vermezdi.

GANİMETİN AT SAHİPLERİNE TAKSİMİ

Mâlik, Şafiî, Ahmed ibn Hanbel, Ebû Yûsuf, Muhammed ve âlimler cumhuru, süvari için üç, piyade için bir pay esâsını kabul etmişlerdir.

Delil:Rasûlullah (S) ganimet malından- at için iki pay; sahibi için de bir pay ta'yîn et­miştir.Buhari,cihad:51

Ebû Hanîfe İse diğer hadîslere dayanarak biri atına, öbürü kendisine âid olmak üzere süvari mücâhid iki pay alır demiştir.

SAVAŞ YOLUYLA ELDE EDİLEN TAŞINMAZLAR NASIL DAĞITILIR

Hanefî mezhebine göre: savaş yoluy­la elde edilen taşınmazlarda devlet başkanının geniş bir takdir yetkisi bulunmak­tadır: Devlet başkanı duruma ve şartlara göre uygun görürse, Enfâl 8/41 âyetinin hükümleri doğrultusunda -beşte birini ayırdıktan sonra- toprağı gazilere taksim eder, bu durumda arazi öşür toprağı olur; bunu uygun görmezse Hz. Ömer'in Sevâd (Irak) topraklan hakkında yaptığı gibi yerli halkın elinde bırakır ve karşılığında ha­raç vergisi yükler, bu takdirde arazi haraç toprağı olur.

İmam Mâlik'e göre: savaş yoluyla ele geçirilen arazi esas itibariyle dağıtılmaz; bu topraklar bütün müslü-manlar için ortak bir vakıftır. Geliri ümmetin yararına sarf edilir. Ancak ümmetin menfaati taksimi gerektiriyorsa devlet başkanı bu tür toprakların taksimine de ka­rar verilebilir.

Şâfiîler'e göre ise :savaş yoluyla alınan topraklar ganimet hükümle­rine tâbi olup devlet beşte bir hisse alır ve kalanı savaşanlara dağıtılır. Hz. Ömer'in uygulamasına gelince, İmam Şafiî -Hz. Peygamber dönemindeki bir Örnekten de yararlanarak- bunun savaşa katılanların rızası alınarak yapıldığını savunur.

Hanbelîler'in: bu konudaki yaklaşımı hakkında Şafiî ve Mâlikiler'in görüşünü paylaşan iki farklı rivayet bulunmaktadır.

ESİRLER FİDYA KARŞILIĞI SERBEST BIRAKILIR MI?

Hanefilere göre esir mal ile fidye veremez. Düşman taraflara da satılamaz. Çünkü böyle bir durumda yine müslümanlara karşı savaşacak­tır. Fakat düşman elindeki müslüman esirle değiştirilmesi İmam Muham-med (ra) ve Ebu Yufus (ra)'a göre caizdir. Ebu Hanife (ra) ise esirin müs­lüman bir esirle de değiştirilemeyeceği görüşündedir.

Cumhura (Şafiiler, Malikiler ve Hanbeliler) göre, esirleri fidye karşılığı serbest bırakmak caizdir.

CASUSUN HÜKMÜ

Küfür diyarının kâfir casusu; öldürülür. Bu hususta bütün ulemânın ittifakı vardır. Hattâ Nesaî'nin rivayetinde Peygamber(Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ashabına bu adamı arayıp öldürmelerini emir buyurduğu bildirilmektedir.

Casus muâhed (yâni pasaportlu kâfir) veya zimmî (Musluman teb'ası olan kâfir) olursa; İmam Mâlik ile Evzâî'ye göre ahdini bozmuş sayılır. İstenilirse köle yapılır; öldürülmesi de caizdir. Cumhûr-u ulemâ ise muâhedin casusluk sebebi ile ahdi bozulmadığına kail olmuşlardır; meğer ki casusluk yapmaması vakti ile şart koşulmuş olsun!

Casus müslümansa; Düşman hesabına casusluk yaptığı tesbit edilen bir müslümanın öldürülmesi caiz değildir. Böyle bir casusun ölüm cezasının dışında bir ceza ile cezalandırılıp cezalandırılmayacağı hususu ulema arasında ihtilaflıdır.

İmam Âzam, Şafiî, Evzâî ve bazı Mâlikîler'le cumhura göre öldürülmez. Hükümet ona munasib göreceği dayak ve hapis gibi cezalar verir ki, buna ta'zîr denir. Rey taraftarlarına göre eğer bu kimse müslümanların sırlarını düşmana bildirmişse şiddetli bir şekilde dövülür ve uzun zaman hapsedilir.

SİHİRBAZ ÖLDÜRÜLÜR MÜ?

imam-ı Azam´a göre; sihirbazın küfrüne hüküm verile­rek, tevbe etmesine dahi lüzum görülmeden öldürülmesi mubahtır.

imam Şafiî (ra)´ye göre, sihrinden dolayı sihirbazın küfrüne hüküm verilmez. Yalnız sihriyle herhangi bir müslümanı öldürmeye kastederse, öldürülür.

İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´e göre ; bir kimse, sihir yaparak adam öldürsün veya öldürmesin küfrüne hüküm verilir. Tevbe ettiği takdirde, tövbesinin kabul edilip edilmeyeceği konusunda iki rivayet vardır. Ehl-i kitaptan olan sihirbazlar, müslümanlara zarar vermedikleri müddetçe öl­dürülmez.

İmam Malik (ra)´e göre de, müslüman bir sihirbaz, yaptığı sihirden dolayı öldürülür. Ehl-i kitap olanlor öldürülmez. Müslüman sihirbaz, sihir ytıptığı takdirde kafir olduğuna hükmedilir.

HAREMİ ŞERİFE SIĞINAN SUÇLU ÖLDÜRÜLÜR MÜ?

Hanefi: «Dışarda cinayet işleyip daha sonra Harem-i Şerife sığınan kimsenin kısas hükmü, orada icra edilemez. Katil orada kaldığı müddetçe hiçbir kim­se yanında oturamaz, alış-veriş yapamaz ve konuşamaz. Çıkıncaya kadar bu böyle devam eder. Çıktığı zaman da kısas hükmü infaz edilir» der.İbni Abbas ta bu görüştedir.Çünkü Allah (cc), «...Her kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur» buyurmuştur...»ALİ İMRAN 97 derler.

