18 Haziran 2014 Çarşamba

İtikatta Matüridî ile Eş’ari arasındaki başlıca fikir ayrılıkları

            İtikatta Matüridî ile Eş’ari arasındaki başlıca fikir ayrılıkları şunlardır:
Eş'ari’ye mezhebi, ehli sünneti temsil etmiş ve kurulduğu günden beri Mutezilenin sapık fikirleri ile mücadele etmiştir. Daha sonra kurulan Matüridi mezhebi de Mutezililerle mücadele etmiş ve ehli sünneti temsil etmiştir. Bundan dolayı akidevi fikirlerinde paralellik gözükmesine rağmen aralarında bazı hususlarda ihtilaf mevcuttur. Bu ihtilafların sayısı farklı kaynaklara göre 13 ila 73 arasında olduğu ifade edilmektedir. Bunlardan önemli olanlarını aşağıda açıklamaya çalışacağız;

1. Cüzi irade: Maturidiler, insanlarda cüzi bir irade vardır, cüzi iradeyi Allah yaratmaz, der. Kulda başlı başına (müstakil) bir cüz'î irade vardır. Kul iradesiyle seçimini yapar, Allah da kulun seçimine göre fiili yaratır. der. 
Matüridiyeye göre irâde-i cüz'iyye, bir varlık değildir. Var olmayan şey, yaratılmış olmaz.         
Cüz-i irade, kullarda bir haldir. Kuvveti, bir şeyi yapmak ve yapmamakta kullanmaktır. Kullar, cüz-i iradelerini kullanmakta serbesttir, mecbûr değildir. Dehr sûresindeki (Siz ancak Allah-u Teala’nın dilediğini arzu edersiniz) mealindeki ayet-i kerimenin manasını, Ebû Mensur Mâtūridî hazretleri şöyle açıklıyor: (ihtiyâri işleriniz, yalnız sizin iradenizle olmaz. Sizin irâdenizden sonra, Allah-ü Teâlâ da, o işi irâde edip yaratır.)
Eş’ariler ise bu irade müstakil değildir, cüz’i iradeyi de fiili de Allah yaratır, derler. Kul fiillerinde fail-i muhtar değildir. Yani insanın kudretinin, fiili icad etmekte hiçbir
tesiri yoktur. Allah-ü Teala dilediğini dilemekte, kul da o işin yapılmasına alet olmaktadır.
Dehr sûresindeki (Siz ancak Allah-u Teala’nın dilediğini arzu edersiniz) mealindeki ayet-i kerimeden, Ebul-Hasen-i Eş'ari hazretleri (Allah-ü Teâlâ, sizin istemenizi dilemedikçe, bir şey isteyemezsiniz!) mânâsını anlamıştır. Yani, Allah-ü Teâlâ dilemedikçe, kul, cüz-i iradesini kullanamaz demiştir. Eş'ari mezhebine göre, kullar, cüz-i iradelerini kullanmakta mecbur oluyor. Çünkü, Allah-ü Teâlâ, bir kimsenin bir şey yapmaya irâde-i cüz'iyyesini kullanmasını dileyince, o kimse irade etmeğe, istemeğe mecbur olur. Cüz-i irade, mevcut ve mahluk oluyor. Kulun fiili de halk etmek içinde olup, ayrıca mevcut değildir ve mecazen kesb denir. Yalnızca insanda bu fiile karşı bir meyil söz konusudur ve insan bu meylinden dolayı âhirette mesul olur.
2. Kesb: Mutezile, “Fiiller, Allah'ın kula verdiği bir güç ile kul tarafından yaratılır.” der.
Eş'ariler ise, «Fiilin yaratılmasında kulun «Kesb» den başka herhangi bir katkısı yoktur. «Kesb» ise, kulun, tesiriyle meydana gelmeyen, sadece kulun isteğinin, Allah'ın yaratmasıyla birleşmesi demek olan bir şeydir» der.
