Eş'ari’ye mezhebi, ehli sünneti temsil etmiş ve kurulduğu günden beri Mutezilenin sapık fikirleri ile mücadele etmiştir. Daha sonra kurulan Matüridi mezhebi de Mutezililerle mücadele etmiş ve ehli sünneti temsil etmiştir. Bundan dolayı akidevi fikirlerinde paralellik gözükmesine rağmen aralarında bazı hususlarda ihtilaf mevcuttur. Bu ihtilafların sayısı farklı kaynaklara göre 13 ila 73 arasında olduğu ifade edilmektedir. Bunlardan önemli olanlarını aşağıda açıklamaya çalışacağız;
1.
Cüzi irade: Maturidiler, insanlarda cüzi bir irade vardır, cüzi iradeyi Allah
yaratmaz, der. Kulda başlı başına (müstakil) bir cüz'î
irade vardır. Kul iradesiyle seçimini yapar, Allah da kulun seçimine göre fiili
yaratır. der.
Matüridiyeye göre
irâde-i cüz'iyye, bir varlık değildir. Var olmayan şey, yaratılmış olmaz.
Cüz-i irade, kullarda bir haldir.
Kuvveti, bir şeyi yapmak ve yapmamakta kullanmaktır. Kullar, cüz-i iradelerini
kullanmakta serbesttir, mecbûr değildir. Dehr sûresindeki (Siz ancak
Allah-u Teala’nın dilediğini arzu edersiniz) mealindeki ayet-i
kerimenin manasını, Ebû Mensur Mâtūridî hazretleri şöyle açıklıyor: (ihtiyâri
işleriniz, yalnız sizin iradenizle olmaz. Sizin irâdenizden sonra, Allah-ü Teâlâ
da, o işi irâde edip yaratır.)
Eş’ariler ise bu irade
müstakil değildir, cüz’i iradeyi de fiili de Allah yaratır, derler. Kul
fiillerinde fail-i muhtar değildir. Yani insanın kudretinin, fiili icad etmekte
hiçbir
tesiri yoktur. Allah-ü Teala dilediğini dilemekte, kul da o işin yapılmasına alet olmaktadır.
tesiri yoktur. Allah-ü Teala dilediğini dilemekte, kul da o işin yapılmasına alet olmaktadır.
Dehr
sûresindeki (Siz ancak Allah-u Teala’nın dilediğini arzu edersiniz)
mealindeki ayet-i kerimeden, Ebul-Hasen-i Eş'ari hazretleri (Allah-ü Teâlâ, sizin
istemenizi dilemedikçe, bir şey isteyemezsiniz!) mânâsını anlamıştır. Yani,
Allah-ü Teâlâ dilemedikçe, kul, cüz-i iradesini kullanamaz demiştir. Eş'ari
mezhebine göre, kullar, cüz-i iradelerini kullanmakta mecbur oluyor. Çünkü,
Allah-ü Teâlâ, bir kimsenin bir şey yapmaya irâde-i cüz'iyyesini kullanmasını
dileyince, o kimse irade etmeğe, istemeğe mecbur olur. Cüz-i irade, mevcut ve
mahluk oluyor. Kulun fiili de halk etmek içinde olup, ayrıca mevcut değildir ve
mecazen kesb denir. Yalnızca insanda bu fiile karşı bir meyil söz konusudur ve
insan bu meylinden dolayı âhirette mesul olur.
2. Kesb: Mutezile,
“Fiiller, Allah'ın kula verdiği bir güç ile kul tarafından yaratılır.” der.
Eş'ariler ise, «Fiilin
yaratılmasında kulun «Kesb» den başka herhangi bir katkısı yoktur. «Kesb» ise,
kulun, tesiriyle meydana gelmeyen, sadece kulun isteğinin, Allah'ın
yaratmasıyla birleşmesi demek olan bir şeydir» der.
Maturidi ise, «Kesb, kulun gücü ve
tesiriyledir» der. Kesb'e tesir eden ve fiiller meydana geldiğinde eseri
görülen, kuldaki bu güce istitaat (güç yetirme) denir.