(Maliki ve Şafiî) göre; de Kabe dışında -öldürme, uzuv kesme veya diğer bir şekilde- cinayet işleyen kimse, daha sonra Harem-i Şerife sığınırsa, kısas hükmü hemen orada infaz edilir. Delilleri ise şun­lardır :

A. Resulullah (sav)'in; «Bazı müşrikleri Mekke'nin fethinden sonra Harem-i Şerif ie dahi görseniz öldürünüz» hadisidir.

B. Resulullah (sav)'ın müşrik İbn-i Hatel için, «O'nu öldürünüz. Ka­be'nin örtülerine sarılmış olarak görseniz dahi, öldürünüz» buyurmasıdır.

C. Resulullah (sav)'ın, «Şüphesiz Harem-i Şerif, asî (halifeye karşı), hırsız ve adam öldüren katili, kendisine sığınsa dahi korumaz» buyruğudur.

KISASTA GAYRİ MÜSLİMİN DURUMU

Kendisine eman verilmiş , yani cizye ödeyen ve islam ve müslümanların korumasında olan kişiler de müslümanlar gibi muamele görür ve öldürülürseler, öldüren müslümana "kısas" uygulanır.

Ayet: "Eğer müşriklerden birisi senden eman dilerse ona eman ver. Ta ki Allah'ın kelamını dinlesin. Sonra onu emin olacağı yere kadar ulaştır."

Kendisine eman verilmemiş , kişiler müslümanlar tarafından öldürülürse kısas uygulanmaz. Müslüman bir kimsenin fiilen düşmanlık eden bir kimseyi nerede bulursa bulsun öldürebileceği ve kanını akıtabileceği konusunda her hangi bir ihtilaf yoktur.

Fiilen düşmanlık etmeyen fakat anlaşma sağlanmamış bir kafir Müslüman tarafından öldürülürse, Müslümana kısas uygulanmaz, yalnızca Müslüman bir kimse için ödenen diyetin yarısını vermek gerekir. ( diyet peygamberimiz zamanında 100 deve idi.)

Müslümanların eman verdiği bir kafir ,eman verilmemiş bir kafiri öldürürse yine kısas uygulanmaz .Öldüren , Müslümanın gördüğü muameleyi görür ve yarı diyet öder.

Bu konuyla ilgili deliller hadislere dayanır:

"Dikkat edin! Kim hem Allah'ın hem de Rasülünün zimmetindeki anlaşmalı bir kimseyi öldürürse, Allah'ın korumasından mahrum olur, cennetin kokusunu duyamaz. Oysa cennetin kokusu kırk mevsimlik bir mesafeden duyulur."

Cumhura (Maliki, Şafiî. Hanbeli) göre: hür köleyi, müslüman zımmi­yi öldürürse, hür ve müslümana kısas yapılamaz.

DELİLLER:

A. Kur´andan delilleri: «Ey İman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)...» âyetinde, kısasta eşitliği emreden Allah (cc). daha sonra «...Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile (kısas olu­nur)...» âyetiyle de kısasta eşitliğin nasıl olacağını beyan etmiştir. Allah (cc). sanki âyette «öldüren, öldürülene eşit ise onu öldürünüz» der gibidir. Hür ile köle. müslüman ile zımmi arasında kısas bakımından bir eşitlik ise yoktur. O halde hür. köle ile, müslüman, zımmi İle kısas (misilleme) yapılarak öldürülemez.

B. Hadis´ten delilleri: Buharinin Hz. Ali (ra)´dan rivayet ettiği şu ha­distir: «Müslüman, kafirle kısas yapılamaz»

C. Aklî delilleri: Köle. küfür eseri hürriyetsizliği nedeniyle bir meta (eşya) gibidir. Kâfir ise, küfründen dolayı bir hayvan mesabesindedir. Bu hususa Allah (cc): «Yeryüzünde yürüyen hayvanların Allah katında en kötüsü şüphesiz ki kafir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.» (Enfal: 55) Âyetiyle işaret eder.

Böyle meta (eşya) ve hayvan mesabesinde olan köle ile kâfir, hür ve müslümana nasıl eşit olabilir ve kısas yapılabilir

Hanefi´ye göre: ise hür köleyi, müslüman zımmiyi öldürürse, hür ve müslümon kimselere kısas yapılır.

DELİLLER:

1. Allah (cc), «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı)...» âyetinde, katilin öldürülmesini farz kılmıştır,

Bu âyet. umumu ifade ettiği için hür, köle, müslüman ve zımmî bütün ka­tilleri kapsar.

«Hür hür ile, köle köle ile...» âyeti ise. cahiliyet devrindeki zulmü orta dan kaldırmak için Allah (cc) tarafından ferman edilmiştir. Zira Araplar, cahiliyet devrinde bir hür karşılığı, bir kaç hürü. bir köle karşılığı, bir hürü, bir dişi karşılığında da bir hür erkeği haddi aşarak öldürürlerdi, işte on­ların bu zulümlerinin iptali için bu âyeti inzal buyuran Allah (cc), kısanın yalnız katile uygulanacağını beyan etmiştir. Bu durum, nüzul sebe­binden de anlaşılır.

2. «Biz onda (Tevrat´ta) onların üzerine (şunu da) yazdık. Cana can, göz» göz, buruna burun, kulağa kulak. dişe diş (karşılıktır, hülasa bütün) yaralar birbirine kısastır...» (Mâide: 45) âyeti, öldürenlerin kısasını gerekli gördüğünden umumi bir ifadedir. «Bu âyet. islâm şeriatının hükümlerinden biri değildir. Eski ümmetlerin şeriatlarında bildirilen kısas hakkındaki bir hükümdür. Bizim için bir hüküm ifade etmez» diyecek olanlara şunu deriz: «Eski ümmetlerin şeriatlarını nesneden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulunmadığı takdirde, bizim de şeriatımız sayılır. Araştırmamızda bu âye­ti nesheden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulamadık.Öyleyse bu ayete göre amel ederiz»

3. «Allah´ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça, kıymayın. Kim mazlum olarak öldürülürse biz onun velisine (mirasçısına maktulün hakkını talep hususunda) bir selahiyet vermişizdir...» (isrâ; 33) âyeti, zu­lüm yapılarak öldürülen köle, hür müslüman ve zımmilerin hepsini nazmı! ile kapsamına almış, velilerine «sultan» tabir ettiği velayet (kısas) hakkını tanımıştır.

4. Resulüllah (sav)´ın, «Müslümanların kanları eşittir. Onlar, gayri müslimlere karşı kuvvetli bir güçtürler» hadisine göre, köle ile hür, bilhassa! kısas hükmünde eşittirler.