Maturidi ise, «Kesb, kulun gücü ve tesiriyledir» der. Kesb'e tesir eden ve fiiller meydana geldiğinde eseri görülen, kuldaki bu güce istitaat (güç yetirme) denir.
Mutezilîler «Kul, kendi işini kendi yaratır. Böylece o hükümlere muhatap ve mükellef olur. Kulda bulunan, kendi işlerini yapar ki, gücü, Allah tarafından yaratılmış ve kula verilmiştir.» derler.
 Matürîdîler de «Allah Teala’nın hikmeti ancak kulun, cüzî iradesiyle yapacağı hayırlı şeylerin sevap olacağını, yine cüzi iradesiyle yapacağı kötü işlerin günah olacağını gerektirmektedir. Allah'ın hikmeti yanında, adaleti de bu durumu gerektirmektedir.
 Eş’ariler ise, «Kulda görülen işleri, Allah yaratır. Kul, sadece cüz'i iradesiyle o işi kesbeder (yapar). Kul, kesb’i sebebiyle mükellef olur. Sevaba erer veya cezalandırılır. Eş'ari'ye göre kesb (kazanma), Allah tarafından yaratılan iş­ ile kulun ihtiyarının (seçmesinin) birleşmesidir.
Eş’ariyeye göre kader konusuna iki yönden bakmak lazım:
Kader-i Mutlak: İnsan iradesi ile ilgili olmayan kader. Dünya´ya gelişimiz, ne zaman öleceğimiz kadın veya erkek oluşumuz, vücudumuzdaki organların görevleri, Dünya´da oluşmuş veya oluşabilecek tabiat olayları bunların oluşmasında irademizin hiç bir tesiri yoktur. Bunlardan sorumlu da olamayız. Vücudumuzdaki organlardan kasıt, el, ayak, göz ve burun gibi organlarımızın işleri tamamen bizim kontrolümüzdedir.. Buradaki organ görevlerinden kasıt, irademiz dışındaki temel olgulardır.
Kaderi Muallak (Cüz-i ihtiyari):
İnsan kendi iradesi ile baş başa kaldığında, yapıp yapmadığı tüm işler bu bölüme giriyor. Namaz kılmak, oruç tutmak iyilik yapmak kötülük yapmak, hırsızlık yapmak gibi.
3. Hüsün-kubuh (iyilik-kötülük, dünya ve âhiret hayatı açısından fayda-zarar): Maturidilere göre, bir şeyin iyi ve kötü olduğu akılla bilinir. Emir ve nehiy, bir şeyin iyi veya kötü olduğuna delalet eder. Herhangi bir şey iyi ise Allah onu emretmiştir. Kötü ise Allah onu yasak etmistir.
 Eş’ariler ise şer’idir, akıl ile idrak edilemez, derler. Hüsün ve kubuh, Allah'ın emir ve nehiyleriyle bilinir. Allah bir şeyi emrettiyse o şey iyidir. Allah bir şeyi yasak etti ise o şey kötüdür.
4. Marifetullah (Allah’ı bilmek): Matüridiler, Allah'ı tanımanın aklen vacip olduğu fikrindedirler. Onlara göre dini tebliğ olmasa da kişi Allah'ı bilmek zorundadır. Çünkü akıl, Allah'ı bilme gücüne sahiptir.
 Eş’arilerde ise Allah'ı tanımanın şer'an vacip olduğunu söylerler. Onlara göre, Allah'ı bilmek ancak dini tebliğ iledir, dinden haberi olmayan hiçbir şeyden mesul değildir.
 5. Gayrimüslimler Cennete gider mi? “Peygamber göndermedikçe azap etmeyiz" (İsra/15. Kasas/59) mealindeki ayet-i kerimeleri nazara alan İmam Eş’ari, kendilerine peygamber gönderilmeyen gayrimüslimlerin ehl-i necat olduğunu yani cehenneme gitmeyeceklerini söylemiştir. İmam Şafii, Eş’ari usulüne tabi olduğu için ibarelere çok ehemmiyet vermektedir.
