İHTİLAFLI
KONULAR ibadetler
ORUÇ
ORUCUN KEFFARETİ
Oruç
kefaretine dayanak gösterilen olay:
Peygamberimiz
zamanında cereyan eden ve oruç kefâretinin gerekçesi Ebu hureyreden nakledilen
olay şudur:
Bir adam
"Mahvoldum" diyerek Peygamberimiz'e gelmiş ve ramazanın gündüzünde
eşiyle cinsel ilişkide bulunduğunu söylemiş, bunun üzerine Peygamberimiz;
- Köle
âzat etme imkânın var mı?
- Hayır,
yok.
- Peş
peşe iki ay oruç tutabilir misin?
- Hayır.
Bu iş de zaten sabredemediğim için başıma geldi.
- Altmış
fakiri doyuracak malî imkânın var mı ?
- Hayır.
Bu sırada
Peygamberimiz'e bir sepet hurma getirildi. Peygamber bu hurmayı adama vererek
yoksullara dağıtmasını söyledi. Adam "Bizden daha muhtaç kimse mi
var?" deyince Peygamberimiz gülümseyerek "Al git, bunları ailene
yedir" diyerek adamı gönderdi (Buhârî, “Savm”, 30; Müslim, “Sıyâm”, 81;
Ebû Dâvûd, “Savm”, 37).
Yukarıdaki
olaydan yola çıkarak oruç keffareti konusunda üç türlü görüş vardır:
a) İmam
Ebu Hanife ve İmam Malik'in başını çektiği görüş:
Ramazan'da kasten yiyip içene, ihlal ettiği gün artı 60 gün keffaret orucu
tutmayı yükler. Bu iki imam içtihadlarına delil olarak Ebu Hüreyre'den
nakledilen bu hadisi getirirler (Buhari Savm 30, Hibe 13, Keffarat 2–4; Müslim,
Sıyam 81, h.n. 154).
b) İmam
Şafii ve İbn Hanbelî’n görüşleri: Ramazan'da
kasten yiyip içene keffaret gerekmez gününe gün tutarlar , hadis Ramazan'da
kesten cinsel münasebetle orucunu bozan bir sahabiden söz etmektedir. Yeme
içmeden değil. Sadece cinsel münasebetle orucu bozana 60 gün keffaret
gerekir.(şafilerde kazaya kalan her oruç için bir günlük fakir doyurularak
fidye de ödenir.
Şafii
mezhebine göre kaza orucu tutanların her gün için birer müd fidye vermesi
gerekir. Bir müd yaklaşık 675 gram kadar buğday, arpa, pirinç gibi halkın
yaygın olarak yediği şeylerdir.
Şafiilere
göre üzerinde kaza olan kimse ikinci ramazan gelinceye kadar orucunu kaza
etmezse ramazandan sonra kaza etmesi gerektiğinden her gün için bir müd,
üzerinden iki ramazan geçerse her gün için ikişer müd, üç ramazan geçerse her
gün için üçer müd fidye vermesi gerekir. Böylece üzerinden ne kadar sene
geçerse güne gün kaza etmekle beraber tehir ettiği sene kadar fidye vermesi
gerekir. Mesela kazaya kalmış bir günlük orucun yirmi sene sonra kaza
edileceğini farz edersek kaza sahibi bir gün oruç tutar ve yirmi müd de fidye
vermekle mükellef olur. )
(Fidyenin
delili aşağıdaki ayet olarak alınmıştır: Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim
hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla
birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o
kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha
hayırlıdır. Bakara 184)
c) Bu
hadisin zıhar keffaretiyle ilgili olduğu görüşü ki: Bu
durumda her ikisi için de keffaret gerekmez. Nasıl ki bir mümin namazı kasten
terk ettiğinde keffaret gerekmeyip kaza ediyorsa, o da kaza eder. Tabi ki tevbe
de eder. Zira kasten farzı terk etmek haramdır ve günahtır. Bu çağımız
müçtehidlerinden Tabiin âlimlerinden bir bölüm ve çağımız müçtehidlerinden Musa
Carullah'ın ve ona katılanların görüşüdür.
İÇTİHADIN
USUL AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Bu
ictihad bizzat Hanefi ve maliki usullerine göre problemlidir. Zira bu
mezheplerde keffaret ve hudud alanlarında kıyasla hükmü genişletmek caiz
değildir. Ama burada hüküm kıyasla genişletilmiş, cinsel münasebetle ilgili bir
yasağa kasten yeme içme de dâhil edilmiştir.
DELİLİN
KUR'AN'A ARZI:
Bu hadisi
Kur'an'a arz ettiğimizde, ilişki kurabileceğimiz Mücadile suresinin 2–4.
ayetleri olduğunu görürüz. Hadisteki keffaret kısmı aynen bu ayetlerde de yer
alır. Fakat bu ayetler doğrudan kasten orucu bozmayla ilgili değil Zıhar yapan
bir adamın (karısını "sen bana anam gibisin" diyerek boşayan) bu
yemininden dönüş keffaretidir. Biz hadisin zıharla ilgisi olup olmayacağını
araştırırken, aynı hadisin Ahmed b. Hanbelî’n naklettiği versiyonunda olayın
arka planını da bulmaktayız. Sebeb-i vüruduyla nakledilen hadisten öğreniyoruz
ki, aslında bu hadis zıhar yapan Seleme b. Sahrul-Ensari ile ilgilidir.
NETİCE: Delilin
değerlendirilmesi neticesinde üçüncü görüş isabetli görünmektedir. Zira delil
bunu desteklemektedir.
ORUÇ
TUTMAMANIN CEZASI
Hukukçuların
ittifakına (icmâına) göre öldürülmezler. Ramazan boyunca yeme ve içmeden
alıkonulur, hapsedilir. Ta'zir cezası uygulanır. Oruç tutacağını söylerse
hapisten çıkarılır, kendi vicdanına havale edilir. Yediğine rastlanırsa ta'zir
cezası verilir.
ORUÇ KAÇ GÜN?
“ Ey
İnananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten
sakınasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı.” BAKARA 183
Resulullah
Mekke’de ve Medine’ye geldiği yılda Aşure gününde ve her ayın üç gününde oruç
tutuyordu. Medine’de aşura orucunu emretti.Bir yıl sonra Allah teala Ramazan
ayında oruç tutmanın farz olduğunu bildiren Ayeti indirince Resulullah: “Bu
(gün) Allah’ın günlerinden bir gündür. Dileyen o gün oruç tutar, dileyen
tutmaz.” dedi.
Sayılı
günlerden maksat. Ramazan günleridir. Daha önce oruç tutulan her ayın üç günü
veya aşura günü değildir. Zira bu günlerde oruç tutmak sünnetti. Âyet ise farz
olan orucu bildirmektedir. Ramazan ayı dışında herhangi bir orucun farz
kılınıp sonra da nesh edikliğine dair herhangi bir delil yoktur.
İlk
oruçlar sadece bir kez yatsıda yenilerek tutuluyordu ve her türlü cinsel ilişki
yapılmadan tutuluyordu.
Daha
sonra Bakara 187 ile orucun şekli ve biçimi düzenlenmiştir:
Oruç
gecelerinde kadınlarınızla cinsel ilişkide bulunmanız size helal kılındı. Onlar
sizin (sırlarınızı gizleyen) örtüleriniz, siz de onların örtülerisiniz. ALLAH,
kendinizi kandırıp durduğunuzu bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı.
Artık ALLAH'ın sizin için belirlediğini dileyerek onlarla cinsel ilişkide
bulunabilirsiniz. Şafağın beyaz ve siyah ipliğini birbirinden ayırdedinceye
kadar yeyin, için. Sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlere kapanmış
durumdayken onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Bunlar ALLAH'ın koyduğu
sınırlardır; onları çiğnemeyin. ALLAH korunmaları için ayetlerini halka böyle
açıklar. (2 Bakara Suresi – 187)
YOLCULUKTA
YEMEK Mİ ORUÇ TUTMAK MI DAHA FAZİLETLİDİR?
İmamı
Azam (ra), İmam Şafiî (ra) ve İmam Malik (ra)´e göre yolculukta
rahatlıkla tutabilen kimse için. orucunu tutmak daha faziletlidir. Çünkü Allah
(cc) «Oruç tutmanız sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye varme-nlzden)
hayırlıdır, bilirseniz» buyurmuştur.
Seferde
ise rahatlıkla tutamayan kimse için, orucunu açmak daha faziletlidir. Zira
Cenab-t Hakkın, «...Allah size kolaylık diler, güçlük çıkarmaz» buyruğu, bunu
teyid etmektedir.
İmam
Ahmed bin Hanbel (ra)e göre ise, ruhsat
buyruğuna dayanarak yolculukta oruç açmak daha faziletlidir. Zira Cenab-ı Hak,
azimetlerin yapılmasını nasıl isterse, verdiği ruhsatlarında yapılmasını öyle
sever ve İster.
KAZAYA KALAN
ORUÇ PEŞ PEŞE Mİ ARALIKLI MI TUTULMALIDIR?
Cumhur
(Ebu Hanife, Şafiî, Maliki. Hanbeli ve diğer ehl-i sünnet alimlere) göre bir
kimse için kazaya kalan Ramazan orucunu, başka bir zamanda dilediği şekilde
aralıklı veya aralıksız tutmak caizdir.
Hz. Ali
(ra), İbn-i Ömer (ra) ve Şa´bi´ye (ra) göre, Ramazan
orucunu kazaya bırakan hasta ve misafirin daha sonra aralıksız olarak kaza
fiilimsi (arzdır. Çünkü orucu kaza etmek, onu tutmanın benzeridir. Ramazan
orucunu aralıksız tutmak nasıl farz ise, bilahare kaza da ara vermeden öylece
farzdır.
RAMAZAN ORUCU
TUTAMAYAN HAMİLE VEYA EMZİKLİ KADIN NE YAPMALI?
İmam-ı
Azam Ebu Hanife (ra)´ye göre yalnız
kaza etmeleri gerekir.
DELİL:
1. Hamile ile emzikli kadın, hasta gibidir. Hasan-ı Basri (ra) şöyle der: «Hangi hastalık, hamilelikten daha ağırdır Hamile veya emzikli kadın, orucunu tutamadığı takdirde açar, bilahere yalnız kaza eder.» O´nun yalnız kaza eder» sözünden anlaşılan, sadece kaza etmeleridir.
2. Çok yaşlı erkeğin orucunu kaza etmesi farz değildir. Çünkü, yaşlılığından ötürü oruç ondan sakıt olur. Yalnız fidye vermesi gerekir. Onun gelecekte orucunu kaza edebileceği günü olmayabilir. Halbuki hamile ve emzikli kadının özürleri geçicidir. Onlara orucu kaza etmek, farzdır. «Onların hem orucu kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri farzdır» dediğimiz takdirde, orucu hem kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri gerekir, ikisinin birarada yapılması ise caiz değildir. Kaza etmek, orucun karşılığı olduğu gibi fidye vermekte karşılıktır. Yapılması gereken, orucun ya kaza edilmesi veya fidye verilmesidir.
1. Hamile ile emzikli kadın, hasta gibidir. Hasan-ı Basri (ra) şöyle der: «Hangi hastalık, hamilelikten daha ağırdır Hamile veya emzikli kadın, orucunu tutamadığı takdirde açar, bilahere yalnız kaza eder.» O´nun yalnız kaza eder» sözünden anlaşılan, sadece kaza etmeleridir.
2. Çok yaşlı erkeğin orucunu kaza etmesi farz değildir. Çünkü, yaşlılığından ötürü oruç ondan sakıt olur. Yalnız fidye vermesi gerekir. Onun gelecekte orucunu kaza edebileceği günü olmayabilir. Halbuki hamile ve emzikli kadının özürleri geçicidir. Onlara orucu kaza etmek, farzdır. «Onların hem orucu kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri farzdır» dediğimiz takdirde, orucu hem kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri gerekir, ikisinin birarada yapılması ise caiz değildir. Kaza etmek, orucun karşılığı olduğu gibi fidye vermekte karşılıktır. Yapılması gereken, orucun ya kaza edilmesi veya fidye verilmesidir.
İmam Şafiî
(ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´e göre ise, hem kaza
eder, hem de fidye verirler.
DELİL:
Hamile
ile emzikli kadın, «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyumu fidye
(lazımdır)...» âyetinin zahirine dahildir. Çünkü âyet çok yuşlı erkek ve kadını
kapsadığı gibi orucunu zahmetle tutan her kişiye de şamildir. Öyleyse hamile
ve emzikli kadınların, tutamadıkları günler İçin. oruçlarını hem kaza
etmeleri, hem de çok yaşlı erkek ve kadınlar gibi fidye vermeleri vacibdir.
RAMAZAN AYI
HİLALİ SADECE BİR YERDE GÖRÜNÜRSE TÜM ÜLKE İÇİN GEÇERLİ MİDİR?
Hanefi,
Maliki ve Hanbeli´lere göre, ülkelerin
doğuş yerlerinin farklı oluşuna itibar edilmez. Bir ülke halkından bir veya
daha çok insan Ro mazan ayı hilalini görür ve haber bütün ülkelere ulaşırsa,
hepsinin oruç tutması farzdır. Çünkü Resulullah (sav)´ın, «Ramazan hilalini
gördüfllı nüz zaman oruç tutunuz. Şevval ayı hilalini gördüğünüz zaman do
bayram ediniz» buyruğu, ümmetine umumi bir hitaptır. Bir müslümanın dünyanın
neresinde olursa olsun Ramazan ayı hilalini görmesi, tüm ümmetin görmesi
gibidir.
İmam
Şafii (ra)´ye göre ise, Ramazan ayı hilalini her şehir halkının
ayrı ayrı görmesi lazımdır. Bir şehir halkının Ramazan hilalini görmesi, di ger
şehir halklarına teşmil edilemez.
HATA İLE
ORUCUNU BOZAN KİŞİNİN HÜKMÜ?
Cumhur
(Honefi. Maliki. Şafii ve Hanbeli imamlarına göre «güneş
battı» zannıyla orucunu açan kimse ile. «şafak atmamıştır» zannıyla sahur
yemeği yiyen kimsenin orucu sahih değildir. Çünkü oruç tutan kimseden İstenen,
fecr-i sadık ile güneşin batışını tesbit etmesidir. Allah (cc)´ın; «(Bütün
gece) Fecr(i sadık) olan ak İplik, kara iplikten size seçilinceye ye-yln, için,
sonra da geceye kadar orucu tamamlayın» buyruğunda, «güneş batıncaya kadar,
orucunuzu tamamlayın» beyanı vardır. Bu emre aykırı hareket, orucun kaza
edilmesini icabettirir.
Zahirî´ler
ve Hasan-ı Basrî (ra)´ye göre ise, «güneş
battı» zannıyla orucunu açan kimse ile «şafak atmamıştır» zannıyla sahur yemeği
yiyen kimsenin orucunu kaza etmesi gerekmez. Çünkü, «...Hata ettikleriniz de İse
üstünüze bir vebal yoktur...» (Ahzâb: 5) âyeti ve «Ümmetimin hata, unutma ve
zorla yaptıkları şeylerin sorumluluğu yoktur» hadisi, buna delâlet eder. Hata
yaparak orucunu bozan kimse, unutarak orucunu bozan kimse gibidir. Her ikisine
de oruçlarını kaza etmeleri gerekmez.