Mutezilîler «Kul, kendi işini kendi
yaratır. Böylece o hükümlere muhatap ve mükellef olur. Kulda bulunan, kendi
işlerini yapar ki, gücü, Allah tarafından yaratılmış ve kula verilmiştir.»
derler.
Matürîdîler de «Allah Teala’nın hikmeti
ancak kulun, cüzî iradesiyle yapacağı hayırlı şeylerin sevap olacağını, yine
cüzi iradesiyle yapacağı kötü işlerin günah olacağını gerektirmektedir.
Allah'ın hikmeti yanında, adaleti de bu durumu gerektirmektedir.
Eş’ariler ise, «Kulda görülen işleri,
Allah yaratır. Kul, sadece cüz'i iradesiyle o işi kesbeder (yapar). Kul, kesb’i
sebebiyle mükellef olur. Sevaba erer veya cezalandırılır. Eş'ari'ye göre kesb (kazanma), Allah tarafından yaratılan iş ile kulun
ihtiyarının (seçmesinin) birleşmesidir.
Eş’ariyeye
göre kader konusuna iki yönden bakmak lazım:
Kader-i
Mutlak: İnsan iradesi ile ilgili olmayan kader. Dünya´ya gelişimiz, ne zaman
öleceğimiz kadın veya erkek oluşumuz, vücudumuzdaki organların görevleri,
Dünya´da oluşmuş veya oluşabilecek tabiat olayları bunların oluşmasında
irademizin hiç bir tesiri yoktur. Bunlardan sorumlu da olamayız. Vücudumuzdaki
organlardan kasıt, el, ayak, göz ve burun gibi organlarımızın işleri tamamen
bizim kontrolümüzdedir.. Buradaki organ görevlerinden kasıt, irademiz dışındaki
temel olgulardır.
Kaderi Muallak (Cüz-i ihtiyari):
İnsan kendi iradesi ile baş başa
kaldığında, yapıp yapmadığı tüm işler bu bölüme giriyor. Namaz kılmak, oruç
tutmak iyilik yapmak kötülük yapmak, hırsızlık yapmak gibi.
3.
Hüsün-kubuh (iyilik-kötülük, dünya
ve âhiret hayatı açısından fayda-zarar): Maturidilere göre, bir şeyin iyi ve
kötü olduğu akılla bilinir. Emir ve nehiy, bir şeyin iyi veya kötü olduğuna
delalet eder. Herhangi bir şey iyi ise Allah onu emretmiştir. Kötü ise Allah
onu yasak etmistir.
Eş’ariler
ise şer’idir, akıl ile idrak edilemez, derler. Hüsün ve kubuh, Allah'ın emir ve
nehiyleriyle bilinir. Allah bir şeyi emrettiyse o şey iyidir. Allah bir şeyi
yasak etti ise o şey kötüdür.
4.
Marifetullah (Allah’ı bilmek): Matüridiler, Allah'ı tanımanın aklen vacip
olduğu fikrindedirler. Onlara göre dini tebliğ olmasa da kişi Allah'ı bilmek
zorundadır. Çünkü akıl, Allah'ı bilme gücüne sahiptir.
Eş’arilerde
ise Allah'ı tanımanın şer'an vacip olduğunu söylerler. Onlara göre, Allah'ı bilmek
ancak dini tebliğ iledir, dinden haberi olmayan hiçbir şeyden mesul değildir.
5.
Gayrimüslimler Cennete gider mi? “Peygamber göndermedikçe azap
etmeyiz" (İsra/15. Kasas/59) mealindeki ayet-i kerimeleri nazara
alan İmam Eş’ari, kendilerine peygamber gönderilmeyen gayrimüslimlerin ehl-i
necat olduğunu yani cehenneme gitmeyeceklerini söylemiştir. İmam Şafii, Eş’ari
usulüne tabi olduğu için ibarelere çok ehemmiyet vermektedir.