Soru: Müslümanlardan uzak bir yerde yaşayıp, İslam’ın ne olduğunu bilmeyen kimse, kıyamet günü Allah katında sorumlu olacak mı?
Cevap: İmam Gazali şöyle demektedir: Peygamber'in bi'setinden sonra (inanmayan) insanlar üç sınıftır:
Birinci Sınıf: Peygamber (sav)'in davetini duymamış, kendisinden haberdar da olmamıştır. Bu sınıf kesin olarak Cennetliktir.
İkinci Sınıf: Peygamber (sav)'in davetini, gösterdiği mucizelerin durumunu ve güzel ahlakını duymuş olmakla beraber İman etmemiştir. Aramızda bulunan ehli küfür gibi, bu sınıf kes in olarak Cehennemliktir.
Üçüncü Sınıf: Biz Müslümanlar, Deccal'in ismini duyduğumuzda nefret ettiğimiz gibi (haşa) onlar da Peygamber'in isminden öylece nefret ediyor. (Çünkü onlar, Peygamber(sav)'in aleyhinde yapılan menfi propagandalardan başka bir şey duymamışlar). Kimse onlara doğrusunu söyleyip onları heveslendirmemiştir. Bunların da ehli Cennet olacaklarını umarım. (Halil Günenç- Fetvalar-2)
Ama akli delillere ve şeriat sahibinin maksatlarını ön planda tutan imam Maturidi, bunu gayrimüslimlerin peygamber gönderilmedikçe ibâdetten mesul tutulamayacağı mânâsına hamletmiş, Hazreti İbrahim'in, Kur'an-ı kerimde anlatılan yıldızlara, sonra aya, sonra güneşe bakarak, hepsinin battığını, o halde bunları böyle hareket ettiren ve asla batmayan (yok olmayan) bir yaratıcının bulunduğunu anlamak gerektiğini bildiren kıssasına (En'am: 76-78) bakıp, insanların aklıyla bir yaratıcının varlığını bulmaya muktedir olduğunu, o halde aklıyla bir yaratıcının varlığını bulamayanların ehl-i necat olmadığını söylemiştir. Ehl-i necat demek, cehenneme gitmez demektir.
 6. Kafirlerin ibadetten sorumlu olması durumu: Eş’arilere göre kafirler (İslam’dan haberi olup kabul etmeyenler) iman gibi ibadetle de mükelleftirler. Onlara göre kafirler bu sebeple de ceza görürler. Bu nedenle Müslüman olup, namazın farz olduğunu bilmeyenin, eş-Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre bu namazları kaza etmesi gerekir. Ebu Hanife'ye göre ise gerekmez.
 Maturidiler ise, kafir imanla mükellef ibadetle değildir, küfürden dolayı ceza görürler ve fakat ibadeti ifa etmedikleri için cezaya çarptırılmazlar, derler.
 7. Nübüvvet: Eş’arilere göre ise nübüvvet için bir şart değildir. Bu nedenle kadın peygamber de olabilir derler.
 Eş'arilere göre nübūvvet için erkeklik şart değildir, kadınlar da nebi olabilirler. Nitekim Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Havva ve Hz. Musa'nin annesi nebidirler.
  Delilleri: “Hazret-i Müsa'nın annesine vahyettik" (Kasas/7)
 Maturidilerde nübüvvetin şartlarından biri Erkek olmalıdır. Bu sebeple kadın peygamber gönderilmemiştir. Maturidiler, Muhammed (a.s.v.)’dan önceki peygamberlerin kendi şehirlerinin erkeklerinden olduğunu bildiren âyet-i kerimeyi (Yusuf/109) delil almaktadır.
 "Hazret-i Musa'nın annesine vahyettik" ifadesinin, "ilham ettik" mânâsına geldiğini söyler. Nitekim Kur'an-ı kerîm’de, "arıya vahyettik", "kargaya vahyettik" meâlinde âyet-i kerimeler de vardır.