5. Resulüllah (sav)´ın «Kim, kölesini öldürürse, onu öldürürüz. Kim kölesinin burnunu keserse, onun burnunu keseriz. Kim, kölesini hadımlaştırırsa onu hadımlaştırırız» hadisi, hür, köleyi öldürürse, onun da öldürü­leceğine delildir.

6. Muhaddis imam Beyhâki´nin. Abdurrahman el-Bılemâni´den rivayet ettiği, «Resulüllah (sav), bir zımmi öldüren bir müslumanın kısasını icra et­tikten sonra «Ahdine vefa gösterenlerin en kerimiyim» buyurdu.» [İbn i Selâm, "Bu hadisin Senedi yoktur» der] hadi­si, hürün de köle karşısında kısas edileceğini gösterir.

7. Bir müslumanın bir zımmî ile kısas edilmesinde tüm müslümanlar ittifak etmişlerdir. Zımmî malı çalan bir müslumanın, hırsızlığından dolayı kolu kesilir, öyleyse bir müsiüman, bir zımmiyi öldürürse, kısas ya­pılması farz olur. Zira kana hürmet etmek, mala saygı göstermekten daha büyük ve önemlidir.

KISASTA BABA OĞUL İLİŞKİSİ

Cumhur´a (Şafiî. Hanbelî, Hanefî) göre. oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz. Zira Resulullah (sav), «Oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz” buyurdu.

Cessâs, bu hususta, «Resulullah (sav)´ın «Oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz» hadisi meşhurdur. Sahabilerden hiç biri, Haz. Ömer (ra)in bu hadisle ilgili uygulamasına muhalefet etmemiştir. O´nun bu icrası, hadisi manen mütevatir kılmaktadır» [Cessâs - age - C. 1. S. 168. Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 231] der.

İmam Malik (ra) ise, «Bir baba, oğlunu işkence yaparak kasten öl­dürürse, kısas yapılır» [Cessâs - age - C. 1. S. 168. lbn-i Arabi - age - C ı, S. 168 Kurtubi – age C. 1, S. 231.] demektedir.

KISASTA TOPLU CEZA OLUR MU?

Cumhur´a (4 mezheb alimlerine) göre. bir adamı öldüren bir topluluğun tüm fertleri kısas yapılır.

DELİL:

A. Hz. Ömer (ra) zamanında Sana kentinde bir genç, 7 kişi tarafından öldürüldü. 7 kişiyi de kısas yaptıran Hz. Ömer, daha sonra «Bu gencin öldürülmesine Sana kenti insanları iştirak etseydi, tümünü kısas yaptırı­dım» buyurdu.

B. Resulullah (sav)tan rivayet edilen «Eğer mü´min kanının dökülmesine yer ve gök ehli iştirak ederse. Allah (cc) tümünü ateşte yüzüstü yakar» [Tirmizi. Ebu Hüreyre´den rivayet etmiştir. Kurtubi. age. C. 2, S. 232] hadisidir.

Zahirî mezhebi alimleri ile Ahmed bin Hanbel (ra)´den gelen bir rivayete göre ise, bir adamı öldüren bir toplumun, bütün fertleri öldürülmez

DELİL:

Ahmed bin Hanbel (ra): «Bir topluluk, bir kişi için öldurülmez, Cıınkü Allah (cc) kısasta eşitliği şart kılmıştır. Halbuki fert ile topluluk orasında kısas için eşitlik olmaz»

KISAS NE İLE NASIL YAPILIR?

Maliki, Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel´in bir rivayetine göre kısas; katil, maktulü ne ile öldürmüşse aynen öyle öldürülür. Mesela: Katil, bir kimseyi boğarak öldürmüşse boğarak, taş vurarak öldürmüşse, taş vuru­larak öldürülür.

İmam-ı Azam (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´in diğer bir rivayeti­ne göre ise, kısas ancak kılıçla yapılır. Çünkü kısastan taleb edilen, bir canı. bir can karşılığın da öldürmektir. Resulullah (sav) efendimiz. «Kısas, ancak kılıçladır» ve «Öldürdüğünüz zaman güzelce öldürün, kestiğiniz za­man güzelce kesin» buyurmuştur.

KISASI KİM UYGULAR?

Kurtubî bu hususta şöyle der: «Fetva alimleri, hiç bir kimsenin, İslâm Devlet Başkanının müsadesi ve zamanın kadısının yazılı fetvası olmadık­ça kısas yapma hakkına sahip olmadığını, bu hakkın ancak islâm Devlet Başkanı veya tayin ettiği kişiye ait olduğun da ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah (cc) müslümanların başlarına emir (imam) seçmelerini farz kılmıştır. Ki imam fenalık ve kötülüklere meydan vermeden aralarındaki dün­yevi işleri ve davaları âdil bir şekilde icra etsin.

KASDEN ADAM ÖLDÜRENE KEFFARET OLUR MU?

İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre, kasden adam öldürene kefaret yoktur Çünkü kefarette ibadet manası vardır. Kasden adam öldürmek ise büyük günahlardandır. Büyük günahlar hiçbir zaman ibadete sebeb olamazlar. Öyleyse kasden adam öldüren için kefaret farz değildir.«Kasden adam öldürmede de kefaret vermek farzdır» diyen kimsenin farz olduğuna dair kitap, sünnet ve İcmadan bir delili yoktur. Biz eğer «Kosden adam öldürmede kefaret vermek farzdır» dersek nassa kendimizden bir ilave yapmış oluruz.

İmam Şafii (ra) : Hataen adam öldürmekte, kefaret icabediyor da kasden adam öldürmekte niçin icabetmesin?

HANGİ ÖLDÜRME KASDEN ÖLDÜRMEDİR/ DEĞİLDİR?

1.) Kasden adam öldürme herhangi bir kesici, öldürücü silahla veya, yakarak öldürmedir. Taşla, sopayla veya kesici olmayan birşeyle yapılan öldürme ise şibh-i amddir. Bu, Ebu Hanife'nin görüşüdür. Ki Ebu Hanife (ra), «Kesici olmayan ağır birşeyle vurmakta, kısas yoktur. Velevki vur­duğu ağır şey Ebu Kubays dağı olsun.» demektedir.