Soru:
Müslümanlardan uzak bir yerde yaşayıp, İslam’ın ne olduğunu bilmeyen kimse,
kıyamet günü Allah katında sorumlu olacak mı?
Cevap:
İmam Gazali şöyle demektedir: Peygamber'in bi'setinden sonra (inanmayan)
insanlar üç sınıftır:
Birinci
Sınıf: Peygamber (sav)'in davetini duymamış, kendisinden haberdar da
olmamıştır. Bu sınıf kesin olarak Cennetliktir.
İkinci
Sınıf: Peygamber (sav)'in davetini, gösterdiği mucizelerin durumunu ve güzel
ahlakını duymuş olmakla beraber İman etmemiştir. Aramızda bulunan ehli küfür
gibi, bu sınıf kes in olarak Cehennemliktir.
Üçüncü
Sınıf: Biz Müslümanlar, Deccal'in ismini duyduğumuzda nefret ettiğimiz gibi
(haşa) onlar da Peygamber'in isminden öylece nefret ediyor. (Çünkü onlar,
Peygamber(sav)'in aleyhinde yapılan menfi propagandalardan başka bir şey
duymamışlar). Kimse onlara doğrusunu söyleyip onları heveslendirmemiştir.
Bunların da ehli Cennet olacaklarını umarım. (Halil
Günenç- Fetvalar-2)
Ama
akli delillere ve şeriat sahibinin maksatlarını ön planda tutan imam Maturidi,
bunu gayrimüslimlerin peygamber gönderilmedikçe ibâdetten mesul tutulamayacağı
mânâsına hamletmiş, Hazreti İbrahim'in, Kur'an-ı kerimde anlatılan yıldızlara,
sonra aya, sonra güneşe bakarak, hepsinin battığını, o halde bunları böyle
hareket ettiren ve asla batmayan (yok olmayan) bir yaratıcının bulunduğunu
anlamak gerektiğini bildiren kıssasına (En'am: 76-78) bakıp, insanların aklıyla
bir yaratıcının varlığını bulmaya muktedir olduğunu, o halde aklıyla bir
yaratıcının varlığını bulamayanların ehl-i necat olmadığını söylemiştir. Ehl-i
necat demek, cehenneme gitmez demektir.
6.
Kafirlerin ibadetten sorumlu olması durumu: Eş’arilere göre kafirler (İslam’dan
haberi olup kabul etmeyenler) iman gibi ibadetle de mükelleftirler. Onlara göre
kafirler bu sebeple de ceza görürler. Bu nedenle Müslüman olup, namazın farz olduğunu
bilmeyenin, eş-Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre bu namazları kaza etmesi gerekir.
Ebu Hanife'ye göre ise gerekmez.
Maturidiler
ise, kafir imanla mükellef ibadetle değildir, küfürden dolayı ceza görürler ve
fakat ibadeti ifa etmedikleri için cezaya çarptırılmazlar, derler.
7. Nübüvvet: Eş’arilere göre ise
nübüvvet için bir şart değildir. Bu nedenle kadın peygamber de olabilir derler.
Eş'arilere
göre nübūvvet için erkeklik şart değildir, kadınlar da nebi olabilirler.
Nitekim Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Havva ve Hz. Musa'nin annesi nebidirler.
Delilleri:
“Hazret-i Müsa'nın annesine vahyettik" (Kasas/7)
Maturidilerde
nübüvvetin şartlarından biri Erkek olmalıdır.
Bu sebeple kadın peygamber gönderilmemiştir. Maturidiler, Muhammed (a.s.v.)’dan
önceki peygamberlerin kendi şehirlerinin erkeklerinden olduğunu bildiren âyet-i
kerimeyi (Yusuf/109) delil almaktadır.
"Hazret-i
Musa'nın annesine vahyettik" ifadesinin, "ilham ettik" mânâsına
geldiğini söyler. Nitekim Kur'an-ı kerîm’de,
"arıya vahyettik", "kargaya vahyettik" meâlinde âyet-i
kerimeler de vardır.