NAFİLE
TUTULAN ORUÇ BOZULURSA KAZA YAPILMALI MI?
Hanefi
mezhebine göre nafile oruç tutan kimse, orucunu bozarsa dana sonra
kaza etmesi farzdır. Çünkü nafile oruç tutmaya niyet etmekle, tutacağı günü
kendisine borç edinmiştir. Orucunu bozmakla, daha önce yaptığı niyete muhalefet
ettiğinden, o günü kaza etmesi lazımdır.
Şafiî ve
Hanbeli mezheblerine göre ise, nafile oruç tutan kimse, orucunu
bozduğu takdirde, kaza etmesi farz değildir. Çünkü nafile oruç tutan kimse,
orucunu bozup bozmamakta serbesttir.
Maliki
mezhebine göre de, nafile oruç tutan kimse, orucunu bizzat kendi
isteğiyle bozarsa, kaza etmesi farzdır. Eğer kendi rızasının dışındaki
sebeplerden orucunu bozarsa, kaza etmesi farz değildir.
NAFİLE
İBADETE BAŞLANDIKTAN SONRA TERK EDİLİRSE
İmam
Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre, başlanılan
nafile İbadetler tamamlanmadan terkedilebilir. Yalnız bu nafile ibadet Hac ise
terki caiz değildir, bunun tamamlanması farzdır. Başlanılan İbadet namaz ve
oruç ise tamamlanması farz değil müstahabtır.
İmam Ebu
Hanlfe (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre,
başlanılan nafile ibadet yarıda bırakılamaz. Şayet yarıda bırakılırsa bu nafile
İbadetin kaza edilmesi vactbtir.
İTİKAF KAÇ
GÜN OLMALI ?
1.
Hanefilere göre, i´tikâfın süresi, en az 1 gün, 1 gece olmalıdır.
2. İmam
Malik (ra)´den rivayet edilen bir görüşe göre ise, i´tlkâfın en az süresi 10
gündür.
3. Şafii
(ra)´ye göre de, i´tikâfta süre bir andır. Süre hususunda sınır yoktur
BAŞLANMIŞ
NAFİLE ORUÇ BOZULURSA NE YAPMALI?
Hanefîler'e
göre bunun kazâ edilmesi vâciptir.
Mâlikîler
ise kasden bozulursa kazânın farz olduğunu söylemişlerdir.
DELİL:
Aişe
radıyallâhu anhâ demiştir ki: “Biz oruçlu iken Hafsa ile bana bir hediye
getirildi. Biz de orucumuzu bozduk, sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem odaya girdi. Kendisine: “Ya Rasûlallah! Bize bir hediye getirildi, onu
canımız çekti ve orucumuzu bozduk”, dedik. O da “Size günah yok (ancak) onun
yerine başka bir gün oruç tutunuz” buyurdu. (Tirmizi, Sıyâm, 36; Ebu Davud,
Savm, 73)
Şâfiî'ye
(ve Mâlik'ten başka bir rivayete göre ise,) nâfile
orucun kazâsı gerekmez.
Hanbeli
ye göre kazası gerekmez.
ORUCUN KAZASI
NE ZAMAN YAPILMALI?
HANEFİ: Ramazan
orucunun kazası istenilen mubah günlerde tutabilir.
Şâfiî'ye
göre kazâya kalan oruc aynı yıl içerisinde kazâ edilmesi
gerekir.
ŞABAN AYININ
İKİNCİ YARISINDA ORUÇ TUTMAK
TUTULUR:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz yılın hiçbir ayını tam olarak oruç tutmazdı; ancak Şaban
ayını tam olarak tutar ve onu Ramazan'a ulaştırıp (bağlardı).( Ahmed: 5/201,
6/54,95, Ebû Dâvud, savm: 57, Nesâi, siyam: 35, Buhari, savm: 53, Müslim,
siyam: 35, 70, müsafirîn: 139, 141, Tirmizî, savm: 56.)
Tahavî'nin,
Enes b. Malik vasıtasıyla Rasulullah'dan (asm) rivayet ettiği “Ramazandan
sonraki en efdal oruç, Şaban orucudur”
TUTULMAZ:
Bazı
âlimlerce mekruh kabul edildiği gibi,
Şâfiî mezhebine göre haram sayılmıştır.
Şâfiî mezhebine göre haram sayılmıştır.
Delil:
Ebû
Hüreyre radýyallahu anh'den rivayet edildiðine göre Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Sizden
biriniz bir-iki gün öncesinden oruç tutarak ramazanı karşılamaya kalkmasın.
Ancak belli günlerde oruç tutmayı âdet edinmiş olan kimse, o gün orucunu
tutsun."
Buhârî, Savm 5, 14; Müslim, Sıyâm 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 7, 11; Tirmizî, Savm 2, 4, 38; Nesâî, Sıyâm 13, 31, 32, 38; ibni Mâce, Sıyâm 5 İbni Abbastan “Bir iki günle Ramazan orucunun önüne geçmeyiniz” (Tirmizî, Savm 5 . Ayrýca bk. Nesâî, Sýyâm 13)
Buhârî, Savm 5, 14; Müslim, Sıyâm 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 7, 11; Tirmizî, Savm 2, 4, 38; Nesâî, Sıyâm 13, 31, 32, 38; ibni Mâce, Sıyâm 5 İbni Abbastan “Bir iki günle Ramazan orucunun önüne geçmeyiniz” (Tirmizî, Savm 5 . Ayrýca bk. Nesâî, Sýyâm 13)
SADECE CUMA
GÜNLERİ ORUÇ TUTMAK
Hanefi ve
Maliki’de caiz,
Şafii ve
Hanbeli’de mekruhtur. İmam-ı Ebu Yusuf da mekruh dedi.
ORUÇ İÇİN
HİLALİN BİR YERDEN GÖRÜNMESİ HER YER İÇİN GEÇERLİ OLUR MU?(ihtilâf-ı metâlie )
Şâfiîler,
ihtilâf-ı metâlie itibar edileceğini, dolayısıyla bir
yerde görülen hilâlin oraya uzak yerler için geçerli olmayacağını
söylemişlerdir. Onlar ihtilâf-ı metâliin oruca başlamada dikkate alınmasını,
güneşin hareketlerinin namaz vakitlerinin belirlemesinde dikkate alınmasına
benzetmişlerdir:Yani oruca başlamak için bulunulan yerden ayın görünmesi
gerekir.Yakın bölgelerde görülen hilale uyulur.Uzak bölgeler için geçerli
olmaz.
Hanefi
mezhebine göre; hilal dünyanın neresinde görülürse görülsün bir gün
sonrası kameri ayın başlangıcı kabul edilir.
ORUCA NE
ZAMAN NİYET EDİLİR?
Hanefîler'e
göre ramazan orucu, nâfile oruçlar ve vakti belirtilmiş
adak (nezr-i muayyen) oruçlarının niyet etme vakti gün batımından başlayıp
ertesi günün kuşluk vaktine hatta öğle namazı vaktinin girmesinden az önceki
vakte kadar devam eder.(Yaklaşık bir saat kalana kadar) Öğle vakti
girdikten sonra artık hiçbir oruca niyet edilemez.
Zevalden
önce nâfile oruca niyet etmenin câizliğini gösteren hadisler bulunmaktadır.
Bunlardan birinde, Peygamberimiz’in bir gün Âişe vâlidemize öğle yemeği
hazırlayıp hazırlamadığını sorduğu, Hz. Âişe'nin yiyecek bir şey olmadığını
söylemesi üzerine Peygamberimiz’in o gün oruç tuttuğu rivayet edilir.
Mâlikîler'e
göre niyetin geçerli olması için güneşin batmasından
itibaren gecenin son kısmına kadar veya fecrin doğması ile birlikte yapılması
gerekir.(İmsak vaktine kadar) Çünkü sabahleyin, yani oruç
ibadetinin başlama vaktinde niyet edilmeyince o günün oruçlu geçirilmeyeceği
belirli hale gelmiş olur.
Şâfiîler'e
göre ise ramazan orucu, kazâ orucu ve adak orucuna geceden
niyetlenmek şarttır.(İmsak vaktine kadar). Fakat nâfile oruca zevalden
önceye kadar niyetlenmek câizdir.
Hanbeli: İmsak
vaktine kadar.
ORUÇ İÇİN HER
GÜN NİYYET GEREKİR Mİ?
Fakihlerin
çoğunluğuna göre ramazanın her günü için ayrı ayrı niyet edilmesi
şarttır. Çünkü her bir günün orucu kendi başına bir ibadet olup, öteki günlerde
tutulan veya tutulacak olan oruçla ilişkisi yoktur; dolayısıyla bir günün orucu
bozulduğu zaman sadece o günün orucu bozulmuş olur, öteki günlerin orucu bundan
etkilenmez.(Her gün için ayrı niyyet)
Mâlikîler'e
göre ise, ara vermeksizin peş peşe tutulması gereken oruçlarda
en başta yapılacak tek niyet yeterlidir. Zıhâr, katl kefâreti ve ramazan
orucunun kefâretinde olduğu gibi ramazan orucunda da tek niyet yeterlidir.
Tek bir
niyetin yeterli olduğu oruçlarda her gece niyetlenmek ise menduptur.
Mâlikîler'in bu konudaki gerekçesi ilgili âyette geçen "Sizden her kim
ramazan ayına yetişirse onu oruçlu geçirsin" ifadesidir. Ay, tek bir
zamana verilen isimdir, dolayısıyla ay süresince oruç tutmak bütün bir ibadet
hükmünde olup namaz ve hacca benzer, tek bir niyet ile eda edilebilir.
HATA İLE BİR
ŞEY YEME ORUCU BOZAR MI?( Unutarak değil!)
Meselâ;
bir kimse oruçlu olduğunun farkında olduğu halde kasıtsız olarak yanlışlıkla
bir şey yese veya içse, diyelim ki abdest alırken ağzına aldığı sudan yutsa
veya denizde yüzerken su yutsa ;
Hanefilere
göre: orucu bozulur ve kazâ lâzım gelir.
Şâfiîler orucu
bozma kastı bulunmadığı için yanlışlıkla bir şey yiyip içmenin orucu
bozmayacağını söylerken,
Mâlikîler
orucun anlamının (imsak) ortadan kalkmış olduğu
gerekçesiyle, ister unutma isterse yanlışlık sonucu olsun, bir şey yiyip
içmekle orucun bozulacağını söylemişlerdir.
ORUÇ BORCU
İLERİKİ YILLARA ERTELENİRSE NE OLUR?
Hanefilerin
dışındaki âlimlerin cumhuruna göre, geçen
Ramazandan borcu olduğu halde, yeni Ramazana ulaşan kimse, mevcut Ramazan
orucunu tuttuktan sonra, eskiden kalma orucunu kaza eder ve -ikinci Ramazana
kadar geciktirdiği için- kefaret/fidye de verir.
Hanefilere
göre, bu geciktirme mazeretsiz olsun olmasın, kefaret/fidye
vermez. (bk. el-Bedai’-şamile-, 4/281; V. Zuhaylî, 2/680)
Şafiilere
göre kişinin tutmadığı kaza borcu üzerinden kaç Ramazan
geçerse -kaza ile birlikte- geçen yılların sayısı kadar fidye vermesi gerekir.
(Nevevî, el-Mecmu, 6/364; el-Minhac/es-Siracu’l-Vahhac, 144-145; Zuhaylî,
a.g.e)
DELİL:
“Her kim,
geçen Ramazandan borcu varken, yeni Ramazana ulaşırsa, ondan (bu yeni) oruç
kabul olunmaz. Kim de, üzerinde Ramazan borcu olduğu halde -onu kaza etmediği
sürece- tuttuğu nafile oruçları da kabul olmaz." (Ahmed b. Hanbel, Müsned
2/352)
Caferi
Mezhebine göre, Ramazan orucunun kazasını, ertesi Ramazan’a kadar
geciktirmek caiz değildir. Bütün Ramazan’da veya bazı günlerinde bir özür
sebebiyle oruç tutulmaz ve bu özür de gelecek Ramazan’a kadar sürerse, bu
sürekli bir hastalık olduğu takdirde kaza borcu düşer, her gün için buğday veya
arpadan 750 gr. (bir müdd) fidye ödenir. Özür, hastalık dışında birşey
-yolculuk vb.-olursa, kuvvetli olan sadece kaza gerekeceğidir. Ramazan’da oruç
tutmayısın sebebi hastalık, ertelemenin sebebi ise başka bir özürolursa veya
bunun tersi bir durum olursa da hüküm böyledir; ama özür özellikle yolculuk olduğunda,
hem kaza ederek, hem de fidye ödeyerek ihtiyatı terketmemelidir. Ramazan ayını
özür dolayısıyla oruç tutmadan geçirir, bu özür sürmezse ve başka bir özür de
çıkmadan tembellik eder ertesi Ramazan’a kadar geciktirirse, her gün için bir
fidye ödemesi gerekir; Ramazan orucunu kasıtlı terkte ise, her güne iki fidye
ödenir.
ORUÇ
KEFFARETİNDE ÖNCELİK SIRASI VAR MI?
Kefareti
bulunan kimse önce gücü yetiyorsa ve varsa bir köleyi satın alıp hürriyetine
kavuşturmalıdır.
Buna gücü
yetmiyorsa veya (günümüzde olduğu gibi) hürriyetine kavuşturacak köle
bulamamışsa, peş peşe iki ay oruç tutmalıdır.
Buna da
güç yetiremiyorsa bu defa diğer bir çözüm yolu olarak, her bir güne bedel bir
yoksula sabah akşam doyurmak ölçüsünde yiyecek vermelidir. Yani toplam altmış
bir yoksula sabah akşam doyuracak şekilde karşılığını vermektir. Yani altmış
bir günlük fidye vermelidir.
Yukarıdaki sırayı gözetmek Hanefî, Hanbelî ve Şafiî mezheplerine göre vaciptir.
Malikî mezhebine göre ise kişi bunlardan dilediğini tercih etmekte serbesttir.
Yukarıdaki sırayı gözetmek Hanefî, Hanbelî ve Şafiî mezheplerine göre vaciptir.
Malikî mezhebine göre ise kişi bunlardan dilediğini tercih etmekte serbesttir.
ORUÇ VE NAMAZ
İÇİN İSKAT
Şafiî
Mezhebine göre, hasta olup ölene, oruç farz olmadığından onun adına
velisi fidye verir.
Delil:
[Nesai’deki]
hadis-i şerifte (Bir kimse, başkası yerine oruç tutamaz ve namaz kılamaz. Ama
onun orucu ve namazı için fakir doyurur) buyuruldu.) [s.356] Nimet-i İslam’daki
bu hadis-i şerif, Dürer’de de mevcuttur.
Ebu
Hanife’ye ve Mâlik’e göre, mükellefin gücü yeterse oruç tutar,
yetmezse fidye öder.
ORUÇ
KEFFARETİNE GÜCÜ YETMEYEN NE YAPAR?(60 FAKİRİ DOYURMA)
ÜÇ
MEZHEBE göre, imkân bulduğu veya zengin olduğu zaman ödeme yapar;
Hanbelî
Mezhebi ve Evza’i’ye göre, ödemenin yapılması gerekli zamanda imkân
bulunmazsa -ileride bulsa da-borç düşer.