2.) Kasden adam öldürme (amd). öldürmek kasdıyla vurmaktır. Vuru­lan şey ister silah, ister taş, sopa ve benzeri şeyler olsun farketmez. Yeterki vurulan şeyin kasıtlı olarak vurulduğu zaman öldüreceği kesin olsun. Şibh-i amd ise, vurulan şeyin kesinlikle öldürücü olmamasıdır. Bu da imam Ebu Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'in görüşleridir

3.) Kasden (amd) adam öldürme, vurulan alet ne olursa olsun vuruş­taki kasıt adamı öldürmek ise ve adamın bu vuruştan dolayı öldüğü kesinse bu kasden öldürmedir.Diyet verilmesive köle azadı gerekir. İmam Şafii (ra)'nln İşaret ettiği bu mesele ile İlgili olarak Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre (ra)'den rivayet ettikleri, «Arapların Hüzeyl kabilesinden kav­ga eden iki kadından biri diğerini attığı taşla öldürdü, ölen kadın hamile idi. Kabileden bir heyet gelerek Resulü İlah (sav)'tan bu hadise hakkında bir hüküm istediler. Resulullah (sav) da katil kadının ölen kadının karnın­daki çocuğa karşılık bir köle ozad etmesini, katil kadının baba tarafından yakın akrabalarının da ölen kadının diyetini ödemelerine hükmetti.» ha­disi de tesblt edilmiştir.»Ibni Kesir, tefsir, C. 1. S. 535. 434

ÖLDÜRÜLENİN DİYETİNİ KİM ÖDER / NASIL?

Alimler hataen işlenen cinayette diyetin katilin babasının yakın ak­rabaları tarafından ödenmesinin farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu di­yet ise yüz devedir. Bu diyetin üç yılda ve eşit taksitler halinde ödenmesi farzdır.

Ödenecek bu diyet beş kısma ayrılır, İbni Mes'ud (ra), bu hususta Resulullah'tan şu rivayeti yapmıştır: «Resulullah (ra) hataen adam öldür­mede 20 tane bir yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane bir yaşını doldurmuş erkek deve yavrusu, 20 tane iki yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane üç yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane de dört yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu verilmesine hükmetmiştir.» [Ibni Kesir, tefsir, C. 1, S. 535.]

Kasde benzer (şibh-İ amd) hata ile adam öldürmenin diyeti ise üç kısma ay­rılır. 40 tane hamlie deve, 30 tane dört yaşını doldurmuş dişi deve, 30 ta­ne üç yaşını doldurmuş dişi devedir. Bu diyeti katilin babasının yakın ak­rabalarının vermeleri farzdır.

İmam Malik (ra) ile İmam Ebu Hanife (ra) kasden adam öldürmenin diyeti konusunda hiçbir görüş beyan etmemişlerdir. İmam Şafii (ra)'ye gö­re kasden adam öldürmenin diyeti şibh-İ amdin diyeti gibidir. Yalnız bu diyetin katilin babasının yakın akrabaları tarafından değil, bizzat katilin malından verilmesi farzdır.

Kurtubî şöyle der: «Alimlere göre kasden öldürmenin diyetini katilin babasının yakın akrabaları ödemezler. Bu diyetin katilin malından verilme­si farzdır. Alimler bunda icma etmişlerdir.» Kurtubî. age. C. S. S. 331

Ibni Cevzî de diyetler konusunda şunları söyler: «Altı çeşit diyet var­dır. Altın olursa 100 tane, gümüşten olursa 12.000 dirhem, deveden veri­lirse 100. sığırdan verilirse 200, koyundan 10000 tane, İpek elbiseden olur­sa 200 adet verilir. Bu diyet müslüman hür bir erkeğin diyetidir. Müslüman hür bir kadının diyeti ise bunun yarısıdır.» [İbnl Cevzi. age, C. 2. S. 164.] Bu görüş fasihlerin cum­hurunun görüşüdür. Imam-ı Azam (ra) da cumhura uymuştur. Ancak o, di­yet gümüş olarak verilecek olurso 12.000 değil, 10.000 dirhem olduğu gö­rüşündedir.

EHLİ KİTABIN(ZIMMİNİN)  DİYETİ

Süfyân-i Sevrî, Ebu Hanife ve İbrahim Nahaî gibi fakihler ehli kitabın diyetinin, Müslümanın diyeti miktarınca olduğu kanaatindedirler.(İbn Kudâme, VIII, 312; İbnü’l-Münzir, III, 93; İbn Hemmam, X, 98; İbn Abdilberr, el-İstizkâr, XXV, 161; Şevkânî, VII, 69; Serahsî, XXVI, 84; Şevkânî, ed-Dürerü’l-Müdiyyetü Şerhü’d-Düreri’l-Behiyyeti fi Mesaili’l-Fıkhîyyeti (Thk. Muhammed Subhi Hasan Hallak), Mektebetü’l-İrşad, San’a-1993, II, 405-406)

Delil:

Ayet: “…eğer sizinle kendileri arasında anlaşma bulunan bir topluluktan ise, ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azat etmek gerekir.” ayetidir.(Nisa 92)

Hadis:“Yahudi ve Hristiyanın diyeti Müslümanın diyeti gibidir”(İbn Hemmam, X, 93ve VI, 28; İbn Rüşd, II, 395; Beyhâkî, VIII, 102 (16132); Beyhâkî, İmam Şafiî’nin mürsel olduğu gerekçesiyle bu haberi reddettiğini kaydetmektedir)

Ömer b. Abdilaziz, İmam Mâlik, İmam Şafiî gibi ilim ve devlet adamları, zımmînin diyetinin, Müslümanın diyetinin üçte biri miktarınca olduğunu görüşündedirler( İbn Rüşd, II, 395; İbn Kudâme, VIII, 312; İbn Abdilberr, el-İstizkar, XXV, 162; Sâbık, II, 565; İbnü’l-Münzir, III, 93.).

Delil: Çünkü Hz Peygamber Müslümanın diyetini 12 bin dirhem olarak takdir etmişken, Yahudi ve Hristiyanın diyetini 4 bin dirhem olarak belirlemiştir.( Tirmizî, IV, 25 (1413); İbn Hemmam, VI, 127 ve X, 93; Beyhâkî, VIII, 101(16125); Şafiî, Müsned, I, 354 (1621).)

Ahmed b. Hanbel ise yine Hz Peygambere dayandırılan bir habere istinaden, zımmînin diyetinin, Müslümanın diyetinin yarısı kadar olduğu kanaatindedir.(İbn Kudâme, VIII, 312; Yemenî, III, 509; Bu hadisi, Ahmed b.Hanbel, Tirmizî ve Darekutnî rivayet etmişlerdir. Darekutnî, III, 129(148), Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 180(6692); Tirmizî, IV, 25(1413).)