8.
Kula gücü yetmeyecek şeyleri teklif (Teklif-i Mâal Yutak ): Maturidilere
göre, Allah'ın kulun gücü yetmeyeceği şeyleri ona yüklemesi caiz değildir. Allah kulun gücünün yetmeyeceği şeyleri kula
yüklemez.
Eş’ariler
ise, Allah'ın kula gücü yetmeyecek şeyleri yüklemesi (teklif etmesi) caizdir,
ama vaki değildir, derler.
9.
İlliyet ve Hikmet (Sebep ve hikmet): Maturidiler, Allah’ın fiillerinin bir
hikmete dayandığını ileri fakat kulun her
zaman bu sebep ve hikmetleri bilemeyebileceğini söylerler.
Eş’ariler
ise, Allah'ın fiillerinin hikmete bağlı olma şartı yoktur.
10.
Ye's halinde yapılan tövbe (Son nefeste, ümitsizlik halinde tevbe): Maturidilere
göre makbuldür. Eş’ariler ise makbul değildir, derler ve Firavun’un tövbesini
örnek gösterirler.
11.
Tekvin (Var etme): Eş’ariler tekvini itibarî bir sıfat olarak kabul
ederler. Hakikî sıfat olarak kabul etmezler. Matüridiler ise tekvinin, kudret
ve irade gibi hakiki bir sıfat olduğunu ve Yüce
Allah'ın diğer sıfatları gibi tekvîn sıfatı da ezelî olduğunu söylerler.
Eş’ariler,
Allah-ü Teâlâ’nın sıfatlarını zâti ve fi'li olarak ikiye ayırır. Zâtî sıfatları
kadim ve zâtı ile mevcuttur. Tekvin (var etme), terzık (rızk verme), ihyâ
(hayat verme), imate (öldürme) gibi fiilî sıfatları hadistir. Tekvin sıfatı,
ilim ve kudret sıfatı gibi hakiki bir sıfat olmayıp, izafi ve itibaridir.
Tekvin sıfatından beklenen, kudret sıfatında zaten hasıl olmaktadır.
Allah-ü
Teâlâ’nın Subuti Sıfatları, Mâtüridiye mezhebinde sekiz iken. Eş’ariye mezhebinde
yedidir, tekvin sıfatı, kudret sıfatı ile birdir.
12.
Mürtedlerin geçmiş ibadetleri kabulü hususu: Eş’ariler, Mürted yeniden, iman ederse
geçmiş amelleri avdet eder (geçerli olur), derler. Yani, Mürted, imana gelince,
mürted olmadan önce kıldığı ve mürted iken kılmadığı namazları ve oruçları kaza
etmez. Fakat, daha önce hacc ibadetini yapmışsa, tekrar hacca gitmesi lazım
olur.
Maturidilere
göre ise, Mürted yeniden, iman etse amelleri avdet etmez. Mürted olmadan önce
yapmadığı farzları kaza eder. Mürted olmadan önce yaptığı amellerin sevapları
gider ve geri gelmez.
13. Fasığın imameti
(devlet reisliği): Fasık, yani büyük günah işleyen bir kimse, imâmete
getirilirse, Mâtūridiye'ye göre bu tayin kerâhetle sahihtir. İmam Şâfiiye, dolayısıyla
Eş'ariye'ye göre sahih değildir. Sonradan fâsık olan imam da imamlıktan düşer.
Mâtüridiye'ye göre ise düşmez.
Ayrıca: Eş’ariye’ye göre
hilafet, yerine getirilmesi gereken dinî bir emirdir. Halifenin adil olması da
gerekir. Zalim kimsenin halife olması düşünülemez (kabul edilemez).
14.