ORUCU BOZAN
BOZMAYAN DURUMLAR
1.
ORUÇLUYKEN İĞNE VURULMAK
Oruçlunun
ağız, burun, kulak, penis deliği, vagina ve anüs gibi tabii menfezlerinden
vücudunun iç kısmına giren şeylerin orucunu bozacağı hususunda eski din
bilginleri arasında görüş birliği vardır. Ancak bu tabii menfezler dışında
vücutta açılan yapay menfezlerden içeri giren şeylerin orucu bozup bozmayacağı
hususunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Cilt altı, adale veya damardan
vurulan iğnelerle, vücutta açılan yapay menfezlerden içeriye ilâç enjekte
edilmektedir. Bu ilâçlar, tabii olmayan yapay menfezlerden içeriye enjekte
edildikleri için orucu bozup bozmayacakları hususunda ihtilâf edilmiştir.
a) Orucu
bozar diyenler ve delilleri:
Nereden
ve ne şekilde vurulursa vurulsun, zerkedilen ilâç ne olursa olsun, her türlü
iğnenin orucu bozduğunu savunanların başında imam Ebû Hanîfe, Süfyân-ı
Sevrî, Atâ, imam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gelmektedir.
İmam-ı
Azam'a göre ağız gibi fıtrı bir menfezden mideye bir şey
almak orucu bozduğu gibi vücudun herhangi bir yerini delmek ve yırtmak
suretiyle fıtrı olmayan bir menfezden ona bir şey sokmak veya zerk etmek de
orucu bozar. Ebu Hanife'ye göre, başta bulunan yaraya konulan ilacın beyne
ulaşması, karındaki yaraya konulan ilacın içeriye ulaşması orucu bozar. Buna
göre iğne yaptırmak Ebu Hanife'nin içtihadına göre orucu bozar ve kaza gerekir.
Ağrıyı kesmek veya zorunlu tedavi maksadıyla yapılan enjeksiyon da, İmam Azama
göre orucu bozar.
b) Orucu
bozmaz diyenler ve delilleri:
İmam
Muhammed, Ebû Yusuf, Hasen b. Salih ve Davud-i Zahirî, muasır âlimlerden Seyyid
Sabık, Mısır müftülerinden Şeyh Muhammed Bahit el-Mutii, sabık Ezher
şeyhlerinden Abdurrahman Tac gibi şahsiyetler ise iğnenin mutlak surette orucu
bozmayacağını ifade etmişlerdir. (Seyyid Sabık. Fıkhü's-Sünne, 1/424.)
Hayrettin
Karaman: Eskiden iğne vurmak diye bir şey olmadığı için bu
konuda âyet, hadis ve eski müctehid sözü yoktur. İnsan vücuduna veya kafasına
batan, böylece içeriye giren bir nesnenin orucu bozup bozmayacağı konusunda Ebû
Hanîfe "bozar" Ebû Yûsuf ve Muhammed "bozmaz" demişlerdir.
Bazı ilmihaller bu "bozar" görüşünü almışlar, onu da enjeksiyona
uygulamışlardır. Orucu yeme, içme ve cinsel ilişki bozar. İğne vurdurmak ne
yemedir, ne içmedir, ne de cinsel ilişkidir; bu sebeple orucu bozmaz.
TC
Diyanet: Bedene sokulan iğnenin muhtevasının gıda verip
vermediği şeklinde özetlenebilecek bir ayrım yapılmaktadır.Gıda içermiyorsa
bozmaz.
Ezher
fetva komisyonu kararı(1948)/Mısır: Tabii
delikler dışında vucuda giren bir şey orucu bozmaz.
Nevevi :
"Bir kimse baldırına bir bıçak sokar veya içine ilaç zerk ederse orucu
bozulmaz" diyor.
2.KAN
YUTMAK
Hanefi:
Dişlerin arasından çıkan kan boğaza gidecek olursa,
bakılır; eğer az olur da içeriye geçmezse orucu bozmaz. Çünkü bundan korunmak
mümkün değildir. Çok olmakla beraber, çoğunluğu tükürük teşkil ediyorsa, yine
bozmaz. Fakat çoğunluğu kan olur ve tadı duyulur bir halde ise veya
kanla tükürük eşit miktarda ise, yutulması halinde orucu bozar. (Ö. N.
Bilmen, B. İs. İlmihali, s.294).
Hanbeli: Orucu
bozan şeyler, insanın elinde olmazsa oruç bozulmaz.
3.UNUTARAK
YİYİP İÇMEK
Üç mezhep
:Unutarak yiyip içmek, üç mezhepte orucu bozmaz.
Maliki:
Bozar.
4.GÖZ
DAMLASI
Hanefi : Göze
damlatılan veya diş çukuruna konan ilacın tadı boğazda hissedilse bile orucu
bozmaz.Göz, menfez kabul edilmediği, aynen sağlam deri hükmünde olduğu
için, göze konan ilaç, sağlam deriye sürülen ilaç gibi çeşitli kanallarla
sindirim yoluna gitse de hiçbir mezhepte orucu bozmaz.
5.KULAK
BURUN DAMLASI
Hanefi : Kulağa
damlatılan ilaç, burna konan sıvı ilaç orucu bozar.Hanefi’de,
kulağa giren katı şey ve su orucu bozmaz. Fakat yağ ve
ilaç bozar. Yağ ve ilaç emilse de, emilmese de, sindirim yoluna gitse de,
gitmese de bozar.
Şafiî :Şafii’de,
kulak tabii menfezdir. Kulağa konan sıvı-katı her şey, mideye girmiş gibi orucu
bozar.
Kulağa
konan her şey orucu bozar. Burna konan sıvı ilaç da bozar.
6.DERİ
ÜZERİNE SÜRÜLEN İLAÇ MELHEM
Hanefi’de
ve Şafii’de, : Sağlam deriye sürülen ilaç, emilip içeriye nüfuz
etse de oruç bozulmuş olmaz. Mesela kalb hastalığında, göğüs üzerine nitroderm
ihtiva eden bir ilaç konur. Bu deriden içeriye emilir. Sağlam deriden içeri
girdiği için Hanefi’de de, Şafii’de de orucu bozmaz.
Fakat
boğaza,beyne ve mesaneye açılan yara yolu ile ilaç verilirse, Hanefi’de de,
Şafii’de de oruç bozulur.
7.İDRAR
YOLUNA PAMUK KOYMAK
Şafii’de: İdrar
yolu da tabii menfezdir. Buraya pamuk konsa bile orucu bozar.
Diğer
mezheplerde: Bozmaz.
8.DİŞLER
ARASINDA YEMEK KIRINTISI
Dişler
arasındaki yemek kırıntısını yutmak Hanefi’de orucu bozmaz,
Diğer üç
mezhepte: Bozar.
9.LAVMAN
Kabızlık vb
nedenlerle bağırsakları boşaltmak için anal yoldan verilen sıvının yaptığı
işleve denir.
Maliki’de orucu
bozmaz,
Diğer üç
mezhepte bozar.
10. KAN
VERMEK, KAN ALDIRMAK
Hanbeli’de
:Kan aldırmak orucu bozar,
Diğer üç
mezhepte: Bozmaz. Ancak ihtiyaç yok iken oruçlunun hacamat
yaptırması mekruhtur.
Peygamberimiz'in
(asm) oruçluyken kafasına hacamat yaptırdığı gibi, hac ihramındayken de hacamat
yaptırmıştır. Bu konuda Abdullah b. Abbas (r.a) şöyle rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v) ihramlıyken hacamat yaptırdı. Yine Efendimiz oruçluyken de hacamat
yaptırdı." (Tecrid-i Sarîh Tercemesi, 6/278.)
11.ABDEST
ALIRKEN BOĞAZA KAÇAN SU
Şafii
veHanbeli’de oruç bozulmaz.
Hanefi ve
Maliki’de bozulur.
12.MASTURBASYON
YAPMAK
Masturbasyonun
orucu bozduğu, fakat sadece kaza gerektiği, Hindiyye, Bahr ve Dürr-ül-muhtâr ve
diğer fıkıh kitaplarında yazılıdır. Bir Ramazanda iki defa masturbasyon yapana
kefaret de gerekir. Çünkü Ramazanın bir gününde, kaza gereken birşey yaparak
orucunu bozan kimse, başka gününde de bu şeyi kasıtla yine yaparsa, kefaret de
gerekir.
Sadece bakarak cünüp olunca oruç bozulmaz. El ile veya başka bir şeyle cünüp olmaya yardım edilmişse, o zaman kaza gerekir.
Sadece bakarak cünüp olunca oruç bozulmaz. El ile veya başka bir şeyle cünüp olmaya yardım edilmişse, o zaman kaza gerekir.
Gündüz
ihtilam olunca da oruç bozulmuş olmaz. Not:Caferi mezhebinde oruç bozulur hemde
kaza ve keffaret gerekir
13.HANIMI
İLE ÖPÜŞME OYNAŞMA
Caizdir
diyenler:
Hanefii,Hanbeli
: haram değildir orucu bozmaz .Ancak cünüp olmak
ihtimali varken öpmek mekruhtur.
Şafii : Öpmesiyle
şehveti harekete geçecek olan oruçlu kişinin öpmesi her ne kadar mekruh ise de
bununla orucu bozulmaz. Oruçlunun, eşini kucaklaması, çıplak tenle ona
sarılması, cinsel bir nesneyi veya olayı, şehvetle düşünerek ya da cinsel bir
nesneye şehvetle bakarak orgazm olması halinde mekruh bir şey yapmış olsa da
orucu bozulmaz.
Delil:
Ramazan
ayının gündüzünde) karı-kocadan her birinin diğeriyle oynaşıp şakalaşması
câizdir.Nitekim Âişe'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle
demiştir:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- oruçlu olduğu halde (eşini) öper ve eliyle (onun tenine) dokunurdu. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- sizin içinizde şehvetine en hâkim olanınızdı." (Buhârî; hadis no: 1927. Müslim; hadis no:1106)
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- oruçlu olduğu halde (eşini) öper ve eliyle (onun tenine) dokunurdu. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- sizin içinizde şehvetine en hâkim olanınızdı." (Buhârî; hadis no: 1927. Müslim; hadis no:1106)
Sevişmenin
orucu bozmayacağını söyleyenler ileriki aşamayı ikiye ayırmıştır:
a)Mezi
gelirse:
İmam
Şâfiî , İmam Ebû Hanife'nin,İbn-i Teymiyye :
Bir erkek hanımıyla oynaşıp şakalaştıktan sonra kendisinden mezi çıkarsa, orucu geçerlidir. Hanımı öpünce mezi gelirse üç mezhepte oruç bozulmaz,
Bir erkek hanımıyla oynaşıp şakalaştıktan sonra kendisinden mezi çıkarsa, orucu geçerlidir. Hanımı öpünce mezi gelirse üç mezhepte oruç bozulmaz,
Hanbeli:Bozulur
b) Meni
gelirse:
İmam
Nevevî :
"Bir
erkek, hanımını öperse veya fercinin dışında bir yerine penisiyle dokunursa
veyahut da eliyle bir kadının tenine dokunur da kendisinden meni çıkarsa, orucu
bozulur, meni çıkmazsa orucu bozulmaz.
Bu
hareketten sonra kendisinden meni gelirse, geri kalan günü oruç tutması
(orucuna devam etmesi) ve o günü kaza etmesi gerekir.İlim ehlinin büyük
çoğunluğuna göre kendisine keffâret gerekmez (.Abdulaziz b. Baz
Haramdır
diyenler:
Maliki :
Oruçlu iken hanımını öpmek haramdır.
Delil:
Nafi,
Abdullah İbn-i Ömer’in oruçluyu öpme ve mübaşeretten men ettiğini haber
vermiştir.(Muvatta)
Said
İbn-i Müseyyeb ve İbni Mesud gibi bazı
sahabeler öpenin orucunun bozulacağını ve orucunu gününe gün kaza etmesi
gerekeceğini belirtmişlerdir. Bazı alimler, şehveti harekete geçen yaşlı, genç
herkesin öpmesi haram demişlerdir.
Farklı
bir görüş:
Ebu
Hureyre “Resullah’a mübaşeretten soruldu yaşlı olana ruhsat verdi ama genç
olana ruhsat vermedi."(Ebu Davud, İbni Mace)
Not: İmam
Tahavi öpmenin orucu bozacağı hususunda 9 rivayet olduğunu, bozmayacağına dair
ise 40 a yakın rivayet olduğunu açıklamıştır.
14.HANIMI
İLE CİNSEL İLİŞKİ
Hanımı
ile beraber olana dört mezhepte de kefaret gerekir.Şafii ve Hanbeli’de kefaret
kocanın üzerine olur, Hanefi ve Maliki’de ikisine de kefaret gerekir.
Şafii’de
keffaret için gerekli şartlar;
1. Oruca
geceden niyet etmiş olmak. Eğer geceden niyet etmemiş ise orucu zaten sahih
olmaz. Ancak yine de o gün oruçlu gibi davranması gerekir.
2. Cinsel
ilişkiyi, oruçla ilgili hükmünü bilerek yapmış olmalıdır.
3. Cinsel
ilişkiyi kendi serbest iradesiyle yapmış olmalıdır.
4. Cinsel
ilişkiyi, oruçluya haram olduğunu bilerek yapmış olmalıdır. Unutarak veya
başkası tarafından zorlanarak ya da İslâm'a yeni girdiği için oruçluya haram
olduğunu bilmeyerek cinsel ilişkide bulunan kişiye ne kazâ, ne kefaret ne de
tazir gerekir.
5. Cinsel
ilişki ramazan gününde yapılmış olmalıdır. Ramazan ayı dışında nafile, adak,
kazâ veya kefaret orucu tutmakta olan bir kişi cinsel ilişkide bulunduğunda
orucu her ne kadar bozulursa da kendisine kefaret ve tazir gerekmez.
6. Oruç,
sadece cinsel ilişkide bulunarak bozulmuş olmalıdır. Meselâ oruçlu bir kişi
ramazan gününde önce yemek yiyip sonra cinsel ilişkide bulunursa kendisine
kefaret gerekmez. Yemek, içmek, mastürbasyon yapmak, kadının tenasül organı
dışında vücudunun diğer taraflarına sürtünüp sarınarak meni gelmesine yol açmak
gibi cinsel ilişki dışındaki sebeplerle kefaret gerekmez.
7. Bu
cinsel ilişkide bulunmakla kişi günaha girmiş olmalıdır. Cinsel ilişkide
bulunan çocuğa, ruhsattan yararlanma niyetiyle de olsa başka bir niyetle de
olsa seferî veya hasta olan oruçlunun, ramazan gününde cinsel ilişkide
bulunması halinde kendisine kefaret gerekmez. Oruçlu olduğunu unutarak cinsel
ilişkide bulunan kişiye hiçbir şey icap etmez.
8. Orucun
sahihliğine inanmış olmalıdır. Meselâ unutarak yemek yiyen bir kişi, orucunun
bozulduğunu zannederek bundan sonra bile bile cinsel ilişkide bulunursa,
kendisine kefaret gerekmez. Çünkü bu durumda o şahıs, oruçlu olmadığını
zannetmektedir. Her ne kadar orucu bozulmuş ve kaza etmesi gerekmekteyse de
kefaretle yükümlü olmaz.