ÖLDÜRÜLEN CENİNİN DİYETİ(ĞURRE)

Hanefîler beşyüz dirhem gümüş,

Şafiîler diyetin 1/20 si Tavus ve Mücahit, bir köle veya cariye, Şa’bi ise 100 koyun miktarınca olduğu kanaatindedirler.

KASDEN ADAM ÖLDÜRENİN TÖVBESİ KABUL OLUR MU?

İbni abbas:" Kim bir mü'mini kasıtlı olarak öldürürse onun cezası içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gadap etmiş, onu lanetlemiş ve kendisi için büyük bir azap hazırlamıştır. " NİSA93 ayetini delil gösterip tövbesi kabul olmaz der.

Fakihlerin cumhuruna göre ise kasden adam öldürenin tövbesi kabul edilir. Cumhur bu görüşü birkaç delille isbat ederler. Bu delilleri özetle aşağıya aktarıyoruz.

1.) Küfür, kasden adam öldürmekten daha büyük günah olduğu hal­de ondan dönülüp tövbe edilebildiği ve bu tövbe kabul edildiği halde kas­den adam öldürenin tövbesi neden kabul edilmesin. Adam öldürmek küfürden daha hafif bir suc olduğuna göre onun tövbesinin kabulü diğerin­den daha evladır. Çünkü hiçbir zaman küfürle kasden adam öldürmek bir­birine eşit olamaz.

2.) Allah (cc), «Şüphesiz ki Allah, kendine eş tanınmasını bağışlamaz. Ondan başkasını dileyeceği kimseler bağışlar.» (Nisa: 48) buyurmuş­tur. Ayetteki «ondan başkası» tabirinden maksat, şirk dışında kalan gü­nahlardır. Bu günahlardan bir tanesi de kasden adam öldürmektir, öyley­se bu âyet açık olarak kasden adam öldüren kimsenin de tövbesinin kabul edilebileceğine delalet etmektedir.

3.) Allah (cc), «Onlar ki Allanın yanına başka bir tanrı (katıp) tap­mazlar, Allahın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet gününde azabı katmerleşir ve o (azabın) içinde hor ve hakir ebedi bırakılır. Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. (Furkan; 68-70) buyurmuştur. Bu âyetler her çeşit günah İçin yapılacak tövbenin ka­bul edileceğine kesin bir nasstır. Kasden adam öldürme de bir günah olduğuna göre o da naklettiğimiz âyetlerin ihtiva ettiği günahların tövbe­lerinin kabulü içine girmektedir.

Not: bu ayetin mekkede geldiği, nisa 93 ün ise daha sonra geldiği söylenir ve Nisa 93 ün bunu nesh ettiği savunulur.

4.) Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği, «Siz bana Allah (cc)'a İbadeti­nizde herhangi birşeyl ortak koşmayacağınıza, zina yapmayacağınıza ve Allah (cc)'ın haram kıldığı haksız yere adam öldürmeyeceğinize biat edi­niz... Her kim şirkin dışında bir günah işler de onu Allah (cc)'tan başka kimse bilmezse onun cezası Allah (cc) a aittir. Dilerse affeder, dilerse azab eder.» hadisidir. Bu hadis de gösteriyor ki, bütün günahların tövbesi kabul edildiği gibi şirkin dahi tövbesi kabul edilebilir.

5.) Müslim'in-Ebu Said el-Hudri (ro)'den rivayet ettiği, «Beni İsrail İçinde bir kimse vardı. O, doksan dokuz insan öldürmüştü. Sonra bu adam evinden çıkıp (o zammın büyük alimlerine bu cinayetlerin tövbe ile affı imkanını) sormaya başlamıştı. (İbtida) bir rahibe varıp sordu. Ve, «Acaba benim için tövbe var mıdır?» dedi. Rahip. «Hayır yoktur.» diye cevap verdi. Katil rahibi de öldürdü. Sonra yine sormaya başladı. Bir kişi ona, «Sen filan köye (Nusrat köyüne) ve (oradaki) filan mabede git. Orada birtakım insanlar Allaha ibadet ederler. Sen de onlarla beraber Allah (cc)'a İbadet, günahlarından tövbe et ve bir daha memleketine dönme. Çünkü orası kötü bir yerdir. dedi. Adam Nusret köyüne doğru ola çıktı. Yolun tam yarısına vardığında ölüm erişti. Tövbekar olmak İçin gittiği köye doğru göğsü ile yönelerek öldü. Rahmet melekleriyle azab melekleri çekişmeye başladılar. Rahmet melekleri: «Bu adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah (cc)'a yönelerek bize doğru geldi.» diyorlardı. Azab melekleri de; «Bu adam asla hayır işlememiştir.» diyorlardı. Bu sırada insan suretinde bir melek geldi. Her İki taraf bu meleği aralarında hakem yaptılar. O melek; «Şimdi siz buradan İtibaren geldiği köy ile gideceği köyün mesafelerini ölçüp birbirine tatbik ediniz. Öldüğü yer iki köyden hangisine yakın ise mü­teveffa o köye ait olur.» dedi. Bunun üzerine Allah (cc), müteveffanın ken­di köyüne «Biraz uzaklaş!», gideceği köye de «Biraz yaklaş!» diye vahyettî. Rahmet ve azab meleklerine de «Haydi şimdi her iki tarafı ölçerek iki­si arasındaki mesafeyi mukayese ediniz!» diye emretti. Müteveffa tövbe köyüne bir karış daha yakın bulundu ve bu cihetle mağfiret olundu.» ha­disidir.[ Riyazü's Salihin, İmam Nevevi, S. 14.] Bu hadis de kasden adam öldürenin tövbesinin kesinlikle Ka­bul edileceğini göstermektedir.

Allame Şevkani şöyle der: «Hak olan tövbe kapısı, o kapıdan girmek isteyen herkes için açıktır. Günahların en büyüğü, en şiddetlisi olduğu hal­de şirkten bile tövbe edilir. Ondan küçük olan günahların da tövbelerinin kabul edilmesi lazımdır. Tövbesi kabul edilen günahlardan birisi de şüp­hesiz kasden adam öldürmektir. Şüphesiz Allah (cc) hakimlerin en iyi hü­küm verenidir. Dilediği insana dilediği gibi hüküm verir.»