İsim ve mūsemma: Maturidi Allah'ın şeriatın bildirdiği 99 isim (esma-ul hüsna)
dışında adlandırılamayacağını (Örneğin “Tanrı”) belirtirken, Eşari bazı
durumlarda başka isimler kullanabileceğini belirtmiştir. (Örneğin, Hazret-i Ebů
Bekr'in hastalığında "Sana tabib getirelim" dendiğinde, "Tabip
beni gördü" buyurarak istemedi. Burada tabip sözüyle mecâzen Allah'ı kast
ederek kadere rızasını göstermiştir)
15.
Kur'ân: Eş’arilere göre Kur'ân'ın bazı âyetleri bazılarından büyüktür.
Örneğin Ya'sin suresi Kur'an-i Kerim’in kalbidir, vb.
Matüridilere
göre ise, böyle bir göreceli büyüklük olamaz. Allah'ın tüm ayetleri aynıdır.
16. Allah'ın Âhirette Görülmesi (Rü'yetullah): Matüridi’ye göre Cennet’te Allah-ü Teala’nın görülmesi
nakli delillerle caiz olmakla beraber, Akıl bunu ispatlamaktan acizdir. Bu
nedenle Müminler, âhirette, cennete girdikten
sonra Allah'ı görmeyeceklerini ileri sürmüşlerdir.
Eş’ariye’ye göre ise, Müminler,
âhirette, cennete girdikten sonra Allah'ı göreceklerdir. Bu görmenin mahiyeti
hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak bilginler Allah'ı görme olayında, bu dünyada
varlıkların görülmesi için zorunlu olan şartların gerekmediğini ileri
sürmüşlerdir.
17.
Allah'ın nefsî kelâmı işitilebilir mi?: Maturidilere göre Allah’ın nefsi
kelamı işitilemez. İşitilen nefsî kelâmın varlığını gösteren lafzî kelâm yani
Kur'an'ın harf ve sesleridir.
Eş'arîlere
göre nefsi kelam işitilebilir. Çünkü var olan bir şeyin işitilmesi de
mümkündür.
Kur'an'da
Allah'ın konuşma niteliğine sahip olduğunu gösteren çok sayıda âyet vardır.
"Musa,
tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmaya gelip de Rabb'i onunla konuşunca...
" (A'raf, 7/143),
"Kıyamet
günü Allah ne onlarla konuşacak ve ne de onları temizleyecektir."
(Bakara, 2/174)
18.
Allah Teala'dan yapmış olduğu işlerin sebebi sorulur mu?: Eş'arîler, Allah Teala’nın yapmış olduğu
işlerin sebebi sorulmaz. Çünkü Allah Teala Kur'an-ı Kerîm'inde; «Allah,
yaptıklarından dolayı sorumlu tutulamaz» (Enbiya/23) buyurmaktadır,
derler.
Mutezile, «Allah Teala, yaptığı şeyleri bir kısım
maksat ve gayelerle yapar. Çünkü O, hikmet sahibidir. O'ndan, gelişigüzel bir
iş meydana gelmez. Bilakis, her şeyi bir plana bağlamıştır.» derler.
Ve bundan şu neticeye varırlar: Allah Teala’nın, iki şeyden, iyisini ve iki iyi
şeyden daha iyi olanını yapması kendi üzerine gereklidir. Çünkü varlıkların,
kendiliklerinden iyi veya kötü olmaları ve Allah Teala’nın hikmetsiz hiçbir şey
yaratmaması şunu gerektirir: Allah Teala’nın, iyi olmayan bir şeyi emretmesi,
veya iyi olan bir şeyi yasaklaması, imkânsızdır. O halde, Allah Teala’nın, iki
şeyden iyi olanını yapması ve iyi olan iki şeyden daha iyi olanını yapması,
onun üzerine vaciptir.
Matürîdî'nin,
her iki guruba, muhalefet eden bir görüşte olduğu görülür. Matüridi, Allah
Teala’nın, boş davranışlardan uzak olduğunu ve yaptığı işlerin bir hikmete
dayandığını, çünkü Allah Teala’nın, kendi kendini sıfatlandırdığı gibi hikmet
sahibi ve her şeyi bilen bir zat olduğunu söyler.