9. Yanılmış
olmamalıdır. Cinsel ilişkide bulunurken gecenin devam ettiğini ve imsak
vaktinin henüz başlamadığını ya da akşama doğru böyle bir ilişkide bulunurken
güneş batmadığı halde battığını zanneden kişiye kefaret gerekmez.
10. Ramazan
gününde güneşin batmasından önce oruçluyken cinsel ilişkide bulunan kişi daha
sonra o gün delirmiş veya ölmüş olmamalıdır. O gün cinsel ilişkide bulunduktan
sonra deliren veya ölen kişiye kefaret gerekmez. Çünkü onda artık ibadet
ehliyeti kalmaz. Delirmenin veya ölümün vuku bulması, kefareti kesin olarak
ortadan kaldırır. Bu hallerin meydana gelişiyle o kişinin artık oruçlu olmadığı
ortaya çıkar. (Şirbînî, Mugnfl-Muhtâc, 2/180.)
11. Oruçlu
kişi, cinsel ilişkiyi kendi fiiliyle yapmış olmalıdır. Kendisi baştan
çıkarmaksızın karısı onun üzerine çıkıp zorla onunla cinsel ilişkiye girer ve
bu arada kendisinin döl suyu boşalırsa, kendisine kefaret gerekmez.
12. Oruçlu
kişi, penisinin sünnet kertiğine kadar olan kısmını veya ucu kesik penisin bu
miktardaki kısmını karısının tenasül organına girdirmiş olmalıdır. Bu
miktardaki bir kısmı girdirmeyen oruçluya kefaret gerekmez. Ama bunu yaptıktan
sonra da günün kalan kısmını oruçlu gibi geçirmesi gerekir.
13. Penis,
diri veya ölü bir erkek ya da kadının ön veya arka tenasül organına yahut bir
hayvanın üreme organına girdirilmiş olmalıdır.
14. Cinsel
ilişkiye giren oruçlu, pasif değil aktif durumda olmalıdır. Pasif durumda olan
değil, aktif durumda olan kişi kefaretle yükümlü olur. Kendisiyle cinsel
ilişkiye girilen oruçlu kadının sadece orucunu kaza etmesi gerekir.
AREFE GÜNÜ
ORUÇ TUTMAK:
Haçta
bulunmayanlara Kurban bayramının birgün öncesi olan Zilhicce’nin dokuzuncu günü
oruç tutmak menduptur.
Hacdakiler
İçin:
a) Hanefî
Mezhebine göre, hacca gidenlerin kendilerine bir zarar gelme endişesi
olursa, arefe ve terviye günleri oruç tutmaları mekruhtur; zarar gelmezse
müstehaptır.
b) Şafiî
Mezhebine göre, haçta bulunanlar, Mekke’de ikamet eder ve oradan
gündüzün Arafat’a çıkarlarsa, arefe günü oruç tutmaları caizdir. Misafir, yani
Mekke’de ikamet etmeyen hacılara oruç tutmak sünnettir.
c) Malikî
Mezhebine göre, hacılara terviye ve arefe günleri oruç tutmak mekruhtur.
d)
Hanbelî Mezhebine göre, vakfeyi gündüz yapmayıp gece yapan
hacıların, arefe günü oruç tutmaları menduptur. Fakat, gündüz vakfe yapanlara
oruç tutmak mekruhtur.
DELİLLER:
“Resulullah
Sallallâhu Aleyhi Vesellem Arefe günü Arafat’ta oruç tutmayı yasakladı.” (Ebu
Dâvud, Savm: 63)
Arafat’ta
Arefe günü insanlar Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin orucu hakkında
ihtilafa düştüler. Bazısı, “O oruçludur” dedi, bazısı da, “Hayır, oruçlu
değildir” dedi.Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Arafat’ta devesi üzerinde
vakfede iken ona bir bardak süt gönderdim de onu içti. Buhari,Hac:85;Müslim,
Sıyam: 110-111
“Arefe
günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın günahlarına keffaret
olacağına Allah’ın rahmetinden ümidim var.” (Tirmizî, Savm: 46; İbni Mâce,
Sıyâm: 40; Müslim, Sıyâm: 196)
ZEKAT
Altının
altınla, gümüşün gümüşle peşin ve eşit satılması, birinin diğeriyle satışında
da vadenin olmaması konusunda mezhepler arasında görüş birliği vardır.
Müslim’in
rivayet etmiş olduğu hadiste geçen altın ve gümüş dışındaki malların (buğday,
arpa, hurma, tuz), hem kapsamı hem de illeti hakkında ihtilaf edilmiştir.
Hanefîler, hadiste
geçen dört kısım mal ve ona kıyas edilen diğer mallarda illetin ölçü ve tartı
olduğunu, aynı cinslerin birbiriyle satışında eşitliğin şart olduğunu
söylemişlerdir.
Şafiîler
ise, bu dört maddenin illetinin yiyecek olduğunu, kıyasın
ölçülebilir veya tartılabilir olmaya göre değil, yiyecek olma özelliğine göre
yapılması gerektiğini belirtmişler, yiyecek cinsinden olanların satışında eğer
cins birliği varsa eşitliğin şart olduğunu, fazlalığın faiz olacağını
savunmuşlardır.
Malikîler
, Şafiîler gibi düşünmekle birlikte onlardan farklı
olarak, yiyecekleri saklanabilir olma özelliği ile sınırlandırmışlardır.
Hanbelî
mezhebinde hem Hanefî hem de Şafiî mezhebi doğrultusunda
görüşler ileri sürülmüştür.
Altın ve
gümüşün dışında kalan felslerde, başta Ebu Hanife ve Şafiî olmak üzere, faiz
tahakkuk etmeyeceği, aynı cins felsin bir biriyle fazlalıkla satılabileceği
görüşündedirler (Merğınanî, ts.: II, 86). Bu görüşte olanlar, hadislerde para
olarak sadece altın ve gümüşten bahsedilmesine dayanmaktadırlar.
FITIR
SADAKASININ HÜKMÜ
Fıtır
sadakası vermek Hanefîlere göre vacib,Bâzı fakîhler de sünnet olduğunu
kabul etmişlerdir.
Diğer
mezheplere göre ise farzdır.
İmâm
Buhârî de,kitabında "Fıtr sadakasının farzlığı
babı" şeklinde bahsetmesiyle, fıtr sadakasının farz olduğu kanaatini
açıklamış oluyor.
Delil:
İbn Umer
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) fıtr zekâtını müslümânlardan köle, hürr,
erkek, kadın, küçük, büyük üzerine hurmadan bir sâ' yâhud arpadan bir sâ'
olarak farz kıldı. Ve bu zekâtın insanların bayram namazına çıkmasından önce
verilmesini emreyledi. Buhari,fıtır sadakası:1
FITIR
SADAKASI MİKTARI
Hanefî
mezhebine göre fıtır sadakası buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm olmak
üzere dört çeşit gıda maddesinden verilir. Buğdaydan -ki buna buğday unu ve
kavut da dahildir-yarım sâ', diğerlerinden 1 sâ' fitre verilir.
Şafiî
mezhebine göre fitre her çeşit hububattan, hurma ve kuru üzümden 1
sâ' olarak verilir. Ancak fitre ülkede veya mükellefin bulunduğu bölgede en çok
tüketilen gıda maddelerinden biriyle ödenmelidir.
FITIR
SADAKASININ ZAMANI
Hanefi’de
Ramazan-ı şerifte verilir.Ramazandan önce ve bayramdan sonra da
vermek caiz ise de, bayram namazından önce verilmiş olması daha çok
sevaptır.
Şafii’de Ramazan-ı
şerifte verilir.Ramazandan önce ödenmez,
Maliki’de
ve Hanbeli’de ise bayramdan en fazla bir iki gün önce ödenir daha
önce verilemez.
Not: Tüm
mezhepler bayram geldiğinde fitrenin verilmiş olmasını tavsiye eder.
FITRAYI
KİMLER VERİR?
Hanefi’de nisaba
ulaşanın fıtra vermesi vacip,
Diğer üç
mezhepte, bir günlük yiyeceği olanın fıtra vermesi farzdır.
Hanefi’de hanımın
fıtrasını kocası vermez,
Diğer üç
mezhepte vermesi lazımdır.
FITRA VE KÖLE
Cumhurun
görüşü:Tüm kölelerin zekatı verilir ve sahibi tarafından
ödenir.
Delil:
İbn Şihâb
ez-Zuhrî: Ticâret için hazırlanmış olan kölelerden, yılın sonunda, hem ticâret
kıymetlerindeki zekât verilir, hem de bedenlerin zekâtı olan fıtr zekâtı
verilir.Buhari:fitre zekatı:8
Ebu
Hanife: Efendiye, ticâret kölelerinden dolayı fıtr
zekâtı lâzım gelmez. Zîrâ bir malda iki zekât lâzım gelmez.Ticaret kasdıyla
tutulan kölenin kendisi de fıtır ödemez.Fakat hizmet için tutulan kölenin
fıtrını sahibi öder.Ve bu hizmetçinin müslümân veyâhud kâfir olmasında bir fark
görmemişlerdir...
ÇOCUK VE AKIL
HASTALARI ZEKAT VERİR Mİ?
Ebû
Hanîfeye göre; akıllı ve bâliğ olmayanlar, toprak ürünleri ve kamu
hukukunun bir parçası olarak alınan zekât türü hariç, zekâtla mükellef
değildir.
Fakihlerin
çoğunluğuna göre ise akıl hastalarının ve çocuğun her türlü malları zekâta
tâbidir. Bu borcu veli ve vâsileri öderler. Zekât vekâletle yerine
getirilebilen malî bir ibadettir. Veli zekâtta çocuğun ve akıl hastasının
vekilidir. Bu vecîbeyi yerine getirmede onun yerini almaktadır, dolayısıyla
onlar adına zekât verir.
KADININ
ZİYNET TAKILARI ZEKATA TABİ Mİ?
Şafii
mezhebine göre kadınların aşırıya kaçmayacak miktarda takıları zekata
tabi değildir. Kadının 200 miskali (818 gr.) aşmayan miktardaki takıları, aşırı
miktarda sayılmadığı için zekattan muaftır.
Hanefi
mezhebine göre kadının altın takıları 20 miskalden (80, 18 gr.)
fazla olursa zekata tabi olur.
İmam
Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre mubah
olan kadın süs eşyası zekâta tâbi değildir.
DEĞİŞİK
ÇEŞİTLERDEN AZ MİKTARLAR BİRLEŞTİRİLİNCE NİSAP MİKTARINA ULAŞIYORSA ZEKAT
VERİLİR Mİ?
Şafii
mezhebine göre:
Kişi her
bir nisab miktarından az olan altını ile gümüşünü, nisabı tamamlamak için
birbirine eklemek mecburiyetinde değildir. Mesela bir kişinin 10 miskal (40, 9
gr.) altını ile 100 dirhem (280,5 gr) gümüşü varsa bu ikisinin toplamı nisaba
ulaşsa bile bu kişi zekat vermekle yükümlü olmaz.
Şafii
mezhebi dışındaki diğer mezheplere göre her biri
nisab miktarından az olan ama ikisinin toplamı nisaba ulaşacak miktarda altın
ve gümüşe sahip bulunan bir kişi, bu altınları ile gümüşünün toplamından kırkta
birini zekat olarak verir.
NİSAB MİKTARI
Şafii
mezhebinde nisab miktarı altında 96.00 gramdır.96.00 gram altın
karşılığı parası olan ve bu paranın üzerinden bir yıl geçmesi halinde , o malın
kırkta birini fakir ve ihtiyaç sahiplerine vermekle mükelleftir.
Hanefide
ise nisab miktarı:80.18 gram altındır.
ZEKAT FARKLI
ŞEHRE GÖNDERİLİR Mİ?
Şafii: Zekat
tahakkuk ettiği şehirlerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerlere gönderilmesi
caiz değildir.
Hanefi
mezhebine göre başka yere gönderilmesinde bir sakınca
bulunmamaktadır.
TİCARİ MALIN
ZEKATI AYNI MAL ÜZERİNDEN Mİ PARA OLARAK MI VERİLİR?
Şafii
mezhebine göre Ticari malın zekat olarak
çıkarılması caiz değildir. Zekat, ticari malın alındığı nakid (para) cinsinden
çıkarılır.
Hanefi
mezhebine göre mal olarak çıkarılmasında sakınca yoktur.
SENE BAŞINDA
NİSABA ULAŞAN MAL SENE SONUNDA NİSAB MİKTARININ ALTINA DÜŞERSE ZEKATI VERİLİR
Mİ?
Hanefîler'e
göre; bir malda zekâtın farz olabilmesi için, o malın hem
sene başında ve hem de sene sonunda nisaba ulaşmış olması şarttır. Bir kimse
sene başında nisab miktarına ulaşan bir mala sahip olsa, bu mal sene içinde
nisabın altına düşse, hatta tamamen tüketilse, fakat sene sonunda yine nisab
miktarına ulaşsa, sene sonu hesabıyla zekâta tâbi olur. Meselâ demir ticareti
yapan bir tüccarın deposunda sene başında yüz ton demir varken, sene içinde
bunların bir kısmını satış yoluyla tüketse ve yerine elli ton demir alsa, sene
sonundaki bu demir ile kasa mevcudunun zekâtını vermekle mükelleftir.
Şâfiîler'e
ve Hanbelîler'e göre; nisabın bütün sene boyunca bulunması
gerekir. Bir mal sene içinde nisabın altına düşerse, ona zekât vâcip olmaz. Bir
kimse sene başında nisab veya nisab miktarını aşan bir mala sahip olsa, sene
içinde satış ve hibe gibi yollarla bu mal nisabın altına düşse, o kimse nisab
miktarı mala sahip olana kadar zekâtla mükellef değildir. Zekât miktarı mala
sahip olduğu zaman sene geçme şartı tekrar başlar. Ancak sene içinde elde
edilen ticarî kârlarla, sene içinde doğan hayvanlar bundan müstesnadır. Bunlar
ana mallara tâbidir.
BORÇLU ZEKAT
ÖDER Mİ?
Hanefiye
göre; şahıslara olan borçlar zekât mallarının nisabını
düşürürlerse, bu mallarda zekât gerçekleşmez, zekat ödemez. Ayrıca borç hangi
neviden olursa olsun, toprak ürünlerinde zekâtın vücûbuna mani değildir.
İmam
Şafiî'ye göre borç hiçbir malda zekâtın vücûbuna engel olmaz,zekat
öder.
İmam
Mâlik'e göre ise sadece para borcu zekâtın vücûbuna engeldir,
nisabı düşürürse zekât farz olmaz.
EŞE ZEKAT VERİLİR
Mİ?
İmam-ı
Azam'a göre bir kadın, kocasına zekat veremez. Zira aralarında
menfaat birliği vardır.Bir kimse, kendi zekatını fakir bulunan zevcesine(
kadının geçimi zaten kocasının üzerinedir), usulüne (babasına, dedesine,
anasına ninesine...) ve füruune (çocuklarına, çocuklarının çocuklarına...)
veremez. İddet beklemekte olan boşanmış zevcesine de veremez. Çünkü buna
vereceği zekatın yararı kısmen de olsa kendisine ait bulunmuş olur. Oysa bu
yarar, tamamen kendisinden kesilmiş bulunmalıdır.