  8. Kula gücü yetmeyecek şeyleri teklif (Teklif-i Mâal Yutak ): Maturidilere göre, Allah'ın kulun gücü yetmeyeceği şeyleri ona yüklemesi caiz değildir. Allah kulun gücünün yetmeyeceği şeyleri kula yüklemez.
  Eş’ariler ise, Allah'ın kula gücü yetmeyecek şeyleri yüklemesi (teklif etmesi) caizdir, ama vaki değildir, derler.
 9. İlliyet ve Hikmet (Sebep ve hikmet): Maturidiler, Allah’ın fiillerinin bir hikmete dayandığını ileri fakat kulun her zaman bu sebep ve hikmetleri bilemeyebileceğini söylerler.
  Eş’ariler ise, Allah'ın fiillerinin hikmete bağlı olma şartı yoktur.
 10. Ye's halinde yapılan tövbe (Son nefeste, ümitsizlik halinde tevbe): Maturidilere göre makbuldür. Eş’ariler ise makbul değildir, derler ve Firavun’un tövbesini örnek gösterirler.
 11. Tekvin (Var etme): Eş’ariler tekvini itibarî bir sıfat olarak kabul ederler. Hakikî sıfat olarak kabul etmezler. Matüridiler ise tekvinin, kudret ve irade gibi hakiki bir sıfat olduğunu ve Yüce Allah'ın diğer sıfatları gibi tekvîn sıfatı da ezelî olduğunu söylerler.
   Eş’ariler, Allah-ü Teâlâ’nın sıfatlarını zâti ve fi'li olarak ikiye ayırır. Zâtî sıfatları kadim ve zâtı ile mevcuttur. Tekvin (var etme), terzık (rızk verme), ihyâ (hayat verme), imate (öldürme) gibi fiilî sıfatları hadistir. Tekvin sıfatı, ilim ve kudret sıfatı gibi hakiki bir sıfat olmayıp, izafi ve itibaridir. Tekvin sıfatından beklenen, kudret sıfatında zaten hasıl olmaktadır.
  Allah-ü Teâlâ’nın Subuti Sıfatları, Mâtüridiye mezhebinde sekiz iken. Eş’ariye mezhebinde yedidir, tekvin sıfatı, kudret sıfatı ile birdir.
   12. Mürtedlerin geçmiş ibadetleri kabulü hususu: Eş’ariler, Mürted yeniden, iman ederse geçmiş amelleri avdet eder (geçerli olur), derler. Yani, Mürted, imana gelince, mürted olmadan önce kıldığı ve mürted iken kılmadığı namazları ve oruçları kaza etmez. Fakat, daha önce hacc ibadetini yapmışsa, tekrar hacca gitmesi lazım olur.
  Maturidilere göre ise, Mürted yeniden, iman etse amelleri avdet etmez. Mürted olmadan önce yapmadığı farzları kaza eder. Mürted olmadan önce yaptığı amellerin sevapları gider ve geri gelmez.
   13. Fasığın imameti (devlet reisliği): Fasık, yani büyük günah işleyen bir kimse, imâmete getirilirse, Mâtūridiye'ye göre bu tayin kerâhetle sahihtir. İmam Şâfiiye, dolayısıyla Eş'ariye'ye göre sahih değildir. Sonradan fâsık olan imam da imamlıktan düşer. Mâtüridiye'ye göre ise düşmez.
   Ayrıca: Eş’ariye’ye göre hilafet, yerine getirilmesi gereken dinî bir emirdir. Halifenin adil olması da gerekir. Zalim kimsenin halife olması düşünülemez (kabul edilemez).