Matüridi
şöyle der: «Allah Teala koymuş olduğu hükümlerde ve yapmış olduğu işlerde bu
hikmetini murad eder. Fakat, Allah Teala bu hikmetini dilerken, buna mecbur
edilmiş değildir. Çünkü O, mutlak bir iradeye sahiptir. Dilediğini yapandır.
Bunun için, Allah Teala'nın, iyi olan bir şeyi veya daha iyi olan bir şeyi
yapmasının, onun için gerekli olduğu söylenilemez. Çünkü bir şeyin yapılmasının
gerekli oluşu, serbest iradeyi ortadan kaldırır. Başkasının, Allah Teala'nın
üzerinde bir hakkı olduğunu icab ettirir. Halbuki, Allah Teala bütün
yaratıkların üstündedir. Yaptıklarından hesaba çekilemez. O'nun üzerine, bir
şeyin vacip olduğunu söylemek, O'nun hesaba çekilebileceğini gerektirir. Allah
Teala bundan çok uzaktır, çok yücedir.
19.
Allah rüya’da görülebilir mi?: İmamı Azam Ebu Hanife'nin rüyada Allah'ın
görülebileceği, İmam Maturidi Hazretlerinin de görülemeyeceği şeklinde izahatı
vardır. Peygamber Efendimizin (asm) de Allah Teala'yı rüyasında gördüğü
hadislerde belirtilmektedir. (Akaid, Ömer Nesefi; Taftâzânî,Şerhu'l-Akaid, s, 134)
İnsanların
rüyasında Allah’ı görmesini ise Eş’ariler ve diğer Ehl-i Sünnet mensupları
(Hanefi mezhebinden olanlar da) kabul etmişler, bunun olabileceğini yalnızca
Allah’ı nasıllıktan, mekandan ve cihetten uzak olarak görmek gerekeceğini ileri
sürmüşlerdir. Bunun dışında Allah’ın rüyada görülmesine bir engel
bulunmamaktadır. (Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 110;
Harputî, Tenkihu’l-Kelâm, s. 227; Giridî, Nakdü’l-Kelâm, s.142)
Akaid
ile ilgili sorular:
Soru:
"Allah göklerdedir" demek caiz midir?
Cevap:
Cenabı Allah ezeli olduğu ve mücessem olmadığı için, hadis olan gökte olması
mümkün değildir. Cenabı Allah mekan ve yönden münezzehtir. Mekan ve yön olmadan
O var idi.
Bunun için mekan ve yön şaibesini veren
ayet ve hadisleri te'vil etmek gerekir.
Allah'a
mekan ve yön ispat eden kimsenin kafir olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır.
Alimlerin çoğu kafir olmadığına hükmediyorlar. Çünkü, mesela, "er-Rahmanü
alelarş i's -teva" gibi ayetlerin zahiri, bu manayı ifade ediyor. Hatta
Said, İbnü'l Müs yyeb ve Süfyan gibi zevat ar da "te'vil etmeden bu tip ayet
ve hadislere İman etmek gerekir" diyorlar. (Halil Günenç- Fetvalar-4)
Soru:
Bir kimse "Allah her yerdedir veya her yerde hazır ve nazırdır" derse
ne lazım gelir?
Cevap:
Bir kimse "Allah her yerdedir veya her yerde hazır ve nazırdır"
derse; şayet Cenabı Allah'ın zatıyla her yerde mevcut olduğuna inanarak
söylerse kafir olur. Çünkü Cenabı Allah mekandan münezzehtir. Ne yerdedir, ne göktedir.
Yer v e gök olmadan evvel de o var idi. Ama ilim v e kudretiyle her yerde
mevcut olduğunu kast ederek bu sözü söylerse kafir olmaz. Yalnız bu sözü
söylememeye dikkat etmek lazımdır. Maalesef avam tabaka "Allah her yerde
hazır ve nazırdır" sözünü çok söylemektedir. Bunun yerine "Allah her şeyi
bilir" demek gerekir. (Halil Günenç- Fetvalar-5)