İmam-ı Ebu
Yusuf ve Muhammed'e göre ise,kadın kocasına zekat
verebilir.”(Camiu's-Sağir) (Büyük İslam İlmihali)
İmam
Şafii ve İmam Malik'e göre ise, zengin
bir kadın fakir olan kocasına zekat verebilir.
ALTININ
NİSABI EKSİKSE GÜMÜŞTEN EKLENEREK NİSAP TAMAMLANIR MI?
Altın ve
gümüş nisabdan az ise nisabı tamamlamak için biri diğerine ilâve edilir mi?
Hanefîler'e
göre ilâve edilmelidir.
Şâfiîler
ve Hanbelîler ise aksi görüştedir.
HANGİ TOPRAK
MAHSÜLLERİ ZEKATA TABİDİR?
Ebû
Hanîfe'ye göre, bütün toprak ürünleri zekâta tâbidir.
Ebû Yûsuf
ve İmam Muhammed'e göre, toprak ürünlerinin zekâta tâbi
olabilmeleri için hububatta olduğu gibi bir sene -çürümeden- kalabilme
özelliğine sahip olmaları gerekir.
İmam Mâlik ve Şâfiî'ye göre ise bir sene muhafaza edilebilen gıda maddesi özelliğine sahip toprak ürünleri zekâta tâbidir. Şâfiîler meyveden sadece hurma ve üzümün zekâta tâbi olduğu görüşündedir.
İmam Mâlik ve Şâfiî'ye göre ise bir sene muhafaza edilebilen gıda maddesi özelliğine sahip toprak ürünleri zekâta tâbidir. Şâfiîler meyveden sadece hurma ve üzümün zekâta tâbi olduğu görüşündedir.
Ahmed b.
Hanbel'e göre ölçülebilen, kurutulabilen, dayanıklı olan gıda
maddeleri ve insanoğlu tarafından yetiştirilen bütün ürünler zekâta tâbidir.
Ahmed b. Hanbel, zekâta tâbi mallarda gıda maddesi olma şartını aramamaktadır.
Buna göre pamuk, keten gibi giyim eşyası yapılan maddeler de zekâta tâbidir.
TOPRAK
MAHSULLLERİNDE NİSAP VAR MIDIR?
Fakihlerin
çoğunluğu toprak mahsulleri zekâtında da nisabın şart ve nisabın
beş vesk (=653 kg.) olduğu, bu nisaba ulaşmayan ürünlerin zekâta tâbi
olmayacağı görüşündedir. Onlar bu görüşlerinde Hz. Peygamber'in "Beş
veskten az (üründe) zekât yoktur " anlamındaki hadisine istinat ederler
(Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1422-1424).
Ebû
Hanîfe'ye göre ise toprak mahsullerinde nisab şartı aranmaz. Ziraî
ürünler ister az ister çok olsun zekâta tâbidir.
Ebû Yûsuf
ve İmam Muhammed’e göre, tarım ürünlerinin nisâbı 5 vesk, yâni
653 kg.’dır. Ancak bu miktarı aştıktan sonra öşre tâbî olur.
KİRALANAN
ARAZİNİN ZEKATINI KİM VERECEK?
Mal
sahibi hiçbir karşılık beklemeden (meccânen) tarlasını ekilmek üzere birine
verse, çıkan mahsulün zekâtını bu şahıs öder. Arazi ekilmek üzere belli bir
ücretle kiralanmış ise zekât ;
İmâm-ı
Âzam'a göre ,arazi sahibinden,
Hanefîler'den
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed (İmâmeyn) ile diğer üç mezhep imamına göre kiracıdan
alınır.
YARICIYA
VERİLEN ARAZİNİN ZEKATI
İmâm-ı
Âzam'a göre arazi, yarıcılık (müzâraa) usulü kiralanmış ise mahsul
vergisi yine mal sahibinden alınır, İmâmeyn'e ve çoğunluğa göre ise mal
sahibi ve kiracı, hisselerine düşen mahsulün zekâtlarını ayrı ayrı öderler.
BALIN ZEKATI
Hanefî ve
Hanbelî fakihleri bal da toprak mahsulleri gibi zekata tabidir.(1/10)
Şâfiî ve
Mâlikî mezhebi fakihleri ise bu
konuda sahih bir haberin mevcut olmadığını, balın süt gibi, bir hayvanın ürünü
olduğunu, sütün zekâta tâbi olmadığında görüş birliği bulunduğunu, aynı şekilde
balın da zekâta tâbi olmaması gerektiğini ileri sürerler.
MADEN VE
DEFİNELERİN (RİKAZ) ZEKATI
Madenler
üç kısımdır:
Kati olup
ateste eritilebilen, dökümü yapilabilen madenler: altin, gümüs, demir, bakir,
kalay, nikel gibi.
Eritilmeye
elverisli olmayan kati madenler: Kömür, kireç, yakut, alçi tasi ve elmas gibi.
Sivi
halde bulunan madenler: Petrol, sudan elde edilen tuz, zift gibi
HADİS:"Defineye
beşte bir nisberinde zekat vardir" hadis-i serifi, define ve madenlere
zekat verilmesi gerektiginin delilidir. ( Buhari, Zekat:66; Müslim, Hudud:45 ;
Tirmizi, Zekat:16 ; Ahkam:37 )
Hanefi
mezhebine göre, bu üç grup madenden sadece birinci gruptakiler, yani
isi ile eritilip sekillendirilebilen madenler zekata tabidir. bu mezhebe göre,
madenler ganimet hükmünde oldugundan 1/5 nisbetinde zekat vermek gerekir.
Eritilmeyen ve sivi olan madenlere ise, zekat vermek gerekmez.
Şafiiler
ise, "Ey iman edenler! Kazandiklarinizin iyilerinden
ve rizik olarak yerden size çikardiklarimizdan hayra harcayin. " ( Bakara
Suresi 267.Ayet ) mealindeki ayeti bütün madenlere tesmil etmezler. Bunlara
göre, sadece altin ve gümüs zekata tabidir (1/40), diger madenlere zekat
düsmez.
Ahmed bin
Hanbel ise bütün madenlerin ayetin sümulü içine girdigini,
dolayisiyla zekata tabi oldugunu ifade eder.Ahmed bin Hanbel' e göre
madenlerden 1/40 nisbetinde zekat alinir.
Imam
Malik de, eğer emek ve masraf çok ise 1/40, emek ve masraf yok
ise 1/5'inin zekat olarak verilecegi kanaatindedir.
MADENLERDE
NİSAP MİKTARI:
Hanefi
mezhebine göre nisap miktari şart degildir.Azi da , çogu da zekata
tabidir.
Malikilere,
Safiilere ve Hanbelilere göre ise,
madenlerde de nisaba itibar edilir. Madenlerde nisap da altin ve gümüsün nisabi
kadardir.
Madenlerin
zekati ile ilgili diger bir husus da, zekatinin verilmesi için üzerinden bir
yil geçmesi gibi bir şartın aranmadığıdır.
Hanefîler'e
göre madenlerden alınan 1/5 nisbetindeki vergi fey hükmüne
tâbidir, dolayısıyla kamu yararına olmak üzere devlet giderleri içinde
sarfedilir.
Diğer
mezhep imamlarına göre ise alınan vergi zekâttır ve Tevbe
sûresinin 60. âyetinde gösterilen zekât sarf yerlerine harcanır.
NOT: Ahmed bin
Hanbel ile Imam Malik in karma görüşü mantıklı görünüyor.Yani; tüm madenlere
zekat ve zahmet yoksa 1/5 , varsa 1/40.
SU ÜRÜNLERİNİN
ZEKATI
Su
ürünlerinden humus (1/5) vermek gerekir, diyenler, deniz
ürünlerini kara ürünlerinden define ve mâdenlere benzeterek hükme
varmaktadırlar.Hz. Ömer, İmam Ebû Yusuf, İbn-i Abbas , Haccac, İbn-i Şihab
ez-Zührî, ve Hasan b. Ziyâd ,Halife Ömer b. Abdül-Aziz bu görüştedir.
Su
ürünlerinden herhangi bir şey vermek gerekmediğini kabul edenler ise, bu
konuda Hz. Peygamber'den gelen bir nas bulunmadığını, nas bulunmayınca böyle
bir hüküm getirmenin mümkün olmadığını ileri sürüyorlar.
Ebû
Hanîfe yukarıdaki görüşünü kıyasa dayandırıyor. Balık için şöyle bir benzetme
yapıyor: “Balık av cinsinden bir hayvandır. Karadaki av hayvanlarından zekât
vermek gerekmediği gibi, su ürünlerinden olan balık türündende zekât vermek
gerekmez”Anber'in zekâtı konusundaki görüşlerini ileri sürerken İmam Âzam Ebû
Hanîfe ile İmam Muhammed Şahabı sözüne dayanıyorlar. Sözüne dayandıkları
Sahabî İbn-i Abbas hazretleridir. İbn-i Abbas Hanber konusunda şöyle demiştir:
“O,
denizin toplayıp dışarıya attığı bir şeydir. Ondan zekât olarak bir şey vermek
gerekmez.”Cabir, Ebû Hanîfe,İmam Muhammed bu görüştedir.
Not: İbni
Abbasla ilgili iki farklı türde rivayet vardır.
HANGİ
HAYVANLAR ZEKATA TABİDİR?
Sâime,
senenin çoğunu meralarda otlayarak geçiren hayvanlara denilmektedir. Bunun
karşılığı olarak yemle beslenen hayvanlara "ma'lûfe", ziraat,
nakliyat gibi işlerde kullanılan hayvanlara da "âmile" adı
verilmektedir.
Fakihlerin
çoğunluğu, hayvanların zekâta tâbi olabilmeleri için aşağıdaki
iki şartın aranmasında ittifak etmişlerdir. Senenin çoğunu otlaklarda otlayarak
geçiren hayvanlar olmaları, besi hayvanı olmamaları.Ziraat, nakliyat vb.
işlerde kullanılan (âmile) hayvanlardan olmamaları gerekmektedir.
İmam
Mâlik bu konuda çoğunluğa muhalefet etmiş, ister sâime,
ister besi, isterse çalıştırılan hayvan olsun hepsinin zekâta tâbi olacağı
görüşünü savunmuştur.
ZEKAT ZAMANI
GELMEDEN ÖDENEBİLİR Mİ?
Fakihlerin
çoğunluğu, zekâtın vücûb sebebi nisab bulunduğu takdirde
kişinin zekâtını vaktinden önce ödeyebileceğini söylemişlerdir. Ebû Hanîfe,
Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedir.
İmam
Mâlik ile Dâvûd ez-Zâhirî ise, mal
ister nisaba ulaşsın ister ulaşmasın vaktinden önce zekâtının verilmesinin câiz
olmadığı görüşündedir. Bu iki müctehide göre, sene geçme şartı (havl) nisab
gibi zekâtın vücûb şartlarından olup, nasıl namaz vaktinden önce kılınmazsa
zekât da vaktinden önce ödenemez.
ZEKATIN
DAĞITIMINI KİM YAPAR?
Hanefîler,
Hz. Osman dönemindeki uygulamayı esas alarak, açık
mallardan alınacak zekâtın toplama ve dağıtım yetkisinin devlete ait olduğu,
gizli malların zekâtının ise bizzat mükellef bireyler tarafından ödeneceği
şeklinde bir yaklaşımı benimsemişlerdir.
Şâfiîler,
gizli malların zekâtının bizzat mükellef birey
tarafından ödeneceği görüşünde Hanefîler'le birleşir. Fakat, açık malların
zekâtı konusunda biri bunun devlet tarafından toplanıp dağıtılabileceği,
diğeri, gizli malda olduğu gibi, mükellef birey tarafından yerine getirileceği
şeklinde iki görüş bulunmaktadır.
Mâlikî
mezhebine göre ise, zekâtın ilke ve amaçları doğrultusunda yapılmış
düzenlemelere tam riayet şartıyla, zekât borçları doğrudan devlete ödenir.
Hanbelîler
ise bu konuda bir ayırım ve tercih yapmaksızın, zekât
borçlarının devlete verilebileceği gibi, doğrudan hak sahiplerine de
ulaştırılabileceğini söylemişlerdir.
HAC
SAĞLIKLI
OLMAYANA HAC FARZ MIDIR?
Ebû
Hanîfe ve Mâlik, sağlıklı olmayı hac yükümlüsü olmanın şartı olarak
gördüklerinden bunlara göre sağlıklı olmayan kimseler hac yapmakla mükellef
değildir; dolayısıyla yerlerine vekil göndermeleri de gerekmez.
Hanefî
imamlardan Ebû Yûsuf ve Muhammed ile Şâfiî ve Hanbelî hukukçularına göre ise,
haccedecek mali imkanı olan kişilerden , fiilen haccetmeye engel teşkil eden
bir hastalık veya sakatlığı bulunanlar, yerlerine vekil göndermeli veya bunu
vasiyet etmelidirler. Fiilen hac etmeye engel hastalık ve sakatlıklar arasında,
genel olarak, körlük, kötürümlük ve hac yolculuğuna dayanamayacak derecede
hastalık veya yaşlılık durumları gösterilmiştir.
KADIN TEK
BAŞINA HACCA GİDEBİLİR Mİ?
Hanefî
mezhebine göre, haccedebilmek için seferîlik hükümlerinin
uygulanacağı bir mesafeyi katetmek durumunda olan kadınlar tek başlarına hac
yolculuğuna çıkamazlar."yanlarında eşlerinin veya bir mahremlerinin
bulunması" şarttır.Tek başına yapamaz. Çünkü yaya olarak üç günlük(üç
konaklık) (100 km) mesafeyi kadın tek başına gidemez.
DELİL:
«Allah
(cc)'a ve ahiret gününe inanan bir kadına, yanında kocası ve mahremi olmaksızın
üc günden fazla yolculuk yapması haramdır» hadisi ve Ibn-i Abbas (ra)'tan
rivayet edilen, «Resulullah (sav) bir gün hutbede, «Kadın, mahremi olmaksızın
yolculuk yapmasın» buyurdu. Bir sahabî ayağa kalkarak, «Ya Resulullah (sav)
orduya katılmak için hazırlanıyorum. Hanımım İse hacc yapmak İstiyor,» deyince,
«Sen, hanımınla hacc yap» buyurdu»
"Hiçbir
erkek, yanında mahremi bulunmayan kadınla tenhada başbaşa kalmasın. Hiçbir
kadın yanında mahremi bulunmadan sefere çıkmasın."(Buhari-Müslim îbn
Abbas(ra) 'dan rivayet etmiştir.)
Şâfiî
mezhebinde ise katedilecek mesafeden ziyade yol emniyeti ve
kadınların güvenliği esas alındığından koca veya başka bir mahremin bulunması
şart koşulmamış, bunun yerine kadınların bunu sağlayacak şekilde ağırlıklı
görüşe göre üç kadının yer aldığı- bir grup oluşturmaları yeterli görülmüştür.
Bununla birlikte iki kadının hatta kendini güvenlik içinde hissediyorsa bir
kadının -sadece- farz olan hac görevini yerine getirmek için tek başına yola
çıkması câiz görülmüştür.
Bir
kadın, haccda birkaç kadınla birlikte olursa -namus emniyeti sağlanmıştır-
yanında mahremi ve kocasının bulunması haccın vücup şartlarından değildir.