CİNAYETE AZMETTİRENİN DURUMU

Süfyân-i Sevrî, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel gibi mezhep imamları, azmettirenin değil, mükrehin öldürüleceği, azmettirenin ise başka bir şekilde cezalandırılacağı görüşündedirler.

Ebu Hanife ise, azmettirenin, mükreh üzerinde, bu işi yaptırabilecek gücü varsa, bu takdirde sadece zorlayan (azmettiren) öldürülür. Zorlanan (mükreh) ise başka bir şekilde cezalandırılır.

Örneğin bir kimse kölesine falanca adamı öldüreceksin diye emir verse, kölesi de adamı öldürse, Sevrî’ye göre, köle kısas gereği öldürülürken efendisine ta’zir cezası verilir. Ebu Hanife ise kölenin efendisi karşısında çaresiz kaldığı ve bu eylemi gerçekleştirmek zorunda bırakıldığı için efendisinin öldürülmesi gerektiğini savunur. Köleye ise ta’zir cezası verilir.(İbn Rüşd, II, 377; İbn Hemmam, IX, 426; İbn Abdilberr, el-İstizkâr, XXV, 259; İbnü’l-Münzir, III, 76.)

İKİNCİ VEYA ÜÇÜNCÜ KEZ HIRSIZLIK YAPANIN CEZASI NASIL VERİLİR?

Hanbeli ve Hanefilere göre el ve ayağı kesildikten sonra üçüncü de­fa hırsızlık yapan kimsenin hiçbir yeri kesilmez. Çaldığı ödetilir ve tövbe edinceye kadar habsedilir.

İmam Ebu Hanife (ra)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Ben bir ki­şiyi yemek yiyecek elden, yürüyecek ayaktan mahrum bırakmaktan Al­lah (cc)'tan utanırım.» Bu görüş, Hz. Ali, Hz. Ömer ve diğer bazı sahabelerden de rivayet edilmiştir.

Maliki ve Şafiilere göre ise üçüncü defa hırsızlık yapan kimsenin bu kez de sol eli bilekten kesilir. Yine tövbe etmeyip dördüncü defa hırsızlık yaparsa sağ ayağı da bilekten kesilir.

YEMİN BOZULMADAN KEFFARETİ VERİLEBİLİR Mİ?

Hanefiler yemini bozmadan kefaret vermenin caiz olmadığı görü­şündedirler.

Şafiiler ve Malikiler verilecek kefaret eğer yedirmek, giydirmek veya köle azad etmek ise yemini bozmadan önce de verilmesi sahihtir. Eğer bunları yapamıyor da oruç tutacaksa yemini bozmadan önce bu sahih olmaz.

Şafiiler, bu hükme ulaşmak için zekata da kıyaslamışlardır. Çünkü zekat malının üzerinden zekat verilebilmesi için bir sene geçmesi lazımdır. Fakat sene dolmadan önce zekat verilse sahih olduğu gibi, sene doldu­ğunda tekrar zekat vermek icabetmez.

YEMİN KEFFARETİ ORUCU ARALIKLI TUTULABİLİR Mİ?

Hanefiler, kefaret orucunun aralıksız tutulmasının şart olduğu görü­şündedirler. Zira İbni Mes'ud (ra) âyeti, «üç gün oruç» ifadesine «mutata­biatin» (aralıksız) kelimesini de katarak okumuştur. Hanefilerln bu görüşü ibni Abbas (ra) ve Mücahid (ra)'den de rivayet edilmiştir.

Şafillerin görüşü ise kefaret orucunu aralıksız tutmanın şart olma­dığı yolundadır. Bunlara göre kefaret orucu aralıklı olarak da tutulabilir.

... KADAR SOPA ATACAĞIM DİYE YEMİN EDEN KİŞİ ... KADAR SOPAYI BİRLEŞTİRİP BİR KEREDE VURSA YEMİNİ KABUL OLUR MU?

İmam Malik (ra) ve İmam Ahmed (ra)'e göre tek tek vurmadığı tak­dirde yeminini yerine getirmiş olmaz.

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Şafii (ra)'ye göre ise, öyle bir kişi on sopayı bir araya getirerek bir defa vurması, yeminini yerine getirmek için kafidir. On sopa ile bir defa vurduğunda yalnız bir sopa isabet etse bile sonuç aynıdır. Tek tek vurmasına lüzum yoktur.

ZIMMI ZİNA EDERSE CEZASI NEDİR?

Hanelilere göre onun cezası yalnız yüz sopadır. Şafiilere göre ise onun cezası recmdir.

Hanefilerin delilleri:

1- İbni Ömer (ra)'in rivayet ettiği. «Allah (cc)'a şirk koşan muhsan değildir.» hadisidir. Hanefiiere göre bu hadis müşriklerin recm edilemeye­ceğine delalet eder. Çünkü müşrikler «muhsan» sayılmamaktadır.

2- Müslümanlar hakkında Allah (cc)'ın nimeti çoktur. Öyleyse müslümanların cezası da müşriklerden daha ağır olmalıdır. Bu yüzden müslümanların cezası, aralarında yaşayan zimmîlerin cezasından daha ağırdır. Zira Allahu teala müminlerin anneleri olan Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında, «Ey peygamber zevceleri, içinizden kim açık bir terbiyesizlik ederse onun azabı iki kat arttırılır.» (Ahzab: 30) buyurmuştur. Âyetteki «ki kat arttırılır» ifadesi yalnız onlara mahsustur. Çünkü Allah (cc) en sûyük nimeti onlara vermiştir, onları Resulullah (sav)'a zevce kılmıştır. Bu âyetten anlaşılıyor ki. kullar üzerinde Allah (cc)'ın nimetleri büyüdük­le isyanlarına karşılık cezaları da ağırlaşmaktadır.

3- Zina iftirasında iftira edilen şahsın müslüman olması gerektiği icma ile sabittir. Şayet iftira edilen müslüman değilse müfteriye tazir uy­gulanmaz. Öyleyse recm tususunda da zımmînin cezası, müslüman olmadığı için. daha hafif bir ;eza olan sopadır.

Hanbelî ve Şafiilerin delilleri:

1- «Müşrik ve kafirler cizyeyi kabul ettikleri zaman müslümanların sütün haklarına sahip olurlar, işledikleri suçlara karşılık da müslümanlara uygulanan cezaların aynısı uygulanır.» hadisinin umumi manasına göre evli bir müslüman zina ettiğinde nasıl recmediliyorsa, evli bir zımmi de zina ettiğinde aynı şekilde recmedilir.