   14. İsim ve mūsemma: Maturidi Allah'ın şeriatın bildirdiği 99 isim (esma-ul hüsna) dışında adlandırılamayacağını (Örneğin “Tanrı”) belirtirken, Eşari bazı durumlarda başka isimler kullanabileceğini belirtmiştir. (Örneğin, Hazret-i Ebů Bekr'in hastalığında "Sana tabib getirelim" dendiğinde, "Tabip beni gördü" buyurarak istemedi. Burada tabip sözüyle mecâzen Allah'ı kast ederek kadere rızasını göstermiştir)
  15. Kur'ân: Eş’arilere göre Kur'ân'ın bazı âyetleri bazılarından büyüktür. Örneğin Ya'sin suresi Kur'an-i Kerim’in kalbidir, vb.
   Matüridilere göre ise, böyle bir göreceli büyüklük olamaz. Allah'ın tüm ayetleri aynıdır.
 16. Allah'ın Âhirette Görülmesi (Rü'yetullah): Matüridi’ye göre Cennet’te Allah-ü Teala’nın görülmesi nakli delillerle caiz olmakla beraber, Akıl bunu ispatlamaktan acizdir. Bu nedenle Müminler, âhirette, cennete girdikten sonra Allah'ı görmeyeceklerini ileri sürmüşlerdir.
 Eş’ariye’ye göre ise, Müminler, âhirette, cennete girdikten sonra Allah'ı göreceklerdir. Bu görmenin mahiyeti hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak bilginler Allah'ı görme olayında, bu dünyada varlıkların görülmesi için zorunlu olan şartların gerekmediğini ileri sürmüşlerdir.
 17. Allah'ın nefsî kelâmı işitilebilir mi?: Maturidilere göre Allah’ın nefsi kelamı işitilemez. İşitilen nefsî kelâmın varlığını gösteren lafzî kelâm yani Kur'an'ın harf ve sesleridir.
 Eş'arîlere göre nefsi kelam işitilebilir. Çünkü var olan bir şeyin işitilmesi de mümkündür.
  Kur'an'da Allah'ın konuşma niteliğine sahip olduğunu gösteren çok sayıda âyet vardır.
 "Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmaya gelip de Rabb'i onunla konuşunca... " (A'raf, 7/143),
 "Kıyamet günü Allah ne onlarla konuşacak ve ne de onları temizleyecektir." (Bakara, 2/174)
  18. Allah Teala'dan yapmış olduğu işlerin sebebi sorulur mu?:  Eş'arîler, Allah Teala’nın yapmış olduğu işlerin sebebi sorulmaz. Çünkü Allah Teala Kur'an-ı Kerîm'inde; «Allah, yaptıklarından dolayı sorumlu tutulamaz» (Enbiya/23) buyurmaktadır, derler.
  Mutezile,  «Allah Teala, yaptığı şeyleri bir kısım maksat ve gayelerle yapar. Çünkü O, hikmet sahibidir. O'ndan, gelişigüzel bir iş meydana gelmez. Bilakis, her şeyi bir plana bağlamıştır.» derler. Ve bundan şu neticeye varırlar: Allah Teala’nın, iki şeyden, iyisini ve iki iyi şeyden daha iyi olanını yapması kendi üzerine gereklidir. Çünkü varlıkların, kendiliklerinden iyi veya kötü olmaları ve Allah Teala’nın hikmetsiz hiçbir şey yaratmaması şunu gerektirir: Allah Teala’nın, iyi olmayan bir şeyi emretmesi, veya iyi olan bir şeyi yasaklaması, imkânsızdır. O halde, Allah Teala’nın, iki şeyden iyi olanını yapması ve iyi olan iki şeyden daha iyi olanını yapması, onun üzerine vaciptir.
   Matürîdî'nin, her iki guruba, muhalefet eden bir görüşte olduğu görülür. Matüridi, Allah Teala’nın, boş davranışlardan uzak olduğunu ve yaptığı işlerin bir hikmete dayandığını, çünkü Allah Teala’nın, kendi kendini sıfatlandırdığı gibi hikmet sahibi ve her şeyi bilen bir zat olduğunu söyler.