DELİL:
Imâm-i
Şâfî ve Mâlik ise mahremin bulunmasını şart olarak görmezler. Onlar da delil
olârak şu âyet-i kerime`yi gösterirler: "Beytullah`ı haccetmek, ona yol
bulabilenler için, insanlar üzerinde Allah`ın bir hakkıdır." (3/97) Bu
âyet; mahremi olan ya da olmayan diye ayrılmıştır (umumidir). Binaenaleyh,
maddi imkânı ve en az iki güvenilir kadın arkadaşı bulunan kadın da farz olan
haccına gitmelidir derler.
İkinci
halife Hz Ömer zamanında Hz Aişe validemizin mahfel içinde yanında mahremi
bulunmadığı halde başka kadınlarla hacc ettiğini de delil olarak
göstermişlerdir.
Mâlikî
mezhebine göre ise, kocası veya bir mahremi bulunmayan yahut ücretle bile
olsa kendisiyle birlikte hacca gelmeyen bir kadın, güvenli bir kafile ile
birlikte, bu kafilede başka kadınların bulunup bulunmaması dikkate alınmaksızın
hac yolculuğuna çıkabilir.
HACCIN
FARZLARI KAÇTIR?
1- "İhrama
girme"
2-
"Arafat vakfesi"
3-
"Ziyaret tavafı
4-
"Say yapmak"
5-
"Saçları tıraş etmek"
Hanefîler:
İlk üç maddedir.
Mâlikî ve
Hanbeli: İlk dört maddedir.
Şâfiîler: Beş madde
de farzdır. Bu rükünler yerine getirilirken ilk üçünde sıraya riayet etmenin de
farz (rükün veya şart) olduğunu söylemişlerdir. Rükünlerin tamamı, usulüne göre
yapılmadıkça, ceza ve kefâret ödemekle hac sahih olmaz. Eksik kalan rüknün
tamamlanması veya haccın kazâsı gerekir.
İHRAMA GİRMEK
İÇİN ŞART NEDİR?
1- Niyet
2-Telbiye
Hanefîler:
İlk iki maddedir.
Mâlikî ve
Hanbeli, Şâfiîler:Niyyet yeterlidir
İHRAMA GİRME
ZAMANI
Hac
ayları girmeden hac menâsikinden hiçbiri yapılamaz. Ancak ;
Hanefî ve
Mâlikîler'e göre, mekruh olmakla birlikte henüz hac ayları başlamadan
ihrama girmek câizdir.
Şafilere
göre bu durumda hac geçersiz olur. Yapılan hac umre yerine
geçer.
İHRAMA
GİRMEDEN ÖNCE KOKU SÜRÜNMEK:
Mâlikîler kokuyu,
hissedilip rengi kalıcı olmayan yasemin, reyhan, gül, menekşe ve benzeri gibi
kokular ile kokusu hissedilip rengi kalıcı olan misk, zaferân, kâfur, amber ve
benzeri gibi olanlar şeklinde ikiye ayırmaktadırlar. İlkinin koklanması ve
kullanılması mekruh olup fidye gerektirmezken ikincisinin kullanılması veya
dokunulması kokusu hissedilsin ya da hissedilmesin, eseri kalsın ya da kalmasın
mekruh olup fidye gerektirir.
Hanefî ve
Hanbelîlere göre, elbiseye koku sürmek hiçbir surette caiz
değildir. Cezası bir fitre miktarı sadaka vermektir.
DELİL:
Resulullah’a
soruldu: “Koku süründükten sonra cübbe giyerek ihrama giren bir adamın durumu
hakkında ne buyurursun?” O da şöyle cevap verdi:
“Bedenine
sürdüğün kokuyu üç kez yıka. Üzerindeki cübbeyi çıkar. Sonra da hac ibadetinde
yaptığını umrede de yap.” (Buhârî, Hac, 17, Umre, 10; Müslim, Hac, 6)
Şâfiî mezhebinin
de ihramlıyken elbiseye koku sürmenin caizdir.
DELİL:
Aişe
validemizden şöyle nakledilmiştir:
“Ben
Allah’ın Elçisi’ne ihrama girerken bulabildiğim en güzel kokuyu sürerdim.”
(Buhârî, Hac, 7, Libâs, 79, 81; Müslim, Hac, 37; Tirmizî, Hac, 77; Dârimî,
Menâsik, 10)
“Allah’ın
Elçisi telbiye getirirken saçlarının arasında misk parıltısını görüyor
gibiyim.” (Müslim, “Hac”, 39)
“Allah’ın
Elçisi, ihrama gireceği zaman bulabildiği en güzel kokuyu kullanırdı. Sonra
kokunun parıltısını başında ve sakalında görürdüm.” (Buharî, Hac, 144)
NOT: Aişe'den
nakledilen olayın Veda haccında olması ,diğerlerinin delillerinin daha önce
(İbn Hazm ve başkalarının beyânına göre Hicret'in sekizinci yılında Huneyn
gazasından dönülüp ganîmet mallan taksim edildiği zaman) olması Şafilerin
delilini kuvvetli hale getiriyor.
HAREM
BÖLGESİNE İHRAMSIZ GİRİLİR Mİ?
Hanefi ve
Malikilere göre, ister hac ve umre, ister ticaret ve ziyaret gibi başka
maksatlarla olsun, doğrudan Mekke'ye veya Harem bölgesine girecek olan
afakîlerin mîkat sınırını geçmeden ihrama girmeleri vaciptir. Çünkü ihram bu
kutsal beldeye tazim için vacip kılınmıştır. Bu konuda hac ve umre için gelenlerle,
başka maksatlar için gelenler arasında fark yoktur. Bu durumda olan afakîler,
usülüne göre hac veya umre yaptıktan sonra ihramdan çıkarlar.
Şafiî
Mezhebinde ise, hac veya umre kastı olmadığında; afakîlerin Harem
bölgesine veya Mekke'ye ihramsız girip çıkmaları caizdir.
ARAFAT'TA
VAKFENİN VAKTİ NE ZAMANDIR.?
Üç
mezhep: Zeval vaktinden yani güneşin tepe meridyeni üzerine
geliş vaktinden bayramın ilk günü "fecr-i sâdık" denilen tan yerinin
ağarmaya başladığı zamana kadar geçen süredir.
Hanbelîler'e
göre vaktin ilk anı, arefe günü fecr-i sâdık ile başlar.
Hanbeliler vakti daha erken başlatmaktadır.
ARAFAT'TA NE
KADAR DURMALI?
Hanefîler'e
göre arefe günü gündüz Arafat'ta bulunanların, mazeretsiz
olarak güneş batmadan önce Arafat'tan ayrılmamaları vâciptir. Mazeretsiz olarak
ayrılan kimse, henüz güneş batmadan bu bölgeye tekrar dönerse, bir şey
gerekmez; aksi halde ceza (dem) gerekir.Fakat gündüz Arafat'ta bulunmayıp güneş
battıktan sonra gelenlere bir ceza gerekmez.
Hanbeli
ve Şâfiîler'e göre, güneş batmadan ayrılanlara da ceza gerekmez.
Mâlikî
mezhebinde ise, gecenin bir cüzünde Arafat'ta bulunmak vakfenin
sıhhat şartıdır. Güneş batmadan Arafat'tan ayrılıp bir daha dönmeyen kişinin
haccı bâtıl olur.Gündüzün çok az da olsa bir kısmında Arafat'ta bulunmak
Mâlikîler'e göre vâciptir. Süresi içinde kısa da olsa bir müddet Arafat'ta
bulunamayanlar hacca yetişememiş olurlar. Daha sonraki senelerde yeniden
haccetmeleri gerekir.
ZİYARET
TAVAFI NE ZAMAN BAŞALAR?
Hanefî ve
Mâlikîler'e göre ziyaret tavafının vakti bayramın ilk günü fecr-i
sâdıktan itibaren başlar.
Şâfiî ve
Hanbelîler'e göre ise ziyaret tavafının vakti, arefe günü gece
yarısından itibaren başlar.
Delil:
Hz.Aişe’den
rivayet edilmiştir: “Peygamber aleyhisselatu vesselam Kurban bayramının ilk
gecesinde eşi Ümmü Seleme‘yi (önceden) gönderdi. O da fecr-i sadıktan önce
şeytanı taşladı, sonra da gidip ziyaret tavafını yaptı.”Ebu Davud, Menasik, 66,
II, 481.
ZİYARET
TAVAFININ SON SÜRESİ NE ZAMAN BİTER?
Ebû
Hanîfe'ye göre Ziyaret tavafı ilk vaktinden sonra her
zaman yapılabilirse de( ancak vacip terk edildiği için dem gerekir)
bu tavafın kurban kesme günlerinde, yani bayramın üçüncü günü güneş batıncaya
kadar yapılması gerekir;
Mâlikîler'e
göre ise zilhiccenin sonuna kadar yapılması vâciptir. Mazeretsiz
olarak daha sonraya bırakılırsa ceza (dem) gerekir.
Şâfiî ve
Hanbelîler ile Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise, ziyaret
tavafının bayramın ilk üç gününde yapılması vâcip değil, sünnettir. Mazeretsiz
olarak daha sonra yapılması mekruh ise de ceza gerekmez.
MİNA'DA
GECELEMELİ MİDİR?
Hanefî
mezhebinde, şeytan taşlanan günlerde Mina'da gecelemek sünnettir.
Diğer üç
mezhepte ise, mazereti olmayanların bu gecelerden her birinin
yarıdan çoğunda Mina'da bulunmaları vâciptir. Aksi halde ceza gerekir.
HACDA
TELBİYEYE NE ZAMAN SON VERİLİR?
Hanefî ve
Şafiî Mezheplerine göre Akabe cemresine ilk taş atılınca,
telbiyeye son verilir; bu anda telbiyelere cevap verilmiş olur.
Maliki
Mezhebine göre, arefe gününün zevalinden itibaren telbiyeye son
verilir. Çünkü o gün, Arafat'ta vakfe yapmakla en büyük rükün yerine gelmiş,
dolayısıyla telbiyeye cevap verilmiş olur.
ŞEYTAN
TAŞLAMANIN GÜN İÇİNDEKİ VAKTİ NE ZAMANDIR?
Taşlamanın
gün içindeki başlama vakti tartışmalıdır:
Hanefi
Mezhebine göre, taşlama, mutlaka fecirden sonra yapılır.
Şafiî
Mezhebine göre, şeytan taşlamanın vakti, bayram gecesinin yarısından
başlar, teşrik günlerinin sonuna kadar devam eder.
Maliki
Mezhebine göre, teşrik günlerindeki taşlamaların vakti, her gün
zevalden güneş batana kadarki zamandır. Taşlamayı zevalden önce yapmak sahih
değildir; iade edilmezse dem gerekir; her gün öğle namazından önce taşlama
yapmak menduptur.
Hanbelî
Mezhebine göre, taşlama, Arafat'ta vakfe yaptıktan sonra gece
yarısından başlar; bununla birlikte, teşrik günlerindeki taşlamaları zevalden
önce yapmak sahih değildir.
ŞEYTAN
TAŞLAMAYANIN CEZASI?
Teşrik
günlerinde remyu'l-cimar işlemini yapmayanlara, daha sonra bunu yapmaları
gerekmez:
Malik'e
göre, taşlamanın bütününü veya bazısını, ya da birini
terkedene dem gerekir.
Ebu
Hanife'ye göre, bütünü veya sadece akabe cemresindeki taşlama
terkedilirse dem; bir veya daha fazla cemre terkedilirse, her biri için bir
fitre gerekir.
Eş-Şafiî'ye
göre, biri için bir, ikisi için iki müd buğday tasadduk
etmek, üçü için dem kesmek gerekir.
VAKTİNDE
ATILAMAYAN TAŞLARIN KAZASI
Ebû
Hanîfe ve İmam Mâlik'e göre, vaktinde
atılamayan taşlar, taşlama süresi içinde kazâ edilse de cezası düşmez. Ebû
Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise taş atma süresi içinde kazâ edildiği takdirde
( bayramın son günü ,en son vakittir)cezası düşer.
Şâfiî ve
Hanbelîler'e göre ise vaktinde atılamayan taşlar bayramın dördüncü günü
güneş batmadan önce atıldığı takdirde, kazâ değil, eda sayılır. Gecikmeden
dolayı ceza da gerekmez.
ŞEYTAN
TAŞLANDIKTAN SONRA TIRAŞ, KURBAN NEREDE , NE ZAMAN VE SIRASI NASIL OLMALIDIR?
Hanefî
Mezhebine göre, ihramdan çıkabilmek için, bayram günlerinde ve Harem
bölgesinde tıraş olmak vaciptir. Bu günlerde tıraş olmadıkça ihramdan
çıkılmaz; Harem bölgesi dışında tıraş olunursa kurban kesmek gerekir.
Ebu
Yusuf’a göre, tıraş için belli bir zaman ve yer yoktur;
eş-Şeybani'ye göre belli yer vardır, fakat zaman yoktur; Züfer'e göre belli
zaman vardır, yer yoktur; Ebu Hanife'ye göre, hem belli zaman ve hem de yer
vardır. Tıraş bayram günlerinden sonra ve Harem dışında yapılınca, Ebu
Hanife'ye göre dem gerekir; Ebu Yusuf’a göre dem gerekmez; eş-Şeybani'ye göre
Harem, Züfer'e göre bayram günleri dışında tıraş olunduğu için dem gerekir.
İmam Malike göre, akabe cemresini taşlamazdan önce tıraş olana fidye gerekir; Fakat akabe cemresini taşladıktan sonra, kurbandan önce tıraş olana, Malik'e göre hiçbir ceza gerekmez
İmam Malike göre, akabe cemresini taşlamazdan önce tıraş olana fidye gerekir; Fakat akabe cemresini taşladıktan sonra, kurbandan önce tıraş olana, Malik'e göre hiçbir ceza gerekmez
Eş-Şafiî,
Ahmed b. Hanbel'e göre, hiçbir ceza gerekmez. ; Ebu Hanife'ye
göre, taşlamadan veya kurbandan önce tıraş olana dem, -kıran haccı yapıyorsa
iki dem- gerekir; Züfer'e göre, kıran haccı yapana üç dem gerekir. Taşlama
yapmadan önce kurban kesene hiçbir ceza gerekmez;
Delil:
Abdullah
b.Abbas (r.a) tan rivayet edilmiştir:
Sahabeden biri Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam'a;
Sahabeden biri Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam'a;
-”Şeytan
taşlamadan ziyaret tavafını yaptım, (olur mu?)” diye sordu. Hz. Peygamber
aleyhisselatu vesselam,
“Zararı
yok, (olur)” cevabını verdi. Bir başka sahabi,
-”Kurban
kesmeden tıraş oldum, (olur mu)” diye sordu. Hz. Peygamber aleyhisselatu
vesselam,
-”Zararı
yok, (olur)” buyurdu. Bir başka sahabi,
-”Şeytan
taşlamadan kurban kestim (olur mu) diye sordu. Hz. Peygamber aleyhisselatu
vesselam,
-”Zararı
yok (olur) buyurdu” (Buhârî, Eyman ve’n-Nüzur, 15, VII, 226.)
SAÇIN NE
KADARI TRAŞ EDİLMELİDİR?