2- Buhari ve Müslim'in İbni Ömer (ra)'den rivayet ettikleri. «Yahudiler içlerinden evli oldukları halde zina eden bir kadınla bir erkeği Resulullah (sav)'a getirdiler. Resulullah (sav) onlara, «Kitabınız olan Tevratta bunların hükmü nedir?» diye sordu. «Biz onların yüzlerini siyaha boyar, halk içinde rüsvay ederiz.» dediler. Resulullah (sav), «Siz yalan söylediniz. Tevrat'ta evli olan zaniler için recm hükmü mevcuttur. Şayet doğruysanız Tevrat'ı getirip okuyun.» dedi. Onlar da Tevrat'ı bilen bir ki­şiyi getirterek okuttular. Okuyan kimse Tevrat'ın bir yerini eliyle kapata­rak okumadı. Sahabilerden birisi, «Orayı niçin kapattın, kaldır bakalım orada ne var?» deyince elini kaldırdı ve Resulullah (sav)'a dönerek, «Ya Muhammed, bizim kitabımızda recm hükmü var ama biz onu uy­gulamıyoruz.» dedi. Resulullah (sav) zanilerin recmedilmesini emretti. Za­niler de recmedildi. Kendileri de recme bizzat katıldı.» hadisidir.

Not: Zina için sopanın yanında 1 yıl sürgün cezası da uygulanmıştır.Köleye yarısı (6 ay )

..Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir:

Sizler Rasullullah (s.a.v)’in huzurunda bulunduğunuz sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve; "Ya Râsulullah! Benim için Allah’ın kitabı ile hükmet!"dedi. Akabinde ona muhasımı olan kimsede ayağa kalktı ve: "Ya Râsulullah! Hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah’ın kitabı ile hükmet, ve söz söylemek üzere bana izin ver!" dedi.
Peygamber (S.A.V.)’de ona; "Sözünü söyle." buyurdu.

O da şöyle dedi: "Benim oğlum, bu Arabinin yanında asif, yani ücretle çalışan bir kimse idi. Oğlum bunun karısı ile zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine taşlanmak cezası olduğunu haber verdiler. Ben bu adama oğlum adına yüz koyun ve birde cariyeyi fidye vererek oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu meseleyi ilim ehlinden sordum. Onlarda bana onun karısı üzerine taşlama cezası düştüğünü, benim oğluma da ancak yüz değnek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün edilmek üzere, ceza olduğunu haber verdiler!" dedi.
Rasulullah (s.a.v)’de: "Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki ben sizin aranızda elbette Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince: onun üzerinde yüz değnek cezası ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır." buyurdu.

Bundan sonra Eslem kabilesinden bir adam olan Unes’e de: "Sana gelince ya Uneys! Sende bu adamın karısına git tahkikini yap, eğer kadın suçunu itiraf ederse onu recm et buyurdu."

Ravi: Uneys o kadına gitti, kadının suçunu itiraf etmesi üzerine, Uneys ona taşlama cezası uyguladı demiştir.(Buhari : 15.c / 7107s., Muslim : 5.c / 1697.N, Tirmizi : 3.c / 1457.N)

LİVATA ( HOMOSEKSÜELLİK ) CEZASI

Mâlik, Şâfii,Hanbeli, İshâk ; Evli de olsa bekar da olsa taşlanarak öldürülmelidir.

Not: Şafi'nin aşağıdaki görüşü de içeren iki farklı zamanda iki farklı görüşü vardır.

Hasan el Basrî, İbrahim Nehaî, Atâ b. ebî Rebah ve diğerleri ise şöyle demektedirler: Homoseksüellik yapanın cezası zina yapanın cezası gibidir. Sevrî ,İmamı Azamın talebesi Muhammed ,Yusuf ve Küfeliler de aynı görüştedirler.

Ebû Hanife: "Bunlar azarlanır, levmedilir fakat hadd uygulanmaz." demiştir.Yani tazir cezası söz konusudur (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Şerhi, c. 6 sh. 253); (Ayrıca bkz, el-hidaye)

Ayrıca;

Yakılma, evinin başına yıkılması , kılıçla kafasının kesilmesi , hiç bir şey yapılmaması şeklinde farklı görüşler de vardır.

CEZALARI KİM UYGULAR?

Alimler hürlere uygulanacak cezaların ulülemir tarafından tatbikinde ittifak etmişlerdir. Hükümlerin kölelere uygulanması konusunda ise ihtilaf edilmiştir.
Maliki, Hanbeli ve Şafiilere göre zinada, içkide ve iftirada had ve tazirler kölelerin efendileri tarafından uygulanır. Hırsızlığın cezası ise ima­ma aittir.

Delil:Rasûlullah'a muhsane olmamış iken zina eden bir cari­yenin hükmü soruldu. Rasûlullah (S) cevaben: "Câriye zina ederse, onu kamçılayın. Sonra yine zina ederse, yine kamçılayın. Sonra yine zina. ederse, artık bu sefer (kamçılama akabinde) bir kıl örgüsü karşılığın­da olsa bile onu satınız" buyurdu.Buhari Alış veriş:66

Hanefilere göre bütün had ve tazirlerin tatbiki imama aittir. Kölenin efendisi ancak imamın izni ila had veya tazir uygulayabilir.

BİR TOPLULUĞA ZİNA İFTİRASI ATANIN CEZASI?

1) Birinci görüşe göre. müfteriye bir had (seksen sopa) uygulanır, İmam Malik, İmam Hanbel (ra) ve İmam Ebu Hanife (ra)'nin görüşü bu­dur.

2.) İkinci görüşe göre. toplulukta kaç kişi varsa onların sayısınca oyn ayrı had vurulur. İmam Şafii (ra) ile imam Ebu'l-Leys bu görüştedir.

3) Üçüncü görüşe göre, müfteri iftirayı bütün topluluğa bir defada, yani «Siz zanisiniz.» şeklinde atmışsa tek had, topluluktaki kişilere teker teker «Sen zanisin» şeklinde iftira atmışsa topluluğun sayısınca had uy­gulanır. Bu görüş de İbni Ebi Leyla ve Şa'bi'nin görüşüdür.

CEZALARDA SOPANIN ŞİDDETİ NASIL OLMALIDIR?