   Matüridi şöyle der: «Allah Teala koymuş olduğu hükümlerde ve yapmış olduğu işlerde bu hikmetini murad eder. Fakat, Allah Teala bu hikmetini dilerken, buna mecbur edilmiş değildir. Çünkü O, mutlak bir iradeye sahiptir. Dilediğini yapandır. Bunun için, Allah Teala'nın, iyi olan bir şeyi veya daha iyi olan bir şeyi yapmasının, onun için gerekli olduğu söylenilemez. Çünkü bir şeyin yapılmasının gerekli oluşu, serbest iradeyi ortadan kaldırır. Başkasının, Allah Teala'nın üzerinde bir hakkı olduğunu icab ettirir. Halbuki, Allah Teala bütün yaratıkların üstündedir. Yaptıklarından hesaba çekilemez. O'nun üzerine, bir şeyin vacip olduğunu söylemek, O'nun hesaba çekilebileceğini gerektirir. Allah Teala bundan çok uzaktır, çok yücedir.
 19. Allah rüya’da görülebilir mi?: İmamı Azam Ebu Hanife'nin rüyada Allah'ın görülebileceği, İmam Maturidi Hazretlerinin de görülemeyeceği şeklinde izahatı vardır. Peygamber Efendimizin (asm) de Allah Teala'yı rüyasında gördüğü hadislerde belirtilmektedir. (Akaid, Ömer Nesefi; Taftâzânî,Şerhu'l-Akaid, s, 134)
  İnsanların rüyasında Allah’ı görmesini ise Eş’ariler ve diğer Ehl-i Sünnet mensupları (Hanefi mezhebinden olanlar da) kabul etmişler, bunun olabileceğini yalnızca Allah’ı nasıllıktan, mekandan ve cihetten uzak olarak görmek gerekeceğini ileri sürmüşlerdir. Bunun dışında Allah’ın rüyada görülmesine bir engel bulunmamaktadır. (Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 110; Harputî, Tenkihu’l-Kelâm, s. 227; Giridî, Nakdü’l-Kelâm, s.142)
  Akaid ile ilgili sorular:
  Soru: "Allah göklerdedir" demek caiz midir?
 Cevap: Cenabı Allah ezeli olduğu ve mücessem olmadığı için, hadis olan gökte olması mümkün değildir. Cenabı Allah mekan ve yönden münezzehtir. Mekan ve yön olmadan O var idi.
  Bunun için mekan ve yön şaibesini veren ayet ve hadisleri te'vil etmek gerekir.
 Allah'a mekan ve yön ispat eden kimsenin kafir olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Alimlerin çoğu kafir olmadığına hükmediyorlar. Çünkü, mesela, "er-Rahmanü alelarş i's -teva" gibi ayetlerin zahiri, bu manayı ifade ediyor. Hatta Said, İbnü'l Müs yyeb ve Süfyan gibi zevat ar da "te'vil etmeden bu tip ayet ve hadislere İman etmek gerekir" diyorlar. (Halil Günenç- Fetvalar-4)
  Soru: Bir kimse "Allah her yerdedir veya her yerde hazır ve nazırdır" derse ne lazım gelir?
  Cevap: Bir kimse "Allah her yerdedir veya her yerde hazır ve nazırdır" derse; şayet Cenabı Allah'ın zatıyla her yerde mevcut olduğuna inanarak söylerse kafir olur. Çünkü Cenabı Allah mekandan münezzehtir. Ne yerdedir, ne göktedir. Yer v e gök olmadan evvel de o var idi. Ama ilim v e kudretiyle her yerde mevcut olduğunu kast ederek bu sözü söylerse kafir olmaz. Yalnız bu sözü söylememeye dikkat etmek lazımdır. Maalesef avam tabaka "Allah her yerde hazır ve nazırdır" sözünü çok söylemektedir. Bunun yerine "Allah her şeyi bilir" demek gerekir. (Halil Günenç- Fetvalar-5)