Hanefîler'e
göre saçların tıraş edilmesi veya kısaltılmasında vâcip
olan miktar, başın en az dörtte birindeki saçlardır. Başın sadece dörtte
birinde veya daha az kısmında saç varsa, hepsinin tıraş edilmesi veya
kısaltılması gerekir. Ne kadar kısmında olursa olsun, saçların tamamının tıraş
edilmesi veya kısaltılması ise sünnettir.
Şâfiîler'de, vâcibin
ifası için üç tel saçın tıraş edilmesi veya kısaltılması yeterlidir.
Mâlikî ve
Hanbelîler'e göre ise saçların tamamının tıraş edilmesi veya
kısaltılması vâciptir.
VEDA
TAVAFININ HÜKMÜ
Hanefî
mezhebinde vedâ tavafının Mekke'den ayrılırken yapılması daha
faziletli ise de önceden yapmak da câizdir.Veda tavafını yaptıktan sonra hemen
Mekke’den ayrılmak sünnet ise de ayrılmayıp bazı işlerle meşgul olsa yeniden
veda tavafı yapması gerekmez.
Hanbelîler'e
göre, vedâ tavafı Mekke'den ayrılırken yapılır. Aksi halde
iadesi gerekir.
Şafii
mezhebine göre, veda tavafının, bütün işler bitirildikten sonra tam
yola koyulmak üzere iken yapılması ve yapıldıktan hemen sonra dönüş yolculuğuna
başlanması vaciptir. Aksi halde iadesi gerekir.
Mâlikîler'e
göre ise vedâ tavafı vâcip değil sünnettir.
HANGİ TÜR HAC
DAHA FAZİLETLİDİR?
Bunların
fazilet bakımından sıralanışı ;
Hanefîler'e
göre kırân, temettu‘, ifrad;
Mâlikîler'e
göre ifrad, kırân, temettu‘;
Şâfiîler'e
göre aynı yıl arkasından umre yapmak şartıyla ifrad,
temettu‘, kırân;
Hanbelîler'e
göre ise temettu‘, ifrad, kırân şeklindedir.
Bu görüş
ayrılığının sebebi, Hz. Peygamber’in yaptığı haccın eda biçimine ilişkin
rivayetlerin farklı olmasıdır.
MEKKELİLER
TEMETTÜ HACCI YAPABİLİR Mİ?
Üç
mezhebe göre, Mekkeliler, temettü haccı yapabilir, fakat hedy ve
oruç gerekmez.
Malik'e
göre, Mekkelilerin temettü haccı yapması mekruhtur.
KADINLAR ÖZEL
HALLERİNDE KABEDE HACCIN TAVAFINI YAPABİLİR Mİ?
Cumhura
göre taharet tavafın sahih olmasının şartıdır. Bu durumda
adetli iken tavaf cumhura göre sahih değildir.
Hanefîlere
göre ise tavafın vâciplerindendir. Bu durumda yapılan
tavafın iadesi vaciptir. İade edilmediği takdirde de bedene gerekmektedir.
Bu
hususta Hz. Âişe (ra)'den rivayet edilen hadis-i şerifin anlattığı son derece
açıktır. Normal durumlarda adetli bir hanım, âdeti sona erinceye kadar Kabe'yi
tavaf edemeyecektir. Bu durumda farz tavaf için refakatçisi yanında kalacak,
temizlenip tavafını yaptıktan sonra beraberce döneceklerdir.
Hz.
Safiyye (ra) ile ilgili olarak anlatılan şu olay da bu hususta nasıl hareket
edileceğini göstermektedir: Buhârî'nin Âişe validemizden naklettiğine göre, o,
Resûlullah'a şöyle söylemiş: "Ya Resûlallah! Safiye bint Huyey hayız
oldu." Bunun üzerine Resûlullah, "Demek o bizi alıkoyacak? Sizinle
tavaf yapmadı mı?" diye sormuş; "Evet, bayramın birinci günü
yaptı" demişler. Bunun üzerine "O zaman yola çıksın"
buyurmuşlar.
Bu
rivayetten şu anlaşılmaktadır: Şayet
farz tavafı yapmamış olsaydı, Resûlullah eşinin âdetinin bitmesini bekleyecek,
âdeti bitip tavaf yaptıktan sonra hareket edecekti.
Geçmişte
asırlar boyu uygulama hep böyle olmuştur. Selef böyle hareket etmiş, ilim
adamları da böyle söylemişlerdir. Âlimler hac emîrine hayızlı kadınlar
temizlenip tavaf yapıncaya kadar kalmasını emretmişlerdir.
İbni
teymiyye: Hayızlı kadın, hac menâsikinden güç yetirebildiğini
yapar, yapmakta aciz kaldığı kısımlar ise sakıt olur. Dolayısıyla kadın temiz
halde yapma imkânı bulamadığı zaman adetli halde ziyaret tavafını yapar. Tıpkı
ihrama girerken gusül yaptığı gibi bu halde iken tavaf yapacağı zaman da gusül
yapması uygun olur. Hatta bu konumda gusül yapması, ihrama girerken yaptığı
gusülden daha önceliklidir. Tavafa gideceğinde akıntı olmaması için gerekli
tedbiri alır ve gider tavafını yapar. Bu hususu ele alan nasların ve benzer
temel kuralların gösterdiği budur. Bunda temel kurallara bir aykırılık yoktur.
'Hayızlı
kadın, tavafın dışında hac menâsikinin tamamını yapar.' hadisi gibi naslar,
tavaf için taharetin farz olduğunu göstermektedir. Tıpkı Hz. Peygamber (sas)'in
'Birinizin abdesti bozulduğu zaman, abdest alana kadar namaz kılmasın' hadisi
ve benzerlerinde olduğu gibi bunlar, mutlak olarak far-ziyyeti gösterir.
Malumdur ki, 'Gücünüz yettiği kadar Allah'a karşı takva sahibi olun' âyetinde
olduğu gibi bütün bunların farz oluşu, güç yetirebilme şartına bağlıdır. Allah
Resulü (sas) şöyle buyurmuştur: 'Size bir şey emrettiğim zaman, onu gücünüz
yettiği kadar yerine getirin.'
Diğer
taraftan tavafta taharet nihayet şarttır. Malûmdur ki, namazda şart oluşu,
tavafta şart oluşundan daha tekitlidir. Bununla beraber bu şart namazda zaruret
durumunda veya yerine getirilmekten aciz kalındığında düşebil-mektedir.
Sözgelimi özür kanaması olan kadın, devamlı idrar damlaması olanlar ve benzeri
mazeretliler, Müslümanların ittifakıyla tavaf yapabilmekte ve namaz
kılabilmektedirler. Halbuki hades, onlar hakkında da hadestir. Şu var ki, arada
fark vardır. Bu fark, özürdür. Durum böyle olunca ve bu çerçevede namazın
şartları acizlik halinde düştüğüne göre, aynı şekilde acizlik durumunda tavafın
şartlarının düşmesi daha öncelikli ve daha uygundur(...).
Kadına bu
durumda ceza kurbanı gerekmesi meselesine gelince, bizim teveccüh ettiğimiz
görüş, ona ceza kurbanı gerekmemesi yolundaki görüştür. Çünkü Müslüman, vacibi
herhangi bir kusuru olmaksızın terk ettiği zaman ona ceza kurbanı gerekmez.
Hayızlı tavaf farzını terkte herhangi bir kusur göstermemiştir. Çünkü tavafa
engel olan şey, yani hayız, kendi isteğiyle veya iradesiyle meydana
gelmemiştir. Dolayısıyla ceza kurbanı gerekmez."
İbn
Kayyim el-Cevziyye (ibni teymiyyenin öğrencisidir) : “Hac
ibadetinin ifa edildiği ilk zamanlarda hacca gelen kafile, bireylerinin hepsi
görevlerini bitirmedikçe memleketine dönmezdi. Mesela kafileden bir kadın hayız
görür de tavafını yapamazsa kafile o kadının hayızdan temizlenmesini bekler,
kadın temizlenir tavafını yapar ondan sonra memleketlerine dönerlerdi. Fakat
günümüzde durum böyle değildir. Dünyanın bir köşesinden ibadet için hacca
gelmiş bir kadın, tavaf günlerinde hayızlı olursa tavafını yapamaz. Fakat
hayızdan temizleninceye kadar kafilesi onu beklemeyebilir, ülkesine döner.
Kadın da onlardan ayrılamayacağına göre, tavaf yapmadan ülkesine dönme
tehlikesi ile karşı karşıya kalır. O zaman burada bir zaruret durumu vardır. Ve
zaruretler haramları mubah kılar. Eğer kafile, kadının temizleneceği güne kadar
Mekke’de kalacaksa kadın temizleninceye kadar haccın tüm gereklerini yerine
getirir ama tavaf etmez. Temizlendiği zaman tavafını yerine getirir. Fakat
kafile kadının temizleneceği zamana kadar Mekke’de kalmayacaksa o zaman kadın
hayızlı olduğu halde ziyaret tavafını yerine getirir.” (İbn Kayyım el-Cevziyye,
İ’lamu’l-Muvakkıîn, Beyrut, 1986, c. 3, s. 25-40)
SAFA MERVE
TEPELERİ SAY YAPMANIN HÜKMÜ NEDİR?
Fakihler,
Safa ile Merve arasında sa´y yapma hususunda üç kısma ayrılmışlardır.
1. Sa´y
yapma. Haccın rükünlerindendir. Kim say yapmazsa, Haccı batıl (geçersiz)dir.
Bu, Şafiî ve Maliki mezheblerinin görüşü olduğu gibi imam Ahmed bin Hanbel
(ra)´in iki rivayetinden birisidir. Onlar da. Sahabelerden İbn-i Ömer (ra),
Cabir (ra) ve Aişe (r.anha)´dan rivayet etmişlerdir.
2. Safa
ile Merve arasında sa´y yapma, rükün değil. Haccın vaclblerindendir. Hacı. sa´y
yapmayı terkederse, kurban (koyun veya keçi) ket»-mesi lazımdır. Bu görüş,
imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevrl (ra)nindir.
3. Sa´y
yapmak, vacib değil, sünnettir. Bir kimse sa´y yapmayı terke-derse hiçbir şey
lazım gelmez. Haccı tamamdır. Bu görüş, sahabelerden Ibn-i Abbas (ra) ve Enes
bin Malik (ra)indir. imam Ahmed bin Hanbel (ra)´den de böyle bir görüş rivayet
edilmiştir.
Birinci
görüşün (Şafiî ve Maliki´nin) delilleri:
A. Resulullah
(sav)´ın; «Sa´y yapınız. Zira Allah (cc), muhakkak onu size farz kılmıştır.»
hadisidir.
B.
Resulullah (sav)´ın Veda Haccında Safa ile Merve arasında sa´y yaptığı
sabittir. Hatta o. Safa tepesine yaklaşırken; «Şüphe yok ki «Safa» İle «Merve»
Allah´ın şeairindendir...» âyetini okuyarak sa´y yapmaya başlamış ve «Siz sa´y
yapmaya Allah (cc)´ın başladığı âyette önce Safa kelimesi geçer ile
başlayınız» buyurmuştur.
Resulullah
(sav), Hacc esnasında Sa´yın 3di şavt Safâ´dan Merve´ye 4 gidiş, Merve´den
Safa´ya 3 gidiştir . Haccını tamamladıktan sonra sahabelere «Benden Haccın
menâsikinj öğreniniz» buyurarak kendisine uyulmasını emretmiştir. O´nun bu
emri, sa´y yapmanın farz olmasından dolayıdır ve Haccın rükünlerinden olduğuna
işarettir.
C.
Müslim, Hz. Aişe (r.anha)´nin; «And olsun Safa ile Merve arasında sa´y yapmayan
kimsenin haca tamam değildir.» buyruğunu rivayet etmiştir.
Aişe (r.anha), şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.s) Safa ve Merve arasında sa'y etmiştir. Müslümanlar da aynı şekilde sa'y ettiler. Böylece sa'y sünnet olmuştur." Ömrüme yemin olsun ki; Allah Teâlâ, Safa ile Merve arasında sa'y etmeyenin haccını kabul etmez" (Müslim, Hac, (43) 260).
Aişe (r.anha), şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.s) Safa ve Merve arasında sa'y etmiştir. Müslümanlar da aynı şekilde sa'y ettiler. Böylece sa'y sünnet olmuştur." Ömrüme yemin olsun ki; Allah Teâlâ, Safa ile Merve arasında sa'y etmeyenin haccını kabul etmez" (Müslim, Hac, (43) 260).
Habibe
binti Ebi Şecra'dan rivayet edilen bir hadiste de şöyle denilmektedir:
"Kureyş'ten kadınlarla birlikte Ebû Hüseyin'in ailesinin evine girdik.
Rasûlüllah (s.a.s), Safa ile Merve arasında sa'y ediyordu. Biz de ona
bakıyorduk. Sa'y'ın şiddetinden elbisesi beline dolanmıştı ve hatta ben
dizlerini gördüğümü bile söyleyebilirim. O, sa'y yaparken şöyle diyordu:
"Sa'y
ediniz. Zira Allah onu sizin üzerinize yazmıştır (farz kılmıştır) ". Buna
göre, Sa'y, hac ve umrede Beytullah'ı tavaf etmek gibi haccın rükünlerindendir
(İbn Kudame, a.g.e., aynı yer, Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, Terc. Tayyar Tekin,
İstanbul 1987, II, 143).
D.
Alimlere göre, Safa ile Merve arasında sa´y yapma şavtlarına yalnız Harem-i
Şerifin bir bölgesinde müsaade edilmiştir. Onlar da Beyti tavaf etme gibi,
Hacc ve Umrenin rükünlerindendir.
İkinci
görüşün (Ebu Hanife ve İmam Sevri´nrn) delilleri:
İmam-ı
Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevri (ra), sa´y yapmanın Haccın rükünlerinden
değil, vaciblerinden olduğunu şu âyet ve hadislerden aldıkları delillerle
isbat etmişlerdir.
A. «Bunları
(Safa ile Merve) güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur...» âyetinden,
onları tavaf edenler için bir günahın olmadığı anlaşılır. Âyetin ifadesi, sa´y
yapmanın rükün olduğuna değil, mubah olduğuna işarettir. Resulullah (sav)´ın
sa´y yapması, bizlere onu vacib kılmıştır. Şu halde sa´y yapma; müzdelife
vakfesi, şeytan taşlama ve kudüm tavafı gibi, terki kurban kesme ile telâfi
edilen hacc vaciblerindendir.
B.
Şâ´bi´nin rivayet ettiği şu hadistir: «Ben (Urvet bin Müdris et-Tâî)
Muzdelife´de Resulullah (sav)´ın huzuruna vararak; «Ya Resulullah (sav). Tayyi
dağından geliyorum. Yol güzergahındaki tüm dağ ve tepelerde vakfe (durup, dua)
ettim. Benim için başka bir hacc yapmak var mıdır » dedim O; «Her kim. bizimle
şu namazı —Muzdelife´de akşam namazını yatsıya tehir ederek, her ikisini
beraber kılma— eda eder. Muzdelife´de vakfeye durur ve arefe günü Arafat´ta
gece veya gündüz vakfe yaparsa. Haccını tamamlar» buyurdu».