Maliki ve Şafiilere göre. bütün hadlerdeki vuruşlar eşit şiddette ol­malıdır. Vuruşlar ne öldürücü, yaralayıcı, ne de incitmeyecek kadar hafif olmalıdır.

Maliki ve Şafiilerin delili:

Cezaların ölçü ve derecesini tesbit sâri olan Allah (cc)'a aittir. Bu hususta içtihada yer yoktur. Cezaların vuruşları ile ilgili olarak ne kitap­tan ne de Resulullah (sav)'dan hiçbir haber varid olmamıştır. Bu sebeble bütün cezalardaki vuruşlar aynı şiddette olmalıdır.

Hanefiler. zina haddindeki vuruşun içki haddindekinden daha şiddetli, teki haddindeki vuruşun da iftira cezasındaki vuruştan daha şiddetli ol­ması lazım geldiği görüşündedirler.

Hanefilerin delili:

Hanefilerin delili, Hz. Ömer'in uygulamasıdır. Hz. Ömer, tazir haddin­de zina vuruşunu içkiden, içki cezasındaki vuruşu da iftira cezasındaki vuruştan daha şiddetli olarak vurdurmuştur

HAD'DE NERELERE VURULUR?

Alimler cezaların uygulanması sırasında başın, yüzün ve avret yerlerinin korunması gerektiğinde ittifak etmişlerdir.

İmam Hanbeli ,Ebu Hanife : zina haddinde sopa vurulan kişinin yüz, baş ve avret mahalli hariç her uzvuna vurulması gerektiğini söyler,

İmam Malik (ra), sopanın yalnız sırta vurulacağı, diğer uzuvlara vurulmayacağı görüşündedir.

İmam Şafii'ye göre ise sopa yüz ve tenasül uzuvları hariç her yere vurulabilir.

İmam Ebu yusuf (ra) ise hadde başa da vurulabileceği görüşündedir. Zira Hz. Ömer, Sebiğ bin Hüseyn ismindeki şahsa had vururken başına da vurmuştur.

DELİLLER:

Hz. Ali'den şöyle rivayet edilmiştir: Kendisine getirilen bir suçlunun sopalanması sırasında sopayı vurana, «Her azanın hakkını verecek şekil­de vur. Yalnız yüz ve tenasül uzvu hariç.» demiştir.

Ebu Yusuf (ra), Ebubekir Sıddık Hazretlerinden rivayet edilen, «Hz. Ebubeklr'e oğlundan şikayetçi bir adam geldi. Hz. Ebubekir adamın şikayetini dinledikten sonra. «Sen onun başına vur. Zi­ra şeytan onun beynindedir.» kavline dayanarak başa vurmanın da caiz olduğuna hükmetmişlerdir,

İkinci bir dayanakları da Hz. Ömer'den yapılan şu rivayettir: Sebiğ bin Hüseyn, Hz. Ömer'e alay mahiyetinde, «Tozutup savuran (rüzgar)lar.» (Zariyat: 1) âyetinin manasını sorunca ona had vur­du. Haddi vururken başına da vurdu.

İmam Malik (ra)'in görüşü ise bütün hadlerde yalnız sırta vurulacağı yolundadır. Bunun delili ise selef-i salihînin hadlerdeki uygulaması ile Re­sulullah (sav)'ın, kendi karısına zina Isnad eden Hilal bin Ümeyye'ye, «Ya isbat edersin veya sırtına sopa vurulur.» demesidir.

Hadlerin uygulanmasında uygun olan, suçlunun üzerinde yalnız donu kalana kadar soyulması ve ayakta durdurularak sopalanmasıdır. Ancak iftiradan dolayı had vuruluyorsa suçlu soyundurulmaz, yalnız vurulan so­panın etkisini cilde ulaştırmayacak kadar kalın pamuklu ve deri giyecek­leri çıkarılır. Suçlu kadın ise, elbiseleri üzerinden çıkarılmaz ve oturduğu yerde sopalanır.

İbni Ömer (ra), «Ben Re­sulullah (sav)'ın bir kadına giyinik ve oturur vaziyette had uyguladığını gördüm.» demiştir. Resulullah (sav)'in bu uygulama şekli erkeğe ayakta, kadına da oturur vaziyette iken had vurulması icabettiğine delalet etmek­tedir.

KADININ ŞAHİTLİĞİ?

Şafi ,Hanbeli ,Maliki: Erkeklerle birlikte kadınların şahitliği ancak mal ve ona tabi olan satış, icâre, hibe, vasiyet, rehin ve kefalet gibi hususlarda kabul edilir. Çünkü kadınlarda asl olan duygusallığın baskın olması, işleri tam anlamıyla tespit edememe ve eşya üzerinde velayetteki kusurları sebebiyle şahitliklerinin kabul olunmamasıdır.

Zühri'den yapılan şu rivayeti esas almaktadırlar: "Hadlerde, nikahta ve talakta kadınların şahitliğinin geçerli olmadığı şeklinde sünnet cereyan etmiştir." (İbni Ebu Şeybe, Musannef'inde ez-Zührî'den)

Hanefi: ister mal ile, isterse başka bir şeyle alâkalı olsun, medenî haklarda söz konusudur. Nikâh, talâk, iddet, havale, vakıf, sulh, vasiyet, hibe, ikrar, ibra, vilâdet (doğum), nesep gibi... Bu haklar Hanefilere göre iki erkeğin yahut bir erkek ve iki kadının şehadeti ile sabit olur.

Zina, içki ve hırsızlık gibi had cezalarını gerektiren suçlarda ve kısas gibi cezalarda kadını muaf tutmuş, onun şahitliğini kabul etmemiştir. Bu davalardan zina cezasında dört erkeğin, diğerlerinde ise iki erkeğin şahitliğini esas almıştır.

Alış-veriş, ticaret, nikah, talak gibi muamelata giren davalarda ise iki erkek yoksa, bir erkekle iki kadının şahitliğini şart koşmuştur.

Fakat erkeklerin vakıf olamayacağı, bekaretin tespiti, doğum anında anne ve çocukla ilgili vuku bulacak hallerde, süt kardeşliğinin tespiti gibi meselelerde tek kadının şahitliği de kafi gelmektedir. Hatta, Hz. Ömer boşanma hadisesinde bile bir kadının şahitliğini kafi görmüştür. Çünkü şahitlikte asıl mesele hakkın zayi olmaması, adalete gölge düşürülmemesi, hakkın tecelli etmesidir.
http://islamdamezhepler.blogspot.com.tr/p/ihtilafli.html