Bu
hadisten delil çıkarma iki açıdan olabilir. Birisi, bu hadiste Safa ile Merve
arasında sa´y yapma yoktur. Diğeri, sa´y yapmak Haccın farz ve rükünlerinden
olsaydı, Resulullah (sav)´ın, hadiste adı geçen şahsa açıklaması gerekirdi.
Zira Resulullah, o´nun Haccın rükünlerinden haberdar olmadığını biliyordu.
Üçüncü
göriişi´n (İbn-i Abbas (ra), Enes bin Malik (ra) ve İmam Ah-med bin Hanbel´
(ra)´in bir rivayeti) delilleri:
Sa´y
yapma, haccın vacib ve rükünlerinden değil, sünnetlerindendir. 0 görüş
sahiplerinin delilleri şunlardır:
A. «...Kim
gönlünden koparak (vacib olmayan amellerden) bir hayır İşlerse (mükafatını
görür). Çünkü Allah, taatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir.»
âyeti, sa´y yapmanın haccın farz veya vaciblerinden değil, açıkça
sünnetlerinden olduğunu gösterir. Bir kimse, bu âyetin zahirine göre sa´y
yapmayı terkederse haccında bir noksanlık olmaz ve terkinden Mürü de ceza
kurbanı terettüp (vacib değil) etmez.
B. «Hacc,
arefe´dir» hadisi, arefe vakfesini yapan kimsenin haccının tamam olduğuna
işarettir. Bu ise, hacc amellerinin tamamlandığını gösterir. Bazı hususlarda
bir kısım ameller terkedilse dahi, asıl farzlar işlendiği için hacc
tamamlanmıştır bu görüş sahiplerine göre.
TEMETTÜ
HACCINDA KURBAN BULAMAYAN ORUCUNU NASIL TUTMALI?
Imam-ı
Azam (ra)´a göre kişi bu orucu, hacc aylarında tutar. Yani umresini
bitirdikten sonra hacc için ihrama girmeden önce orucunu tutar. Faziletli
olan. Zilhicce, ayının 7,8,9. günleri tutulmasıdır.Hanefiler, «hacta üç gün»
ifadesinden maksat, hac aylandır der.
İmam
Şafiî (ra)´ye göre ise kişi bu orucu yalnız hacc niyetiyle ihrama girdiği
günden bayrama kadar ki zamanda tutar.Şafiiler ise «hacta üç gün» ifadesinden
murat, ihrama girdiği günlerdir, derler.
Delil:
Hz. Aişe
(ra) ile İbn-İ Ömer (ra)´den rivayet edilen: «Resulullah (sav) Kurban
bayramının 2.3,4. günlerinde, temeddü haccı yapıpta kurban kesmeye gücü
yetmeyen veya bulamayan şahısların dışında hiç kimsenin, oruç tutmasına müsaade
etmezdi» [Buhari. ]
Şafiiler
yedi gün olarak tutulacak orucun vakti hususunda, «Ülkesine dönüp ailesine
kavuştuktan sonradır» derler
Hanbeliler
İse, «Yedi günlük oruç, yolda da tutulabilir. Ülkesine ve ailesine kavuştuktan
sonra tutmak şart değildir» demektedirler.
HACDA KESİLEN
KURBANIN ETİ YENİLİR Mİ?
Hanbelilerle
Hanefilere göre kurbanı kesen, Temettü haccı, Kran haccı ve nafile hacların
kurbanlarından yiyebilir. Fakat hacda işlenilen hatadan dolayı kesilen
kurbanın etinden kendisi yiyemez.
İmam
Malik (ra)'e göre ise Temettü, Kran ve nafile hacların kurbanları ile bir
hatadan dolayı kesilen kurbanların etlerinden kurban sahibi yer. Ancak baş veya
vücudundaki bir hastalıktan dolayı ihramlı kalması tıbben mahzurlu olan hacı
ihramdan çıkarak ceza kurbanı keser ki işte bundan ve hac esnasında av yapmışsa
buna karşılık keseceği ceza kurbanından ve bir de Mekke fakirlerine hac
mevsimi kesmek üzere nezredilen kurbanın etinden yiyemez.
Şafiilere
göre' Temettü haccının, Kıran hacanın, ceza kurbanının, av cezasının ve nezir
kurbanının eti sahibi tarafından yenilemez. Kurban sahibi yalnız nafile olarak
kestiği kurbanın etinden yiyebilir.
MEKKELİLER
TEMETTÜ HACCI YAPABİLİR Mİ?
Ibn-i
Abbas İra) ve İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) göre MEKKE halkın temeddü haccı
yapamaz.
İmam
Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´e göre, Mekkeliler
kerahetsiz olarak Temeddü haccı yapabilir. Onların kurban kesmesi veya yerine
oruç tutması lazım değildir.
HAC AYLARI
HANGİ AYLARDIR?
İmam
Malik (ra)´e göre hacc ayları, Şevval, Zilkade ayları ile Zilhicce´nln tümüdür,
tbn-i Mesud (ra). Ata (ra) ve Mücahid (ra) de bu görüştedirler.
İmam
Şafii , imamı azam ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´e göre ise Şevval. Zilkade
aylan ile Zilhicce ayından on gündür
KÖLE VEYA
FAKİR ARAFAT VAKFESİNDEN ÖNCE AZAD EDİLİRSE HACCI AKBUL OLUR MU?
Şafiî
Mezhebinin İmam Şafiî (ra)'den sonra en büyük imamı İmam-ı Nevevl'den bu
hususta Şafii görüşüne aykırı bir görüş nakledilmiştir. Çünkü O: «Şafiî
mezhebine göre, hacc niyetiyle ihrama giren köle, Arafat vakfesini yapmadan
önce azat edilirse haccı, eda edilmiş bir hacc olur."
Bu da
İrnam-i azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'İn görüşlerine muhaliftir.
YERİNE
BAŞKASI HACCA GİDEBİLİR Mİ?
Herhangi
bir sebeple kendisi bizzat hacca gidemeyen kimsenin, yerine bir başkasını
göndermesine bedel denilir. Mâlikiler hariç, diğer mezhep mensuplarına göre hac
niyabet (yani vekâlet) kabul eder.Üç mezhebin dayandığı delil, ibn-i Abbâs'tan
rivayet edilen bir hadistir: Hz. Peygamber'e, babasının kendisine farz olan
haccı yapamadan öldüğünü, onun yerine kendisinin haccedip edemeyeceğini sormuş,
Allah'ın Elçisi de, "Evet (onun yerine haccedebilirsin)" demiştir.
Hanefilere,
Şâfiilere ve Hanbelilere göre insan, hac için kendi yerine bir başkasını
gönderebilir.
İmâm
Mâlik'e göre hacca gidemeyen kimsenin, başka birini yerine göndermesi gerekmez.
UMRE FARZ MI
SÜNNET Mİ?
Şafiî
(ra) ve Hanbeli´lere göre, hacc yapan kimse için umre yapmak
farzdır. Hacc mevsimi dışında yapılan umre ise sünnettir. Bu görüş Ali bin Ebu
Talib (ra), ibn-i Ömer (ra) ve İbn-i Abbas (ra)´tan rivayet edilmiştir.
DELİL: ( konuyla
ilgili hadisler de vardır)
1. «Haca
da umreyi de Allah için tam yapın...» âyetinde «tam yapın» ifadesi, umrenin
hacc gibi farz olduğuna işarettir.
Maliki ve
Hanefilere göre ise. umre yapmak sünnettir. Bu görüş Ibn-l Mesud (ra)
ve Cabir bin Abdullah (raftan rivayet edilmiştir.
DELİL: ( konuyla
ilgili hadisler de vardır)
1. «...Ona bir yol bulabilenlerin Beyti hacc (ve ziyaret) etmesi Allanın İnsanlar üzerine bir hakkıdır... (Âl´i İmrân: 97}
1. «...Ona bir yol bulabilenlerin Beyti hacc (ve ziyaret) etmesi Allanın İnsanlar üzerine bir hakkıdır... (Âl´i İmrân: 97}
«İnsanlar
içinde haca ilan et. Gerek yaya, gerek uzak yoldan gelerek arık develer üstünde
(süvari) olarak sana gelsinler» (Hacc: 27) âyetleri, haccın farz olduğuna
delalet ettiği haide umre ismi zikrediimemiştir. Umre de hacc gibi farz
olsaydı, adının geçmesi gerekirdi.
2.
İslâmın esaslarını bildiren hadislerde umrenin anılmaması, farz olmadığına
işarettir. Umre hüküm bakımından da haccdan farklıdır.
Not: Şafiilerin
delilleri olan âyet ve hadisler, umre yapmaya başlayan kimsenin daha sonraki
durumuna işaret eder. Yani umre yapmaya niyet etmeyen kimse için, onu yapmak
farz değildir. Yalnız umre niyetiyle ihrama giren kimsenin, onun gereklerin tam
olarak yapması farzdır. Bu şekilde düşünüldüğünde çelişkiler ortadan
kalkmaktadır.
İHRAMDA OLAN
KİŞİ HACCI YAPAMADIĞI TAKDİRDE İHRAMDAN ÇIKMASI HANGİ DURUMLARDA MÜBAHTIR?
Maliki,
Şafii ve Hanbelilere göre, «ihsâr»ın sebebi, yalnız düşmandır.
Çünkü, «...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alıkoyursanız o halde
kolayınıza geten kurbanfı gönderin)...» BAKARA 196 âyeti, Resulullah (sav) ve
arkadaşlarının Hudeybiye´de İhramlı oldukları halde, Mekke müşrikleri tarafından
alıkonulmaları hususunda nazil olmuştur. Âyetin nüzul sebebi ve tarihi
gösteriyor ki, «İhsâr» yalnız düşmanların engellemesinden doğar. Abdullah Ibni
Abbas (ra) da bu görüştedir.
DELİL:
Şafii,
Maliki ve Hanbelilere göre ise şüphesiz âyetteki, "...Emin olduğunuz
vakit...» tabirinden anlaşılan, yalnız hastalığın değil düşmanın insana mani
olmasıdır. Eğer hastalık ihsârm sebeplerinden olsaydı Allah (cc}´tn «Emin
olduğunuz vakit» tabiri yerine, «Siz iyileştiğiniz vakit» ifadesini buyurması
gerekirdi.
Hanefilere
göre ise hacc veya umre yapan kimsenin, Mekke´ye girmesine
engel olan düşman, hastalık, baskın, azığın eliden çıkması, bineğin kaybolması
ve kadın mahreminin yolda ölmesi gibi sebeplere İhsar denir.
DELİL:
Bu görüşü
teyid eden, İbn-i Mesud (ra)´un verdiği fetvadır: «Mekke yolunda bulunan bir
hacc kafilesinde, bir kişiyi yılan zehirlemişti. İbn-i Mesud´a bunun hükmünün
ne olduğu sorulduğunda, «Zehirlenen şahsın yanında kurban edeceği bir hayvan
var mı » dedi. On´ar «Evet» deyince, «Öyleyse kurbanlık hayvanını kesip
ihramdan çıksın» dedi.»
KURBAN
FARKLI
AİLELERDEN KİŞİLER BİR HAYVANA KURBAN İÇİN ORTAK OLABİLİR Mİ?
Üç
mezhebe göre ; evet
Maliki ye
göre hayır.: Maliki mezhebine göre; bir sığır, bir manda, bir deve
bir aile halkından yedi ve daha çok kimse ile kurban olabilir. Fakat; Farklı
aileler için yediden azda olsalar böyle ortak kurban kesmeleri caiz değildir.
KURBAN HANGİ
GÜNLERDE KESİLİR?
Hanefi : Kurban,
kurban bayramının ilk üç günü yani zilhicce ayının 10, 11 ve 12. günleri,
bayram namazının kılınmasından, 3. günün akşamına kadarki süre zarfında
kesilebilir.
Şâfiî
mezhebine ve bazı fakihlere göre bu süre,
bayramın 4. günü akşamına kadardır.
ÖLÜ ADINA
KURBAN KESİLİR Mİ?
Hanefîlere
göre: bir kimse, kendi parasıyla alıp sevâbını ölmüş bir
yakınına veya herhangi bir mü’min kardeşine bağışlamak üzere bayram günlerinde
veya sair günlerde kurban kesebilir. Kişi, kestiği bu kurbanın etinden kendisi
yiyebildiği gibi, başkalarına da verebilir. Zira kendi kurbanı gibi hüküm alır,
sevabı da bağışlanana gider.
Fakat bir
kimse vefât eden kişinin, irtihâlinden önceki emri ile, onun adına keseceği
kurbanın etinden yiyemez. Zira bu, adak hükmündedir, kesen ve yakını yiyemez.
Bunu tam olarak tasadduk etmesi gerekir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, V, 229)
Şâfiîlere
göre: izni olmaksızın başkası adına kurban kesilemez.
Vasiyet etmemişse, ölü adına da kurban kesilemez.
KURBANIN
HÜKMÜ NEDİR?
Kurban
bayramında, Allâh’a yaklaşmak niyetiyle kurban kesmek, Hanefîler’e göre hür,
mukim, Müslüman ve zengin olan kimselere vâciptir.
Kurban
kesmek, Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre müekked sünnettir.
MEKKEYE
MAZERETİ NEDENİYLE GİDEMEYİP İHRAMDAN ÇIKMAK ZORUNDA KALAN KİŞİ KURBANINI
NEREDE KESECEK?
Şafiî,
Maliki ve Hanbeli´lere göre, insan
nerede alıkonulmuşsa kurbanını orada keser. Kestiği yerin Mekke haremi veya
dışı olması fark etmez.
«...Fakat
(herhangi bir sebeple bunlardan) alı konursanız, o halde kolayınıza gelen
kurbanı gönderin)...» âyeti, ihramlı olduğu halde Beytullah´a gitmesi
engellenen kimsenin, bulunduğu yerde veya Mekke´de kurbanını kestirdikten
sonra İhramdan çıkmasına açıkça delalet eder.
Kesilecek
kurbanın deve, sığır veya koyun olması lazımdır. Sığır veya devenin kesilmesi
daha faziletlidir. Cumhurun görüşü de budur.
İmam-ı
Azam (ra)´a göreyse hacc veya umre niyetiyle ihrama giren kimse, Mekke´ye
gitmesine engel olunduğu takdirde kurbanını, bulunduğu yerde değil, ancak
Mekke´ye göndererek kestirir. Çünkü Allah (cc), «...O kurbanlık hayvanlarda,
sizin için kesilecekleri zamana kadar yani yün, süt ve güçlerinden birtakım
yararlar vardır. Sonra bu kurbanlıkların boğazlanıp infak edilecekleri yer,
yeryüzünün en eski ve zorbalardan korunmuş mabedi olan Beyt-i Atik( eski ev /
kabe)'dir. (Hacc: 33} buyurmuştur.
ibn-i
Ö-mer (ra) den de şöyle rivayet edilmiştir: «Kesilecek kurban yalnız deve ve
sığır olmalıdır. Koyun kurban yapılamaz».
Not: Bu
meselede Şafii, Maliki ve Hanbeliler´in görüşü tercih edilir. Müşrikler
tarafından Hudeybiye´de umre yapması engellenen Resulullah (sav) kurbanını
orada keserek ihramdan çıktı. Halbuki orası Mekke harimi değildi. İşte
Resulullah (sav)ın bu fiili hadisi, İhsâr kurbanının Mekke harimi veya dışında
kesileceğini gösterir.